Zincirden boşanmış gibi…

Zincirden boşanmış gibi…

“Yatıyorlar kalkıyorlar Kavala, Kavala, Kavala, Kavala! Yahu Kavala dediğin Soros’un Türkiye şubesi! 10 tane büyükelçi onun için Dışişleri Bakanlığına geliyor. Bu ne terbiyesizliktir ya! Siz burayı ne zannediyorsunuz ya? Burası Türkiye, Türkiye! Burası öyle zannettiğiniz gibi bir kabile devleti değil, burası Türkiye, anlı şanlı Türkiye. Burada kalkıp da Dışişleri Bakanlığı’na gelip talimat verme gibi bir yola giremezsiniz. Gerekli talimatı ben Dışişleri Bakanımıza verdim. Ne yapması gerektiğini söyledim. Bu on tane büyükelçinin bir an önce istenmeyen adam ilan edilmelerini hemen halledeceksiniz dedim. Zira bunlar Türkiye’yi tanıyacaklar, anlayacaklar, bilecekler, Türkiye’yi bilmedikleri, anlamadıkları gün terk edecekler…”

“Sırf bizi engellemek için terör örgütleriyle birlikte de yan yürürler, darbecilerin yanında da dururlar. Bunlar terörist Selo ile beraber oldular. Bunlarda ar yok.Yasin Börü’yü öldüren Selo değil miydi, oradaki vatandaşları sokağa döken Selo değil miydi? Kalktılar, onu içeriden nasıl çıkarırız, bunun gayreti içindeler. Yargı ne diyorsa o! Çıkaramayacaksınız!”

Bir önceki yazımda “ipler kopuyor” demiştim. Başkan Erdoğan’ın Eskişehir’de mitingden dört yana yankılanan bu sözleri, AKP-MHP damgalı Türk-İslam Sentezi İttifakı’nın iktidarda kalmak için hangi yöne yelken açtığını ve hangi fırtınaları göze aldığını anlatıyor.

Eğer işler Erdoğan’ın “ilk hedefiniz..” dercesine işaret ettiği güzergaha doğru ilerlerse, bundan sonrası tufan.

Sözlükler, “Zincirlerinden boşanmış gibi ” deyişini şöyle tarif ediyor:

“Delice, çılgınca hareket eden… Hareketlerine, davranışlarına hâkim olmadan hareket eden…”

Bu satırlar yazılırken, Osman Kavala davası konusunda yargıyı ortak bir metinle adil ve tarafsız olmaya, AİHM kararlarının gereğini yapmaya çağıran 10 büyükelçinin “istenmeyen kişi” (Persona non Grata” ilan edilip Türkiye’den sınırdışı edilip edilmeyeceği konusu henüz netleşmemişti. Aslında şu artık net: OHAL kararnameleri ile dümene iyice yerleşen Erdoğan, 2017 referandumunun şahsına tanıdığı “tek lider” sıfatının gereğini yaparak ortada kurum bırakmadı.

En son Merkez Bankası’nı hizaya getirmişti, şimdi “talimat verdim” sözleriyle, zaten dış temaslarında adeta hiçleştirdiği Dışişleri Bakanlığı’nı iyice devre dışı bıraktığını bizlere ve dünyaya anlatmış oluyor.

Daha net anlatamazdı zaten.

Birkaç gün önce MB yangın yeriydi, şimdi de koskoca Dışişleri’nin nasıl bir panik sahnesine dönüştüğünü tahmin etmek de güç değil.

Saray’da İbrahim Kalın, veya bakanlık diplomatları, acaba Erdoğan’ı ikinci kez tekrar ettiği bu “talimatından” vazgeçirebilir mi?

Vazgeçiremezse Bakan Çavuşoğlu ne yapacak?

CHP milletvekili, eski büyükelçi Ünal Çeviköz’ün önerdiği gibi istifasını sunmaya cesaret eder mi?

Delice sorular. Ama şunu biliyoruz, çevresi bu “zor”u başarırsa, “şahsının tarihinde” bir ilk yaşanmış olacak. Tanıdığımız Erdoğan’ın kariyer sicilinde kişisel çizgisini aşağı çekecek geri adım olduğu vaki değil. Bunun tek istisnası, bileğini bükemeyeceğini bildiği “Sayın Putin”den düşürülen Rus uçağı için – sille gibi gelen boykot dalgası ardından – özür dilemesi olmuştu. O kadar.

Dolayısıyla Erdoğan  – kimse şaşırmasın – pekala bu istikrarlı tavrını sürdürebilir. Hatırlayalım: Köşeye en çok sıkıştığı anlarda inat ve tehditle yükselişe geçip çevresini darmadağın eden bir Erdoğan oldu hep. Gezi esnasında bakanlarının ricalarına kulak tıkamanın ötesinde, Fas dönüşü adeta fetih seferine çıkar gibi mitingler yapa yapa Istanbul ve Ankara’ya girmişti. 17-25’ten sonra kafası karışık muhalefetin ve medyanın zaaflarıyla oynayarak devletin genetiğini bozmuş, cumhurbaşkanlığı seçimlerini ağır yolsuzluk dosyalarını kadük kılarak kazanmış, 2015 Haziran seçimlerine yaşadığı yenilgiye rağmen hem Barış Süreci’ni bitirmiş, yetmediği gibi ağır bir şiddet dalgasını tetiklemiş ve 1 Kasım seçimlerinde gücünü ve eski devlet ile ittifakını perçinlemişti.

Arka planı bulanık, ama “Allah’ın Lütfu” olduğu kesin askeri kalkışma teşebbüsü ardından OHAL ile bir çıtayı daha geçip “kararname rejimi” kurmuş, sonra rejimi 2017 referandumu ile kurumsallaştırmayı da başarmıştı.

Yerel seçimlerde büyük şehirleri kaybetmesine rağmen, elindeki devlet gücünü sonuna kadar kullanmaya kararlı bir “Erdoğan icraatı”nı da üç yıldır tecrübe etmekteyiz.

Şunu anladık: Erdoğan için iktidar, “sürekli kriz ve sürekli darbe” konsepti ile korunması gereken, bir savaş alanı.

Denilebilir ki, ama artık eskisi gibi değil, bu kez öyle katmanlı bir sistem krizinin çukurunda ki Erdoğan, bu durumu ne yaparsa yapsın ülkeyi yönetmesi mümkün değil.

Öyle mi? Belki evet, belki hayır.

Şurası açık: Kavala ve Demirtaş gibi iki simge siyasi mahpusun durumunu en önemli kilitlenme meselesi haline getiriyor ise, bunun için 10 büyükelçiyi sınırdışı etmeyi de göze almış ise, koltuğunu bırakmamak için “sonuna kadar gitmeyi” iyice hesaplamış demektir. Şunu da anlıyoruz: Kavala ve Demirtaş’ın (ve onbinlerce siyasi mahpusun) özgürlüğüne kavuşmaları, sadece ve sadece bu çürük rejimin kendi kendisini imha etmesi ile gerçekleşecek, yani ona endeksli artık.

Kavala ve Demirtaş konusunda AİHM’e meydan okuyan, çağrılara kulak tıkayan Erdoğan’ın neden bu kilitlenmeye gittiği aşikar: Her iki kişinin serbest bırakılması, kariyerinin en derin krizine sürüklenmiş  olan Erdoğan’ın  “yeniliyor” algısını hızla katlar. Onun böyle bir lüksü yok, mizacı da buna uygun değil.

Dolayısıyla kriz Erdoğan için tamamen varoluşsal bir evreye geçmiş durumda.

Kısacası, “tek tek değil, isterseniz tümünüz gelin” diye meydan okuyan, hayalini gördüğü yönetim modelini yerleştirmek için – ne kadar akıldışı veya çılgınca görünürse görünsün – gözünü milim kırpmayacak bir lider tablosu var karşımızda.

Zincirden boşanma hali işte bunu anlatıyor.

Kavala Krizi, aynen MB kararı gibi, kendisinden çok daha büyük krizleri tetikleyebilir. Tarih, bu 10 büyükelçi hadisesi gibi bir durumu yaşamadı. Bunun benzerleri – küçük ölçekli olarak – Birinci ve İkinci Dünya Savaşları öncesinde görüldü, ama bununla mukayese etmek çok güç.

Erdoğan sınırdışı vaadinde ısrarcı olursa, ortaya çıkacak durumun etkilerini ve çarpanlarını kestirmek hem kolay hem de zor. 10 diplomattan altısı AB ülkelerinin temsilcileri. Üstelik aralarında Almanya ve Fransa gibi AB’nin ağır topları, ve Türkiye’nin büyük ticaret ortakları var. 10 diplomatın yedisi, NATO ülkelerini, yani Türkiye’nin müttefiklerini temsil ediyor. Yorumu size ait.

Diplomatlar gönderilirse, mütekabiliyet gereği bu ülkelerdeki Türkiye büyükelçiler de geri çağrılacak. Kriz kısa da sürebilir, uzayabilir de. Ama her hal-u karda Türkiye, krizin çığrından iyice çıkmasını hızlandırılmış bir film gibi izleyecektir.

Az önce andığım nitelikleri haiz 10 diplomatı evine göndermiş bir lider olarak Erdoğan, Roma’daki G-20 toplantısına gider mi? Ne dersiniz?

Elbette, ruh dünyası iyice içinden çıkılmaz bir hal alan “şahsım”, yaramazlığı artık had safhaya çıkmış bir çocuk gibi, Roma’da pıpışlanmayı, sakinleştirilmeyi, “sen aslansın, sensiz biz ne yaparız?” mealindeki sözlerle yüceltilmeyi, güzel bir fotoğrafla görüntü tazelemeyi umuyor olabilir.

Ama bu kez durum farklı. Tecrit mukadder görünüyor. Öyle olsa bile, şimdi koskoca ülkeyi burnuna zincir takıp arkasından sürükleyen bir serdengeçti figürü var. Herkese kolay gelsin.


https://ahvalnews-com.cdn.ampproject.org/c/s/ahvalnews.com/tr/yavuz-baydar/zincirden-bosanmis-gibi?amp

This entry was posted in DIŞ POLİTİKA. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *