Türkçe olimpiyatları ve Fethullah Gülen Cemaati / Okulları Üzerine akademik bir çalışma * “Dindar Bilim: Gülen Cemaati ve Türkiye’de Muhafazakar Modernitenin İnşası”

Değerli okur ,

Aşağıda Dr. Berna Zengin’in“Dindar Bilim: Gülen Cemaati ve Türkiye’de Muhafazakar Modernitenin İnşası” başlıklı doktora tez çalışmasını paylaşıyorum.Yazının temel konusunda Fethullah Gülen Cemaati / Okulları vardır. Cemaat her sene Fetullahi okullar üzerinden “Türkçe Olimpiyatlar” düzenlemektedir.Hatta bu okullar ve Türkçe Olimpiyatları İktidar hükümeti tarafından ve iktidarın talebiyle Devlet’ten de büyük destek görmektedir.Devlet desteğinin başında ise Cumhurbaşkanı Gül vardır.

Hatırlarsınız Türkçe Olimpiyatlarda farklı ülkelerden çocuklara ezberletilerek öğretilmiş Türkçe şarkı ve türküler okutulmaktadır.Ezber şarkı ve türkü söyleyen çocuklar belki de birkaç Türkçe cümle bilirler fakat Türkçe bilgileri ancak bununla sınırlıdır.Bunun nedeni yabancı ülkelerde öğrenim yapan Fetullahi okullarda temel eğitim ingilizce yapılıyor olmasıdır.Hatta bu okullarda Türkçe konuşmak yasak olup okuldan uzaklaştırılma nedenidir. Peki o haldeTürkçe Olimpiyatlar neden yapılmaktadır ?

Bilindiği gibi birçok ülkede Fetullahi okullar kapatılmaktadır.Kapatılma nedenleri arasında Okulların aşırı dinci ve tarikat yanlısı öğrenciler yetiştiriyor olması.
Ülkelerin zeki çocuklarının bu yolla devşiriliyor olması ve öğretmenlerin farklı ülkelerden olup istihbarat faaliyetlerinde bulunuyor olmaları iddialarıdır.
Şimdi gelelim Türkçe Olimpiyatlar tertipleyen okullardaki Türkçe yasağına ;

Salı,05 Kasım 2013
Aydınlık

‘Türkçe’ olimpiyatları düzenleseler de
cemaatin Türkçe yasağı tescillendi

Hollanda mahkemesi öğrenci Denizhan Üresin’in Gülen cemaatine ait okuldan Türkçe konuştuğu için atıldığına hükmetti. Böylece cemaatin Türkçe yasağı tescillendi

Hollanda’nın başkenti Amsterdam’da Fethullah Gülen cemaatine ait Cosmicus Montessori Lisesi’ndeki (CML) Türkçe yasağı Hollanda yargısı tarafından tescillendi. Türkçe konuştuğu gerekçesiyle Kasım 2012’de CML’den atılan öğrenci Denizhan Murat Üresin’in okul yönetimi hakkında açtığı dava sonuçlandı. Amsterdam Mahkemesi, okulda Türkçe konuşmanın yasak olduğuna hükmederek, öğrenci Üresin’in okuldan atılmasını haklı buldu. Öğrenci aleyhine sonuçlanan davanın kararı, aynı zamanda Tükçe olimpiyatlarıyla övünen Gülen cemaatine ait okuldaki ‘Türkçe yasağı’nı da belgelemiş oldu.

‘Anlaşmazlıkların özü Türkçe konuşması

Mahkemenin 30 Ekim 2013 tarihli kararında, “Bu anlaşmazlıkların özü, Üresin’in, okulun kurallarına aykırı olarak Türkçe konuştuğu gerçeğinden kaynaklanıyordu. Okulun, ‘okuldan atma’ yönündeki nihai kararı, bu temele dayanarak takdir edilmelidir” ifadelerine yer verildi.

Öğrencinin Türkçe’yi konuşmasının okul yönetimi tarafından engellenmesini ‘Ayrımcılık Yasağı Yasası’nın çiğnenmesi olarak kabul görmeyen mahkeme, her bir kişinin kendisini ana dilinde ifade hakkı olmasına rağmen, bu hakkın her koşulda kullanılamayacağına hükmetti.

Avukat: Karar anayasaya aykırı

Avukat Mehtap Çölgeçen kararla ilgili yaptığı açıklamada, müvekkili Üresin’in Türkçe konuştuğu için okuldan atılmasını şöyle değerlendirdi: “Mahkemenin kararı Hollanda’nın taraf olduğu İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne, çeşitli uluslararası sözleşmelere, dil-ırk-siyasi görüş-felsefi inanç gibi temellerde ayrımcılığı kesin olarak yasaklayan Hollanda Anayasası’nın birinci maddesi başta olmak üzere, Hollanda anayasası ve eğitim yasalarında tanımlanan ve güvence altına alınan eşitliğe, bireyin eğitim hakkına, kişinin kişilik hak ve özgürlüklerine aykırıdır. ” Çölgeçen, kararı Yüksek Mahkeme’ye taşıyacaklarıı belirtti.

Cemaatin yalanını Aydınlık belgelemişti

Aydınlık, 25 Kasım 2012 tarihli “Türkçe konuşanı atan okul Fethullah’ın çıktı” başlıklı haberinde, konuya ayrıntılı biçimde yer vermişti. Zaman gazetesi ise 26 Kasım 2012 tarihli haberinde, Amsterdam Cosmicus Montessori Eğitim Müdürü Piet van Dijck’in “Öğrencinin Türkçe konuştuğu için okuldan atıldığı iddiaları tamamen asılsız” şeklindeki sözleriyle Aydınlık’ın haberini yalanlamıştı. Okul yönetimi öğrencinin Türkçe konuştuğu için değil, “kışkırtıcı eylemlerden dolayı” okuldan atıldığını iddia etmişti. Bunun üzerine Aydınlık, cemaat okulunda Türkçe yasağının belgesini yayımlamıştı. Hollanda mahkemesinin kararı cemaatin okulda “Türkçe yasağı” olmadığına dair açıklamalarının gerçek dışı olduğunu ortaya koydu. *1*

Gamze Çınlar

4/06/2010

Söyleşi:
Pembe Behçetoğulları
pembehcet@gmail.com

Berna Zengin
berna.zengin@bahcesehir.edu.tr

Fethullah Gülen Cemaati / Okulları Üzerine

gaiLe dergisi Kaliforniya Üniversitesi’nde “Dindar Bilim: Gülen Cemaati ve Türkiye’de Muhafazakar Modernitenin İnşası” başlıklı doktora tez çalışmasını geçtiğimiz yıl tamamlayan Bahçeşehir Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Berna Zengin’le yaptığı e-söyleşiyi yayınlıyor. Uzunluğundan dolayı iki haftaya bölerek yayınlayacağımız bu söyleşinin ilki karşınızda… Söyleşinin 2. Bölümünü gaiLe’nin 65. sayısında okuyabilirsiniz.

Pembe: Berna, sen doktora tezini Fethullah Gülen cemaati ile ilgili yapmıştın… Nasıl bir çerçeve ya da soru idi tezde ortaya attığın? Neyi anlamaya çalışıyordun?

Berna: Doktora tezim, Gülen cemaatinin bilimle ilişkisini nasıl tanımladığı ve eğitim alanında bu ilişkiyi nasıl pratik ettiği üzerine. Ancak, tez çalışmamda, çağdaş İslam’ın bilimle kurduğu ilişkiyi sosyolojik bir perspektiften anlamak üzere yola çıktım. Beni Gülen cemaatine bakmaya yönelten, farkında olmadan biriktirmiş olduğum bazı gözlemlerim oldu.

Örneğin, ben orta okuldayken, bütün karşı çıkışlarına rağmen kızları üniversiteye başladığı yıl kapanmaya karar veren ve bu çatışmayla gündemimize giren bir komşumuz olmuştu. Aynı dönemlerde Sızıntı dergisini ailenin posta kutusunda görmeye başladığımı hatırlıyorum. O zamanlar, yani 80′lerin sonlarında, daha önce hiç görmediğim bir dergi olduğu için merak edip, posta kutularından alıp dergiyi incelediğimi hatırlıyorum. Ancak, derginin Gülen cemaati tarafından çıkarılmaya başlanan ilk yayın olduğunu ve özellikle din, bilim ve kültür konuları üzerine odaklandığını öğrenmem sonra oldu. İkinci olarak, mühendislik okurken, hiçbir zaman iletişim kur(a)madığım bir grup “Fethullahçı” sınıf arkadaşımızı hatırlıyorum. Yine daha sonraları, hep birlikte takılan, bol kumaş pantolon giyen, kolormatik gözlük takan ve daha önemlisi grup dışındakilerle pek sosyalleşmeyen bu erkek öğrenci grubu profilinin sadece bizim bölüme özgü olmadığını öğrendim.

Böyle bir profil, cemaatin 90’larda, eğitim fakültelerinin yanı sıra, giderek artan biçimde mühendislik ve temel bilimlerde de etkin olmaya başlamasıyla görünür olmuştu. Ama merakımı asıl tetikleyen, bilim olimpiyatlarında görev yapan temel bilimlerden ve mühendislikten araştırma görevlisi arkadaşlarımın aktardığı bir şeydi: Ulusal ve uluslararası bilim olimpiyatlarında başarılı öğrencilerin ağırlıklı çoğunluğunun 90′ların ilk yıllarından beri cemaat okullarından çıktığını söylüyorlardı. Bana anlattıklarına göre, TÜBİTAK’ın düzenlediği olimpiyat kamplarına uluslararası olimpiyatlara hazırlanmak üzere gelen bu öğrenciler, çok çalışkan ve akıllı öğrencilerdi, çoğunlukla beraber çalışıyorlar ve daha gelmeden, okullarında olimpiyatlara yönelik özel eğitimden geçmiş oluyorlardı. Türkiye olimpiyat takımlarını incelediğimde son yirmi yılda cemaat okullarının öğrencilerinin bu alanda etkin ve başarılı olduğunu gördüm.

Bütün bu gözlemlere dayanarak farkına vardığım, cemaatin genelde temel bilimlere, özelde temel bilim eğitimine olan özel merakı/ilgisi, benim için onu çağdaş İslam’ın bilimle ilişkisini incelemek için çok iyi bir örnek haline getiriyordu. Okudukça, cemaatin içinden geldiği Nurcu geleneğin lideri Said Nursi’nin de din ve bilimi uzlaştırmaya çalıştığını gördüm. Hayatını Kuran’a göre düzenlemek isteyen ve inanca dayalı dindar/İslami bir cemaat neden ve nasıl, eleştirel akla ve Popper’in dediği gibi “yanlışlanma ilkesi”ne dayanan bilimin alanına giriyor ya da kendi alanına bilimi sokmaya çalışıyordu? Bunu anlamak için Fethullah Gülen’in din, bilim ve eğitim üzerine yazdıklarının yanı sıra cemaatin yayınlarını inceledim ve çeşitli fen liselerinde karşılaştırmalı alan çalışması yaptım.

Pembe: Bu İslami cemaatlerin tanımını nasıl yapabiliriz? Gülen cemaatinin örgütlenme/yapılanma biçimini nasıl tarif edersin?

Berna: Her ne kadar cemaatin (piramit yapısında) hiyerarşik örgütlenme biçimi ve lider Fethullah Gülen’in cemaat içindeki güçlü ve karizmatik pozisyonu, cemaatin tarikat örgütlenmesi içinde olduğu şeklinde yorumlansa da, Gülen cemaatini, dinin nasıl pratik edileceğine yaklaşımı ve modernlikle (belki de postmodernlikle demek daha doğru) kurduğu ilişki anlamında tarikat yapılanmasından ayırmak gerekiyor.

Kısaca söylemek gerekirse, cemaati tarikatlardan ayıran en belirgin özellik, İslamı modern hayatın içine yedirmeye çalışması, modern hayatın içinde İslamı yaşamak istemesi. Bu kaçınılmaz biçimde İslam pratiğine yansıyor ya da tersinden söylersek, ibadeti, dini ritüelleri yerine getirmenin dışındaki biçimlerde tanımlaması nedeniyle tarikatlara göre daha dünyevileştiriyor. Yine, tarikatlardan farklı olarak, küçük bir gruba hitap etmek cemaat için yeterli değil, geniş kitlelere ulaşmak önemli.Şunun da altını çizmek gerek: Cemaat, her ne kadar bir dönem kendini toplumsal hareket olarak nitelemiş olsa da, ve İslamı yaymak gibi bir amacı siyasallaştırsa da, toplumsal hareketlerden, üyeleri arasında daha sıkı ve net tanımlanmış bir bağ kurması anlamında farklılaşıyor.

Yine cemaat için özellikle çok yakın zamanlara kadar “sivil toplum örgütü” olduğunu vurgulamak önemliydi. Ancak, cemaat üzerine daha önce çalışmalar yapmış ve halen Kanada’da öğretim üyeliği yapmakta olan Berna Turam’ın, cemaatin Özal döneminden bu yana devletle kurduğu müzakere etme, uzlaşma, iş birliği yapma ve ittifak kurma gibi ilişki biçimlerine bakarak söylediği, “sivil toplum örgütü” ifadesini cemaatin kullandığı anlamda, yani devletin dışında kalarak gerçekleştiren bir örgütlenme biçimi olarak, kullanmanın doğru olmadığı. Fethullah Gülen’in konuşmalarına ve yazdıklarına bakarsanız güçlü bir devletçilik görürsünüz. Burada asıl mesele, devletin laik ve Kemalist olması, yoksa devletin kendinde bir sorun görülmüyor. Cemaatin Orta Asya’daki okulları üzerine etnografik alan çalışması yapmış olan Bayram Balcı da cemaatin devletle tamamen çatışmalı bir ilişkisi olduğunu söylemenin yanlış olduğunu söylüyor. Örneğin, Orta Asya’da okul açmaları için dönemin başbakanı Turgut Özal cemaate referans mektubu yazıyor. Bu da cemaatin devletle uzun dönem iddia ettiği gibi yalnız bir çatışma ilişkisi içinde olmadığını, aksine bir dayanışma ilişkisi içine de girebildigini göstermesi açısından önemli.

2002 ve daha açık biçimde 2007 sonrası, AKP iktidarıyla birlikte, cemaatin devletle daha yakınlaştığını, içiçe geçtiğini, bürokrasi içinde etkinleştiğini görüyoruz. Cemaat üyesi olmasa da AKP’li önemli bürokratların ve politikacıların çocukları cemaatin okullarından mezun.

Pembe: Gülen cemaati okulları ile öne çıkıyor; buradan birbiriyle ilişkili şu sorular geliyor akla: Nerelerde okulları var Fethullah Gülen cemaatinin? Bu okullar ne kadar/nasıl başarılı oluyor? Ya da bu okullarda nasıl bir eğitim anlayışı var? Mesela kız erkek ayrı okullarda mı eğitim görüyor? Öğrencileri kimler bu okulların? Çoğunluk cemaate bağlı ailelerin çocukları mı? Yoksa İslamcı olmadığı halde bu başarıdan etkilenip çocuklarını buralarda okutmak isteyenlerden de söz edebilir miyiz?

Berna: Gülen okulları artık beş kıtaya yayılmış durumda, 50’nin üstünde ülkede aktifler. 2005 yılı itibariyle yurt dışında 219 okulu olduğu söyleniyor (Yeni Aktüel, 2005). Nijerya, Gana, Kongo, Güney Afrika gibi Afrika ülkelerinden Amerika’ya, Orta Asya’da birçok Türki Cumhuriyet’e, İngiltere, Hollanda, Fransa ve Almanya gibi Batı Avrupa ülkelerinden Kamboçya ve Vietnam gibi Uzak Doğu ülkelerine, cemaatin okullarını görmek mümkün.

2003 yılında, Türkiye içinde de neredeyse bütün illerde 150′den fazla okulu olduğu tahmin ediliyor. Her ne kadar cemaatle hukuki bir bağları olmasa da cemaat okulu olarak “bilinen” okullar bunlar. Bunun yanı sıra, bütün illerin yanı sıra birçok kasabada cemaatin yurtları devlet yurtlarıyla yarışacak rakamlarda öğrenciye hizmet veriyor. Yine yaygın şekilde görülebilen cemaat dersaneleri ilkokuldan üniversite hazırlığa her düzeyde eğitim veriyor. Bütün dünyaya yayılmış bu eğitim kurumlarının toplamda 500’e, hatta 1000’e (örneğin, Helen Rose Ebaugh’un iddia ettiği gibi) kadar vardığı ifade ediliyor.

Cemaat okullarını anlamak için şu önemli: Cemaat, İmam Hatipler ve devlet okulları dışında kendi tarzında bir okul sistemi ve yaklaşımı geliştiriyor. Yine, cemaat okulları Milli Eğitim’in müfredatını takip ediyorlar, yani İmam Hatipler gibi din eğitimi vermiyorlar. Ancak, okullarda muhafazakar ve dindar bir kültürel hava hakim. Öğrencilere öğretilen de böyle bir kültür. Bu kültür için önemli bir nokta kızların ve erkeklerin ayrı alanlarda sosyalleşmesi. Cemaat ergenlikten itibaren okullarını kız ve erkek okulları ve dersaneleri olarak ayırmaya gayret ediyor. Aslında 28 Şubat süreciyle cemaat okulları hedeflenerek kız ve erkek okulları yasaklanmıştı. Bu yüzden, cemaat okullarına az miktarda karşı cinsiyetten öğrenci karıştırıldı, ancak okulun çoğunluğu halen ya kız ya da erkek. Buralarda çalışanlar ve hocalar da benzer şekilde ağırlıkla aynı cinsiyetten.

Cemaat ve bağlılık

Okullardaki öğrencilerin çoğunluğu cemaate sempatisi olan ya da cemaatle bağı olan velilerin çocukları. Yani, velilerin çoğunluğu dindar, hatta cemaatle yakınlıkları var ama sayıları az da olsa İslami kimliği ağır basmayan sağcı aileler de çocuklarını bu okullara gönderiyor. Kendilerini öncelikli olarak “dindar” kimliğiyle tanımlamayan bu ailelerin cemaat okullarını tercih etmelerinin sebebi, bu okulların, öğrencileri üniversite sınavına hazırlamada devlet okullarından ve diğer özel okullardan daha etkili olduğuna inanmaları.

Bu aileler, cemaat okullarının, “disipliniyle” öğrencinin “dikkatinin dağılmasına” izin vermediğini, çalıştırmadan kaytarmasını engellediğini düşünüyorlar. Ayrıca, çocuklarının cemaat okullarında “ahlaklı” bir ortamda eğitim alacaklarına inanıyorlar. Bunlara ek olarak, bir de cemaatle ilişkisi olmayan orta sınıf ya da yoksul ailelerden gelen öğrenciler var; bunlar seçilmiş, başarılı, burslu öğrenciler. Burslu öğrenciler arasında cemaatle bağı olan ailelerin çocuklarının da olduğunu belirtmek gerek.

Dersaneler için ise okullara nazaran daha geniş bir spektruma hitap ettiği söylenebilir. Okullara göre, dersanelere giden öğrenciler arasında cemaate eleştirel bakan ya da aileleri seküler hassasiyet sahip olanlar daha fazla. Bu öğrencilerden birinin anlattığı, cemaatin dersanesine gitmek isteyen CHP’li bir ailenin çocuğunun hikayesi çok ilginçtir. Üniversite sınavında dereceye girmek isteyen bu çocuk, cemaatin dersanesine kaydolmasına katiyetle karşı olan babasını günlerce yalvararak ve sonunda ağlayarak ikna etmişti.

Yine, konuştuğum, üniversiteye hazırlanacak bir erkek öğrenci, “biliyorum, daha önce de kaldım, namaza kaldıracaklar, etkilemeye çalışacaklar ama ben bunu bildiğim için pek etkilenmem, yurtta kalmam lazım, kendim çalışamıyorum, onlar beni çalıştırır” demişti. Cemaatin dersanelerinin ve okullarının çok disiplinli olduğunu ve buralarda öğrenciyle çok yakından ilgilenildiğini görüşme yaptığım diğer öğrencilerden de çok sık duydum.

Başarı oranı yüksek

Cemaatin okullarının üniversite sınavı ve olimpiyat yarışmalarında başarı oranları yüksek, öncelikle, çünkü başarılı öğrenciler düzenli sınavlarla tespit ediliyor ve bu kurumlara kazanılmaya çalışılıyor. Örneğin, akıllı çocuklar cemaat dersanelerinin yaptığı sınavlarda belirlenip fen liselerinde burslu okumak üzere davet ediliyorlar. Çoğunluğu sonradan olimpiyat takımlarına giren bu öğrenciler barınma, eğitim ve beslenme olanaklarından ücretsiz faydalanıyorlar, onların başarıları da okulun tanıtımına hizmet ediyor. Okulların olimpiyat başarıları da bu okulları temel bilimlerde başarılı öğrenciler için çok çekici yapıyor, böyle bir döngü var. Ve tabii öğretmenlerin öğrencilerle çok yakından ilgilenmesi de önemli bir etken. Öğretmenler, hem hizmet aşkıyla, hem de özel okul olmanın getirdiği durum nedeniyle öğrencilerle birebir ilgileniyorlar. Öğrenci kazanmak için de çok aktif çalışıyorlar; ailelerle ve öğrencilerle dersaneye ya da okullara kayıt yaptırmaları için tek tek ve ısrarla görüşüyorlar.

Ayrıca, bu okulların özel okullar olduğunu unutmamak lazım, diğer özel okullar gibi bu tür başarılarla reklamını yapmak zorunda. Yine, çok önemli; cemaat okulları için başarılı olmak siyasi ve dini bir misyon, bu başarılar, cemaatin kendini ispatlaması, “yobaz” ve “geri kalmış” değil, aksine, “başarılı modern okullar” açtıklarını gösterebilmesi için çok önemli. Bu da cemaat okullarına diğer özel okullara göre farklı bir azim veriyor. Başarının çoğunlukla yarışmalarda ve sınavlarda alınan puan ve derecelerle ölçüldüğü günümüzde cemaat okulları aktif olarak neredeyse bütün proje ve bilim yarışmalarına katılıyor, hatta kendisi de yarışmalar düzenliyor.

Pembe: Berna, geçen hafta bıraktığımız yerden, eğitimle ilgili bir başka soruyla devam etmek istiyorum: Gülen cemaatinin üniversite eğitimi ile ilişkisi nedir? Üniversite eğitimine talip olduğu yerlerde cemaatin nasıl bir derdi oluyor?

Berna: İstanbul’da Fatih Üniversitesi’nin ve Orta Asya’da 3 üniversitenin cemaatin olduğunu biliyoruz. Cemaatin eğitim alanında etkinliği bugüne kadar, bu üniversiteler dışında, ilköğretim ve lise eğitiminde yoğunlaştı. Benim de asıl bildiğim alan liseler. Ama şöyle bir şey söyleyebilirim: Cemaatin yurt dışındaki okullarında devletçi, İslami muhafazakar ve özellikle Türkçe öğretme üzerinden vurgulanan (yumuşak-) milliyetçi bir söylem öne çıkıyor. Türkiye’yi yurt dışında temsil etme iddiasında olan, hükümet politikalarıyla parallel davranmaya özen gösteren, “Türk okulları” olarak bahsedilen okullar bunlar.

Örneğin, cemaatin Orta Asya’daki okullarında araştırmalar yapan Bayram Balcı, cemaatin bu bölgedeki okullarının, uzun süre komünist propagandaya maruz kalmış bir bölgenin yeniden İslamlaştırılması gibi bir amacı olduğunu iddia ediyor.

Öte yandan, İstanbul’daki Fatih Üniversitesi, “Fethullahçı” imaja sahip, dindar kimlikli bir üniversite. Bununla beraber araştırmam sırasında gördüğüm, okulların, aslında dindar kimlikleriyle öne çıkmaktan pek hoşlanmadıkları, bu imajlarını değiştirmek için çok çaba sarfettiğiydi. Dindar/muhafazakar oldukları bilinse de Olimpiyat madalyaları, üniversite sınav başarıları, vb. şeylerle öne çıkmak istiyorlardı. Şimdi bu yaklaşımla yeni üniversiteler kurmak istiyor olabilirler, yani cemaat kimliğiyle öne çıkmayan muhafazakar liberal üniversite modellerini gerçekleştirmek.

Bununla beraber, cemaat yeni üniversiteler kurmaya yönelik altyapısını büyük ölçüde oluşturdu. Yurtdışına giden cemaat okulları mezunları -hepsi cemaatle ilişkilerini sürdürmüyor olsa da- doktoralarını bitirip dönüyorlar artık. Ayrıca, cemaatle ilişkili akademik dergiler kuruldu. Cemaat, yurtdışındaki üniversitelerde her yıl en az bir “Fethullah Gülen konferansı” düzenliyor. Cemaatin analiz edildiği bu konferanslarda, okulların topluma ne kadar faydalı olduğunun, cemaatin İslam’ının liberalliğinin vurgulandığı sunumlar çoğunlukta.

Bu anlamda, cemaatin kendi üzerine-kendi kontrolünde bilgi üretimini gerçekleştirmeye önem verdiğini görüyoruz. Ayrıca, bu konferanslar yoluyla cemaat, büyük çapta uluslararası konferans düzenleme deneyimine sahip oldu. Akademik alanda gerçeklestirilen bu birikim, finansal birikimle bir araya gelince cemaatin yeni üniversiteler açmaya yönelmesi sürpriz olmayabilir.

Pembe: Peki bu kuruluşların finansmanıyla ilgili de bilgi verebilir misin?

Berna: Finansmanı cemaate yakın şirketler, esnaflar, bireyler ve cemaatin yönettiği özel kurumlar… Okulların özel eğitim kurumları olduğunu söylemiştim. Bu kuruluşlar bir kez kurulduktan sonra, çoğunlukla, “kendi yağlarıyla kavrulmaya” çalışıyor. Cemaatin dayanışma ağları çok etkili ve okulların kuruluşunda önemli bir finansman sağlanıyor. Bu finansın kaynağı da cemaatin “hayırseverler”den topladığı yardımlar. Onun dışında benim bildiklerim de herkesin okuduğu kaynaklarla sınırlı.Cemaatin okulları, harcamaları, finansal gücü gibi yönleri şeffaf olmadığı için ancak tahminler yapılabiliyor.

Pembe: Peki, bilimi din ile nasıl bağdaştırıyorlar? Ya da şöyle sorarsak: Bu proje bilimle dini buluştururken, hangi bilimle buluşturuyor? Ayrımcılığı besleyen bir bilimle mi örneğin, yoksa daha özgürlükçü bir yorum getiriyor mu?

Berna: Dinle bilimi bağdaştırma biçimleri, teolojik açıdan büyük ölçüde Said Nursi’in geliştirdiği yaklaşıma dayanıyor. Said Nursi’nin de, akılcılığın, bilimselliğin ve bilimsel söylemin güçlendiği bir dönem olan 19. Yüzyıl’da yazan İslam alimlerinin genel derdini, bilim karşısında (“modernleşme karşısında” diye de okunabilir) dini dışlamayan ve güçsüzleştirmeyen bir yaklaşımı geliştirme derdini paylaştığı söylenebilir.

Fethullah Gülen’in 20. Yüzyıl’da devraldığı bu yaklaşımın bilim ve dini “barıştırmaya” çalışan genel argümanı şöyle özetlenebilir: Şeyleri ve canlıları tanımaya, anlamaya çalışmak, onları yaratan Allah’a yaklaşmak demektir; bu yüzden, bilim yapmak, kalpte Allah sevgisi taşınarak yapıldığı, bu yolla Allah’a ulaşılmaya çalışıldığı sürece, bir ibadettir. Bilim yapma pratiğinin kendisini, inançla yapıldığı sürece kutsallaştıran bir söylem bu. Tezimde Gülen’in bu yaklaşımına dindar bilimdiyorum, özellikle, bilimi “olduğu gibi” kabullenmediği, kutsal bir dile yerleştirmeye çalıştığı için.

Aslında bir açıdan bu, Türkiye’de modern bir din yorumu geliştirme geleneğine sahip ilahiyatçıların yaklaşımlarında da görebileceğimiz bir şey: Din bilimi içeren, ondan daha büyük bir kümedir. Örneğin, bazı ilahiyatçılar için evrim teorisi bile, bu söylem içine yerleştirilerek kabul edilebilir olabiliyor. Ama Gülen ve cemaat için bilimle ilgilenmenin politik ve pratik bir anlamı var: Materyalist kültürün en aktif olarak öğrenildiği alan olduğunu düşündükleri ve özellikle hedef kitleleri olan eğitimli kesimin dinden uzaklaşma nedeni olarak gördükleri bir alan temel bilim eğitimi. Bu anlamda bilim yapmak, yani dindar bilimyapmak, cemaat için politik bir pratiğe dönüşüyor.

Weber’in modernleşmeyi analiz ederken altını çizdiği, dinin toplumsal hayatı düzenleyici ve doğal ve toplumsal olayları açıklayan egemen bilme biçimi rolünü yitirmesi anlamındadisenchantment/dünyanın büyüsünün bozulması sürecini düşünürsek, cemaatin bu süreci tersine çevirmeye çalışma çabasını görüyoruz. Bir re-enchantment-yeniden büyüleme/kutsallaştırma çabası bu. Siyasetleri de aslen buna dayanıyor bence.

Bu bilim anlayışını açıklamak için “ayrımcı” uygun bir ifade olmayabilir ancak, dediğim gibi, bilimin inançla yapılması, bunu yaparken Allah’a ve Kuran’a karşı gelinmemesi gerekiyor. Tabi böyle olunca, şu tür sorular geliyor akla: Böyle bir sınırlama olduğu sürece bilim yapmak mümkün mü? Yani yapılan araştırmaların sonuçları Kuran’ın günümüz yorumuyla çelişirse/çelişme tehlikesi taşırsa ne olacak? Burada üzerinde en çok tartışılan konu evrim teorisi. Fethullah Gülen ve cemaatin yazarları Darwin’in evrim teorisine karşı olduklarını ifade ediyorlar, hatta evrim karşıtı bir mücadele veriliyor (Fethullah Gülen’in kamuya açık ilk konuşmalarından itibaren evrim teorisi karşıtlığını görmek mümkün). Bunda Darwinizm’in materyalizmin kardeşi olarak görülmesi ve dinin zayıflatılması için kullanılmış bir araç gibi algılanması önemli. Öte yandan, evrim öyle biyolojiden sıyrılıp ayrılabilecek, “her bilimsel teori gibi ‘yanlışlanabilir’ olduğu için zaten doğruluğu şüpheli” (Zaman gazetesi yazarları arasında bu ifade edilen bir argümandır) diyerek uzak durulacak bir teori değil.

Cemaat kabul etsin ya da etmesin bugün biyoloji dediğimiz bilim dalı ve ayrıca genetik, evrim teorisi üzerine kurulu. Yani evrim teorisini kabul etmeden biyoloji yapmaya başlayamıyorsunuz. Bu durumda, dindar bir biyolog bazı sınırlı konuların dışına çıkmak isterse bu çelişkiden nasıl kurtulacak? Bu sorunun cevabı henüz yok. Ama cemaat okullarından mezunlar arasında ufak tefek, dindar Hristiyan cenahtan gelen evrimle dini barıştırma yollarından esinler taşıyan kişisel arayol arayışları olduğunu biliyorum.

Soruya dönersek, cemaat bilimsel alana açılarak aslında İslam’ın modern hayata uyumunu sağlamak anlamında da bir açılım gerçekleştiriyor. Ancak, sorgulamanın sınırlandığı bir bilim anlayışları var. Bilimi eleştirel kültüründen ve materyalist geçmişinden sıyırarak almak, onu “ehlileştirmek”, dindarlaştırmak istiyorlar. Bu tarz bir eğitimden geçen öğrencilerin bilimin ne olduğuna, bilimsel çalışmanın nasıl yapıldığına dair kısıtlı bir anlayış geliştirmeleri bir sorun olabilir.

Pembe: Rejim tartışmalarında nerede durduklarını anlamak açısından sormak istiyoruz: Öteki’ne, Ermenilere, Kürtlere, eşcinsellere, vicdani retçilere bakışları nasıl? Muhafazakarlıkları Hristiyan-demokratlar gibi bir muhafazakarlık mı, yoksa yeni kentli neo-nazilerinki gibi mi?

Berna: Gayri-müslim etnik azınlıklara yaklaşımları açısından yeni-Osmanlıcı oldukları söylenebilir. Azınlıkların varlıklarını tanıyan ama Türk Müslüman kimliğini çatı olarak gören devletçi ve korumacı bir yaklaşım. Bu anlamda Kürtlerle müslümanlık zemininde bir ortaklık bulabiliyorlar. Ancak, bununla birlikte Muhsin Yazıcıoğlu’na duyulan gönül bağını ve Türk milliyetçiliğinin cemaat için önemli oluşunu bu “hoşgörü” duruşuyla nasıl birleştirdikleri cevaplanması gereken bir soru.

Eşcinsellik, ortodoks İslam yorumlarına göre İslam için kabul edilebilir değil, bu konuda bu genel duruşu sergiledikleri söylenebilir.Muhafazakarlıkları Hristiyan demokratlara daha yakın denebilir. Amerika’daki Evangelist hareketlerle çok benzer yanları var. Medyayı çok aktif bir şekilde kullanmaları, ateist olsun, anne babası solcu olsun, dinsiz olsun herkesi dine kazanabileceklerine inanmaları örneğin. “Televangelistler” deniyor biliyorsunuz. Evangelistler Amerika’da bir dönem televizyonu çok etkili kullanmışlar, düzenli olarak vaazlar yayınlayarak çok ciddi yardımlar toplamışlardı. Yine yaklaşım olarak benziyorlar, Amerika’da görürsünüz, Evangelistler çok ısrarcıdırlar, reddedilse bile sayısız kere ziyaret edip sizi dine çağırabilirler. Yerel düzeyle sınırlı kalmama, dünyaya yayılma yaklaşımlarıyla da benziyorlar.

Politika yapma tarzları Naziler gibi agresif değil, daha çok ısrara ve iknaya dayanan, “gönülleri kazanmaya” dayanan, minnet duygusunun önemli olduğu bir tarz. Bir de bürokrasi içinde örgütlenmelerine referansla, İspanya’da bürokratları önemli pozisyonlara gelmiş ve Franco rejiminde çok etkili olmuş OPUS DEI örgütlenmesine benzetilebilir. Bu, son zamanlarda cemaat üzerine çalışan bir çok kişi tarafından dile getiriliyor.

Pembe: Daha sorulması gereken çok soru vardır elbette ancak biz burada bitirmek durumundayız. Çok teşekkürler Berna.

Berna: Ben teşekkür ederim

*1* http://aydinlikgazete.com/mansetler/27192-turkce-olimpiyatlari-duzenleselerde-cemaatin-turkce-yasagi-tescillendi.html

This entry was posted in DİN-İNANÇ, EĞİTİM, Fetullah Gülen, İrtica. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *