HARF DEVRİMİ BİZİ CAHİL BIRAKTI MI? OSMANLICA ÖZGÜN BİR DİL MİDİR? BİR ASIRDA SADECE 80 KİTABIN BASILDIĞI OSMANLI’DA HALK CAHİL KALIR MI?

Naci Kaptan / 11.11.2019

AKP’nin Partili Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 10 Kasım’da Atatürk’ü anma toplantısında yersizce HARF DEVRİMİNİ eleştirerek Osmanlı’da okuma/yazma oranının yüksek olduğunu söylemesi şaşkınlık yarattı.

Arapça-Farsça-Türkçe ile harmanlamnmış, konuşması ve yazması farklı olan ZOR bir dili savunan karşı devrimcilere değerli dostum Aydoğan Kekevi aşağıda yazmış olduğu iki ayrı yazı ile güzel bir yanıt vermiş. Ben de bu yazılara eklemelerde bulunmak istedim.Yazı ardışık ve uzundur, sabırla okunmasını ve arşivlenmesini dilerim.

1923’te 10102 ilkokul öğretmeni bulunuyordu. Bunların 1081’i kadın, 9021’i erkekti. Mesleki öğrenim görmüş olanların 378’i kadın, 2356’sı erkek olmak üzere toplam 2734 idi. Bunların önemli bir kısmı da medreselerin alt sınıflarından ayrılmış, yarım yamalak bir öğrenimle 1-2 senelik Darülmualliminlerden mezun olmuş, çoğu imamlık ve müezzinlikle de görevli kişilerden oluşmaktaydı. Geri kalan 7368 öğretmenden 1357’si ancak ilköğrenim görmüş, 711’i doğrudan medreseden ayrılmış, 152’si düzenli bir öğrenim görmemiş, 2107’si hiçbir öğretmenlik ehliyeti taşımayan kişilerden oluşmaktaydı (Akyüz 2001 : 344).

Topluma Arapça’yı dayatan Erdoğan’ın  İmam hatip karnesi, vasat bir öğrenci olduğunu gösteriyor. 1973’te mezun olan Erdoğan’ın notları pek parlak değil:
Kur’an-ı Kerim’den ancak bütünlemede geçebilmiş. Arapçası zayıf; tek ders sınavından 5 alabilmiş. Tefsir: 6…Hadis: 7…Fıkıh: 7… https://www.internethaber.com/erdoganin-sasirtan-karnesi-94964h.htm

100 yılda sadece 80 kitabın basıldığı Osmanlı’da nasıl olur da halk bir gecede okuryazar olmak niteliğini kaybeder? KİM, HANGİ KİTABI OKUR? Okumayan toplum nasıl cahil kalır?


Harf Devrimi Bizi “Cahil” Bıraktı mı?

Prof.Dr.Ramazan Demir

Cumhuriyete ve onun devrimlerine saldıranlar bir bahane uydurdular; ‘harf devrimi milleti cahil bıraktı, Arap alfabesini terk etmekle 24 saat içinde herkes cahil kalıverdi’ diyerek, cumhuriyete ve Atatürk’e saldırı yapılmaktadır..

Peki, bu iddia doğru mudur?
‘Halep ordaysa arşın buradadır’ diye bir söylem var.
Buyurun, belgeler konuşsun.

1- Harf devrimi yapıldığı zaman Anadolu’da 13-14 milyon insan var…
Bunların büyük kısmı kadın, çocuk, yaşlı ve harp malulü…

Erkeklerde okuryazar oranı %7 (yüzde yedi), kadınlarda ise %04 (binde dört)… Bu oranlara gayrı Müslimler de dâhildir. Onların eğitime verdikleri önem düşünülürse, Müslüman halkta okuryazar oranı çok daha düşük olduğu kesindir.

2-Osmanlıda basılan kitap sayısı ne kadardır?

Çarpıcı bir rakamdır bu, dikkatinizi rica edeceğim; 1727-1830 arasında (yüz yıl boyunca) sadece 80 kitap basılmış, çok az sayıda el yazmaları da var. Belki bir o kadar da ilmihal, dini masallar, hurafe içerikli dini risaleler var olduğunu kabul edelim.

Şimdi soru şu; olmayan kitap, okuryazar olmayan bir toplum nasıl olur da “cahil” kalır?  Toplum zaten “cahil”… Cahili tekrar cahil bırakmak nasıl olur!

3- Allahın ilk emri olan “oku” emrini Anadolu coğrafyasına yayan Mustafa Kemal Atatürk’tür. Harf devriminden yaklaşık on yıl sonra okuma yazma oranı %20ye yükselmiştir. Bu, dünyada görülmemiş bir yeniliktir…

Cahil bırakılmışmış!!!

Osmanlıda halk sanki bir Rönesans dönemi yaşamış, aydınlanma dönemi geçirmiş, sanayi toplumu haline gelmişmiş, her yanda kitaplar, kütüphaneler, okullar varmış da 24 saat içinde halk “cahil” bırakılmışmış!!!

Pes doğrusu…İnsaf, bre Allahın kulları insaf…

Bu rakamları ve gerçekleri bilmeyen yeni nesil de sanacak ki Osmanlı toplumu, Anadolu halkı uygar ve eğitimliymiş da harf devrimiyle geri bırakılmış… Toplum zaten cahil, okuyan yazan yok ki… Belirttik yukarıda, tekrar edelim erkelerde %7 kadınlarda %04…

Harf devriminden sonra 1935 de 500 bin kadın okuma yazma bilir hale geldi. Okuryazar oranı%20… Dünyada eşi olmayan bir devrim…

4- Halkı kandırmak, cumhuriyete, Atatürk’e ve onun devrimlerine vurmak için “cumhuriyetle cahil kaldık” diyenler aldanıyor, yanlış yoldalar, cumhuriyet düşmanlığı yapıyorlar… Onlar yalancıdır, iftiracıdır… Allah yalancıları ve müfterileri sever mi?

5- Önemli bir nokta; dikkatinizi rica ediyorum, harf devrimi ile değişen dil değil alfabedir… Dil yine Türkçe… Halkın dili değişmedi ki… Sadece devletin resmi dili Arapça-Farsça-Türkçe karışımı olan Osmanlıcaydı, Türkçe oldu… Türkçeyi Arap alfabesi yerine Latin alfabesiyle okuyup yazmaya başlandı halk… Osmanlıca olan devletin dil Türkçe oldu… Durum bundan ibarettir.

http://www.r-demir.com/makalelergsboncekilergoster.aspx?m=250

OSMANLICA NASIL BİR DİLDİR?

Türkçe yoluyla yabancı sözcük ve kavramların aktarılması, bunun da Arapça harflerle gerçekleştirilmesi Osmanlıcanın tuhaflığını ortaya koyar. Kör bir cehaletle, “Osmanlıca Müslümanların ve İslam’ın dilidir” demek, bu tuhaflıkları ortadan kaldırmaz. Kaldı ki “din dili” denilen şey, dünyada hiçbir dile özgü kılınmış bir ayrıcalık değildir. Hiçbir dil, din ya da dinlerin biricik ifade aracı değildir. Osmanlıca da, aynen Arapça gibi bir din dili değildir.

Osmanlıca, bizim bu gün Latin harfleriyle yazdığımız sözcük ve tümcelerin Arap harfleriyle yazılmasından başka bir şey değildir. Örneğin, “Ali kitap okur” tümcesini Latin harfleriyle yazıyoruz. Ama bunu Türkçe gramer yapısına göre kuruyoruz. Osmanlıcada ise, aynı tümceyi salt Arap harfleriyle yazıyoruz. Bunu yaparken, Türk dilinin yapısında, gramerinde, söz diziminde, noktalama işaretlerinde hemen hiçbir değişiklik olmuyor. Demek ki Osmanlıca, çağdaş Türkçenin Arap ve biraz da Fars harfleriyle yazılıp başka türlü söylenmesinden ibarettir. Yoksa bu günkü Türkçeden herhangi bir farkı yoktur.

Şu halde, Osmanlıcayı çağdaş Türkçeye tercih etme nostaljisine kapılanlar, hatta Atatürk’ün dil devrimini “bir gecede tüm milleti cahil bırakma projesi olarak” görenler ya bu gerçeği bilmezler, ya da muhafazakârlığın Modern çağdaki akıl-fikir tutulmasının kurbanıdırlar. İlk durum, yani işin cehalet yanı, halkta yaygındır. İkinci durumda ise, politik çıkarlar, bilimsel gerçeklikleri gölgelemektedir. Ama her iki halde de vurguladığım gerçek değişmez. Bu çıkmazlardan kurtulmak için, Osmanlıcanın bütün Türk aydınlarınca bilinmesinin zorunlu olduğunu belirtmeliyim.

Bir Türk aydını ya da araştırmacısı için, Osmanlıcayı bilmek, en az İngilizce ya da Fransızca bilmek kadar, hatta bunlardan daha çok gereklidir. Çünkü Osmanlıca, tarihsel ve kültürel arka planı olan eski bir Türkçedir. Osmanlıcayı “İslam dili” olarak görmek nasıl cehaletin ve politika muhafazakârlığının eseri ise, onu, Arap harfleriyle yazılmış bir eski Türkçe olduğundan dolayı küçümsemek, nazar-ı itibara almamak ve gericilikle suçlamak da koşut cehalet ve yobazlığın izdüşümüdür.

İki tutum da yanlıştır. Zaten aynı yanlışı, Arap dilinde de, Batı dillerinde de yineliyoruz. Araplaşma tutkunluğu, aydınların Arapça öğrenmekten kaçmasını hızlandırdığı gibi, Arap kültürüne-din hatırını öne sürerek-hayranlık duyanları da Arapça öğrenmeye sevk etmemektedir. Başka bir yazımın konusu olacak ama benzer özenti ülkemizde Batılılaşma/Batılaşma ile Batı dilleri konusunda da yaşanıyor. Araplaşma doğuculuğu, Batıcılaşma Batıcılığı kemikleştiriyor. Ama arada kaybeden, Türkçe ve Türk kültürü oluyor.

Neyse konumuza dönelim. Küçük Mecmua’nın dili henüz 1922 Türkiye’sinin dilidir. Her iki baskı için günlerce ve saatlerce çalıştım. Özel koşullarımdan dolayı değil, Osmanlıca bir metnin çözümlemesi için en az iki dil, özellikle Arapça ve biraz Farsça bilmenin gerekliliği nedeniyledir. Bununla kalmıyor, Batı dillerindeki bir ad, bir kavram, bir düşünce akımının Osmanlıca harflere aktarılmasından doğan okuma zorluğu… Çağdaş Türkçeye mümkün olduğunca hâkim olmak ayrıca anmam gereken bir zorunluluktur. Tabii ki bir de Osmanlıca metnin içeriği ve konusu…Ziya Gökalp “tek başına bir üniversite” ise, onun kadar olmasa bile, felsefe, tarih,sosyoloji, ekonomi, siyaset, sanat ve edebiyattan haberdar olmak gerekir.

Osmanlıca, bu günkü Latin harfleriyle okuyup yazdığımız Türkçenin Arap harf ve sözcükleriyle yazılmasıdır, demiştim. Arapçada sesli-sessiz harf ayrımı yoktur. Sesler, harflerin üzerine konulan hareke ile verilir. Harekelemeyi bilmeyen, Arapçayı bilmez.

Araplar genellikle yazılarını harekesiz yazarlar. Ama hangi harekenin hangi harf üzerine geleceğini anadilleri olduğu için doğal olarak bilirler. Oysa yabancılar, önce harfleri, Arapça grameri, fiil çekimlerini, kök ve türevleri, kısa cümle kuruluşları ve türlerini öğrenirken harekelemenin yasalarını adım adım öğrenmek zorundadır. Yani Arapça, tıpkı Türkçe veya diğerleri gibi, kendine özgü grameri, dil yapısı ve özelliği olan apayrı bir dildir. Osmanlıca ise ne Arapça, ne Farsça ne de tam anlamıyla Türkçedir.

Arapçadaki harfler Osmanlıcaya aktarıldığında bazen aşılmaz zorluklar yaşanır. Örneğin, Türkçedeki “h” harfine karşılık Arapçada üç ayrı “h” harfi vardır, “z” harfine karşılık yine en az üç “z” bulunur. Ancak her üçü de noktalı, noktasız, kalın, ince gibi özelliklere sahiptir ve bu farklı özelliklerinden dolayı Türkçede tek bulunan “h” ya “z” harfiyle temsil edilmek zorunda kalınır. Osmanlıcadaki zorluklardan biri budur. Şöyle denilebilir: Osmanlıca zaten Arap harfleriyle yazıldığı için her üç “h”yi ya da “z”yi Arapçadaki aslına uygun bir şekilde gösterir, burada sorun olan nedir? Denilebilir. Sorun şudur: Osmanlıcada yazılı olarak gösterilen bu harfleri, konuşma dilinde gösteremezsiniz. Öyleyse yazılı Osmanlıca ile sözlü Osmanlıca farklıdır. Bu farklılık, Osmanlıcada bırakın eğitim-öğretimi, günlük dilde bile çok büyük zorluklarla karşılaşmamızı kaçınılmaz kılar. Kaldı ki Dil Devriminden önce Osmanlılarda okuma-yazma oranı, bu ve benzeri nedenlerle çok düşük düzeyde idi.

Osmanlıcadaki bir başka zorluk, Arapça ve Farsçadan alınma bol miktarda sözcükler kullanılmasıdır. Örneğin, “tekabül”, “kıyas”, “nefret”, “istiare” bunlardan yalnız bir kaçıdır. Her biri, Osmanlıca ve çağdaş Türkçede “etmek”, “yapmak”, “duymak”, gibi yardımcı fiillerle kullanılmak zorundadır. Kendi başlarına kullanılamazlar.

Bu demektir ki, Arapça kökten türemiş türev sözcüklerin Osmanlıcada dondurulmuş ad olarak kullanılması söz konusu olduğu gibi, geldiği dildeki asıl anlamlarını da yitirdikleri bir gerçektir. Yani Batı dillerinden alınma sözcüklerde de olduğu gibi Arapça türev bir sözcüğün Osmanlıca ya da çağdaş Türkçeye olduğu gibi aktarılması, bu sözcüklerin hem alındıkları dildeki anlama yabancılaşmasını, hem de aktarıldıkları dilde köklerinden koparılmış, dondurulmuş olması sonucunu doğurmaktadır. Bu da, Türkçe düşünüp Türkçe yazmayı, konuşmayı, en önemlisi de Türkçenin gelişmesini engellemektedir. Yabancı dillerden alınmış sözcükler, Osmanlıca ancak Türkçe ek fiillerle kullanılabildiği için, Türkçedeki zengin söz dağarcığı da yoksullaşmaktadır. Üstelik yabancı diller sanki bu alınmış sözcüklerden ibaretmiş gibi, öğrenilmeye değer bulunacak bir çabaya konu olmamaktadır.

Özetle söylemek gerekir ki, Arapça, Türkçe, Farsça ve Batı dilleri hepsi ayrı ve kendine özgü özellikleri olan bağımsız dillerdir. Osmanlıca ise, ayrı bir dil değil, gramatik çatısı Türkçe, harçları ve diğer tüm gereçleri Arapça ve Farsça olan eski, aynı zamanda eskimiş bir dildir. Türk aydınları öğrenmelidir. Osmanlıcayı bilmeyen ne Osmanlıyı ne de Cumhuriyeti anlayamaz. Bu gerçeği özellikle belirtmeliyim. Ancak Osmanlıcayı bu günkü Türkçeye üstün tutmak ve tercih etmek, Atatürk’ün akıl ve bilim dolu dil devrimini hiçe saymak olmaktan başka, Türk insanının yazması, konuşması ve en önemlisi de Türkçe düşünmesinin önüne anlamsız engeller koymak demektir. Oysa Osmanlıca uzmanların, aydınların, araştırmacıların, akademisyenlerin öğreneceği bir eski Türkçedir, yoksa halkın değil.

Osmanlıca bilimsel araştırmaların konusu olabilir, ama kendisi bilim ve felsefe üretebilecek esneklik ve güçte bir dil değildir. Öyleyse Osmanlıca ile eğitim-öğretim yapmak, mümkün değildir. Tarih buna fazlasıyla tanıklık etmektedir.

https://www.aydinlik.com.tr/osmanlica-nasil-bir-dildir-sahin-filiz-kose-yazilari-ekim-2017

Osmanlı Türkçesi’nin HARF DEVRİMİYLE kaldırılarak çağdaş dünya ve bilim dili ile Türk toplumunu buluşturmak, yazmayı ve okumayı kolaylaştırmakla toplumun okur yazar oranını arttırmaya karşı çıkanlara bir örnek aşağıdadır, Yazımı Türkçeleştirilmiş olan bu yazıyı okuyup anlamalarını isterim!!!

WİKİPEDİ’de OSMANLI TÜRKÇESİ

Osmanlı Türkçesi ya da Osmanlıca, Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk anayasası olan Kanun-ı Esasî’de geçtiği hâliyle Türkçe (Osmanlı Türkçesi: لسان توركى Lisān-ı Türkī; توركى Türkī; توركجه Türkçe; لسان عثمانى, Lisān-ı Osmānī), 13 ile 20. yüzyıllar arasında Anadolu’da ve Osmanlı Devleti’nin yayıldığı bütün ülkelerde kullanılmış olan, Arapça ve Farsçadan etkilenmiş Türk dili.[1] Alfabe olarak Arap alfabesinin Farsça ve Türkçe için uyarlanmış bir biçimi kullanılmıştır. Halk arasında bazen yanlış kullanım olarak bu dil dönemi için “Eski Türkçe” tabiri de kullanılmaktadır.[2]

Osmanlı Türkçesinin “lisan-ı Osmani”, “Osmanlı lisanı” diye adlandırılmasına ünlü sözlükçü, yazar Şemseddin Sami şu sözlerle karşı çıkmış ve tıpkı Kaşgarlı Mahmud, Yusuf Ulug Has Hacib, Ali Şir Nevai gibi dilin adının “Türkçe” olduğunu ifade etmiştir:[3]

Söylediğimiz lisan ne lisanıdır ve nereden çıkmıştır? Osmanlı lisanı tabirini pek de doğru görmüyoruz çünkü bu unvan Selâtin-i Osmaniye’nin birincisi, fatih-i meşhurun nam-ı âlilerine nisbetle müşarünileyhin tesis etmiş oldukları bir devletin unvanıdır. Hâlbuki lisan ve cinsiyet müşarünileyhin zuhurundan ve bu devletin tesisinden eskidir. Asıl bu lisanla mütekellim olan kavmin ismi “Türk” ve söyledikleri lisanın ismi dahi “lisan-ı Türkî”dir. Cühela-yı avam indinde mezmum addolunan ve yalnız Anadolu köylülerine ıtlak edilmek istenilen bu isim intisabıyla iftihar olunacak bir büyük ümmetin ismidir.[4]

Klasik devirde “Osmanlı Türkçesi” ayrı bir dil olarak algılanmamış, üç dilden (elsine-i selase) oluşan bir karışım olarak görülmüştü. “Türkçe” ise, evde, sokakta ve köyde konuşulan basit dile verilen addı.[5] Ancak 19. yüzyılda standart bir yazı dili ihtiyacının belirmesiyle birlikte Osmanlı dili tartışmaları yoğunlaştı. Bu dilin belkemiğini oluşturan Türkçenin güçlendirilmesi ve yazı dilinin Türkçe konuşma diline yaklaştırılmasına ilişkin talepler Şinasi, Ali Suavi, Ahmet Vefik Paşa gibi yazarlarca dile getirildi. 19. yüzyıl sonlarında doğan Türkçülük akımı, Osmanlı yazı dilinin esasen Türkçe olduğu ve “Türkçe” diye adlandırılması gerektiğini vurguladı.[5]

Cumhuriyet döneminde ise “Osmanlı Türkçesi” deyimi genellikle olumsuz bir anlam kazandı. Dil Devrimi’ni izleyen kültürel ortamda, “Osmanlı Türkçesi”, Türkçeden ayrı ve yoz bir dil olarak görüldü. Türk Dil Kurumu’nda 1983’e dek bu görüş egemendi. Buna karşılık Osmanlı kültürüne yakınlık duyan muhafazakâr kesim, Osmanlı yazı dilinin de Türkçenin bir lehçesi olduğunu vurgulamak amacıyla “Osmanlı Türkçesi” deyimini tercih etti (örneğin Faruk Kadri Timurtaş, Mustafa Özkan vb.).[5]

Öte yandan, Osmanlı yazı diline “Osmanlı Türkçesi” adı verildiği zaman, bundan çok farklı bir dil olan Osmanlı dönemi konuşma Türkçesine ne ad verileceği konusu, çözülmemiş bir sorun olarak kalmaktadır.[5]

23 Aralık 1876’da ilan edilen Osmanlı İmparatorluğu ilk anayasası olan Kanun-i Esasi’nin 18. maddesinde devletin resmî dilinin “Türkçe” olduğu belirtilmiş ve Türkçe bilmeyenlerin devlet memuriyetine alınmayacağı ifade edilmiştir..


  1. ^ Osmanlı Türkçesi TDK Büyük Türkçe Sözlük
  2. ^ https://archive.org/stream/ottomanturkishco00hago#page/34/mode/2up/search/numerals
  3. ^ a b c Şükrü Halûk Akalın, “Türk Dünyasında Dil”, Yeni Türkiye, Temmuz-Ağustos 2013, Yıl 9, Sayı 53-54, Ankara, s. 362-363.
  4. ^ a b Şemseddin Sami, “Lisan-ı Türkî (Osmanî)”, Hafta (mecmuası), C. 1, S. 12, 10 Zilhicce 1298 (3 Kasım 1881), s. 177-178.
  5. ^ a b c d Prof.Dr. Muharrem Ergin, Osmanlı Türkçesi

    https://tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_Türkçesi

Aydogan Kekevi / 11.11.2019

HARF DEVRİMİ ve….

Geçenlerde de AKP’nin bir vekili Harf Devrimi için; “..Dolayısıyla işin aslında Garp hayranlığının aşağılık kompleksi vardır, gerisi hikayedir.” demişti..

Gerçi Vekil bey de kararsız “Garp hayranlığının aşağılık kompleksi vardır, gerisi hikayedir” ise daha aşağıda da asıl amacın “İslamla bağı koparmak” olduğunu söylüyor. Yani neyin asıl “hikaye” neyin “asıl amaç” olduğundan kendileri de pek emin değiller..

Artık hangisi tutarsa..

Bu Cumhuriyet idaresi de bir garip; bir yandan milletin islamla bağını koparmak için alfabe değiştiriyor öte yandan da değiştirdiği yeni harflerle de millete okuyup öğrensinler diye Kuran’ı Türkçeye çevirip basıp dağıtıyorlar.

AKP’nin vekilinden sonra dün de AKP’nin başkanı da „Her şey sıfırlandı“ demiş “Harf devrimi”yle…

Bunlardan biri bir konuya giriyor, öteki alıp sürdürüyor: Hedef hep aynı kale; HARF DEVRİMİ.. “Sıfırlama” işi “doğrudur; “sağdaki sıfırlar”,soldan okumaya başlayınca her şey sıfırlanıyor.. Hoş daha başka “sıfırlananlar”da var ama konumuz o değil.


Atadan dededen kalma Anayurt Orta Asya‘da atalarının kullandığı; “Orhun Abideleri”ne kazıyıp ebedileştirdiği esas alfabesi „Göktürk/Orhun Alfabesi“ni terkedip onun yerine kendi dillerine benzemeyen, gırtlaklarına uymayan bir başka dilin bir noktayla anlamı ters yüz olan Arap alfabesine yamanmak „aşağılık kompleksi“ olmuyor ama yazımı kolay okunması kolay latin Latin harflerini almak „aşağılık kompleksi“ oluyormuş.

Hadi canım sende!

“1000 yıllık Türk tarihle bağ kopmuş”muş. Türk’ün tarihi Osmanlıyla mı başlıyor? Ki kaybolan sadece 1000 yıl oluyor?. Kaybolduysa binlerce yıllık tarihin kaybolmuş olması gerekmiyor mu?

Neden sadece o “1000 yıl”

Osmanlı’nın kuruluşunu “Türk’ün Devleti”ne baz alırsan işte böyle 1071’den başlatırsın tarihini; üstelikde sahiplendikleri tarih “Türk”ün, “Kayı boyu”nun tarihi de değil; sadece “Osmanlı”nın tarihi. Peki ya ondan öncesi?; o “BİNLERCE yıllık tarih” Türk’ün tarihi değil miydi, ki Osmanlı dilini de alfabesini de kaldırıp attı, Arapçayı da alfabesini de alıp „elit alfabesi”; dilini de “saray dili” yaptı?

Arap hayranı olursan Atadan kalma Göktürk alfabesini terk edince sorun yok, tarihle bağ falan kopmuyor(!)..

Ama Arap alfabesini terk edince sebebi ya „kompleks“ oluyor, ya da tarihimizle 1000 yıl önce zaten kendi elleriyle kopartıkları bağlarımız habire yeniden kopuyor; 365 gün akıllarına gelmeyen dedelerinin mezarlarını da mezar taşlarını da „Harf Devrimi“ sayesinde anımsamış oluyorlar …

SON SÖZ veya ÖZET:

Yapılan Harf Devrimi tarihinden kopmak değil,1000 yıl önce Osmanlı’nın terk ettiği, küçümsediği binlerce yıllık Ortaasya kökenli tarihine yani „aslı“na dönmektir..

Aşağıdaki 6 yıllık yazı; „Her şeyin sıfırlandığı“ söylemine zamanında verilen cevap veya yapılan itirazdır.. Onların itirazları hep aynı minval üzere olduğundan verilen cevaplar da tepkiler de aynı minvalde kalabilir.

Erdoğan, 10 Kasım’da harf inkılabını eleştirdi. Evet öyledir “sağdaki sıfırlar” , soldan okunmaya başlayınca her şey sıfırlanıyor.

Aydoğan Kekevi 11.11.19


Madem ki Osmanlıca „zorunlu ders“ oldu,
Türkçe de „seçmeli ders“(!) olsun bari..

Aydoğan KEKEVİ / 31.05.2013

Bizim “Münevver(*)” takımının “Osmanlı geçmişimizdir, bilelim tanıyalım” diyerek yıllardır özlemini çektikleri “Osmanlıca”nın “Temel Ders” olarak öğretilmesi /öğrenilmesi kampanyası bu kez başarılı olmuş, amaçlarına erişmişler;

“Osmanlıca”, “Sosyal Bilgiler Liseleri“nin “Eğitim Öğrenim Müfredetı”na
“Zorunlu Ders” olarak alınmış.. Kutlu olsun, gençlere hayırlı yararlı olsun, başka ne diyelim.

(*) Bizde „okumuşlar 3’e ayrılırlar; Osmanlı hayranları: onlar „Münevver“dirler; Batı hayranı okumuşlar onlar da kendilerine „Entelektüel“ diyorlarEntel dediklerimizde bunların içinden çıkarlar:

Ve nihayet Her ne kadar tükenmekte gibi gözüksede hiç tükenmeyecek olan „Cumhuriyet Aydını“.


“ANKA‘nın haberine göre AKP Manisa Milletvekili Selçuk Özdağ’ın TBMM’ye Osmanlıca’nın zorunlu ders veya seçmeli ders olması yönünde verdiği yasa teklifleri, Milli Eğitim Bakanlığı ve TBMM Milli Eğitim Komisyonunca değerlendirildi. Bu değerlendirmeler sonucunda Osmanlıca, MEB Talim Terbiye Kurulu tarafından Sosyal Bilgiler Liselerinde zorunlu ders, diğer liselerde ise seçmeli ders olarak 2013-2014 eğitim öğretim yılı müfredatına konuldu.“

http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/osmanlica-zorunlu-ders-oldu-haberi-71022

Haberin devamında önerisi kabul edilen AKP’li Milletvekili diyor ki;

“… Şu anda Latin alfabesiyle Türkçe yazıyor ve konuşuyoruz. Osmanlı Devleti ise eski harfli Türkçe (Arap alfabesi) kullanıyordu. Atalarımızın dilini öğrenmemiz gerekiyordu. Geçmişte bu topraklarda bin yıl hüküm sürmüş milletin çocuklarının yazdığı eserler var. Fakat bu yazılan eserlerini yazık ki zaman zaman yaktık veya kaybettik. Zaman zaman evlerimizin bir köşesine koyarak onlar bize biz onlara baktık. Zaman zaman da korktuk. Mezar taşlarını okuyamıyorduk. Camilerimizin, medreselerimizin, tarihi binalarımızın, bedestenlerimizin, ne zaman yapıldığını bilmiyorduk.”

Vah, vah vahh !

Şimdi baştan aşağı gerçekle bağdaşmayan bu sözlerin neresini düzeltmeli:

“Osmanlı devleti ise eski harfli Türkçe kullanıyordu” demiş: Vekil bey, ya “Arap harfleri“yle diyememiş, ya da bilmiyor, “eski harfli” diyor; ayraç içindeki “Arap Alfabesi” notu da haberi veren ajans tarafından eklenmiş gibi sırıtıyor..

Vekil bey bir yandan Fen ve Edebiyat Fakülteleri’ne, Siyasal Bilgiler Fakülteleri ve diğer Fakültelerimiz’e giderken hazırlıklı olarak gidecekler” diyerek Osmanlıca öğretilen yüksek okulları sayıyor, yani oralarda Osmanlıca öğretildiğini, öğrenildiğini de kabul ediyor, arkasından da “Zaman zaman da korktuk” diyerek kendi dediğine ters düşüyor; bir ülkenin yüksek okulunda okutulan bir “ders konusu”ndan neden ve niçin korkulsun: artık neye korktu ise kendi kişisel vesvesesini genelleştiriyor..

Akıl mantık yok söylediklerinde, sadece “demagoji” ve Cumhuriyet’e “öfke” var, “öç” var….

Günümüzde Padişahın “Çamaşır Leğenleri“ne kadar her belge Türkçeye çevrilmişken bay vekil kalkmış: “Mezar taşlarını okuyamıyorduk.…Camilerimizin, medreselerimizin, tarihi binalarımızın, bedestenlerimizin, ne zaman yapıldığını bilmiyorduk.”; “yaktık” “kaybettik” diyebiliyor. Bildiğim kadarıyla yapılış tarihi bilinmeyen bir “tarihi cami” veya “tarihi” bir “bina” yoktur; varsa bile binlercesinin içinden belki bir iki tane olabilir.

Hele hele şu “yaktık“la “kaybettik” demesi tüy dikmiş; şunların bir de listesini verseydi bari; hiç yoksa nelerin “yakıldığı“nı , nelerin “kaybedildiği”ni bizler de bilseydik..

“Padişahın Çamaşır Leğenleri” konusunda daha ayrıntılı bilgi için:

http://tarihvemedeniyet.org/2009/11/padisahin-camasir-legenleri/

Bir de “Türkiye’nin tamamında tarih ile barışma var.” diyor vekil bey;
Osmanlıca öğrenip öğretmekle “tarihle barışılıyor“sa ondan öncesi ne olacak?

Buradan da anlaşılıyor ki bunlara göre “tarihimiz” Osmanlıyla başlıyor, hatta Osmanlıyla da bitiyor; ondan öncesi ve sonrası “yok” sayılıyor, onunla barışıyorlar; bu ülkenin kurucusuna, cumhuriyetin değerlerine saldırarak, söverek, sevenleri küstürerek de “Türkiye’nin tamamında “barış“ı sağladıklarını sanıyorlar…

Şimdi bu öğrenilmesi “Zorunlu” olan “Osmanlıca”yı bütün Türkiye sathında başlarda binlerce, daha sonra onbinlerce genç insan harıl harıl “Zorunlu Ders” olarak çalışıp öğrenecekler: Tabii sadece dili öğrenip konuşmak yetmez, yazıp okumak da gerekli.

İyi de bu kadar insan “mezun” olduktan sonra ne okuyacaklar? Öyle üç-beş kişi de değiller; o zamanlar gazete falan da yok ki günün olaylarını araştırsınlar falan; hele bir de bulundukları illerde Osmanlı arşivi yoksa haydi hep beraber büyük kentlere, İstanbul’a Ankara’ya, Edirne’ye Devlet Arşivlerine hücum…

Gazete bile zor okuyan toplum artık arşivlerde dolaşa dolaşa arşiv kurdu olur çıkar. Herhalde en ilgi çekeni de “Harem“in arşivi olur, ana baba gününe döner..

Arşivlerde de yoğunlukla bulunan kadastro defterleri; tutanaklar; yabancılardan, topraklardan alınan baçlarla ilgili hesaplar; sınır ölçüleri; Ağalara emanet edilen toprakların kadastro ölçüleri falan kalmıştır günümüz Türkçesine pek aktarılmayan..

“Padişahın Çamaşır Leğenleri” bile çevrildikten sonra..

Yalnız bu binlerce insan bu belgeleri okuyup bitirince ne olacak? Herhalde bunlar geri kalan ömürlerini boş yere geçirmesinler, bu kadar emek boşa gitmesin, öğrendiklerini unutmasınlar, boş kalıp canları sıkılmasın diye günlük gazete, haftalık dergi falan da çıkarmak gerekecektir; millet artık Fenerbahçe-Galatasaray maçının yorumunu Osmanlıca okur.

Tabii Osmanlıcaya uygun Ayaktopu terimleri de bulmak gerekir: Batılı’nın “Futbol“u, Öztürkçe’nin “Ayaktopu” yerine Osmanlıca “Küre i kadem” veya“Pây ı Gûy” uygun olur..

İlgi yaygınlaşsın diye bence dili Osmanlıca, yazısı Arap harfli bir de “Playboy” çıkarırlarsa fena olmaz; adını da “Zamparazade” mi koyarlar, ya da “güy u velet” veya “veled i güy” falan mı koyarlar, artık hangisi uyarsa…


Bu Osmanlı rüzgarını estirenlerden birisi de “Elma ağacının dibine düşermiş” sözünü doğrulayan Taha Akyol’un mahdumu Mustafa Akyol;

“MUASIR MEDENİYET SEVİYESİNE ULAŞAN JAPONLAR YAPMAMIŞ

Ben, söz konusu “dil devrimi”nin büyük bir hata olduğunu düşünenlerdenim.
“Muasır medeniyet seviyesine” pekâlâ ulaşmış olan başka Doğuluların
(mesela Japonların) böyle özenti devrimler yapmadığını da görenlerdenim.” diyor Osmanlıca’nın “Temel ders” olmasını istediği yazısında.

Evet, bay M. Akyol’un saptaması doğrudur; ama bay Akyol bu doğru saptamayı yanlış amaçla kullanmakta; Osmanlıca deyimiyle “suistimal” etmektedir.

Sade “Japonlar” değil; “Araplar“, “Yunanlar“, “Çinler“, “Yahudiler, “Ruslar” da Osmanlı’nın yaptığını yapmamışlar; atalarının kullandığı; (taşlara kazıyıp
-“Orhun Abideleri“- ebedileştirdikleri Göktürk/Orhun harflerini) Milli alfabelerini terk edip onun yerine kendi dillerine hiç benzemeyen, fonetiklerine/gırtlaklarına uymayan başka başka iki dilin karışımı bir dile, bambaşka bir alfabeye özenmemişler; onun sadece dinini almakla kalmayıp diline de kültürüne de asimile olmamışlar, taklitçiliğe yönelmemişlerdir..

Bu bağlamda sayın yazarın “büyük hata” olarak değerlendirdiği “Cumhuriyet’in Dil ve yazı” devrimi sadece o terk edişe bir tepkidir, yani özüne dönüştür; çünkü ilk terk eden, özüne geçmişine ilk sırt dönen “Türkçe” değil Türkçeye sırt dönen o çağın Osmanlı egemenleri, yöneticileri, o çağların mürekkep yalamışları, vb.dir.


– “Cumhuriyet “Harf/yazı devrimiyle” bizi ecdadımızdan kopardı”,

– “Osmanlı devrindeki eserleri okuyamıyoruz “,

– “Ecdadımızın mezar taşlarını bile okuyamıyoruz”, vs. vs

Peki, bu bizim “Osmanlıcılar”ın bu “Cumhuriyet dil ve yazı devrimi kültürümüzle, geçmişimizle bağımızı koparttı” şikayetlerinin, figanlarının temelinde yatan nedir; neye dayanıyor ve hepsinden öte, doğru bir saptama mı?

Olay şudur: herşeyi Osmanlı ile başlatır; Osmanlı’nın kuruluşunu “Türk tarihinin sıfır noktası” olarak; “dilimiz”in sıfır noktası olarak da “Osmanlıca”yı alırsanız; Cumhuriyet’in “Dil ve Yazı Devrimi”ni de “kültürümüze geçmişimize, atalarımıza” ihanet olarak değerlendirmeniz kaçınılmazdır..

Yalnız bunu yaptığınızda Osmanlı’nın kuruluşundan önceki binlerce yıllık süreyi, kültürü, dili, yazıyı ne yapacaksınız?

Onları da şimdi yaptıkları gibi inkar edeceksiniz….


Her dil iki ana öğeden oluşur; söz/kelime ve bunların bir yere/cisme işlenmesi yani, “harfler”le görünür hale getirilmesi; buna da “harf”, “yazı” kısaca, “Abece” diyoruz.

“Abece” dediğimiz bu harfler toplamı Kiril, Latin, Arap, Grek vs. diye sıralanır.

Peki, bu anlamda Türk topluluklarının konuştukları dili, kelimeleri cisimlere işledikleri harfler topluluğu yani ” abece”si nedir?

Yukarıda da belirttiğim gibi “Orhun/Göktürk Alfabesi” dir.

Görüldüğü gibi asıl “büyük hata“yı ve “özenti”yi Arab’a, Acem’e özenip ecdat Orhun/Göktürk alfabesini terk edenler yapmışlardır….

Özetle: Bay M. Akyol’un “hata“ ve “özenti” olarak gördüğü Cumhuriyet’in dil ve yazı devrimi ecdadını terk etmek değil, tam tersi olup ecdadına yani özüne köküne dönmesidir.

Yukarıda da belirttiğim gibi eğer Türk göçleriyle Cumhuriyet’in arasına “dil”i Arap-Acem karışımı; Abecesi “Arap harfli” o 600 yıllık süreç girmeseydi bugün “okuyamıyoruz” diye şikayet edilen o eserler de, o mezar taşları da; Arapça Farsca’dan apartılmış Osmanlıca dilli ve de Arapça harfli olmayacak; “Türk’ün abecesi” olan Orhun/Göktürk abecesiyle Türkçe yazılmış olacaklardı; kimse de bugün “dedelerimizin mezar taşlarını okuyamıyoruz” diye şikayet etmeyecekti..

Ayrıca; Osmanlıdaki o ağdalı dili, o karma kültürü bilenler sadece ulema sınıfı, sarayın çevresi bir de sarayın vilayetlerdeki temsilcileridir, ama halkın büyük bir çoğunluğu değil.. Köylüsüyle esnafıyla Anadolu insanının bu kültürle yoğun bir ilgisi ilişkisi yoktur.

İşte Anadolu ozanları; bakın dillerine bakalım kaçında o ağdalı Osmanlıcayı görebilirsiniz, sade ozanında değil esnafında da köylüsünde de konuşulan Anadolu Türkçesidir. Osmanlıcayı okuyup Arap harfleriyle yazanlar Osmanlı’nın Anadolu’daki memurları, sarayın temsilcisi olan belirli bir azınlıktır, işte günümüzün “yeni” Osmanlıcılarının “Türk halkı” ve “Osmanlı-Türk Kültürü” dedikleri de bunlardır..

Bir başka konu da; kanımca “Osmanlıca“nın 600 yıllık geçmişinde “süreklilik” de yoktur; 1300, 1500, 1700 ile 1800, 1900’lu yılların yazım ve iletişim dili arasında çok bariz farklılıklar vardır; bu bağlamda saray çevresinin ve mürekkep yalamışların konuştukları Osmanlıcayla sokaktaki tebaa/kul arasında kullanılan konuşma dilinde de farklılıklar vardır..

Anadolu’da konuşulan “Türkçe”yle İstanbul’da, sokakta konuşulan “Türkçe” de çok az da olsa farklılıklar gösterir: Şimdi soru (veya sorun); bu “Saray”la, “Devlet işleri”ni yürüten “ekabir” denilen belirli bir üst çevre ve “münevverler” arasına sıkışıp kalmış olan yazılı ve sözlü Osmanlıca’nın bu gençlere ne vereceğidir..

(NOT: Oysa anasının ak sütü Türkçeyle söyleyen Yunus Emre’nin kaç yüz yıl önceki dizeleri/sözleri bugün de Türkiye’nin ve Türkçe’nin konuşulduğu dünyanın her yerinde yanlışsız anlaşılabilmektedir. Bu da “birlik“tir.).


Eğer mutlaka aslımıza, ecdadımıza dönmemiz isteniyorsa yapılması gereken; uzaya attı(rdı)ğı uyduya “Göktürk” adını verenler sadece ad vermekle kalmamalı, Türk’ün atalarından kalma milli abecesi Göktürk abecesini de çocuklarına öğretmekten, okutmaktan kaçınmamalıdırlar..

“Osmanlı Kültürü” “Osmanlı tarihi” bizimdir de, peki ya ondan öncesi?

O binlerce yıllık tarih bizim değil mi?

Tekrardan özetleyerek “Osmanlıca öğrenilmeli öğretilmeli mi” sorusuna dönecek olursak; evet öğrenilsin, öğretilsin, nihayet tarihimizin bir parçasıdır ama onun yanı sıra atalarımızın taşlara kazıdıkları, kağıtlara döktükleri Göktürk/Orhun/Urqun Alfabesi de, yani milli alfabe de öğrenilmeli ve kullanılmalıdır.

Osmanlıca ne kadar “zorunlu”luk içerecekse Göktürk Abecesi’nin öğrenilmesi de, öğretilmesi de en az o kadar “zorunluluk” içermelidir.


Osmanlı’ya rağmen Anadolu’da dolu dolu Türkçe konuşulmuş, yaşanılmışsa: Yunuslarıyla, Karacaoğlanlarıyla, Aşık Veyselleriyle ve daha yüzlerce, binlerce ozanıyla eğer; bundan böyle de Türk yaşamaya; Türkçe de konuşulmaya devam edecektir..

Cumhuriyet yaptığı “Dil Devrimi” ile; “Devlet“in ve “Münevver“in konuşup yazdığı azınlık dilinin yerine; “halkın diline” ve “Anadolu”dan; “Rumeli”ye; “Balkanlar”dan
Asya, Avrupa ve Amerika anakarasına kadar konuşulan tüm “Türkçe” ve “Türkçe kökenli diller”e resmiyet kazandırmış; bu bağlamda da yerel olarak Türkiye topraklarında Devlet’in ve halkın aynı dili konuşmasını, okumasını ve yazmasını gerçekleştirmiş; genel anlamda ve uzun vadede ise “Türk Dil Birliği“ni ve “Birlikteliği”ni sağlamıştır.

Cumhuriyet veya Kemalist Devrim; yazısıyla, diliyle, kimliğiyle, benliğiyle özüne dönüştür; işinize gelse de gelmese de..

Şimdi kaldırsanız bile yarın yine dönüp gelecektir..

Çünkü “o” biziz, biz “o“yuz!

Ne diyor Yahya Kemal BEYATLI:

“Türkçe ağzımda annemin ak sütü gibidir.”

Aydoğan KEKEVİ

Aralık 2012 / 31.05.13

Not: yazı biraz uzadığı için gözümden kaçan “yinelemeler” olduysa bağışlana.

This entry was posted in ATATURK, DEVRİM VE KARŞI DEVRİMLER. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *