GÜNÜMÜZDE YOBAZLIK VE FES * Şeyh Şuca’dan Mısırlıoğlu’na ‘maymunluk’ tarihimiz

Birgün
ERK ACARER
03.03.2018

Şeyh Şuca’dan Mısırlıoğlu’na ‘maymunluk’ tarihimiz

Hasta yatağında fes takıyor, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından hürmetle ziyaret ediliyor. Daha önce Saray sofralarının baş kösesine oturtulmuşluğu da akıl fikir danışılmışlığı da var. Bu nedenle “Meczup” deyip geçmek kolaycılık. Çünkü Mısırlıoğlu, Türkiye’nin içinde olduğu durumu özetleyen önemli bir sembol. Gericiliğin ikiyüzlülükle, sahtekarlığın menfaatle nasıl uyumlu halde olduğunun, yozluğun, çürümüşlüğün bir çatlak bulduğunda nasıl zehirli metan gazı gibi yayıldığının kısa özeti.

Riyakârlık ve ahlak erozyonu

Atatürk’ün malvarlığına atıp tutuyor; servet makinesi olan bir lokanta işlettiği anlaşılıyor. Ahlak dersi veriyor, oysa Eski Trabzonspor Kulübü Başkanı Ahmet Celal Ataman tarafından geçmişte bir derneğin parasıyla ‘yağ ticareti yaptığı gerekçesi ile’ ihraç edildiği iddia ediliyor. Kadir Mısırlıoğlu işte bu. Onu ziyaret, ona hürmet de ülke içinde bulunduğu çürümüşlükten, sistem erozyonundan azade değil. Adeta kopyalanıp yapıştırılan tarihimizin, ahlak erozyonunun, riyakârlığın bir suretidir o.

Fese de karşı çıkmışlardı

Eyüp Sultan’da ilk işletme İstanbul’un fethinden yıllar sonra açılır. 3 Mart 1829’da Cuma namazı kılmak için bir araya gelenler, Sultan II. Mahmut’u gördüklerinde hayrete düşerler. Yeniçeri Ocağı’nı kaldırarak, ‘hayırlı bir olay’ gerçekleştiren sultan, ilk kıyafet devrimine de imzasını atar. Üzerinde geleneksel saray kıyafetleri değil pantolon başında ise kavuk yerine fes vardır. Ahali yaftayı yapıştırır: “Gâvur Padişah!”

Gâvur padişah

Yeniçeri ocağını kaldıran Sultan Mahmut, geri adım atmaz. Fakat hassas dengelerdir. ‘Gâvur Padişah’ imajını silmek için başka yöntemler bulur. En fazla türbenin yapılması, önüne gelene şeyh mezarı verilmesi onun döneminin icadıdır. Aynı 1832 yılında Eyüp’te kurulan fabrika gibi. Burası bir fes farikasıdır. İşletmeye fese memleketlerinden aşina olan Tunuslu ustalar yerleştirilir. Bu ustalar hem Türk hem de Ermeni işçilere eğitim vermeye başlayınca, personel sayısı 3 bine kadar yükselir.

Kiraz ağacına benzeyen Türkler

Fesin görünümü son derece basit olsa da imalatı bir o kadar karmaşık bir iştir. Fesin kullanım şekli sahibini anlatır. Düz takan efendidendir. Ökçesinin arkasına basan Galata külhanbeyi fesi, yana yatırarak mesajı verir: “Ben püsküllü belayım!” Fesin püskülü ise kendi başına beladır. Çabuk dolaşır, ipleri biririne karışır ve düzensiz görünür. Böylece ortaya yeni bir meslek grubu çıkar: Püskül tarayıcılar. Fesin yaygınlık kazanması, ilginç adetlerin gelişmesine de olanak verir. Kan almak, sülük yapıştırmak ve diş çekmekte hünerli Lütfü Bey’in fesine, o zamanlarda cerrahları tanımlayan ‘kerpeten’ sembolü takma izni verilir.

Bugün büyük bir semte adını veren Feshane, geçmişte İstanbul sokaklarının kırmızı bir deniz gibi boyanmasına neden olur. Fesin kullanımı II. Mahmut dönemine denk gelse de Anadolu’da asırlar önce fes kullanıldığına dair şaşırtıcı kayıtlar vardır. 13. yüzyılda Aslan Yürekli Richard’ın ordularıyla Haçlı seferlerine katılan Fransız şair Ambroise, Türklerin kırmızı başlıklarıyla olgun kiraz ağaçlarına benzediklerini yazar.

Değişmeyen şeyler: El üstünde tutulan menfaatçi meczuplar

Fesle ilgili ilginç bir gelişme de III. Murat döneminde yaşanır. Bu çıkış notamızla ilişkilidir. Tarihçiler bu dönemi, Osmanlıda yozlaşmanın somutlaşmaya başladığı kesit olarak görür. Padişah Murat’la birlikte Manisa’dan gelen Şeyh Şuca, çocuğu olmayan saray kadınlarına muska yazmakla ünlenir. Murat’ın himayesindeki şeyh, adını İstanbul’daki rezaletlere de altın harflerle yazdırır. Şuca, genç oğlanlara düşkün kişilere hizmet veren meyhane ve kahvehaneler zinciri kurarak, büyük bir servet sahibi olur. Kazandıklarından bir yüzdeyi de sultana verir. Tarihçi Peçevi konuyla ilgili olarak şu satırları kaleme alır: “Şeyh Şuca, padişahla her buluştuğunda kazandığı hasılattan birer ikişer kese florin getirirdi.”

Maymuna fetva çıkarttı

Şeyh Şuca’nın önemli icraatlarından biri de maymunlara yönelik bir fetva çıkarmak olur. Maymunlar insana benzediği için başlarına bir şey giydirilmesine karar verir. Böylece Istanbul’daki iki yüz maymuna kırmızı takke takılır. Şeyh Şuca da henüz II. Mahmut’un kıyafet devriminden çok daha önce başına fes takmış biridir. Ahlak yoksunu Şeyh Şuca ilginç bir biçimde ve farkında olmadan Darwin Teorisi’ne de yaklaşmıştır.

Sonuç olarak; menfaatle örülü ikiyüzlülük ve ‘maymunluk’ tarihimizle birlikte fesle olan ilişkilerimiz de eskidir. Bizde derler ki; “Bizim kız bizden kaçar, başını kapar, ‘gözünü’ açar.” *1*

Biz de yukarıdaki yazıya katkı sunalım ve Mısırlıoğlu hakkında yapılmış olan bir yolsuzluk haberini paylaşalım ;

17 Kasım 2014 Pazartesi

Ata’ya küfreden, Mısırlıoğlu, hac paralarıyla villa almış!

Ata’ya söven Mısıroğlu dolandırıcı çıktı Atatürk’e hakaretleriyle bilinen dinci Mısıroğlu’nun gençlik yıllarında, vatandaşlardan toplanan Hac paralarıyla kedine Bebek’ten ev aldığı iddia edildi.

Ortadoğu gazetesi yazarı Yücel Bulut, 1963 yılında, Türkiye’nin ilk Hac ve Umre Organizasyon şirketinin kurucularından Prof. Dr. Mehmet Müftüoğlu’nun Kadir Mısıroğlu ile ortak olduğunu, ancak şirketin başına bıraktığı Kadir Mısıroğlu’nun kasayı boşaltarak Bebek’ten ev aldığını iddia etti.Yücel Bulut, Mısıroğlu ile ilgili şunları yazdı:

“Yıl 1963!
Bugün “dindar gençliğine” rol model olarak sunulan ve kendini “belli ölçüde deliyim” şeklinde tanımlayan Kadir Mısıroğlu’nun henüz bu denli tanınmadığı yıllardır.

Bugün olduğu gibi, o günlerde de Kadir Mısıroğlu çevresine dindar bir profil çizmekte, tertemiz Müslüman profiliyle güven telkin etmektedir. Ticarete heveslidir. Dönemin tanınmış ilahiyatçılarından olan ve Türkiye’nin ilk Hac ve Umre Organizasyon şirketinin kurucularından Prof. Dr. Mehmet Müftüoğlu; ağzı iyi laf yapan bu genç adama güvenir. Kadir Mısıroğlu ve İhsan Toksarı’yla birlikte “ORTAŞARK” isimli Hac ve Umre Organizasyon Şirketi’ni kurarlar.

Hacı Bayram Mevkiinde Kıskaç Sok Numara 4’te kurulan bu şirket Güney Matbaasının hemen yanındadır.Mehmet Müftüoğlu çok iyi düzeyde Arapça bilmesi nedeniyle Türkiye’den Hacca giden kafilelerin başında yer alır. Müftüoğlu, Hacılarla birlikte Suudi Arabistan’a giderken; şirketin Türkiye’deki işlerini de Kadir Mısıroğlu ve İhsan Toksarı’ya bırakır…

PARALAR BUHARLAŞTI
1960’ların Türkiye’sinde oldukça uzun süren bir Hac seyahatine çıkan Mehmet Müftüoğlu bu defa geri döndüğünde her şeyin buhar olup gittiğini fark eder.. Dünyası yıkılmıştır. Her şeyini emanet ettiği Kadir Mısıroğlu ve İhsan Toksarı toplanan Hac paralarını adeta buharlaştırmıştır. Bir türlü hesabı tutturamazlar. Rivayet göre İhsan Toksarı hacıların parasıyla bebekte apartman yaptırmış, Kadir Mısıroğlu da paraların bir kısmını buharlaştırmıştır.

Olay Adliyelik olur. Bütün birikimini bir anda kaybeden İlahiyat Profesörü Mehmet Müftüoğlu derhal mahkemeye koşar. Kadir Mısıroğlu ve İhsan Toksarı aleyhine alacak davası açar. Açar ve kazanır da! Ama parasını tahsil etmesi mümkün olmaz. Ahını bırakıp geride, Rahmet-i Rahman’a intikal eder. Çok meraklısına buna ilişkin mahkeme kararını da gönderebiliriz.

CUNTACILARDAN KORKUP YURTDIŞINA GİTTİ
Neyse Kadir Mısıroğlu, sonrasında yayıncılık gibi işlerle uğraşır. Ama asıl işi Atatürk’e ve Cumhuriyeti kuran kadroya küfretmek ve şeriat düzeni istemektir.Hayatını küfür ve hakaretlerle geçiren ve güya Allah’tan başkasından korkmayan Kadir Mısıroğlu; hakir gördüğü “Allahsız Devrimciler”in ya da kafatasçı ülkücülerin hücrelerde tutulduğu ihtilal günlerinde; cuntacıların hışmından korkmuş ve soluğu yurtdışında almıştır.

BAKMAYIN ŞERİAT DEDİĞİNE
Bütün hayatı boyunca, memlekete Batı tipi bir düzen getirmekle suçladığı Mustafa Kemal’e küfreden ve şeriat düzeni isteyen Kadir Mısıroğlu’nun, hayalindeki gibi şeriatla yönetilen bir İslam Ülkesine kaçtığına kesin gözüyle bakılmıştır.

Oysa şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım diyen dili bir anda “lal” olmuş, cuntacıların şerrinden kaçıp şeytan dediği Batı’ya sığınıvermiştir. Gençlere şeriatın hikmetlerini, Batı’nın melanetini anlatan Kadir Mısıroğlu soluğu Almanya’da almıştır. Frankfurt’a yerleşen Mısıroğlu, buradan da İngiltere’ye geçmiştir…

Bakmayın şeriat istediğine, 7 Eylül 1983 tarih ve 18158 numaralı kararla birlikte Türk Vatandaşlığından çıkarıldığında, bu defa da İNGİLTERE’DEN siyasi iltica talep etmiştir.

Sonrası mı?
İngiltere’de geçirdiği günleri sonrasında beş parasız kalmıştır. Mehmet Müftüoğlu’nu hiç hatırladı mı bilinmez ama rotayı yine şeriata değil “kişisel rahatına” kırmıştır. Tekrar Almanya’nın yolunu tutmuş, yurtdışında kaldığı 11 yıl boyunca dilinden düşürmediği “şeriatla yönetilen İslam ülkelerine” bir kez bile uğramamıştır..

Almanya’da camileri dolaşıp, kurduğu sucuk fabrikası için Müslümanlardan para toplamıştır. Tabi aklına kim geldiyse söverek…Bugün Tayyip Bey’in mirasçısı olmakla övünüp durduğu Demokrat Parti’nin kurucusu Celal Bayar’ı “İnönü’den bile dinsiz ilan ederek…

Çok merak edenler arşivlerden, sucuk fabrikası için para toplayan Kadir Mısıroğlu’nun Celal Bayar’a ithamlarını da okuyabilirler.

MEHMET AKİF’E DE KÜFRETMİŞTİR
Uzatmayalım…1991 yılından sonra Türkiye’ye tekrar dönmüştür. Kaldığı yerden Atatürk’e, İnönü’ye ve Bayar’a; Cumhuriyeti kuranların neredeyse tamamına küfretmeye devam etmiştir.

Sadece O kadar mı?
Elbette hayır…
Akif’e de küfretmiştir Mehmet Akif’e…

Kaldırıp milli şairimize “serserinin teki” deyip geçmiştir…
Dedik ya…Müslüman mı, yoksa koca bir şarlatan mı bilemeyiz… *2*

*1* https://www.birgun.net/haber-detay/seyh-suca-dan-misirlioglu-na-maymunluk-tarihimiz-206632.html
*2* http://www.erdogantoprak.com.tr/haber/Ata-ya-kufreden-Misirlioglu-hac-paralariyla-villa-almis-/143962
This entry was posted in İrtica, ŞERİAT - İRTİCA - KARANLIĞIN AYAK SESLERİ, YOBAZLIK - GERİCİLİK, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *