Dağlarda yalçın zirvelerde, yol vermeyen vadilerde ,derin uçurumlarda onlar var , can pahasına Vatanı koruyanlara saygıyla sevgiyle selam olsun , şehitlerimize rahmet dileyerek * CEHENNEMDERE KANYONU

Serap Yeşiltuna
11 Ocak 2015

Cehennemdere Kanyonu

Unutulanların Dışında Yeni Bir Şey Yok” aylarca en çok okunanlar listesinde kaldı. Sadece emri altındaki askerleri değil artık herkes onun PKK’ya karşı verdiği cansiperane mücadeleyi yazdıklarından biliyordu.

1993-1995’te Hakkari’de Dağ ve Komando Tugayı ve Güvenlik Komutanı olarak görev yapan Pamukoğlu Paşa, sadece Doğu ve Güneydoğu’yu değil, Kuzey Irak’ı da en iyi bilen isimlerden biriydi. PKK ne zaman nerede konuşlanır, hangi aylarda kaç kişi nerede barınır, ne zaman ne yapar ve ona karşı nasıl mücadele edilir yine en iyi bilen komutanlardan biri oldu.

30’a yakın sayıda yapılan sınır dışı askeri operasyonların neredeyse tamamı onun yönetiminde yapılmıştı.

Biz ise bu ülkenin sıradan vatandaşları, asker yakınları, belki asker anaları babaları kardeşleri olarak bir PKK terör örgütünü biliyor, ülkemizin başındaki bu belaya hergün lanetler okuyor ve cenazeler kaldırıyor, cenazeler seyrediyorduk da oralarda neler olduğunu elbette bilmiyorduk.

Gece gündüz, soğuk, kar kış, tipi, dağ, tepe bayır demeden, aç susuz ve yorgun ve sırtlarında kilolarca ağırlıkla terörist avlamaya çalışan, kendini onlara karşı korumaya çalışan askerimizin, Mehmetçiğimizin nasıl mücadele ettiğini, nasıl savaştığını ve hatta ne hissettiğini bilmiyorduk.

Ordumuzun ne yaptığını ve maalesef ne yapamadığını da…

Siyasetin neye izin verdiğini ve vermediğini…

Hangi kirli tuzakların olduğu, hangi ülkelerin hangi gizli oyunlarının var olduğunu da…

Bunların pek çoğunu Pamukoğlu Paşa ve onun gibi isimlerin anlattıklarından, yazdıklarından artık biliyoruz.

“Cehennemdere Kanyonu” işte Osman Pamukoğlu’nun yine çok konuşulacak romanlarından biri.

PKK’nın Kandil’den sonraki en büyük ikinci kampı olan Zap Kampı’nın, 20 asker ve 1 komutan tarafından basılışının öyküsü.

Kışın oldukça soğuk günlerinden birinde, PKK’lı teröristlerin hiç de baskın beklemediği dönemlerden birinde yola koyulur müfrezemiz.

Müfreze Komutanı Yüzbaşı Tayfun, tek aşkı, tek görevi, tek ailesi vatan olan gözüpek bir askerdir.

“Beyler” diye başladı söze:

“Kar yağışı kesilirse bu gece güneye doğru yer değiştireceğiz. Çoğu savaş klasiktir. Bizimkisi aykırı savaş olacak. Karşı tarafı uçsuz bucaksız bu coğrafyada dağların sessiz tehdidiyle baş başa bırakacağız. Akıllarını karıştırıp psikolojilerini bozacağız. Şekilsizlik yaratacak, kızdıracak ve yönlerini şaşırtacağız. Hassas noktaları tekrar tekrar vuracağız. Tutulamayan kaygan bir misket olacağız. Su gibi sabit bir şeklimiz olmayacak. Ordu da rakibe göre değişmeli ve uyum sağlamalıdır. Dağılacak ve soyut bir durum yaratacağız. Alandaki şekilsizlik fiziksel güçleri kadar zihinsel güçlerinin de dağılmasını sağlayacaktır. Karşılaşınca güçlü ve şiddetli bir darbe indireceğiz. Savaş irade ile kazanılır, iradelerini kırıp bu karaçalıyı söküp atmalıyız.”

Bu iradeyi gösteren, emri altındaki askerlerin bu iradeyi göstermesi için onları her an motive eden savaşa hazırlayan, ama bunu yaparken de zaman zaman bir baba, bir abi olan bir komutandır Yüzbaşı Tayfun.

Zap’a ulaşıncaya dek pek çok engeller, pek çok duraklar çıkar karşılarına. Gece baskınları ve pusular. Tek bir teröristi sağ bırakmayıncaya, sağ kalanları rehin alıncaya dek uzanan bir saldırılar zinciri.

“Afat”tır müfrezenin adı.

“Balabanlar” ve “Buzkıranlar”dan adlı iki ayrı koldan oluşur. Bir komando üsteğmeni, bir komando teğmeni, iki komando asteğmeni, iki komando astsubayı, iki komando uzman çavuşu, iki komando uzman onbaşısı ve yedi komanda er…

Hepsi 30 yaşının altında 20 gencecik insan ve Yüzbaşı Tayfun…

Bana gelecek olursak, hep şehirlerde oldum. Televizyon başında izledim olup biteni. Şehide en fazla cenazesinde yaklaştım, dağların, kampların adını en fazla “duydum”. Teröriste oturduğum yerde kızdım, PKK’ya oturduğum yerde lanet okudum. Mücadelenin tam da içinde ama hep siyaset tarafındaydım.

İşte ilk kez oradayım, dağlarda, eksi bilmem kaç derece soğukta, teröristle burun buruna, ölümle yaşam arasında… Gece gündüz kesintisiz on beş gün konuşlanılan ana üssün uzağında. Sadece helikopterle gelen malzeme desteği, her an kesilme ihtimali olan telsiz bağlantısının tedirginliği ile…

Uzman onbaşı Cemil’in üç ay önce bir çocuğu olmuştu. Hiç görmediği çocuğun fotoğrafını herkese gösteriyordu. Bunu duyan Yüzbaşı çağırttı Cemil’i:

“- Biz de görelim şu deikanlıyı herkese gösteriyormuşsun.”

“- Erkek değil, kız komutanım.”

“- Senin kızın da delikanlı olur Cemil.”

“- Sağolun Komutanım. Karım hastaydı. Geçen bayram arifeden birgün önce doğum yaptı.”

“- Niye izne gitmedin o zaman!”

“- Yeni dönmüştüm, sıra başka arkadaşlardaydı.”

“- Doğan çocuğunu hiç görmediğini bilseydim seni müfrezeye almazdım.”

“- Olsun komutanım, dönünce gider görürüm!”

Yüzbaşı içinden inşallah dedi.

Ben hep o inşallahı düşündüm durdum roman boyunca. Cemil, gerçekten görebilecek miydi minik yavrusunu?

Ne minik yavrular şehit olmuştu, ne minik yavrular yetim kalmıştı, ne babalar dönememişti çünkü evlatlarının yanına… Cemil’ler ve beşikteki delikanlı kızların varolma mücadelesiydi biraz da bu son otuz yıl!

Savaşan ama bir o kadar da siyasetin sınırları içine hapsolan bir ordunun küçük bir kopyasıdır müfrezemiz. Asteğmen Murat ile Yüzbaşı Tayfun’un tartışmalarında Amerika ve Avrupa’nın PKK’ya desteğinden, siyasetin savaşanlar üzerindeki baskısına kadar pek çok sorunu okumak mümkündür. Dağlarda olmak ne yazık ki bu gerçeğin dışına çıkarmaz onları. Hele ki PKK’ya helikopterlerle yapılan nereden geldiği belirsiz(!) silah ve ilaç yardımlarını birebir gördükten ve onlara elle dokunduktan sonra!

Yüzbaşı Tayfun, bir simgedir Ordu’nun içinden. Eğitimli ve eğitimsiz emri altındaki askerlerle, kısıtlı imkanlarla ve mücadele azmiyle donatılmış bir simge. Bazen de Pamukoğlu Paşa’nın kendisi oluverir. Onun gibi doğayla bütünleşmiştir ve doğadan güç alır. Her bir karış toprağı, her bir dağı, tepeyi, kampı, köşeyi, bucağı adı gibi bilir, tanır, hisseder. Ve “savaşı başkalarının anlattıkları ile yazanlara” da en az onun kadar tahammülsüz, onun kadar kızgındır.

Savaşı kendi yaşamış ve her şeyi kendi yazmıştır.

“Cehennemdere Kanyonu” Pamukoğlu Paşa’nın en güzel kitaplarından biri. Müfrezemize neler olacak soluk soluğa okuyacaksınız. Şehit vermeden hedefine ulaşabilecek mi hep merak edeceksiniz. Doğanın çetin şartlarına karşı siz de ayakta kalmaya çalışacak, bir yandan sağ kalmaya çalışıp bir yandan terörün başını ezmeye çalışacaksınız. Sevdikleriniz aklınızdan çıkmayacak ama hedefiniz hayatın merkezinde olacak.

Sonra yine gerçek hayata dönceksiniz. Yine şehit cenazelerine gidecek, yine “şehitler ölmez vatan bölünmez” diyeceksiniz. Sonra bebek katili Apo gelecek önünüze ve “çözüm süreci” ve “barış”!

Lanet okuyacak ve sonra da keşke daha fazla Yüzbaşı Tayfun’lar olsaydı, daha fazla, daha fazla diyeceksiniz…

This entry was posted in Bölücü KÜRTÇÜLÜK, PKK TERÖRÜ, TSK. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *