AYKIRI KONULAR 1 – 2 – 3

AYKIRI KONULAR (1)

Rifat Serdaroğlu
29 Aralık 2012

(Sizlere 3 günlük bir “Yılbaşı Paketi” hazırladık.
İlkini 29 Cumartesi,
ikinciyi 31 Pazartesi,
üçüncüyü de 2 Ocak Çarşamba günü göndereceğiz.

Üç yazıyı beraberce değerlendirirseniz, taşlar yerine kolayca yerleşecektir. Bu paketin hazırlanmasında çok emeği geçen, değerli arkadaşım B.İleri’ye teşekkür ederim.Herkese mutlu ve huzurlu bir yeni yıl dilerim.)

Ülke üzerine çöken baskıcı rejim nedeniyle pek çok konuda insanlar fikirlerini özgürce açıklayamıyorlar. Çünkü açıkladıklarında başlarına nelerin geleceğini bilmiyorlar.Türkiye’nin gurur kaynağı Fazıl Say’ın başına gelenleri düşünüp,“bunlar Fazıl Say’ın başına geliyorsa benim başıma kim bilir neler gelir” deyip susuyorlar.Bunun en yakın örneği, geçtiğimiz haftalarda yaşadığımız cami projeleri idi.

İlk önce Çamlıca tepesine bir cami oturtacaklarını açıkladılar. Bunun anlamsızlığı tartışılmadan Taksim’e cami yapacağız dediler. Bu arada Danıştay’dan gelen bir kararla da Göztepe parkına cami yapacaklarını açıkladılar.Bu gidişle Cumhurbaşkanlığı Köşkünün bulunduğu Çankaya Tepesine de bir cami konduracaklar.

Bu, “Her yere iktidarımın damgasını vuruyorum” görgüsüzlüğüne kimse karşı çıkmıyor. Çünkü cami yapımına karşı çıkarsanız dinsiz olursunuz. Halkın kutsal değerlerine hakaret ediyor olurunuz ve sonra da badem sever savcılardan çekmediğiniz kalmaz.

Hâlbuki bundan 4-5 sene evvel Diyanet İşleri Başkanlığı Türkiye’de çok sayıda cami bulunduğu ve artık sadece sanatsal değeri olan camiler yapılması gerektiği yolunda bir açıklama yapmıştı.

Türkiye’de 82.000 cami var. On binlerce mescit bu sayıya dâhil değildir.
Seçmen sayımız yaklaşık 50 Milyon, bunun yarısı erkek. Kadınlarımızın da üçte birinin ibadetini camide yaptıklarını(!) ve tüm yetişkin erkeklerin düzenli olarak beş vakit camiye gittiklerini(!) varsayarsak, bu rakam 32-34 Milyona ulaşır. Bu da mescitler hariç cami başına 300-350 kişi düştüğünü gösterir! Şehirlerarası yollarda seyahat ederken 1-2 Bin nüfuslu beldelerde bile 5-6 cami olduğunu görürsünüz.

Dünyanın neresinde böyle bir ibadethane enflasyonu vardır?
Bu, ancak Türkiye’de olur. Çünkü dünyanın hiçbir yerinde “Cami Yaptırma ve Yaşatma Dernekleri” gibi yolsuzluğa ve zevksizliğe çanak tutan bir sistem yoktur. Cuma namazından çıktığınızda, hemen her cami önünde ellerinde makbuzlarla bekleyenleri görürsünüz.

Camiden çıkanlar, “hayır yapıyoruz” diye nerede ve nasıl inşa edileceğini bilmedikleri camiler için bağışta bulunurlar. Sonuçta Türkiye’nin dört bir yanı derme-çatma sözde camilerle dolar. Peki, bu insanlar niye bu işe kalkarlar? Hizmet için mi yoksa ballı bir geçim yolu olduğu için mi?

Geçenlerde Ankara Keçiören’deki Aksa Camisinin adı, Cami Derneği tarafından R.T. Erdoğan Camii olarak değiştirildi. Cemaatin bir kısmı karşı çıkınca, değişiklik yapılamadı. Cemaat, daha önce 1.850 Trilyon liralık cami inşaatında “yolsuzluk” yapıldığı iddiasıyla Cami Derneği yöneticilerini şikâyet etmişti. Gelen müfettişler dernek yöneticilerini akladılar!

Bir yapılan camiye, bir de harcandığı söylenen paraya bakınca, caminin adının tam da teftiş anında niçin RTE olarak değiştirilmek istendiği ortaya çıkıyor!

Bu verdiğim örnek yine iyisi, hiç olmazsa ortada camiye benzer bir yapı var.Bir de büyük şehirlerin kenar mahallelerindeki gecekondu camileri görseniz isyan edersiniz. Kasaba ve köylerde de durum aynıdır. CHP MV İhsan Özkes TBMM Başkanlığına “Din-İman-Kur’an-Cennet-Cami ve benzeri olaylarda vuku bulan dolandırıcılık olaylarının yıllara göre toplamı nedir” diye bir soru önergesi verdi.

Bekir Bozdağ’ın cevabına göre; 2011’de 578 dava açılmış. Bu rakam 2009’a göre %110, 2010’a göre ise %30 artış göstermekteymiş.Bu rakamlar buzdağının görünen kısmıdır. Zira insanlar bu konularda dolandırıldıklarını kabullenemiyorlar ve farklı nedenlerle korkuyorlar.

Hükümetin cami yapımı yolsuzluğuna son vermesi gerekir diye düşünüyorum.Hiç olmazsa şahısların yaptıracakları camiler için belli ölçütler belirlensin ve ihtiyaç olan yere yapılmasına izin verilsin. Her yerleşim biriminin nüfusuna göre doğru-dürüst ve gelecek nesillere kalacak güzel camiler yapılsın.

Yapılsın diyeceğim ama AKP Hükümetinin Deniz Feneri Davasındaki tutumuna bakınca, bunun olmayacağını da çok net olarak görüyorum.Yolsuzluk bataklıklarından beslenenler, kendi yaşam kaynaklarını kuruturlar mı?

Biz, Allah’ın rızası ve Türk Milleti uğruna bildiğimiz doğruları söyler ve ortaya koyarız. İsteyen istediği kadarını alır.

AYKIRI KONULAR (2)

Rifat Serdaroğlu
31 Aralık 2012

Cumhuriyetin en önemli eseri, yarattığı çağdaş toplum idi. Bu toplum ilerici, aydınlık ve idealistti. Bu duygular toplumda en büyük erdemdi. İnsanlar paraları ile değil, kişilikleri ile saygı kazanırlardı. Aileler çocuklarına mütevazı olmayı, zenginlik sergilemenin affedilmez bir görgüsüzlük olduğunu, anne-babanın toplumdaki statüsünün onları hiç ilgilendirmediğini, gençlerin ve çocukların ancak okuldaki başarılarıyla kişilik kazanacaklarını öğretirlerdi.

Aileler, çağdaş yaşama kavuşma emelinde idiler. Kadına saygı, kız çocuğunu eğitme, tasarruf-temizlik ve kibar olmak en önemli konulardı.Cumhuriyetin ilk 25 yılında toplum, yaşanan devrimin getirdiği heyecanla gelişiyordu. O yıllarda her yerde bir idealizm rüzgârı esiyordu.

Düşünün 1930’lu yıllarda Adnan Saygun, Muzaffer Sarısözen ve Macar sanatçı Bela Bartok katır sırtında dağ-tepe geziyorlar, Türk Halk Müziği ezgilerini derliyorlar, çok zor koşullarda onların yok olmaması için idealistçe savaşıyorlardı!

O yılların ünlü sanatçılarına bakın; Reşat Nuri Güntekin- Ahmet Hamdi Tanpınar gibi edebiyatçılar, Nuri İyem-Cemal Tollu- Eşref Üren gibi ressamlar hepsi birden eğitim seferberliğinin birer neferi olarak Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde öğretmenlik yapıyorlardı. Gencecik mühendisler Anadolu’ya yayılmış şantiyelerde çalışıyorlardı. Doktorlarımız o günün zor şartlarında veremle-sıtma ile mücadele edip, Anadolu’yu yıllardır bitiren bu hastalıkları yok etmek için uğraşıyorlardı.

Kimsenin aklına köşeyi dönmek gelmiyordu. Onlar Cumhuriyetin askerleri, Cumhuriyetin Kubilay’ları idiler. Onurlu ve gururlu bir toplum yetiştirmek için çabalıyorlardı.Bu ruh, devrimlerin verdiği bir heyecandı ve bu heyecan bizi diğer Ortadoğu toplumlarından farklı hale, “kaliteli bir toplum” haline getirmişti.

Bu toplumsal kalite doğal olarak kurumlara da yansımıştı. Üniversitelerimiz- Mahkemelerimiz- Devlet dairelerimiz güvenilir ve düzenli idi. Yasalar çerçevesinde haklı iseniz, güvende idiniz. Bu kurumların bozulmayacağı düşünülürdü.

İlk kokuşma 1980 de başladı. YÖK Kanunu ile yapılan değişiklik sonucu, Akademik Kariyer yapma yöntemleri yozlaştırıldı. Daha sonra “Her İl’e bir Üniversite” diye başlatılan anlamsız girişimle üniversitelerimizin kalitesi düştü. Buralarda yetişen gençler bulundukları küçük şehirden çıkmadan diploma alıp, “diplomalı kasabalılar” ordusunu oluşturmaya başladılar.

Diğer yandan hala kaynağını çözemediğimiz büyük paralar harcanarak, liseden itibaren gençler, apartman dairelerinde başlarındaki ağabeyleri tarafından eğitildiler. Daha sonra cemaat dershanelerinde bedava kurslar görerek bir biçimde, Siyasal ve Hukuk fakültelerini doldurdular.
Sonra da Vali-Kaymakam-Yargıç-Savcı oldular.

1989’dan itibaren belediyelerce sosyal yardım adı altında dağıtılan ihtiyaç maddeleriyle halkımız sadaka kültürüne alıştırıldı. Halkın çalışıp kazanma, alın teriyle elde etme duyguları köreltildi. Onur ve gurur değerleri zedelendi, bunların yerini “ne-nerede- bedava dağıtılıyor, bende kapayım” duygusu yerleşti.Bütün bunlar yapılırken din-iman faktörü öne çıkarıldı. Her mahallede bir cemaat yapılanması, bir şeyh, bir şıh türedi.

Bütün bu süreçte, 1980’den 2002’ye kadar geçen dönemde cemaat, hep iktidar olmaya aday partileri destekledi. Önce ANAP, sonra DYP, Refah, DSP, CHP ve en sonunda da AKP desteklendi. Bu taktikle, her dönemde iktidardaki partinin içinde cemaatin Bakanları-Milletvekilleri, bürokraside elemanları oldu.

Ve sonunda, 2005 yılında açıkça “Karşı Devrim” harekâtı başlatıldı.Ergenekon adıyla başlatılan bu süreçte, cemaat-AKP-ABD el ele vererek Türk toplumunu değiştirmek için çeşitli projeler uyguladılar. Türk Milletini yolsuzluk ve borç batağında bitirdiler. Toplumun kalitesi iyice düştü. Her tarafı bademler sardı!

Televizyonu açıyorsunuz; Profesör-Vali-Müsteşar-Genel Müdür-Köşe Yazarı-İş adamı- Araştırmacı-Doktor-Avukat diye tanıtılan, alaturka veya alafranga kentsoylu kültüründen hiçbir iz taşımayan kaba-saba ve cahil diplomalılar her konuda yalan-yanlış ahkâm kesiyorlar.Bu adamlar kim, nerede yetişti bunlar diye dehşete düşüyorsunuz!

Bir Vali çıkıyor, en olmadık davranışı sergiliyor, bu nasıl Vali, hiç mi devlet terbiyesi almadı derken, filanca tarikat şeyhinin kardeşi olduğunu öğreniyorsunuz.Bir cemaat televizyonunda, uzmanlığı ortopedi olan bir doktor, her sabah kocakarı ilaçları ve yalan-yanlış bilgilerle halkı zehirliyor. Başka bir TV de cinlerin hayatımızdaki önemi anlatılıyor! Bakanlıklar, cemaat ve tarikatların savaş alanı haline gelmiş. 21. Yüzyıl Cumhuriyet Türkiye’sinde tarikattan izin almadan bir Başhekim atanamıyor!

AKP İktidarının en önemli taktiği, cahil diplomalıları belli makamlara getirmek ve onlardan şartsız itaat istemektir. İşte ODTÜ olayları sonrası, Başbakan’a yağ çekmek uğruna, acınacak duruma düşen AKP’nin atadığı Re(a)ktör bademler.

Sporcuların bile kalitesini düşürdüler. Bir Metin Oktay’ı, bir Baba Hakkı’yı, bir Can Bartu’yu düşünün, birde MV maaşını beğenmeyip, yorumculuk yapan Şaban’ı!

Türk Milletine yürekten bağlı bir vatandaşı, bir Atatürk askeri olarak diyorum ki;

Yüce Türk Milletini bu duruma düşüren din bezirgânları-cemaat tarikat beslemeleri ile “çağdaşlık” kavgamız, onları ortaçağ karanlığına göndermeden bitmeyecektir, bitmemelidir.

Duydunuz mu Türk Gençliği…

AYKIRI KONULAR (3)

Rifat Serdaroğlu
02 Ocak 2013

Birkaç gün önce Hırant Dink ve Rahip Santoro suikastları ile cemaatin bağlantısı olduğu, bu ilişkinin ortaya çıkmasını engellemek için Ergenekon davasının başlatıldığını iddia eden haberler yaygındı.

Eskiden olsa, “yok canım” der geçerdik. Fakat artık duyduğumuz her şeyi, acaba diye karşılıyoruz. Konu cemaat olunca, bu kuşku daha da artıyor. Çünkü oldum olası, gizli-saklı yapılan ve para kaynağını açıklayamayan organizasyonlara hep karşı olduk, şüpheyle baktık. Bu sebepten son birkaç haftadır, gözümüze ilişenleri sizlerle paylaşmak istiyorum.

Gazetelerde bir fotoğraf yayınlandı. Fethullah Gülen- Kasım Gülek bir toplantıdalar ve arkalarında o günlerde Gülen’in sekreteri olan, bugünkü Ergenekon davasının baş mimarı Haham Tuncay Güney!

İnsan ilk önce Kasım Gülek ile Fethullah Gülen’i bir araya getiren bağı düşünüyor ve aklımıza derhal Moon Tarikatı müritliği geliyor.( Gülen’in Moon Tarikatı ile ilişkisi için internette geniş bilgi vardır.)

Moon Tarikatı Lideri, dinler arası diyalog fikrini ortaya atan ve sonunda da üç ilahi dinin birleşmesi projesini savunan kişidir. 1954-55’te Amerika’ya gelip, kısa zamanda en büyük basın devi haline gelmiştir. Kurduğu basın kuruluşları elbette ki CIA tarafından desteklenmiştir.

Bay Moon, elindeki medya ve para gücüyle olağanüstü büyümüş ve bazı ülkelerin önemli olitikacılarına “Konferans ücreti diye” binlerce dolar saçarak kendisine bağlamıştır.Bay Moon’un Türkiye Temsilcisi Kasım Gülek idi. Kasım Gülek, Fethullah Gülen’i Moon Tarikatı ile ilişkilendiren kişidir. Moon Tarikatının Amerika’daki Medya kuruluşunun adı “Samanyolu”dur. Ne tesadüf değil mi?

Kasım Gülek’in kızı Tayyibe Gülek’in, DSP’nin cemaat tarafından desteklendiği seçimlerde DSP’den milletvekili seçilmesi, şimdi de Cumhurbaşkanı Gül’ün danışması olması hep bu ilişkilerin ürünüdür.

CIA güdümlü Moon Tarikatının F.Gülen ile niçin ilgilendiğine gelince;

Devletlerin Jeopolitik-jeostratejik hedefleri kolay-kolay değişmez.Amerika, 19 yüzyılda Türkiye’de niçin 450’nin üstünde misyoner okulu kurduysa(Kurtuluş Savaşında bu okulların mezunları manda fikrini savunmuşlardı), şimdi de aynı şeyi hem Türkiye’de, hem de kendisinin rahatça giremediği Müslüman ülkelerde ve Türk Cumhuriyetlerinde,cemaat eliyle yapmaktadır.

Cemaat, dinler arası diyalog ile başlayıp, Paskalya döneminde bir kutlu doğum haftası icat etmiş, daha sonra da Kelime-i Şahadet’in ikinci kısmını, yani “Hz Muhammed Allahın Resulüdür” kısmını atmak gerektiğini, kitaplarında yazmaya, televizyonlarında söylemeye başlamıştır. Cemaat bu zırvalarıyla toplumu yavaş-yavaş “tek din” fikrine yaklaştırmak istemektedir.Bu tezgâhı bizim bademlerin kendi başlarına yapamayacağını, mutlaka CIA desteği gerektiğini söylemeye gerek olmadığını tahmin ediyorum.

Cemaat-CIA bağlantısı çok açıktır. Siz, her türlü imkâna sahip olsanız dahi, yabancı bir ülkede bir kafe açmanız için yıllarca uğraşmanız gerekir.Hele kendi dilinizde eğitim verecek bir okul açmak, hiç mümkün değildir.Tek şart, eğer CIA sizin arkanızda ise bu zor işler, aniden kolay hale geliverir.Ama CIA, hangi şartlarda sizin arkanıza geçer, sizlerden ne ister, bunların bir sadece kısmı yukarıdaki paragrafta yazılmıştır.

Bunları anladık anlamasına da, kendini Haham olarak ilan eden Tuncay Güney’in o fotoğrafta ne işi var? İstihbarat kuruluşları, bazı adamları yetiştirirler, birilerinin yanına yerleştirirler ve günü geldiğinde kullanırlar. CIA’in her ülke ve her durum için hazırlanmış plan ve yetiştirilmiş adamları bol miktarda vardır.

İlkokul mezunu, Bağ-Kur emeklisi, hiçbir ek geliri ve atadan kalan malı-mülkü olmayan biri, nasıl olur da Amerika’da, içinde 7 villası olan 107.000 metrekarelik bir malikânede yıllardır yaşar ve basın organlarına göre 30 Milyar Dolardan fazla bir paraya hükmeder? CIA desteği olmadan, sineğin uçamadığı bir ülkede tüm bunlar nasıl ve ne karşılığında olur?

Bunlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin sorumlu siyasetçi ve bürokratları tarafından niçin araştırılmaz, başka bir yazıda anlatırız.Fakat Genelkurmay Başkanı Özel paşa merak ediyorsa, kendi arabamla onu Silivri’ye götüreyim, oradaki arkadaşlarıyla birlikte kendisine anlatırız.

Okey mi, Chief of the General Staff?

Sağlık ve başarı dileklerimle

02 Ocak 2013
Rifat Serdaroğlu:

This entry was posted in EMPERYALİZM, FAŞİZM, Fetullah Gülen, İrtica, Kose Yazarlari, Politika ve Gundem, Rifat SERDAROĞLU yazıları. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *