YANLIŞ ATATÜRKÇÜLÜK

YANLIŞ ATATÜRKÇÜLÜK

Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

Türkiye’de uzun zamandır bir yanlışlık sürüp gitmekte ve Türk devletinin kurucusu Atatürk ile Türk ulusunun büyük çoğunluğunu meydana getiren halk kitleleri karşı karşıya getirilmektedir. Dünyanın hiçbir ülkesinde görülmeyen bu son derece çelişkili olumsuz durumun ortaya çıkmasında, Türkiye’nin özel koşullarının rolü bulunduğu gibi son dönemlerde yaşanan olaylar ve siyasal gelişmelerin de önemli ölçüde payı olduğu görülmektedir. Türk ulusuna ulusal kurtuluş savaşı sonrasında devlet kurmuş, tam bağımsız bir siyasal düzen armağan etmiş, hatta daha da ileri giderek, çağdaş bir cumhuriyet rejimi kazandırmış bir büyük öndere Türk ulusu teşekkür edeceğine, ulusun tabanını oluşturan halk kitleleri kendi bağımsız varlıklarını sürdürme çizgisinde sahip çıkacağına, bu durumun tamamen tersi bir doğrultuda kurucu öndere karşı yeni bir olumsuz halk yapılanmasının giderek tırmandırıldığı görülmektedir. Böylesine ters bir durum da cumhuriyetin kurucusuna karşı bir çizgide, cumhurun Türk devletinin kurucu önderi Atatürk ile karşı karşıya getirildiği ortaya çıkmaktadır.

Dünyadaki demokrasilerin ve cumhuriyet devletlerinin en büyüğü olan Amerika Birleşik Devletlerinde her zaman devletin kurucularına karşı büyük bir saygı ve bağlılık gösterilmekte ve her seçilen yeni başkan ilk yaptıkları konuşmalarda ABD’nin kurucu babaları adı verilen kurucu önderlere saygı ile bağlılıklarını açıklamaktadırlar. Böylece, iki yüz yılı biraz aşan bir geçmişi ile bu büyük süper gücün bugün geldiği hegemonya düzeninde kuruluş çizgisine ve tarih sahnesine çıkmış olduğu aşamadaki kurucu iradenin özüne bağlılık hem ulusun hem de ulusa bağlı olarak kurulmuş olan ulus devletin sürekliliğini sağlamakta, uluslararası alanda Amerikan devletine kuruluştan gelen bir güç kazandırmaktadır. Devletlerin tarih sahnesine çıkış aşamasındaki kuruluş çizgisi daha sonraki dönemlerde devamlılığının korunabilmesi açısından son derece önem taşımakta ve bu nedenle bütün ulus devletler tarafından kuruluş ile ilgili simge günler ulusal bayramlar olarak her yıl düzenli olarak kutlanmaktadır. Ulusal varlığın her gün tazelenmesi gereken toplumsal bir canlılık ortamı olduğu dikkate alınırsa, her ulus devletin kurucu önderleri yaptıkları ve sözleriyle kendi uluslarına yön göstermeğe devam etmekte ve böylece ulusu bir arada tutan ortak bağlar zaman zaman yenilenerek her toplumun ulusal varlığı sonsuza kadar sürdürülmeğe çalışılmaktadır.

Amerikalılar her gün kurucu babalarına saygı ile bağlılıklarını yenilerken, Türkiye’de ise bunun tamamen tersi bir doğrultuda toplumun belirli kesimleri her gün sistemli bir biçimde devletin kurucu babası Atatürk’e karşı çıkmağa, saldırmağa hatta daha da ileri giderek küfür etmeğe devam etmektedirler. Emperyalizmin güdümünde küresel ve bölgesel projelere angaje edilen Türk devleti işbirlikçi politikacılar ve onların siyasal örgütleri aracılığı ile yeni maceralara doğru sürüklenirken, kurucu baba olan Atatürk başlıca engel olarak görülmekte, her türlü haksız ve insafsız eleştiri devletin kurucu önderine yöneltilirken ağız dolusu küfürler dışarıdan gelen paralar ile beslenen basın ve yayın organları ile halk kitlelerinin beyinlerine Atatürk ile ilgili bütün olumsuz bilgiler, gerçeklere aykırı bir biçimde yerleştirilmeğe çalışılmakta ve böylece Atatürk ile Türk ulusunun büyük çoğunluğunu oluşturan halk kitleleri karşı karşıya getirilmektedir. Atatürk düşmanları ve Türkiye’yi yıkmak isteyen emperyalizm ile Siyonizm açısından normal karşılanabilecek bu olumsuz durum, Türkiye Cumhuriyeti açısından son derece olumsuz bir aşamayı göstermekte ve giderek içinden çıkılamaz bir girdabın içine doğru Atatürk Cumhuriyetini çekmektedir. Böylesine istenmeyen bir durumun gündeme gelmesinde geçmişte yaşanan olaylar ve bunların uzantısı siyasal gelişmelerin payı olduğu kadar aynı zamanda, Atatürk’ün kurmuş olduğu devletin ilgili kurumlarının ve işbaşına gelen hükümetlerin de büyük kusurları bulunmaktadır.

Atatürk ile halk kitlelerinin karşı karşıya getirilmesinde, şimdiye kadar uygulanan yanlış Atatürkçü uygulamaların ve tutumların büyük rolü bulunmaktadır. İşe önce devletten başlayarak cumhuriyet hükümetlerini bu açıdan ele alınması ve yargılanması gerekmektedir. Atatürk adına devleti yönetenler, Atatürk’ün sözleri ve yaptıklarına tamamen ters bir çizgide ülkeyi ve devleti yönetmeye kalktıklarında, gelmiş oldukları başarısız çizgide kendilerini Atatürkçüymüş gibi göstererek gerçek Atatürkçülüğün zarar görmesine neden olmuşlar ve böylece büyük halk kitleleri önünde kendilerini kurtarmak isterken Atatürk’ü yıpratmışlardır. Atatürk’ü gerçek boyutlarıyla anlayamayan, düveli muazzama denilen büyük emperyal güçlere karşı zafer elde ederek bağımsız bir devleti dünyanın tam ortasında kurma aşamasına gelen bir büyük siyasal önderin politikalarını tam olarak anlamadan iş başına gelen cumhuriyet hükümetleri, yaptıklarına meşruiyet kazandırma telaşı içinde kendilerini Atatürkçü göstererek, dış güçlerin dümen suyunda devleti yönlendirmeğe kalkışmışlar ve bu tür işbirlikçi politikalarında başarısız kaldıkça Atatürk’e sığınarak vaziyeti kurtarma ikiyüzlülüğü içinde olmuşlardır. Atatürk’ü kendi siyasal gelecekleri açısından kurtarıcı görenler, Atatürkçülük adına dışarıya hizmet ettikçe ve çeşitli emperyal senaryolara alet oldukça halk kitlelerinden büyük tepkiler görmüşler, o aşamaya gelince de Atatürk’ü kendileri için kurtarıcı görerek Atatürk’ün arkasına saklanmağa çalışmışlardır. Böylesine çıkarcı ve oportünist tutumlar eski Bizans topraklarındaki geleneklere uygun bir çizgide sürüp gittikçe, Türk halkı ile Atatürk’ün arasındaki mesafe giderek artmıştır. Batı emperyalizmi ile Türk halkının çıkarları arasına sıkışıp kalan cumhuriyet hükümetleri her zaman için dış baskıların etkisinde kalmışlar ama kendilerini kurtarmak üzere Atatürkçü görününce, yaptıkları işbirlikçi işlerin faturasını Atatürk’e çıkartarak kendilerini kurtarma noktasında devletin kurucusu ile Türk halkını karşı karşıya getirmişlerdir. Batı işbirlikçisi hükümetlerin dış yönlendirmelerle hareket etmeleri, Türklerin bağımsız devletini kuran antiemperyal önder Atatürk’ün halk kitlelerine olumsuz yansıtılmasına neden olmuştur.

Cumhuriyet hükümetlerinin görünüşte Atatürkçü ama gerçekte anti-Atatürkçü tutumlar içinde olmaları, devleti de yakından etkilemiş, bir ulusal kurtuluş savaşı verilerek kurulmuş tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti batı kafalı ve batı yandaşı kadrolar yüzünden bir nevi yarı sömürge konumuna sürüklenmiştir. Hükümetlerin yanlış Atatürkçülüğü bu işbirlikçi ve mandacı kadrolar yüzünden devlete de sirayet etmiş, Avrupa ve Amerika merkezli yetiştirilen genç kadrolar devletin başına getirilerek, tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde olduğu gibi yarı sömürge devlet durumuna sürüklenmesine yol açmıştır. Atatürkçülük adına yürütülen politikalarda Batı ile işbirliği yapan bir gayrimüslim burjuvazi yaratılmış, Müslüman kesimler hor görülmüş, halk kitlelerine sürekli olarak cami cemaati muamelesi yapılarak, Türk ulusunun tabanını oluşturması gereken bu kesimler bir anlamda üvey evlat konumuna düşürülmüşlerdir. Devletin bütün olanaklarını sebep oldukları ara rejimler sayesinde ele geçiren gayrimüslim burjuva kesimleri, yabancı şirketlerle ortak olarak küreselleşmeye tam teslim olduklarında kendilerini besleyen devlete ihanet ederek hep dışarıdan yana bir tutum içerisine girmişlerdir. Büyük şirketlerin yöneticileri devlete yönetici atanınca, bu kişiler geldikleri sermaye çevrelerini gözetmek durumunda olmuşlar, anayasadaki eşitlik kuralına aykırı bir doğrultuda ayrıcalıklı bir sermaye kesimi yaratmışlardır. Atatürk’ün imtiyazsız ve sınıfsız bir ulus yaratma ideali böylece çökertilmiş, Türkiye kapitalist düzene doğru sürüklenirken işbirlikçi burjuvazi, Atatürk’ün devletini kendi çıkarları doğrultusunda kullanarak geniş halk kitlelerinin ihmal edilmesinin önünü açmıştır. Böylesine olumsuz bir durumun süreklilik kazanması da bir yanlış Atatürkçülük uygulaması olarak Türk ulusu ile Türk devletinin kurucusunu karşı karşıya getirmiştir.

İşbirlikçi hükümetlerin Batının sömürgeci politikalarına esir olmaları ama kendilerini kurtarmak üzere Atatürk’e sığınmaları gibi ikiyüzlü bir tutum, mandacı kadrolar ile Türk devletine de sirayet edince, bu kez durum değişmiş ve normal koşullarda sürdürülemeyen batıcı politikaların daha iyi uygulanabilmesi için ara rejimlere ihtiyaç duyulmuştur. Bu doğrultuda Batının önde gelen büyük emperyal devletlerinin gizli servisleriyle işbirliği yapılmış, ara rejimlere geçiş amacıyla terör ve anarşi açıkça dıştan destekli çeşitli senaryolar ile tırmandırılırken, terör nedeniyle binlerce insanın kaybına yol açıldığı noktada ara rejimler gene Atatürk adına gelmiştir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türk ordusunun NATO’ya girmesi nedeniyle, bu Batı ittifakı kuruluşu bütün üye ülkelerde bir derin devlet örgütlenmesine girmiş ve ABD’ye bağımlı yeni bir alternatif düzen üye ülkelerde oluşturularak Soğuk Savaş döneminde doğu bloğuna karşı üstünlük sağlanmağa çalışılmıştır. NATO’ya giriş ile beraber Türkiye doğu bloğuna karşı bir uzak sınır karakolu olarak kullanılmağa başlanmış ve bu durumda Türkiye’nin Atatürkçü tam bağımsız politikalardan uzaklaşmasına yol açmıştır. Sovyetler Birliği’nin Irak ve Suriye’ye girmesi üzerine, Türkiye’de askeri darbeler birbirini izlemiş her on senede bir ara rejimler terör destekli gelirken, sosyalist dünyaya karşı ABD çıkarlarını perdelemek üzere gene Atatürkçülük kullanılmıştır. Türkiye’nin yaşadığı bütün askeri dönemler de ABD-İngiltere-İsrail üçlüsü NATO ile beraber hareket etmiş, batı bloğunun çıkarları Türkiye üzerinden merkezi alanda korunurken gene Atatürk’ün arkasına gizlenerek bütün emperyal sömürge ilişkileri Atatürkçülük adına tezgâhlanmıştır. Böylesine yanlış bir Atatürkçülüğün, Türk halkı ile Türkiye’nin kurucu önderini gene karşı karşıya getirdiği görülmekte, uluslararası konjonktür yüzünden Türk ulusu kurucu önderinden uzaklaştırılmaktadır. Böylesine çelişkili bir gidişe hiçbir politik makam ya da önder karşı çıkmayınca, yanlış Atatürkçülük devam etmekte ve bugünlere kadar gelerek Türkiye’yi içinden çıkılmaz bir bunalıma düşürmektedir.

Batı işbirlikçisi hükümetler yüzünden Türk devleti, Atatürkçülük adına Türk halkından uzak düşürülürken, böylesine olumsuz ve çelişkili bir duruma itiraz etmesi gereken Atatürk’ün partisi de yanlış ellere düşerek bir anlamda yanlış Atatürkçülük oyunlarına alet ve ortak olma noktasına sürüklenmiştir. Cumhuriyetin ikinci adamı tarihin doğal seyrinde politikadan çekilince, Büyük Orta Doğu ve İsrail politikalarına yandaş olan ama bunu gizleyerek sosyal demokrasi görünümü ile hareket eden bir Atlantikçi gazeteci partinin başına geçmiştir. Atlantikçi gazeteci CHP’yi kullanarak Türkiye’yi, Avrupa’dan uzak tutarken, işbirlikçi dini cemaatlerin gizlice önünü açmış ve Atatürk’ün partisini hızla Kemalizm’den uzaklaştırmış ve Orta Doğu’daki emperyal ve Siyonist politikalara doğru yelken çevirmiştir. NATO güdümünde bir ara rejim ilan edildiğinde, partisini terk ederek yeni bir parti kurma macerasına kalkışan Winston-Salem misafiri bu gazeteci Kemalizm’in yerine liberalizmi ve Atlantizmi getirmeğe çalışarak, yanlış Atatürkçülüğün en büyük örneklerini sergilemiştir. Atatürk ilke ve devrimlerine tam olarak sahip çıkması gereken Atatürk’ün partisinin başına daha sonraki aşamada, gene batı destekli Atlantikçi ve liberal bir siyaset bilimci getirilmiştir. Bu kişi de yazmış olduğu siyasal katılım tezinin tamamen tersi bir çizgide bu partiyi siyasal katılmama doğrultusunda liberal kafa yapısı ile yöneterek, devleti kuran bu partinin iktidardan uzak kalması sağlanmıştır. Atatürk’ten uzak siyasetçilerin Atatürk’ün partisinin başına gelmesine batılı emperyal devletler dikkat etmişler, herhangi bir aşamada bu partinin tek başına iktidara gelerek tam anlamıyla Atatürkçü bir siyasal programın uygulanmasına izin vermemişlerdir. Atatürk ilke ve devrimlerini korumakla görevli olan Atatürk’ün partisinin başına yanlış kişilerin gelmesi sağlanarak, yanlış Atatürkçülüğün ısrarlı bir biçimde sürdürülmesi batı emperyalizmi tarafından desteklenmiştir.

Kürselleşme döneminde ise, Atatürk’ün partisinin başında liberal kafa yapısı ve kadroların yetersiz kaldığını gören küresel sermaye güdümündeki batı güçleri, Soros’un çocukları denen bir neoliberal grubun bu partinin başına gelmesini sağlamışlardır. Soros’un çocukları okyanus ötesinden, Dünya Bankasından, Uluslararası Para Fonundan, TESEV ve TÜSİAD gibi küresel sermaye ortaklarından emir alarak onların çıkarları doğrultusunda neoliberal politikaları Atatürk’ün partisinde geçerli kılmağa yöneldiklerinde; partinin geçmişten gelen Kemalist kadrolarını tasfiyeye başlamışlar ve hızlarını alamayarak, liberal anlayıştaki eski yönetici kesimleri de partinin dışına doğru sürüklemeğe çalışmaktadırlar. Partinin ambleminde altı ok dururken, bu siyasal örgütü Soros’un talimatları ile neoliberal kadroların yönetmeğe kalkışması bir yanlış Atatürkçülük uygulaması olarak gündeme gelmektedir. Onbeş sene önce TÜSİAD başkanının kurduğu partide savunulan küreselci görüşler yeni demokrasi adına geliştirilen emperyalizme bağımlılık politikaları yeni parti sloganı adı altında bu partinin tabanına aktarılmağa çalışılırken, partinin tüzüğündeki ana ilkelere amblemindeki Atatürk ilkelerine bütünüyle ters düşen bir görünüm ortaya çıkmış ve bu partinin genel merkezine bir kez dahi gelmeyen, Atatürk’ün partisine hayatı boyunca oy atmayan, sürekli olarak merkez sağda kendine siyasal gelecek arayan elli kişilik bir grup küresel sermaye kontenjanından Beykoz konaklarında yapılan toplantılar ile listelere girerek ve milletvekili olarak, Atatürk’ün partisinin meclisteki grubunun üçte ikisini temsil etme yetkisi ele geçirmişlerdir. Adında halk kavramı olan bir partinin başına küresel emperyalizmi savunan bir neoliberal grubun gelmesi, halkın çıkarları yerine yabancı sermaye ve onun yerli işbirlikçilerinin çıkarlarını savunması gibi bir durum Atatürkçülük adına kabul edilemeyeceği için ortaya gene bir yanlış Atatürkçülük imajı çıkmakta, küresel sermayenin piyonlarının etkili olduğu bir partiye hem Atatürkçü taban hem de geniş halk kitleleri ters düşerek ciddi bir çıkmaz kendiliğinden gündeme gelmektedir. Tam bağımsızlık savaşı veren halkın partisinin tam bağımlılık durumuna düşürülmesi, milli devleti kuran bir partinin üst kadrolarının yabancılar tarafından belirlenmesi, neoliberal kadroların Türkiye’ye zorlanan Büyük Orta Doğu ve Büyük İsrail projelerini savunur bir noktaya gelmeleri, Atatürkçülük açısından hiçbir biçimde kabul edilemeyecek bir durum yaratmaktadır. Ne var ki, ekonomik ve siyasal baskılar ile Türk halkının tepki vermesi önlenmekte ve korku siyaseti sürdürülerek bu tür yanlış işlerin önü açılmaktadır.

Atatürk’ün partisi Atatürk karşıtı ya da batı işbirlikçisi kadroların eline geçince, Türkiye’de Atatürkçülük adına bazı siyasal gelişmeler örgütlenmek istemiş ve ülkenin önde gelen bazı Atatürkçüleri yeni siyasal partiler kurmuşlardır. Ne var ki, bazı küçük denemelerin başarısızlıkla sonuçlanması geniş halk kitlelerinde ciddi güvensizlik yaratmış ve bu güven sorunu nedeniyle de yeni kurulan partiler Atatürkçülük çizgisinde ilerleyerek etkili olamamışlardır. Atatürk’ün partisinin üçüncü lideri, devlet kuran partinin tarihte kalmasını söyleyerek istifa ettiği aşamadan sonra yeni bir parti macerasına gitmiş, Atatürkçü tabanı Büyük Orta Doğu planları doğrultusunda yönlendirmeğe çalışarak yanlış Atatürkçülüğün yeni örneklerini vermiştir. Küresel sermaye ile beraber ABD-İsrail ikilisinin kontrolü altında bulunan Türkiye’deki basın ve medya organları, TÜSİAD başkanının partisini işbaşına getirmek için yoğun çaba göstermişler ama halk kitlelerinden yüzde bir oy alamayan yeni demokrasi programını, Atlantikçi gazetecinin yeni partisi üzerinden iktidara taşıyarak istediklerini yaptırmak için çaba göstermişlerdir. Halk bu gerçeği görünce bu partiyi yüzde yirmi ikilik oy oranından yüzde bire indirerek cezalandırmıştır. Şimdi küresel sermaye ve yerli işbirlikçileri Atlantikçi gazetecinin partisine tam olarak uygulatamadıkları yeni demokrasi programını, ikinci kez Atatürk’ün partisi ile iktidara taşımağa çalışmakta ve böylece yanlış Atatürkçülüğün yeni örneklerini gözler önüne sermektedirler. Devleti kuran partinin geniş halk kitlelerini bir yana bırakarak küresel sermayenin çıkarcı politikalarına teslim olması, Türkiye’deki Atatürkçü tabanda ciddi olarak rahatsızlıklar yaratmış ve yeni arayışları da beraberinde gündeme getirmiştir. Türk halkından yüzde bir oy alamayan yeni demokrasi programının yeni dönemde, Atatürk’ün partisini de küçülterek meclis dışı bırakacağı ve tıpkı Yunanistan’da olduğu gibi merkez sağ ve sol partilerin emperyalizme teslim olduğu aşamada yeni siyasal oluşumların bu ülkede örgütlenerek meclise girdiği gibi, Türk toplumun içinden yeni alternatif partilerin ve antiemperyalist çizgide gerçek anlamda Atatürkçü yapılanmaların ortaya çıkacağı açıkça görülmektedir.

Merkez sağ partiler de tıpkı Atatürk’ün partisi gibi devletin kurucusu ile ters düşmemek üzere kendilerini Atatürkçü olarak göstermişler ve bu doğrultuda hem Atatürk’ün partisi ile hem de diğer siyasal partiler ile yarışırlarken Atatürk ilkelerine uygun davrandıklarını söylemekten çekinmemişlerdir. Ne var ki, esas itibarıyla sermayeci politikalara dayanan merkez sağ politikalar ile ayrıcalıklı bir burjuva sınıfı yaratılmağa öncelik verilirken, Atatürk’ün halkçılığı unutulmuş, belirli bir avuç zengin abad edilirken, çalışanlara ve halk kitlelerine milli gelirden gerekli olan paylar verilmemiştir. Böylesine olumsuz bir durumu sürdürebilmek için de, Atatürkçülük adına NATO ve batı ülkeleri tarafından tezgâhlanan askeri dönemler kullanılmıştır. Merkez sağ partiler bu süreçte ikiyüzlü davranmışlar, genel seçimlerde halktan oy isterken kendilerini Atatürkçü göstermişler ama okyanus ötesinden gelen talimatlara da hazır olda durarak selam çakmışlardır. Türkiye’de işbirlikçi bir sermaye kesimi yaratma noktasında askeri dönemleri batı emperyalizmi kullanmış ve bu yüzden devletin gelirleri hep gayrimüslim sermaye sahiplerine tahsis edilirken, emekçiler ve çalışan halk kitleleri askeri dönemlerde büyük davalarda yargılanarak işsiz ve güçsüz kalmağa mahkûm edilmişlerdir. Atatürkçülük adına gelen ara rejimlerde halk temsilcileri büyük davalar ile hapislere gönderilirken, sermaye partileri milli koalisyonlar oluşturarak kapitalist sistemin istendiği gibi çalışmasına çanak tutmuşlardır. Sürekli olarak burjuva sınıfının çıkarlarına öncelik veren merkez sağ politikalar Atatürk’ün halkçılık anlayışını ayaklar altında çiğnerken, sağdaki partiler nutuk meydanlarında Atatürkçülük ninnileri söyleyerek halk kitlelerini uyutmağa devam ediyorlardı. Bu yüzden, Atatürk’ün partisinde yer alan halk kitleleri toplam seçmen sayısının üçte birini cumhuriyetçi doğrultuda temsil ederek, merkez sağ partilerin Türk halkına karşı olan politikalarına alet olmuyorlardı. Türkiye’de ayrıcalıklı bir azınlık yaratılmasına neden olan merkez sağ politikalara karşı Atatürkçülük adına ciddi bir halkçı çıkış gerekirken, liberal kadrolara teslim edilen Atatürk’ün partisi böylesine ulusal bir inisiyatifi ortaya koymaktan uzak kalıyordu.

***

Atatürk’ün partisinin Atatürkçü olmayan yanlış ellerde bulunması, merkez sağ partilerde yozlaşmaya neden olduğu gibi, soldaki partilerde de birçok yanlışlığın öne çıkmasına elverişli bir ortam yaratmıştır. Soğuk Savaş döneminde Türk solunun Sovyetler Birliğinin kontrolü altına sürüklenmemesi için geliştirilen bazı ulusalcı ve solcu girişimlerde Kemalizm ve sosyalizm birlikteliği milli demokratik devrim adına savunulmuştur. Bazı sol franksiyonlar daha da ileri giderek, normal Atatürkçülüğün dışında bir yeni ideolojiyi Kemalizm adına ortaya koyarlarken, hareket noktası olarak sosyalizmi seçmişler, bu yüzden de bir sosyalizm kopyacısı çizgide kendilerine göre Kemalizm ideolojisini ortaya koymağa çalışmışlardır. Sanki Kemalizm ikinci bir sosyalizmmiş gibi lanse ederek, birçok sosyalist düşünceyi Kemalizm adına ifade etmeğe çalışmışlardır. Bu nedenle Türk solu da kendi içindeki fraksiyon kavgalarında yanlış bir Atatürkçü oluşuma esir olmuştur. Moskova merkezli Türkiye Komünist Partisine teslim olmamak üzere geliştirilen millici çizgideki sosyalist anlayışların hemen hemen hepsi, Ulusal Kurtuluş Savaşını çıkış noktası olarak kabul ettikleri için, Mustafa Kemal’i aynı zamanda sosyalist bir önder olarak göstermeğe çalışmışlardır. Ülkede sosyalizm yarışı başlayınca, Sovyetler Birliği’nin önünü kesmek üzere bir çok sol fraksiyon Batılı gizli servisler aracılığı ile desteklenmiş ve bunların da araya girmesiyle Türkiye tam anlamıyla bir terör ve kaos ortamına sürüklenerek, patronların çıkarları doğrultusunda geliştirilen askeri darbe senaryolarına sahne olmuştur. Soğuk Savaşın son döneminde Sovyetler Birliğinin önü NATO ittifakı ile kesilirken Türkiye askeri darbelere doğru çekilmiş ve batı emperyalizminin çıkarları doğrultusundaki bu oluşumlar Türkiye’de Atatürk adına işbaşına geldiği için yanlış Atatürkçülüğün uygulama aşamaları olmuşlardır. Normal koşullarda Türk halkından yana olması gereken Atatürkçülük, emperyalizmin çıkarları doğrultusunda Türk ordusu üzerinden kullanıldığı için yıpratıcı olmuş, bu süreçte hem Türk Silahlı Kuvvetleri hem de Atatürkçülük ara rejimlerin halk kitlelerini ezmesi yüzünden büyük tepki görmüştür. Bütün askeri darbeler Atatürk adına yapılmış ama batı emperyalizminin çıkarlarını koruyarak Türk halkına büyük zararlar verdiği için yanlış Atatürkçülük uygulamaları olarak tarihteki yerlerini almışlardır. Bazı sol Kemalist anlayışlar sonraki aşamada devrimcilik adına açıkça darbeciliğe yöneldiğinde, yanlış Atatürkçülük uygulamaları daha da genişlemiş ve ara rejimler için elverişli ortamlar yaratmıştır.

Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra bazı sol fraksiyonların eski Soğuk Savaş döneminden kalma yanlış Atatürkçülük uygulamalarına kendi siyasal çıkarları doğrultusunda devam ettikleri ve sanki Kemalizm ile sosyalizm aynı ideolojiymiş gibi aldatıcı bir görünüm yaratmağa çalıştıkları anlaşılmaktadır. Sosyalizmin işçi sınıfının ideolojisi olarak Batının kapitalist ülkelerinde ortaya çıkmasına rağmen, Kemalizm tarihsel süreç içerisinde Türk ulusunun kurtuluş hareketi ve bağımsız bir devlet yapılanmasının meydana getirmiş olduğu bir siyasal birikim olarak gündeme gelmiştir. Türk halkı ulusal bir kurtuluş savaşı vererek, kendi milli devletini kurarken uyguladığı bağımsız yolun adı kurucu önderin Mustafa Kemal olması yüzünden Kemalizm ya da Atatürkçülük olarak adlandırılmıştır. Bu doğrultuda Kemalizm halkçı ya da ulusçu yönleriyle ancak bir halkın ya da ulusun çıkarları doğrultusunda antiemperyalist bir çizgide savunulabilir ama işçi sınıfının adına Kemalizm ileri sürülemez. Hal böyle olmasına rağmen, bugün bazı sol fraksiyonlar inatla ve ısrarla sosyalist bir anlayışla Kemalizm’i savunur görünerek ve sol uçtaki partilerinin geniş halk kitlelerinden oy alabilmesi için, neoliberal yönetimin Atatürk’ün partisinden Atatürkçüleri kovmağa çalıştığı yeni aşamada Atatürkçü tabandan oy devşirerek yüzde bir oy almağa çalışmaktadırlar. Tıpkı TÜSİAD başkanının kurduğu yeni demokrasi partisi gibi halk kitlelerinden oy desteği alamayan marjinal sol anlayışlar, Atatürkçü tabandan oy alabilmek üzere kendilerini Atatürkçü göstererek, hatta daha da ileri gidip, gerçek Atatürkçülük çizgisine ters düşen bir çizgide sosyalizm içerikli yeni bir tür Kemalizm icat etmeğe kalkışmaktadırlar. Bunu da bu işleri hiç bilmeyen yeni kuşaklara kabul ettirmek üzere büyük yayın faaliyetlerine girişmişlerdir. Sol uçtaki marjinal partilerin, Kemalizm’i sosyalizm olarak göstermeğe kalkışması yanlış Atatürkçülüğün yeni bir örneği olarak ortaya çıkarken, kendi partisinden kovulma aşamasına gelmiş Atatürkçü taban üzerinde kafa karışıklığı yaratarak bazı siyasi merkezlerin, yeni siyasal senaryolar için ortam hazırlığı içinde olduğu anlaşılmaktadır. Türk halkının ulusal çıkarları hiçbir zaman uçtaki marjinal partilerin siyasal çıkarları ile denk düşmeyeceği için, gerçek Atatürkçü kesimlerin bu aşamada daha dikkatli davranarak hareket etmeleri gerekmektedir. Yeni cumhuriyet kuşaklarının biraz tarih okuyarak geçmişi iyi bilmeleri, bugün sergilenmek istenen emperyal senaryoların önlenebilmesi açısından giderek önem kazanmaktadır. Medya ve basın organları aracılığı ile yanlış yönlere doğru sürüklenen Atatürkçülerin gerçekleri görerek hareket edebilmeleri açısından yakın tarihi iyice incelemeleri gerekmektedir. Soğuk Savaş döneminden kalma eskimiş Kemalizm sosyalizm birlikteliği politikalarının, küreselleşme aşamasında hiçbir anlamının bulunmadığının anlaşılabilmesi için yakın tarih incelemeleri gerekli görünmektedir. Sol kesimin entelektüel bir yapıya sahip olması, gerçeklerin incelenmesi açısından bir şans olarak değerlendirilebilir.

Devletin temelinde var olan kurucu iradeyi temsil eden Atatürk’ün ortaya koyduğu prensiplere, Atatürk ilkeleri olarak anayasal bir yapı kazandırılmıştır. Bu çerçevede Atatürkçülük Atatürk ilkelerini savunma anlamında Türkiye’deki hukuk devletinin bir parçası olarak görünmektedir. Ne var ki, Batı emperyalizmi dünyanın merkezi coğrafyasında yeni bölgesel projelere yöneldiği bir aşamada destekleyerek işbaşına getirdiği hükümetleri bu yoldan çıkartarak var olan devlet yapısını yeni bölgesel düzen arayışı içinde kullanmağa çalışmaktadır. Yeni gelinen bu aşamada Atatürkçülük önce Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyetinden çıkartılmıştır. İdeolojik devlet olmaz diyerek yapılan bu temizlik operasyonunda Atatürk ilkeleri Atatürk’ün cumhuriyetinin dışına çıkartılmıştır. NATO’ya üye olduktan sonra Türk Silahlı Kuvvetlerinin Batı ittifakı doğrultusunda hareket etmeğe başlamasıyla da Atatürkçülüğün, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın muzaffer ordusu ve Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu olan peygamber ocağından dışlandığı anlaşılmıştır. Üçüncü aşamada Atatürk’ün partisinden de Atatürkçülük dışlanırken, bağımsız Türkiye Cumhuriyeti devletini çağdaş bir siyasal örgütlenme olarak kurmuş olan Atatürk’ün ilkelerini ve devlet modelini savunmak Türk ulusuna kalmaktadır. Bu amaçla, çeyrek yüzyıl önce Türkiye’nin tanınmış elli büyük hukukçusu bir araya gelerek bir Atatürkçü dernek kurmuşlardır. Bugün üç kurumdan dışlanan Atatürk ilkelerinin bir bütün olarak normal hali ile savunulması ve korunması artık Türk ulusuna geri dönmüş ve Türkiye’nin en büyük sivil toplum kuruluşu olan bu dernek aracılığı ile savunulmağa başlanmıştır. Çeyrek yüzyılı bulan bir çalışma sonucunda, artık Atatürkçülüğün siyasal partilerin ya da batılı emperyal devletlerin çıkarları doğrultusunda bir yerlere çekilmesi dönemi sona ermekte ve gerçek Atatürkçülük bu büyük ve geniş tabanlı sivil toplum örgütü tarafından korunur bir noktaya gelmektedir. Türkiye’de demokrasinin yerleşmesi ve kökleşmesi açısından çok önemli olan böylesine bir yeniden yapılanmaya eski alışkanları doğrultusunda karşı çıkarak, gene yanlış Atatürkçülük uygulamalarını siyasal merkezlerin çıkarları doğrultusunda gündeme getirmek isteyen bazı çevreler ve küçük partiler bu büyük derneğe müdahale ederek, şubelerini ele geçirerek kendi yan kuruluşları haline getirmek için çaba göstermektedirler. Gerçek Atatürkçülerin böylesine yanlış bir Atatürkçülüğe direnerek, bağımsız sivil toplum yapılanmasını korumaları cumhuriyet ve demokrasi açısından zorunlu görünmektedir. Normalleşme sürecinde Kemalistler kendi yollarına sosyalistler de kendi yollarına gitsinler, bu aşamadan sonra marjinal sol partilerin meclise girmesi için Atatürkçülerin yanlış siyasal senaryolara alet olmaları ve küçük partiler için oy deposu konumunda olmalarını beklemek hayalden öte gidemeyecektir.

Yeni dönemde halk kitleleri ile devletin kurucusu Atatürk’ü yakınlaştıracak hatta giderek bütünleştirecek yeni açılımlara şiddetle ihtiyaç bulunmaktadır. Atatürk ile Türk halkını karşı karşıya getiren yanlış Atatürkçülük uygulamalarından bir an önce kurtulmadıkça, dini cemaatlerin Atatürk ile halk kitleleri arasına girerek bu karşıtlığı desteklemeleri önlenmedikçe, çıkar çevrelerinin Türkiye’de meşruiyetin ölçüsü olan Atatürkçülüğü kendi çıkarcı politikaları doğrultusunda kullanmalarının önüne geçilmedikçe, devrimcilik adına yeniden geliştirilmek istenen darbe senaryoları devre dışı bırakılmadıkça, emperyalizmin bölgesel planlarında Türkiye’nin kullanılmasına son vermedikçe, yanlış Atatürkçülük uygulamaları gene eskisi gibi devam edecek ve Türkiye Cumhuriyeti geniş halk kitleleri ile kurucu önder Atatürk’ün karşı karşıya getirildiği böylesine bir çıkmaz sürecinde dağılmak zorunda kalabilecektir. Türkiye Cumhuriyetini yanlış Atatürkçülük uygulamalarından kurtaracak düzeyde bir bilgi birikimi ve bilinç düzeyi Türk kamuoyunda etkili kılınmadıkça Atatürk ile Türk halkını yeniden bir araya getirebilmek son derece zor görünmektedir. Bugünün Atatürkçülerine ve Türk gençliğine böylesine kutsal bir görev ülkenin geleceği doğrultusunda düşmektedir. Emperyal güçlerin engellemelerine karşı antiemperyal ve ulusal çizgide geliştirilecek bir doğru Atatürkçü yaklaşım, Atatürk ile Türk ulusunu yeniden kaynaştırma doğrultusunda, bütün yanlış ve sahte Atatürkçü politikaları ve yaklaşımları ortadan kaldırarak doğru Atatürkçülük dönemini başlatmalıdır. Atatürkçülüğü başkalarının kendi çıkarları çizgisinde kullanmasını önlemek için bütün gerçek Atatürkçüler seferber olmalıdırlar. Yanlış Atatürkçülüklerin geride kalması için doğru Atatürkçülüğün gerçek Atatürkçüler tarafından ortaya konulması gerekmektedir.

http://www.fbkg.org/yanlis-ataturkculuk.html

This entry was posted in ATATURK. Bookmark the permalink.

One Response to YANLIŞ ATATÜRKÇÜLÜK

  1. Murat Aygen says:

    Evet ülkemizde bir işbirlikçi burjuvazi var. Ama işbirliğini BATI’nın en ilerici unsurları ile yapmış olduğu artık ortaya açık-seçik çıkmıştır (rantiyeler ve ırkçılar seslerini yükselttiklerinde Türkiye’de fabrikalar kapanıyor). Nasıl ki Japon işçileri “haydi arkadaşlar, bir saat de İmparator için çalışalım” diyorlarsa; DiSK’e bağlı işçiler de “haydi arkadaşlar, bir saat de Albert Schweitzer için çalışalım”, “(…) bir saat de Martin Luther King için çalışalım”, “(…) bir saat de JFK için çalışalım” diyebilmelidirler. Vardiya çıkışında da hepbir ağızdan Joan Baez’in “We shall overcome” nâmesini söylemelidirler.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *