SURİYE IRAK VE AT PAZARLIĞI

SURİYE IRAK VE AT PAZARLIĞI

Naci KAPTAN
14 Temmuz 2012

Değerli Okur,

Türkiye’nin Suriye’de Esad rejimini devirmesi için Suudi Arabistan ve Katar’dan 10 milyar dolar para aldığı ve bu para ile Suriye Devletine başkaldıran muhalif güçlerin desteklenerek silahlandırıldığı yabancı basında yazılıyor.

Daha önce de Irak işgalinde, Türk ordusunun da Haçlı ordularıyla birlikte hareket ederek Irak’a girmesi için AKP heyeti Amerika’da Bush ile pazarlık yapmış ve Türk Ordusunun Haçlı orduları tarafında yer alması için 100 milyar dolardan başlayan bir pazarlık yapılmış ve pazarlık 40 milyar dolara kadar inmişti.

Bush da şöyle demişti ;
“Biz buna Teksas’ta at pazarlığı deriz ! ”
Daha sonraları iş 6 milyar dolara bağlandı.

Şimdilerde ise Türkiye 10 milyar dolarla Suriye’yi işgal için iteleniyor.AKP iktidarı da bu parayı alarak haçlı orduları yanında yer alıyor.Türkiye’nin Suriye sınırında teröristler barındırılıyor, Türkiye’den Suriye’ye MİT destekli silah gönderildiği yabancı basında yazılıyor.Kendi çocuklarını bedelli askere gönderenler,halkın çocuklarını emperyal düzenin çıkarı için ,Haçlı orduları yanında İslam Ülkelerini işgale gönderiyor.

Soros ne demişti ;

“Türkiye’nin en iyi ihraç malı askeridir”

Türk askerine biçilen fiyat
Aslında Soros söylemlerinde haklıydı. Onlara göre Türk askerinin bir maliyeti vardı ve bu batı için değeri biçilebilecek miktardaydı. Türkiye ilk ihracı Temmuz 1950’de Kore’ye toplam 4500 civarında askerini yollayarak gerçekleşecekti. O zamanın Amerikan Dışişleri bakanı Dulles’in ağzından şu sözler dökülüyordu.

“Bir Türk askeri bize 23 sente mal oluyor”. Bu NATO’ya girebilmenin bedeliydi. Toplam 721 şehit ve 2111 gazinin Amerika Birleşik devletlerine maliyeti bu kadarla ölçülüydü. Çünkü Senatör Cain’in de dediği gibi “Amerikan piyadelerinin bu paylaşım savaşında yıpranmaması için diğer devletlerin desteğine de ihtiyaç vardı”.

Evrensel şair Nazım Hikmet Amerikan Dışişleri bakanı Dulles’e sesleniyor ;

23 Sentlik Askere Dair

Mister Dallas,
sizden saklamak olmaz,
hayat pahalı biraz bizim memlekette.
Mesela iki yüz gram et alabilirsiniz,
koyun eti,
Ankara’da 23 sente,
yahut bir kilodan biraz fazla mercimek,
elli santim kefen bezi yahut,
yahut da bir aylığına
yirmi yaşlarında bir tane insan
erkek,
ağzı burnu, eli ayağı yerinde,
üniforması, otomatiği üzerinde,
yani öldürmeye, öldürülmeye hazır;
belki tavşan gibi korkak,
belki toprak gibi akıllı,
belki gençlik gibi cesur,
belki su gibi kurnaz,
(her kaba uymak meselesi)
belki ömründe ilk defa denizi görecek,
belki ava meraklı, belki sevdalıdır.
Yahut da aynı hesapla Mister Dallas,
(tanesi 23 sentten yani)
satarlar size bu askerlerin otuzbeşini birden
İstanbul’da bir tek odanın aylık kirasına,
seksen beş onda altısını yahut,
bir çift ıskarpin parasına.
Yalnız bir mesele var Mister dallas,
herhalde bunu sizden gizlediler.
………….

Konuyu daha derinlemesine anımsamak için sabırla aşağıdaki iki yazıyı okumanızı isterim ;

10 MİLYAR DOLAR:
SAVAŞ PARASI PEŞİN Mİ GELDİ?

Şu “10 milyar dolar hibe”ye girmeden önce, duruma bakalım:

Suudi Arabistan; ABD, Fransa, kısaca Türkiye dahil NATO’nun örgütlediği ve silahlandırdığı “Hür Suriye Ordusu” nun askerlerinin maaşını ödüyor… (Guardian gazetesi)

CIA ajanları Türkiye’den (Antakya), her türlü silahı, ağır-hafif, sınırlarımızdan Suriye’ye sokuyor ve bu maaşlı askerleri silahlandırıyor (New York Times), örgütlüyor, eğitiyor, yallah deyip Suriye’ye salıyor. Bomba, suikast gırla…

Esad rejimine karşı demokrasi isteğinin kanlı bastırılmasından sonra, NATO (ABD), Suudi (Katar-Kuveyt), Türkiye üçgeninin desteğiyle ve artık Batı’nın paralı askerleri diyebileceğimiz “Hür Suriye Ordusu” nun iç savaşı sürdürme ve çıkarma başarısına bel bağlandı.

Guardian diyor ki, Suudi Arabistan ve Katar’ın ağır silah desteği ile silah dengesi isyancıların lehine değiştiriliyor. Çok daha büyük katliamlar olmalı, Suriye halkı yüzlercesine, binlercesine, on binlercesine ölmeli… Yoksa Esad’ın düşeceği yok!!!

Türkiye’de iktidar aslında fiili olarak elini Suriye’deki savaşa sokmuş durumda!

Maaşlı askerler, bizim kamplardan Suriye’ye giriyor, öldürüyor, bomba atıyor ve geri dönüyor.

Erdoğan her fırsatta Obama ve Batılı liderlerle bir araya gelip Suriye’de Esad rejiminin nasıl yıkılacağını görüşüyor!

Derken bizim uçakların Suriye hava sahasına girdiği (kötü niyetleri yoktu ama, denilerek mazur gösterilmekte) ve birinin düşürüldüğü açıklanıyor.

***

Suriye nasıl bir ülke? Çok kültürlü, çok dinli, çok mezhepli, çok milliyetli…
Bu ne demek ABD ve Batılıların gözünde, biliyoruz: Parçalanmaya açık ve hazır!

Birbirine kırdırırsın, olur biter.. Amaca ulaşırsın.. Bir Batı uşağı oturtursun iktidara.. Ülke yakılıp yıkılmıştır zaten.. Amerikan şirketleri dolar.. Kıyıdaki petrol veya doğalgaz ölçülüp biçilir.. Pazarlar ele geçirilir.. Ülke yoksullaştıkça yoksullaşır…

En önemlisi, Rusya-İran-Suriye ekseni kırılır. Suriye’deki silahlar İran’a çevirtilir…

İran’ın önündeki engeller temizlenir…

***

Bu kime yaptırılır? Tabii ki Türkiye’ye… Batı’nın en Ortadoğu’daki mızrağına…

Neden ABD ve müttefikleri Irak’taki gibi bizzat müdahale etmez?
ABD doğrudan askeri müdahale dönemini, çok çok zorunlu ve hayati olmadıkça, kapadı!

Çünkü Irak, ABD’yi bitirdi. Ekonomik krizi ağırlaştırdı…
Bunun için bizim gibi ülkelerin kullanılması kararlaştırıldı. Ateşten kestanelerin alınmasını elle yapamazsın…

***

Türkiye nasıl bir ülke?
Düşük iç savaş yaşayan, yine çok mezhepli, dilli, etnisiteli bir ülke…
Aslında ABD ve Batı, Kuzey Irak’ta PKK’yi desteklerken, sinsi sinsi Suriye’ye yaptığını Türkiye’ye yapıyor…

Başka?
Eh yani kredi notu arttırılmış, ekonomisi Batı’nınki gibi ağır krize girmemiş, dış ticaret açığına ve iç gelir dengesizliklerine rağmen belirli bir büyüme sağlamakta olan bir ülke.

Batılı diyor ki, kardeşim müttefik değil miyiz, bizim durum kötü, senin durum iyi, hadi bakalım…

Senin durum da kötü olsun.. Hatta bizden de kötü olsun…
Ki, Suriye’yi hallettikten sonraki süreçte, seni de kolayca ve rahatça halledelim!

Rusya uyarıyor: Yahu etmeyin yapmayın, Suriye yıkılıp parçalanırsa Türkiye’nin de işinin halledilmesi kolaylaşır!

***

Suudi Arabistan bu aşamada Türkiye’ye 10 milyar dolar hibede bulunmuş…

Bu para nereye, kime hibe edilmiş? Para hazineye mi girmiş, Merkez Bankası kasalarına mı bilmiyoruz…

Daha da önemlisi: Bu para ne için hibe edilmiş?.. Gül ve Erdoğan’ın güzel gözleri ve kaşları için mi?

Bu hibenin aracısı kim? Hiç şüphem yok ki ABD! O, Suudi ve Katar’ın arkasında!

Biliyorsunuz, 2003’te Irak’a girseydik 40 milyar dolar kadar nakit para alacaktık!

Şimdi ön destek mi geldi Merkez Bankası’na?
ABD-Suudi Kralı şunu mu diyor: Suriye Türkiye ekonomisini sarsarsa korkma!

İşte peşini 10 milyar… Sonrası da kırmızı meşini, yolda!

Sevda Tepesi bahanesi, asıl Suriye’ye bak sen!
Para peşin, kırmızı meşin! *1*

Orhan Bursalı

İLİŞKİLERİN DÜĞÜM NOKTASI: BUSH’LA AT PAZARLIĞI…

ABD, şubatın ikinci haftasına 6 Şubat tezkeresinin tadıyla girdi.

Demek ki bunun arkası gelecekti. Türkiye, Amerikan askerlerinin konuşlanmasına da, üs ve limanların her türlü amaç için kullanılmasına da izin verecekti. Aksini düşünmek olanaksızdı. Yoksa bunca üs ve limanın ABD tarafından modernize edilmesine izin verilir miydi?
Artık Akdeniz’de tedirgin dolaşan Amerikan gemileri güvenle rotalarını Mersin-İskenderun limanlarına yöneltebilirdi…

ingiltere rahattı… Gerçi Türkiye, ABD’ye evet, ingiltere’ye hayır diyordu, ama olsun. ABD askeri demek, ingiliz askeri demek. Artık kuzey cephesi garanti görünüyordu.

Askerler rahattı… Hükümet 19 fireyle de olsa tezkereye evet demişti. AKP yöneticileri, milletvekillerini ikna etmek için çaba harcamış ve sonuç almıştı. Bundan sonraki tezkerelerde de en azından bu sonuç beklenebilirdi. Ancak bu aşamadan sonra ABD ile ortak noktaya gelmek için ikinci tezkerenin zamanlamasının çok dikkatli seçilmesi gerekiyordu!

Erdoğan rahattı… Başbakanlığı halen Abdullah Gül yürütüyordu, ama bir süre sonra kendisi alacaktı. Daha önce Bush’la yaptığı görüşmede ortaya çıkan “yaklaşım birliği” bu tezkereyle oylanmış ve kabul edilmiş oluyordu. Tezkere, 193 ret oyuna karşılık 308 oyla kabul edilmişti. AKP, toplam 50 kadar fire vermişti. 30 milletvekili hacdaydı. Onlar fire sayılmazdı. Geriye kalıyordu 20. Bunlardan da 19’unun kesin hayırcı olduğu anlaşılıyordu. Hiçbirini ikna edemese bile kalan evetler yeterdi. İkinci tezkere Meclis’ten rahatça geçerdi.

Meclis bu havayla 10 Şubat’ta Kurban Bayramı tatiline girdi, ikinci tezkere bayram sonrasına kalmıştı, ilk tezkerenin bayramdan önce çıkmış olması da iyi olmuştu. Aksi halde kimi vekiller seçim bölgelerine gidip seçmenin tepkisinden etkilenebilirdi.

Hükümet ve AKP üst yönetimi ise tatile değil, kampa girmişti. Moda deyimle bundan sonra nasıl bir “yol haritası” izlemek gerekir, bunu netleştirmeliydi.

ABD’nin Akdeniz’deki gemilerini hemen Türkiye’ye doğru yönlendirmesi AKP katlarında şöyle yorumlandı:

– Hah işte, biz demedik mi, ABD Türkiye’siz bir şey yapamaz diye. Daha tezkerenin mürekkebi kurumadan gemilerini bizim limanlara yönelttiler. Şimdi bu pazarlığın tadını çıkarmalıyız. Dışişleri Bakanımız Yaşar Yakış’ı ABD’ye yollamalıyız. Giderken yanına ekonomiden sorumlu Devlet Bakanımız Ali Babacan’ı da koymalıyız. Yakış, Irak operasyonuna Türkiye’nin vereceği desteği konuşurken, Babacan da ABD’nin Türk ekonomisine vereceği desteği konuşur. Genel Başkan Erdoğan da söylemiyor mu; diplomasi tüccarlıktır. Al gülüm ver gülüm…

Bu yorum aynı zamanda fiili durum oldu ve Erdoğan’ın iç kabinesinden Cüneyd Zapsu şu hesabı yaptı:

“ABD eğer kuzey cephesini açamazsa, güneyden girmek zorunda kalacak. Ben hesapladım, bunun maliyeti 600 milyar dolan bulur. Ama kuzey cephesi açılırsa maliyet çok düşecektir. ABD’ye diyelim ki, ‘Arkadaş, bize 100 milyar dolar ver. Her türlü yardımı yapalım’. Benim temaslarım var, bu ABD’de de böyle yapılıyor.”

Bu iç değerlendirmenin ardından, Yakış ve Babacan 14 kişilik ekonomi bürokratları ağırlıklı bir heyetle Kurban Bayramı’nın birinci günü ABD’ye uçtu.12 Şubat Çarşamba günü havalanan THY uçağı umut yüklüydü.

Yakış ve Babacan, baba bir pazarlık yapacak, bürokratlar onlara her türlü desteği verecek ve kocaman bir bayram müjdesiyle döneceklerdi.

Ziyaret, günün gazetelerine şu tür başlıklarla haber olmuştu:

“Ani ziyaret”

“Pazarlık ziyareti”

“ABD yönetimiyle tezkere pazarlığı”

Başlıklar gezinin apar topar planlandığı, özünü de sıkı bir dolar pazarlığının oluşturduğu gerçeğini yansıtıyordu.
ABD’de muhatap Hazine Bakanı olabilirdi, Dışişleri Bakanı olabilirdi… Bush’la görüşmek zordu, ama isteklerini en üst düzeyde iletecekleri için ABD’de bulundukları süre içinde Bush yönetiminden bağlayıcı söz almadan dönmeyeceklerdi.

ilk görüşme Dışişleri Bakanı Colin Powell’la Yakış arasında gerçekleşti. Powell, üs ve limanlarla ilgili tezkerenin ardından Türkiye ile ortak yapılacak işlerin konuşulacağını düşünüyordu.

Daha görüşmenin başında Yakış, ziyaretin ana fikrini açıkladı:

“Irak’a müdahaleye kararlısınız. Bütün hazırlıklarınızı da yapıyorsunuz. Planınızın önemli bir parçasını kuzey cephesi oluşturuyor. Buna gerekli desteği vereceğimizi 6 Şubat tezkeresiyle gösterdik. Ancak bizim savaşta göreceğimiz zararın nasıl karşılanacağı büyük önem taşıyor. Sizin kuzey cephenizin açılmamasıyla uğrayacağınız zarar, yani yapacağınız harcama yüz milyarlarca dolan buluyor. Bunun bir kısmını bize verin, bunu yazılı bir mutabakata bağlayın, anlaşalım… ille nakit para da istemiyoruz. Bir bölümü hibe de olabilir… ”

Powell şaşırmıştı. Kendisinin Dışişleri Bakanı olduğunu, görüşmeyi iki ülke arasındaki stratejik ilişkinin daha da gelişmesi çerçevesinde düşündüğünü aktardıktan sonra bir öneri getirdi:

“isterseniz Başkan Bush’la görüşmenizi sağlayabilirim. Zira getirdiğiniz öneriler beni aşıyor. Doğrudan Başkan’ın karar vermesi gereken bir boyuta ulaşıyor…”

Heyet üyeleri “tamam” dediler. “Biz Başkan Bush’a Türkiye’nin durumunu anlatırız, ikinci tezkerenin geçebileceğini, ama bunun çok da kolay olmadığını, eğer ciddi bir yardım söz konusu olursa işlerin çok hızlı yürüyeceğini söyleriz…”

Görüşmeden sonra Yakış’ın etrafını saran Türk gazetecilere Bakan’ın vereceği net bir yanıt yoktu.

Yakış ortadan gitti:

“ABD’nin Türkiye’ye yardım paketinin hazırlıkları sürüyor, iki taraf da iyi niyetli olduğuna göre mutabakat olur. Biz sağlam adım atmak istiyoruz. Açıkçası kazaya uğramak istemiyoruz. ”

Yakış gündemin ikinci önemli konusu Türk askerinin Kuzey Irak’a girişine ilişkin de “Biz istenmeyen durumları önlemek için tedbir alıyoruz” demekle yetindi.

Tedbir alınıyordu, ama yardım alınmıyordu. Powell aslında Bush yönetiminin havasını Yakış’a aktarmıştı. Yakış’ın Bush’tan önceki durağı Dışişleri Bakan Yardımcısı Marc Grossman’dı.

Bu görüşme sonrasındaki açıklama da diplomasiden başka bir şey kokmuyordu:

“Her iki taraf da sorunların aşılabilir mesafede olduğunu gördü!”

Bunun Türkçesi şuydu:

“Yardım pazarlığı cephesinde görünen bir şey yok!”

Vee beklenen an geldi. 14 Şubat Sevgililer Günü’nde Başkan Bush, Yakış ve Babacan’ı kabul etti. Her iki bakan da bu görüşmede Bush’un niyetini, Türkiye’yi nasıl gördüğünü çok iyi anladılar! Deyim yerindeyse görüşmeye kendi görüşleriyle girdiler, ama bambaşka düşüncelerle çıktılar.

“ABD, Türkiye’siz kuzey cephesini açamaz, hatta bu savaşı başlatması bile zor olur” değerlendirmesiyle Bush’un odasına giren Yakış’ın görüşme sonrası gazetecilerle paylaştığı düşünceleri şuydu:

“ABD bir askeri planlama yapmış… Türkiye geçiş izni vermedi diye Irak’a müdahaleden vazgeçilmesini beklemiyoruz. Türkiye’li ve Türkiye’siz yapacaklardır.”

Yakış’ı bu açıklamaları yapmaya iten görüşmenin içeriği, insanın fırından çıkıp buzdolabına girmesi gibi bir şeydi… Görüşmeden bir hafta sonra ulaştığım bu bilgiler 25 Şubat Salı günü Cumhuriyet’in manşetindeydi…

İşte [b]Bush-Yakış diyalogunun özeti:[/b]

Yakış- Sayın Başkan, Türkiye’nin birinci Körfez Savaşı’ndan uğradığı zararı siz de çok iyi biliyorsunuz. Yine aynı durumla karşılaşmak istemiyoruz.

Bush- Biz müttefikiz. Müttefiklik bu tür zamanlarda belli olur.

Yakış- Evet biz de aynı düşüncedeyiz. Ancak Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu durumu biliyorsunuz.

Bush- Benimle at pazarlığı yapmaya mı geldiniz?

Yakış- Hayır, biz at pazarlığı yapmıyoruz. Türkiye’nin iyi bir müttefik olabilmesi için ekonomisinin de ayakta olması gerekir. Bunları sizinle konuşmak istiyoruz.

Bush- Teksas’ta at pazarlığı nasıl yapılır bilir misiniz? Cebinizde para vardır. At pazarına gelirsiniz. Bir atı gözünüze kestirip pazarlık edersiniz. Etraftan gelenler olur. Sonra bir bakmışsınız, cebiniz-deki para da gitmiş at da… Cepler dışarıda kalmışsınız…

Yakış- Biz bunu at pazarlığı olarak görmüyoruz…

Bush- Beyler, ABD topraklarında yapacağınız bir şey yok. Ülkenize gidin ve bu tezkereyi Meclis’ten geçirin.

Yakış- Birtakım zorluklarımız var. Uğrayacağımız zarar gerçekten büyük. Biz iki müttefik ülkeyiz. Bizi anlayacağınızı düşünüyoruz.

Bush- Hiçbir müttefik beni sizin kadar uğraştırmadı.

Yakış- Türkiye aynı zamanda AB sürecinin içinde. Oradan değişik sesler geliyor…

Bush- AB mi kaldı? Alın işte 3’e böldüm… Siz neredesiniz, bana onu söyleyin. Karşımdaysanız, karşımda olduğunuzu bileyim. Değilseniz, ona göre hareket edeyim…

Yakış- Türkiye demokratik bir ülke. Uluslararası hukuk kurallarına da hep uydu. Bu operasyonla ilgili BM’nin takınacağı tavır da önemli…

Bush- 21. yüzyılda BM gerekli mi değil mi ona bakıyorum. Arkadaşlarım bunu araştırıyorlar…

Bush’un bu sözleri, ABD yönetiminin öteki yetkilileriyle yapılan görüşmelerden çıkan sonuçlarla birleşince Türkiye-ABD ilişkilerinin kritik bir eşikte olduğu açıkça ortaya çıkıyordu.

Bush yönetimi ABD askerlerine konuşlanma izni verilmemesi, ortak hareket edilmemesi durumunda neler olacağına ilişkin 3 temel mesaj vermişti:

1- Türkiye’nin kaygılarını anlıyoruz, adımlarımızı atarken bunu da dikkate alıyoruz. Türkiye’den beklediğimiz desteği görmezsek tamamen Kuzey Irak’taki gruplarla hareket ederiz.

2- Birlikte hareket etmezsek IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü size sırtını döner. Bu aşamadan sonra bize gelmenizin ya da durumu düzeltmeye çalışmanızın bir yaran olmaz.

3- Ermeni karar tasarılarının ABD eyaletlerindeki yerini biliyorsunuz. Ancak bunlardan birinin Temsilciler Meclisi’ne gelmesi söz konusu olabilir. Lobiler bunu dört gözle bekliyor!

Muhtıra niteliğindeki bu diyaloglar ve mesajlarla Türkiye’ye dönen Yakış ve Babacan’ın ağzını bıçak açmıyordu.

Durum gazete sayfalarına şöyle yansıdı:

“Heyet ABD’den eli boş döndü!”

ABD, Irak operasyonunda Türkiye’siz hareket edebileceğini açıkça göstermişti.

Bunun geleceğe dönük mesajı da şuydu:

Operasyonun devamında da tek başıma hareket edeceğim!

Ziyaret sonrasında ABD’den gelen haberler de Cumhuriyet’te yayımlanan haberimi doğruluyordu. Powell, Temsilciler Meclisi Bütçe Komitesi’nde Dışişleri Bakanlığı’nın 2004 bütçesine ilişkin bilgi verirken, konu Türkiye’ye yardıma gelince şöyle demişti:

“Türk heyetiyle görüştük. Bu paketin tamamı kesinleşir kesinleşmez, hemen onay için Kongre’ye getireceğiz.”

Washington Post gazetesinin haberi de yine Cumhuriyet’i doğrular nitelikteydi:

“ABD’nin Türkiye için planladığı Irak bağlantılı yardım paketi ile Türkiye’nin istemi arasında milyarlarca dolarlık fark var! Bu görüş ayrılığı belki giderilebilir, ama zaman alır. ”

Gezi dönüşü işin saklanacak yanı pek kalmamıştı. Bu yüzden gerek Yakış gerekse Babacan, “istişareler devam ediyor, beklentilerimiz henüz karşılanmış değil” demek durumunda kaldılar.

Yakış ve Babacan, Başbakan Gül’e durumu aktardıktan sonra, 18 Şubat’ta tezkerenin Meclis’e gönderilip gönderilmemesine ilişkin kararın daha geniş bir zemine yayılarak alınması gündeme geldi. 16 Şubat’ta Gül’ün başkanlığında geniş katılımlı bir toplantı düzenlendi. Toplantıya, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener, Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış, Devlet Bakanı Ali Babacan, Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, Dışişleri Ba-kanlığı Müsteşarı Uğur Ziyal. Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Tacan İldem, Genelkurmay Başkanlığı Harekât Başkanı Korgeneral Koksal Karabay, Dışişleri’nden Tahsin Burcuoğlu ve Şafak Göktürk, Başbakan’ın danışmanları Gürcan Türkoğlu ve Ahmet Davutoğlu katıldı.

Yaklaşık 3.5 saat süren toplantının ardından açıklamayı Şener yaptı:

“Toplantıda, tezkerenin Meclis’e sevk edileceği tarihle ilgili karar alınmış değildir. Bu konuda bir belirleme yapılmış değildir.”

Hükümet hemen karar almama kararı almıştı!

Gül daha sonra Dışişleri Konutu’nda Erdoğan’la ikinci bir toplantı düzenledi. Konu yine Yakış ve Babacan’ın at pazarlığı gezisiydi.

Buradan çıkan sonuç da şu oldu:

ABD’den yazılı güvence almadan ve maddi desteğin miktarını görmeden adım atmayalım.

At pazarlığının tanıklarından Ali Babacan 12 Mayıs 2003’te Hürriyet’te Yener Süsoy’a verdiği röportajda şunları söyledi:

“Amerika’da kaldığım süre içinde 50 eyaletin 43’ünü gezdiğim için, telefonda benimle konuşanın aksanından nereli olduğunu anlarım. Teksas insanı samimi, pragmatik, çözüme yöneliktir. Lafı dolaştırmadan hemen konuya girer. Yarım saatlik görüşmemiz sırasında gözlemleyebildiğim kadarıyla Başkan Bush da tipik bir Teksaslı.

Oval Ofis’e girdiğimizde lafı benimle açtı;’ Sen de MBA’liymişsin, ben de MBA’li ilk Amerikan Başkanı’yım’ dedi. ‘Senin gittiğin okul çok iyidir, iyi biliyorum’ dedi. Başkan’la yarım saatlik görüşmemizin ilk 5 dakikası benimle yaptığı konuşmalarla geçti. Anlaşıldı ki, biz oraya gitmeden kendisini her konuda çok iyi brife etmişler. Bu arada benim daha önceleri ne yaptığımı sordu, genç yaşta siyasete girdiğim için kutlayıp basanlar diledi. Esas konuya girişi Yaşar Bey yaptı. Sözlerine; ‘Bu ziyaretimizin sebebi herhangi bir şeyi burada pazarlık edip karara bağlamak değil’ diye başladı. Bunun üzerine Bush hemen lafa girip;’ Bir dakika, siz pazarlık için burada değiliz diye başladınız. Bizim Teksas’taki at pazarlığında tacirler müşteriyle konuşmaya, bu işten anlamam diye başlarlar. Sonunda bakarsınız ki, hem size at satmış, üzerinizde de sadece iç çamaşırınız kalmış. Siz de bize böyle yapmayın ha’ dedi. Bunun üzerine herkes güldü. Diplomatik hava dağıldı, sıcak, samimi bir ortama girildi. Bu arada büyük bir tepsi içinde çeşitli içecekler sunuldu, ben taze sıkılmış bir portakal suyu içtiğimi hatırlıyorum.

Başkan Bush’la yaptığımız görüşmede hiç rakam konuşulmadı. Siyasi konular daha çok konuşuldu. Bush çok direkt olarak; Biz bu işe kararlıyız’ dedi. Biz de Irak savaşının bizim için siyasi, askeri, ekonomik risklerini kendisine anlattık. 1991 Körfez Savaşı’ndan örnekler verip mutlaka Amerikan hazinesiyle yakın çalışmamız gerektiğini söyledik. Bu görüşmeleri para odaklı bir müzakere haline getiren Amerikan basınıdır.”

Uzun şubatın ikinci yansında tezkere pazarlığı sürerken bir yandan Türk-ABD heyetlerinin mutabakat arayışı da devam ediyordu. ABD’nin Türkiye’den istemlerini başlangıçta sıraladık.

Ancak pazarlığın hemen her aşamasında sözü geçen bir yer vardı:

İncirlik Üssü.

ABD, “Hazır üs ve limanları modernize etmeye girişmişken” dedi, “şu incirlik Üssü’nün kapasitesini de iki katına çıkaralım. Ya da Batman’da yeni bir üs kuralım.”

Bu istem, ABD’nin Türkiye’ye bakışının sadece Irak operasyonuyla sınırlı olmadığını, 21. yüzyıla “yeni Amerikan yüzyılı” adını vermek için gerekli her şeyin planlanmakta olduğunu gösteriyordu.

Dünyanın en büyük üsleri arasında yer alan incirlik ve genel ulaşım hatları için ABD’nin düşüncesi şuydu:

– İncirlik bölgedeki en önemli tesisimiz. Ancak yeni dönemde planladığımız hareketleri karşılayamayabilir. Bu üssü iki katına çıkaracak yeni bir anlaşma yapalım.

– Eğer bu gerçekleşmezse Batman’daki askeri havaalanı ve çevresindeki tesisleri biz devralabiliriz. Türkiye’nin kullandığı F-16 uçakları buradan hareket edebildiğine göre bu durum şu aşamada bizim için yeterlidir.

– Size ait havaalanı ve limanların kullanımı sırasında da güvenlik ve ek gereksinimler açısından yer darlığı söz konusu olabilir. Bu bölgelerin etrafındaki alanlar için özel bir “kiralama” sistemi üzerinde çalışalım.

– Yine buna bağlı olarak demiryollarının ve karayollarının kullanımı söz konusu olacak. Kimi karayolları için hareketimizi kolaylaştırıcı önlemler üzerinde çalışalım.

İncirlik Üssü’nün inşasına 1951 yılında başlandı ve 1954’te tamamlandı. 1955’te Adana Hava Üssü adıyla hizmete girdi. 1958’de İncirlik adını aldı. İncirlik Üssü, “Soğuk Savaş” döneminde, ABD-Türkiye-SSCB ilişkilerinde zaman zaman krize neden oldu.

Körfez Savaşı’ndan sonra ABD, İngiltere ve Fransa’nın oluşturduğu Çekiç Güç, İncirlik’te konuşlandırıldı. O dönem varılan uzlaşmaya göre sadece Çekiç Güç çerçevesinde İncirlik’te 1416 ABD, 183 İngiliz, 139 Fransız askeri ile 77 uçak ve helikopter bulunmasına izin verildi.

Henüz Başbakanlık koltuğuna oturmayan Erdoğan bunca pazarlığı büyük bir başarı olarak sunmaya devam ediyordu. Erdoğan, 15 Şubat’ta AKP Samsun İl Başkanlığı’nın düzenlediği 3. Danışma Kurulu toplantısına telekonferansla katıldı.

Dinleyelim:

“Şu ana kadar takip ettiğimiz strateji yanlış olmuş olsaydı, şu anda Irak’ta savaş başlamış ve bitmiş olacaktı. Ama bizim barışa yönelik mücadelemiz, barışçı yollarla bu işin çözümüne yönelik adımlarımız, gerek NATO’da gerek AB’de gerekse BM Güvenlik Konseyi’nde çok anlamlı gelişmeleri de zorlamıştır. Türkiye savaşın içinde olmamasına rağmen bazı önlemlerle ilgili adımları attı. Irak’ta savaş olması durumunda bu mutlaka Türkiye’ye de sıçrayacaktır. Buna karşı bizim 1991 yılındaki deneyimden esinlenmek ve önlemlerimizi azami ölçüde almak en önemli görevimizdir. Tedbir almazsak 1991 yılında yaşadığımız sıkıntıları daha büyük ölçüde yaşayabiliriz. Bunu asgariye indirmek için bu adımları atmak durumundayız. Ve doğabilecek boşlukları da Türkiye’nin doldurması, inanıyorum ki o bölgedeki güvenliğimizin neticesi olacak. Bu konudaki hassasiyetimizi hassasiyetiniz olarak kabul edin.”

Hükümetin 18 Şubat’ta tezkereyi Meclis’e getirmeme kararı alması askerin planlarını etkiledi. Kuvvet komutanlarının Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök başkanlığında Güneydoğu’ya yapmayı planladığı gezi de ertelendi. Gerçi Irak sınırına yığınak devam ediyordu, ama komutanlar düzeyinde bir gövde gösterisi şart hale gelmişti.

ABD’nin planları da aynı şekilde tezkereden etkilendi. Gerçi ABD, tezkere geçmiş gibi hareket ediyordu, ama yine de hiçbir engelin kalmadığını bilmek istiyordu. 17 Şubat günü ABD’yle sürdürülen ekonomik, askeri ve siyasi görüşmelerde yeni sayfa açıldı. Zaten o dönem açılan her yeni sayfası saysak, ciltleri bulur!

Sayfalarda Ankara’nın yeni önerileri yer alıyordu.
ABD bu önerilere olumlu yanıt verirse Türkiye de tezkere konusunda olumlu adım atacaktı.

Türkiye’nin öneri paketinin özeti ve ABD’nin karşı önerileri şöyleydi:

Ekonomide ABD’nin önerisi:

Toplam 6 milyar dolarlık bir paket hazırladım. 3 milyar dolan hibe ve askeri borçların bir kısmının silinmesi, 3 milyar dolan ise uzun vadeli kredilerden oluşuyor. Bunun yanı sıra ABD garantili Hazine tahvili de olabilir.

Türkiye’nin istemi:

İstemlerimizi 5 yıllık bir süreye yayıyoruz, ilk yıl için 25 milyar dolarlık destek istiyoruz, bu yardımın en az 10 milyar dolarının hibe olmasında ısrarlıyız. Geriye kalan miktarın ise “düşük faizli uzun vadeli kredi, askeri borçların silinmesi, daha önce israil’e verilen ABD Hazinesi garantili tahvil ihracının Türkiye’ye de uygulanması” yöntemleriyle karşılansın. 4 yıllık süreç için, miktarı daha düşük ve genel zararları karşılayacak esnek bir paket hazırlayalım.

Askeri alanda Türkiye’nin istemleri:

Türkiye topraklarında kesinlikle komutayı paylaşmayız. Irak topraklarında eşkomutanlık olsun. Amerikan askerlerinin Türkiye’de hareket alanı baştan bütün hatlarıyla ve hukukuyla belli olsun.

ABD’nin önerisi:

Biz NATO müttefikiyiz. Genel bir çerçeve çizelim, ayrıntıya girmeyelim.

Siyasi alanda Türkiye’nin istemi:

Irak’ın toprak bütünlüğü korunmalı. Etnik ya da siyasi federasyon istemiyoruz. Türkmenler devletin asli unsuru olarak kabul edilmeli.

ABD’nin önerisi:

Irak’ta sizin hassasiyetlerinize zarar verecek bir adım atmayız. Bu sözümüze güvenin. *2*

23 sentlik asker (devamı)

Size yirmi üç sente sattıkları asker,
mevcuttu üniformanızı giymeden önce de,
mevcuttu otomatiksiz filan,
mevcuttu sadece insan olarak,
mevcuttu,
tuhafınıza gidecek,
mevcuttu
hem de çoktan mı çoktan
daha sizin devletin adı bile konmadan.
Mevcuttu, işiyle gücüyle uğraşıyordu,
mesela Mister Dallas,
yeller eserken yerinde sizin New York’un,
kurşun kubbeler kurdu o,
gökkubbe gibi yüksek,
haşmetli, derin.
Elinde Bursa bahçeleri gibi nakışlandı ipek.
Halı dokur gibi yonttu mermeri
ve nehirlerin bir kıyısından öbür kıyısına
ebem kuşağı gibi attı kırk gözlü köprüleri.
Dahası var Dallas,
sizin dilde anlamı pek de belli değilken henüz
zulüm gibi,
hürriyet gibi,
kardeşlik gibi sözlerin,
dövüştü zulme karşı o,
ve istiklal ve hürriyet uğruna
ve milletleri kardeş sofrasına davet ederek
ve yarin yanağından gayri her yerde,
her şeyde,
hep beraber
diyebilmek için,
yürüdü peşince Bedrettin’in;
O, tornacı Hasan, köylü Memet, öğretmen Ali’dir,
Kaya gibi yumruğunun son ustalığı,
922 yılı 9 Eylül’üdür.
Dedim ya, Mister Dallas,
Herhalde bütün bunları sizden gizlediler.
Ucuzdur vardır illeti.
Hani şaşmayın,
yarın çok pahalıya mal olursa size
bu 23 sentlik asker,
yani benim fakir, cesur, çalışkan milletim,
her millet gibi büyük Türk milleti.

16.07.1953
Nazım Hikmet

Kaynakça

*1* http://orhanbursali.blogspot.com/2012/06/10-milyar-hibe-savas-paras-pesin-mi.html
*2* Mustafa Balbay’ın kitabı Irak Bataklığında Türk-Amerikan İlişkileri

This entry was posted in EMPERYALİZM, Politika ve Gundem. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *