DENİZLERDEN HİKAYELER * KAYIP ZAMANLARIN PEŞİNDE

KAYIP ZAMANLARIN PEŞİNDE


Yahya ise hikâyesini ancak şalvarını ve gömleğini değiştirdikten
ve ikram edilen peksimeti yedikten sonra anlatmaya başladı.

“Raif Reis önderliğindeki ticaret gemisi Cihan Hazinesi’yle Portekiz’e karabiber ve tarçın taşıyorduk. Çuha Adası açıklarından güneye doğru ilerlerken Cenevizli korsan Tommaso di Castro’nun saldırısına uğradık.
Her şey bir anda oldu. Raif Reis’i öldürdüler. Beraberinde birkaç iyi adamı da… Şerefsizler. İşe yarayanları esir aldılar. Müslümanım diye beni de öldüreceklerdi ama onlara tercüman olduğumu söyledim.
Castro’nun adamlarından biri köle pazarında değerimin olacağını söyledi. Castro gülümseyip yanağıma iki şaplak attı. Başta çok korktum fakat bu hareket her ne kadar küçük düşürücü olsa da sanki içinde şefkat de barındırıyordu. Beni ve diğer esirleri prangalara vurup alt güvertedeki ambara indirdiler. Çaresizdim. Her gece ağladım ve her gece Allah’a dua ettim.
Tommaso di Castro’nun tuhaf alışkanlıkları vardı. Sabahları bizleri sopayla uyandırıp Ceneviz lehçesine çalan İtalyancasıyla küfürler savurur, sonra kıs kıs gülerdi. Akşam yemeğini alt güvertede bize nispet olsun diye karşımıza masa kurup yerdi. Arada bir boynuna asılı duran tahta parçasını öpüp alnına koyar ve o tahta parçasının hikâyesini bize tekrar tekrar anlatırdı.
Yanımdaki esirlerin aksine ben çat pat İtalyancamla Castro’nun planını ve boynuna astığı o biçimsiz tahta parçasının neyi temsil ettiğini öğrenme fırsatı buldum. Vera Croce. Daha önce duymuş muydun?
Çocukken Portekiz’de bu efsanenin masallarıyla büyüdüm. Gerçek Haç. İsa Mesih’in çarmıha gerildiği haç. Ya da onun bir parçası. Castro’nun dediğine göre Yeni Dünya’nın kuzeyinde, cennetin kapılarını açan yegâne anahtar. Böylesine kutsal bir hazinenin Tommaso di Castro gibi bir adamın eline nasıl geçtiğini bilmiyorum. Ama şunu biliyorum, ilk gün canımı bağışlayan Allah, üçüncü gecede de bana özgürlüğümü bahşetti.
Aniden bastıran şiddetli fırtınaya karşı Castro’nun gemisinin hiç şansı yoktu. Fırtınayla beraber yaşanan arbedede prangalarımdan kurtulmayı başardım. Üst güverteye ulaşmamla beraber dengemi kaybedip kafamı bir yere çarpmış olmalıyım. Gözlerimi açıp kendime geldiğimde bir sahil kenarında olduğumu anladım. Daha sonra buranın Girit Adası sahili olduğunu öğrendim.
Hemen yanımda ise kafatası parçalanmış bir beden yatmaktaydı. Başta tanıyamadım. Sonra boynundaki o biçimsiz tahta parçası bana bu ölü adamın kim olduğunu söyledi. Allah affetsin, Tommaso di Castro’nun cansız bedenini yağmaladım.”
Yerden bohçasını aldı ve açtı. Bohçada birkaç yolluk ve pılı pırtının dışında gözüne çarpan iki şey vardı: Yıpranmış bir parşömen ve ondan çok daha eski, bitap görünen, işaret parmağı büyüklüğünde bir tahta parçası.
Bohçasındaki parşömeni alıp kucağına serdi. “Bu haritayı Martin Waldseemüller diye biri çizmiş. Castro’nun ön cebinde buldum. Castro bunun her yerine notlar almış. Büyük bir kısmı zırva. Ama,” parmağını haritanın kuzey batısındaki sularda gezdirdi. “Şuraya bak. Yeni Dünya’nın hemen üstünde. Occeanus Occidentalis yazısının altında.”
Gözlerini kısıp haritaya baktı. İşaret ettiği yerde bir dörtlük yazılıydı:
“Danze di luce nel freddo cielo
Porte del ciel sulla croce vera
Speranza e pace, è questo il segno
Brilla per chi cerca, qui è qui”
“İtalyanca mı bu?”. “Ne diyor? Anlamıyorum.”
“Şöyle diyor,” dedi. “Soğuk gökyüzünde ışık dansları. Umut ve barış, işaret bu. Arayanlar için parlıyor, işte burada.”

Berkay Oğuz Aykan – https://mahaledebiyat.com/kayip-zamanlarin-pesinde/
This entry was posted in DENİZ VE DENİZCİLİK, EDEBİYAT - ANI - ÖYKÜ - ŞİİR. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *