SELA * Elini taşın altına koymak lafı hikayedir, bizzat bedenlerini beton blokların altına soktular. Binlerce kurtarma operasyonu yapmakla kalmadılar, konferanslar verdiler, seminerler düzenlediler, çocuklarımızı bilinçlendirmek için okulları dolaştılar, milyonlarca vatandaşı doğal afete karşı eğittiler.

SELA

SÖZCÜ – Yılmaz Özdil

İnsandan daha değerli bir kavram yoktur.
Birbirinden daha değerli değildir…
Her bir insan, en değerlidir.
Bu düşünceden yola çıkarak, binlerce insan kurtardılar.
Depremde göçük altından çıkardılar.
Selde azgın sulardan çekip aldılar.
Dağda donmak üzereyken yetiştiler.
Ormanda bir başına kaybolmuşken buldular.
Binlerce insan.
Binlerce hayat.
Binlerce can.
Sırf insan dersek, eksik söylemiş oluyoruz aslında… Kedi, köpek, caretta, karaca, kertenkele, fok, tilki, kartal, binlercesini kurtardılar. Bu arada, yüzlerce cenaze çıkarmayı başardılar.
Cenazenin başarısı mı olurmuş, ölüyü kurtarsan ne olur kurtarmasan ne olur diye küçümseyenler olabilir. Ama bazen öyle bir yerde ölürsün ki kardeşim… Mağaranın derinliğinde, denizin dibinde, sisli zirvelerin buzulunda, öylesine hiçleşirsin ki, hiç olmazsa bir kabri olsa da başında dua edebilsek diye yalvarır sevdiklerin.
Çığda kurtardılar.
Zifiri karanlıkta kurtardılar.
Elini taşın altına koymak lafı hikayedir, bizzat bedenlerini beton blokların altına soktular. Binlerce kurtarma operasyonu yapmakla kalmadılar, konferanslar verdiler, seminerler düzenlediler, çocuklarımızı bilinçlendirmek için okulları dolaştılar, milyonlarca vatandaşı doğal afete karşı eğittiler.
Türkiye çapında organizasyon kurdular, 36 bölge oluşturdular, bu bölgelerde binlerce gönüllüden oluşan 36 ekip kurdular. Merkezi İstanbul’a konuşlandırdılar, bu merkezde 365 gün 24 saat aralıksız, gece gündüz, bayram yılbaşı, telefon başında, telsiz başında ihbar beklediler, herhangi bir felaket anında derhal koordinasyon merkezi oluşturdular, ekip ve cihaz yönlendirmesi yaptılar.
Binlerce gönüllüydüler. Görenler, onları maaşlı personel zannediyordu, halbuki hiçbir karşılık beklemeden, tek kuruş para almadan, hatta üstüne kendi ceplerinden para harcayarak çalışıyorlardı. Sayısız örneğe bizzat şahidim, operasyonlar sırasında onbinlerce liralık masraf çıkıyordu, vatandaşın bağışlarına dokunmaya kıyamıyorlardı, aralarında para toplayıp masrafları ödüyorlardı.
Pırıl pırıl gençlerimizdiler.
Türkiye profiliydiler.
Aralarında hekim vardı, hemşire vardı, mühendis, öğrenci, öğretmen, işçi, memur, her siyasi görüşten insanlarımız vardı, bu gençlerimizle birlikte, daima genç kalan, zihni dinç emeklilerimiz vardı.
Hepsi eğitimliydi.
Hepsi uzmandı.
Yardım çağrısı geldiğinde, özel yaşamlarında o anda ellerinde her ne iş varsa bırakıyorlar, bir saniye bile tereddüt etmeden koşuyorlardı. 20 kiloluk 30 kiloluk çantalarında, çadır, mat, uyku tulumu, kaskları oluyordu, akü, fener, dinleme mikrofonu gibi kurtarma cihazları oluyordu, operasyonun durumuna göre, bazen birkaç saat orada kalıyorlardı, bazen günlerce oradan ayrılmıyorlardı.
Bu yüzden kimisi işini kaybetti, kimisi sınıfta kaldı, bu durumla karşılaşan çok gönüllü gördüm, asla şikayet etmiyorlardı.
Çünkü, insan kurtarıyorlardı.
İnsandan değerli kavram yoktu.
Her bir insan, en değerliydi.
Bir avuç cesur arkadaşıyla birlikte bu toplumsal mucizeyi gerçekleştiren adam, varlığıyla onur duyduğum arkadaşım, Nasuh Mahruki’ydi. Elalem kahraman yaratabilmek için çizgi roman yazıyor, Superman, Batman, Spiderman filan… Nasuh bu milletin gerçek kahramanıydı.
Hayatımıza Marmara depremi’yle birlikte girmişti. Memleket çaresizlik içinde inlerken, yıkım bölgesine adeta uzaylılar gibi inmişti. Sadece “bir kişi”nin bile “her şeyi” değiştirebileceğini kanıtlamıştı. Liyakat sahibi ekibiyle, afet yönetimi konusunda, belediyelerin, itfaiyelerin, hatta silahlı kuvvetlerin bile bakış açısını değiştirmişti.
Ulusal bilinç geliştirmişti.
Rol model olmuştu.
Kendisi gibi muhteşem bir ailenin evladıydı.
Hiç unutmuyorum, 1999’da annesi rahmetli oldu, Nasuh o sırada felaket bölgesindeydi, Gölcük’teydi, annesinin cenazesine gidemedi. Çünkü, babası haber vermemişti, “oğlum şu anda insan hayatı kurtarıyor, ailemizin bireysel acısıyla uğraştırıp dikkatini dağıtmayalım” diye düşünmüştü.
İşte böylesine bir babanın oğluydu Nasuh. Kaptan-ı derya Ali Paşa’nın torunuydu, “yanarak ölen” anlamına gelen ve şerefle taşıdığı Mahruki soyadını, kaptan-ı derya dedesinden miras almıştı. Kar leoparımızdı. Everest’e tırmanan ilk Türk’tü. “Başımıza afet gelirse, Akut bizi kurtarır” duygusunun, kurucusuydu. Bu güveni bu millete veren insandı.
Sonra?
Sonra, sırf Nasuh’un siyasi görüşlerini beğenmiyorlar diye, sırf Akp’yi eleştiriyor diye, sırf Mustafa Kemal’in askeri olduğu için, Nasuh’a kumpaslar kurdular, hapis davaları açtılar, mahkemelerde süründürdüler, saray oyunlarıyla Akut’tan uzaklaştırdılar.
Akut’u ak’ut yaptılar.
Akıllarınca Nasuh’u söküp atarken, aslında Akut’un ruhunu söküp attılar, Türkiye’nin en etkili sivil toplum örgütünü işlevsiz hale getirdiler, dekor haline getirdiler, konu mankeni haline getirdiler.
Afad var, Umke var, artık Akut’a gerek yok dediler. Sanki hepsi birden olsa kötü olurmuş gibi, Akut’u adeta imha ettiler. Tecrübe birikimini, liyakat birikimini, insani donanımı, gönüllü profesyonelliği yok ettiler.
Tüm bu imha süreci hepimizin gözünün önünde yaşanırken, sayın medyamız görmezden geldi, bize ne dediler, Nasuh Mahruki yüzünden başımızı derde sokmayalım dediler, hatta, sayın hükümetimiz öyle istiyor diye, Akut haberlerini bıçak gibi kestiler, Afad şakşaklaması yapmaya başladılar, sayın hükümetimiz sayesinde dünyanın en güçlü arama kurtarma teşkilatı kurulduğunu yazdılar.
Netice?
Sayın yalaka medyamızın sabit kamerayla görüntü aldığı bir iki göstermelik nokta haricinde arama yok, kurtarma yok.
Ne var sadece?
Ölüsüyle dirisiyle,
herkese yetecek kadar sela var!

https://www.sozcu.com.tr/2023/yazarlar/yilmaz-ozdil/sela-7583989/
This entry was posted in Yılmaz Özdil. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *