28 ŞUBAT DAVASINDA “ZOR KARAR” * SADAT’çılar Vural Paşa’nın Ölümüne Böyle Sevindi: “Hepinizin Zindanda Son Nefesinizi Verişinizi İbretle İzleyeceğiz”!..

BÖYLE YARGILANDILAR

Müyesser YILDIZ, 29 Aralık 2022

Bağlantılı yazılar
https://nacikaptan.com/?p=104217 – GERÇEKLER * 28 ŞUBAT MGK KARARLARI ERBAKAN TARAFINDAN İMZALANMIŞTIR. BU NEDENLE 28 ŞUBAT DARBE DEĞİLDİR. İRTİCANIN LAİKLİK İLE TSK ÜZERİNDEN HESAPLAŞMASIDIR
https://nacikaptan.com/?p=104211 – 28 ŞUBATIN GİZLİ TUTANAKLARI AÇILDI; KİM NE SÖYLEDİ?
https://nacikaptan.com/?p=101766 – SİYASİ TARİH; 28 ŞUBATIN GERÇEKLERİ * 28 Şubat kumpası

28 Şubat davasından hükümlü emekli Korgeneral Vural Avar’ın cezaevinde vefatının üzerinden sadece 9 gün geçti ve ne yazık ki, bu feci olay da unutulmaya yüz tuttu. Oysa -yaşları yine 75-90 arasındaki 28 Şubat komutanları başta olmak üzere- çok sayıda pek tutuklu ve hükümlü ölümle burun buruna. O yüzden cezaevinden yeni tabutlar çıkmasını beklemeden bu konuyu konuşup iktidar ve yargıyı çare üretmeye zorlamalıyız.
Erbakan’ın Sağ Kolunun İfadesi
Müebbet hapis cezasına çarptırılan ve yaklaşık 1.5 yıldır cezaevinde olan 28 Şubat davası hükümlüleri bugüne kadar sadece yaş ve sağlık durumlarıyla gündeme getirildi.
Yolları ayrılmasına rağmen AKP’nin -“FETÖ”cü hakim ve savcıların başlattığı gerçeğini göz ardı edip- canla-başla sahiplendiği bu davada adil yargılama olup olmadığı ise neredeyse hiç konuşulmadı.
Yargıtay’ın onama kararına göre dinlenen tanıklar dikkate alınmış… Bilirkişi raporlarına itibar edilmiş… Delil değerlendirmesi yapılmış… Yani yargılama adil olmuş!..
Acaba?
Davanın, 28 Şubat’ın üzerinden 15 yıl geçtikten sonra özellikle de dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan’ın vefatından hemen sonra başlatılması çokça sorgulandı. Yetkililerden herhangi bir açıklama gelmedi, ama bilen herkes dedi ki; “Erbakan yaşasaydı bu dava açılmaz, açılsa da Erbakan şikâyetçi olmazdı.”!..
Evet, Erbakan bu davayı göremese bile sağ kolu bir isim 28 Şubat davasında tanık olarak dinlendi.
Bu isim Şevket Kazan’dı. 18 Şubat 2015’te Mahkeme huzurunda ifade verdiğinde 82 yaşındaydı. Vural Avar Paşa’nın vefatından sonra özellikle merhum Kazan’ın ifadesini SEGBİS çözümlerinden bir kez daha okudum.
Dava başlamadan sanıklardan şikâyetçi olmuş ve dilekçe vermişti.
Mahkeme Başkanı, merhum Kazan’a şikayetçi olduğunu hatırlatıp, “İddianamede sanıklar hakkındaki suçlamayı biliyor musunuz? Şikayetçi misiniz? Davaya katılmak istiyor musunuz ve bu olay hakkındaki şikâyetleriniz nedir?” sorularını yöneltip arzu ettiği takdirde oturarak beyanda bulunabileceğini söyledi.
Kazan, mahkemeye saygısından dolayı maruzatını ayakta arz edeceğini belirttikten sonra sözlerine şöyle başladı:
“Merhum Hocamız Ali Fuat Başgil, ‘Osmanlı’yı ayakta tutan dört temel direk, temel sınıf vardı; Ulema, ümera, seyfiye ve kalemiye sınıfı. Bu dört sınıfın her biri kendi işinde mütehassıs idi, kendi işleriyle meşgûl olurlardı. Ne zaman ki, bu dört sınıf arasında bir mücadele başladı; Osmanlı’nın rüzgârı dindi, bayrağı indi ve tarih sahnesinden yok oldu, gitti.’ derdi. Bugün modern hukukta ‘kuvvetler ayrılığı’ şeklinde tanımladığımız tabirler ifade edilmişti. O sözü meslek hayatım boyunca hiçbir zaman kafamdan çıkarmadım. Onun için bu değerli seçkin zevatın huzurunda bir defa daha anmanın faydalı olacağına inanıyorum.”
Devamında şu açıklamaları yaptı:
“Sayın Başkan, bugün gönlüm ısınmasa da hayatın şartları içerisinde karşılaştığımız durumlar muhacevesinde arzu etmediğimiz bir tablo içinde olmaktan da üzüntü duyuyorum. Çünkü yargılanan zevatın arasında arkadaşlarım da var. Ama 28 Şubat sürecinin Erbakan Hocamız ile beraber en çok mağduriyetini çekmiş olan kişilerden bir tanesiyim. O bakımdan darbe veya darbe niteliğindeki birtakım konular ile ilgili davalar açılırken ben bekledim, bekledim; ama bir de baktım ki, tutuklamalar başladı. İlk 2 tutuklamayı hatırlıyorum. O tutuklamalar üzerine de şikâyet dilekçesini Ankara Cumhuriyet Savcılığı’na takdim ettim.”
Sonrasında kendilerine yönelik tepkinin Refahyol Hükümeti kurulmadan önce, 1995 seçimlerinden RP’nin birinci parti çıkmasıyla başladığını vurguladı; özellikle “rantiyeci medya”yı suçladı.
Hükümeti kurduktan sonra, Erbakan’ın D-8 ülkeleriyle ilişkilerine yine “rantiyeci medyanın” tepki gösterdiğini, gazetelerin manşetlerinde neredeyse gün aşırı, “Bir askeri yetkili dedi ki…” şeklinde Refahyol’u inciten başlıklar çıkmaya başladığını, ardından Susurluk olayının muhalefet, özellikle de ANAP tarafından kendilerini yıpratmak için kullanıldığını, “rantiyeci medyaya” tam sayfa ilânlar verildiğini, “irtica yaygarasının” başlatıldığını anlatıp 28 Şubat MGK toplantısıyla ilgili şunları söyledi:
“O vakitler Adalet Bakanı MGK üyesi olmadığı için ben toplantıda değildim. Erbakan Hocamız geldi, çok üzgün olduğunu söyledi. MGK kararı ana sayfa 4 maddeden ibaretti, ama bir ek vardı. Bu ekte de hükümete 18 tane yapılması lazım gelen görev konulmuştu ve bunları uygulayacaksınız. Erbakan Hocamız başlangıçta 3-4 gün bu karara imza atmaya yanaşmadı.”
Mahkeme Başkanı’nın, “4 madde konusunda mutabık kalmışsınız galiba” sözlerinin ardından şöyle devam etti:
“4 madde konusunda mutabakat var. MGK kararı denmiş, imzalar atılmış. O 18 madde MGK kararının eki. O ekle de ilgili olarak Başbakanlık irtica konusuna taalluk ettiği için Başbakanlık bütün bakanlıklara, bilhassa İçişleri, Adalet Bakanlığı’na nelere dikkat edilmesi, nelerin araştırılması lâzım geldiği hususunda açıklamalar kondu. Bendeniz Adalet Bakanı olarak o gelen talimatta önerilen hususlar nelerse, hepsini harfiyen yerine getirdim. İçişleri Bakanımız Meral Akşener yeni bakan olmuştu; ama gerçekten o da kendi üzerine düşen görevleri yaptılar, gerçekleştirdiler ve böylece bir sükûnet devresine girmiş olduk. Girmiş olduk; ama işte o tarihten sonra bir hava başladı, ‘Bir askeri yetkili dedi ki…’ Hep eleştiri… Biz Tansu Çiller ile 4 maddelik hükümet protokolü yaptık. Kimin ne kadar hükümette kalacağı var. Biz prensip olarak, ‘2 sene biz 2 sene siz yapın.’ şeklinde ısrar ediyorduk. Çiller de 1+1+1+1 olsun diye ısrar ediyordu. Uzun görüşmelerden sonra 2-2 kondu; ama protokolü Çiller imzalamadı. Erbakan’a imzaya götürecektik, Çiller bana telefon edip, ‘1+1+1+1 yapalım.’ dedi. O zaman birinci yılın sonunda taraflar otururlar konuşurlar, ikinci yılın sonunda erken seçime gitme kararına varırlarsa birinci yılın sonunda Başbakanlığa Çiller gelir. İşte bu maddenin uygulanması hususunda ısrar edince Tansu Hanım, biz onun dediğini yerine getirelim dedik ve nitekim süreç dolduğu zaman biz hükümetten ayrıldık, istifamızı verdik. Yani nitekim hükümet istifa ettiği zaman, ki biz isTtfa ettiğimiz zaman Refahyol hükümetini devirdik. Refahyol hükümetini güç duruma sokan sadece askeri yetkililerin beyanları değildi. Bunun yanında rantiyeci medya vardı.”
Mahkeme Başkanı’nın, “Beyanınızda (Dilekçesini kast ediyor) TOBB, DİSK, Türk-İş, TESK var. Bu konuda bir şey söylemek ister misiniz?” sorusuna da, “Bu sıkıntılı günler geldi geçti. Keşke olmasaydı diyorum. Bu değerli arkadaşlar içerisinde arkadaşlarım var.” karşılığını verdi.
Merhum Kazan’ın buraya kadar anlattıklarından ne anlıyoruz; o dönem kamuoyunda tepki çeken kimi uygulamaların Adalet ve İçişleri Bakanlıklarının yayınladığı genelgelerden kaynaklandığını… Hükümetin istifasının Tansu Çiller’in Başbakan olma ısrarı sonucu gerçekleştiğini… Yaşanan gerilim tablosundan ise “rantiyeci medya” ile kimi sivil toplum örgütlerinin sorumlu olduğunu…
Ve Hayatının “En Zor Kararını” Verdi
Bu tarihi tanıklık şu diyalogla sona erdi:
Başkan: Şevket Bey, doğrudan bu yargılanan sanıklarla ilgili hükümetin istifası konusunda size yönelik herhangi bir tehdit içeren söz veya davranış veya dolaylı yoldan size geldi mi? Yani bir muhatap olma durumunuz oldu mu?
Kazan: Hayır. Maruzatım bundan ibaret.
Başkan: Peki şikâyetçi misiniz? Davaya katılmak istiyor musunuz?
Kazan: Hayatımın en zor kararıdır. Yani bu dosya için şikâyetçi olmak. Ama herkes vazifesini yapacaksa, benim vazifemi yapmam lâzım. Çünkü ben Adalet Bakanlığı yaptım. Dolayısıyla Adalet Bakanlığı’nda adalet neyse onu gerçekleştirdim. Ben Hakimevinden gelen yemeklerin parasını cebimden verdim, ikramdır diye düşünmedim. Hiçbir zaman varlık peşinde koşmadım. Nasıl İstanbul’dan buraya gelip eşimin dairesinde oturuyorsam, şu anda yine onun evinde oturuyorum. Benim tek iftiharım şudur; evimden çıkarım, camiye giderim. Camiye giderken arkamdan konuşurlar; ‘Bu adam doğru adamdır.’ derler. Bu bana yeter, maruzatım bu kadar.
Başkan: Yani şikâyetçi misiniz, değil misiniz; somut olarak, kesin olarak sizden bir şey alayım.
Kazan: Ben şikâyetçi değilim.
Kimler Nasıl Nasıl Vazgeçirdi?
Hiç unutmuyorum, Kazan’ın bu ifadeleri salonda büyük şaşkınlığa yol açtı. En çok şaşıran da müşteki/mağdur avukatları oldu.
Onlardan birisi bizzat Kazan’ın Avukatı İsmail Aydos’tu. Aydos, Kazan’ın imzalı dilekçesinde şikâyetçi olduğunu hatırlatıp, “Şimdi burada şikâyetçi olmadığını söyledi, ama duygusal bir ortamda biraz da yoruldu” diyerek bir kez daha sorulmasını talep etti.
Mahkeme Başkanı, iki kez sorduğunu ve “Şikâyetçi değilim” cevabını verdiğini belirtirken araya giren merhum Kazan şöyle konuştu:
“Evet Cumhuriyet Savcılığı’nda şikâyetçi olduğumu ifade etmiştim. Ama gelinen noktada her insanda vicdan var. Bende de var. Onun için şikâyetçi değilim.”
Nihayetinde Mahkeme Başkanı, “artık duruşma sırasındaki bu beyandan rücu edilemeyeceğini” kaydederek merhum Kazan’a salondan ayrılabileceğini bildirdi.
Devamı da önemli.
Aynı günün akşamı Şevket Kazan, “Şikâyetçi değilim” kararından vazgeçip mahkemeye, “Sanıklardan şikâyetçiyim. Davaya katılmak istiyorum” şeklinde bir dilekçe gönderdi… Avukatı Aydos şu açıklamayı yaptı:
“Eve gidip biraz düşündükten sonra şikâyetçi olmaya karar verdi. Şevket Bey 82 yaşında ve hafızasında sıkıntı oluşuyor bazen. Buna bağlamak lâzım.”
Tabii Mahkeme, Kazan’ın bu talebini reddetti.
Ve bunlar yaşanırken iktidar çevreleri sadece Kazan’ı değil, Erbakan’ı da “korkaklıkla” suçladı… Medya, “Erbakan’ın kemiklerini sızlattı. Tepkiler üzerine hatasını düzeltti.” başlıkları attı!..
Şuraya geleceğim;
Yargıtay, tüm tanık beyanlarının dikkate alındığı gerekçesiyle mahkumiyet kararlarını onamıştı ya; sadece iktidara yakın üç dört isim, 28 Şubat için “darbe” deyip sanıklardan şikâyetçi olurken, merhum Şevket Kazan dahil aralarında Meral Akşener, dönemin bakanları ve DYP milletvekillerinin bulunduğu onlarca tanık aksi yönde ifade verdi. Ama hiçbiri dikkate alınmadı.
10 Yıl Sonra Delil Araştırmak
Son bir not:
Bilindiği gibi, Yargıtay 14 komutanın müebbet hapis cezalarını onaylarken bazı sanıklar hakkında verilen hükümleri bozdu.
İşte o bozma üzerine yapılan yeniden yargılamanın 1 ay önceki celsesinde Savcı, esas hakkındaki mütalaasını sunup Yargıtay ilâmına uyulmasını istemiş olmasına rağmen Mahkeme, sanık avukatlarının talebi üzerine kovuşturmanın genişletilmesi, ayrıca “delil” kabul edilmiş bazı belgelerin Adli Tıp Kurumu, TÜBİTAK, Jandarma ve Emniyet Kriminal’de incelettirilmesi kararını aldı.
Örneklerden de görüleceği üzere;
Şu anda cezaevlerinde ölümle burun buruna olan 28 Şubat sanıkları işte böyle yargılandı… İstinaf ve Yargıtay, sorgusuz sualsiz onadı… Anayasa Mahkemesi ise hâlâ bekliyor!..
https://muyesseryildiz.com/2022/12/29/boyle-yargilandilar/

SADAT’çılar Vural Paşa’nın Ölümüne Böyle Sevindi:
“Hepinizin Zindanda Son Nefesinizi Verişinizi İbretle İzleyeceğiz”!..

Müyesser YILDIZ – 30 Aralık 2022
Dünkü, “Böyle yargılandılar” başlıklı yazıda, 28 Şubat davasında müebbet hapis cezasına çarptırılıp bugün cezaevinde ölümle burun buruna bırakılan emekli askerlerin adil yargılanmadığını anlatmaya çalıştım.
Buna ilişkin bir örnek daha vereyim.
28 Şubat davasına, başlangıçta Özel Yetkili 13. Ağır Ceza Mahkemesi baktı. Başkanı Tayyar Köksal’dı. Silivri yargılamalarından sonra gördüğüm ilk gerçek hakimdi. Savcı kürsüsünde ise 28 Şubat kumpas iddianamesini hazırlayıp 15 Temmuz’dan sonra “FETÖ”den tutuklanan Mustafa Bilgili’nin yardımcısı Kemal Çetin oturuyordu. Çetin, 15 Temmuz’dan sonra meslekten ihraç edildi.
17/25 Aralık sürecinde özel yetkili mahkemelerin kaldırılmasıyla birlikte 28 Şubat davası 5. Ağır Ceza Mahkemesi’ne verildi. Mahkeme Başkanı Fevzi Şıngar, duruşma Savcısı Levent Savaş’tı. Başkan Şıngar da Tayyar Köksal gibi dikkatli ve adil bir yargılama yapmaya çalıştı. 2016’da davanın sonuna gelindiğinde Savcı Levent Savaş, esas hakkındaki mütalaasını sundu.
Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin Ergenekon’da verdiği, “İlker Başbuğ’un Anayasa Mahkemesi’nde yargılanması gerekir” kararına işaret eden Savaş’ın görüşü; 28 Şubat davasının 1 numaralı sanığının Genelkurmay eski Başkanı merhum İsmail Hakkı Karadayı olması sebebiyle, “görevsizlik” kararı alınarak bu davanın da Anayasa Mahkemesi’nde görülmesi gerektiği yönünde idi.
Mahkeme, Savcı Savaş’ın bu mütalaası ile ilgili kararını bir sonraki celse açıklayacağını bildirdi. Ancak o celsenin günü gelmeden HSYK, Mahkeme Başkanı Fevzi Şıngar’ı Ankara Bölge Adliye Mahkemesi üyeliğine atadı. 5. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı’na ise Mustafa Yiğitsoy getirildi.
Şimdilerde vaka-i adiyeden hale geldi; ama o vakitler bu atamaya da Saray’ın adının karıştığı dillendirildi. Dahası sonrasında Başkan Şıngar, “Yanlışlık oldu” denilerek Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderildi.
Yeni Başkan Mustafa Yiğitsoy’un ilk kez kürsüye çıktığı 22 Şubat 2017’deki 87’nci celsede Savcı Levent Savaş, önceki mütalaasını tekrarladı. Duruşma, 17 Nisan’da gerçekleşecek olan Başkanlık sistemine geçişle ilgili Anayasa değişikliği referandumundan sonraki bir tarihe, 23 Mayıs’a ertelendi.
İşte bu arada Savcı Levent Savaş da görevden alındı; yerine Basın Savcılarından Mehmet Hanifi Yıldırım atandı.
Ve bu ekip, 106 celse süren 28 Şubat davasının sadece son 19 celsesinde bulunarak o mahkûmiyet kararlarını verdi. Bu karardan yaklaşık 10 ay sonra Başkan Mustafa Yiğitsoy da HSK tarafından Yargıtay üyeliğine seçildi.
Şimdi, böylesi önemli bir davada gerçekleşen bu değişikliklere dikkat çekmeyelim, sebebini sorgulamayalım mı?!
Dava “Hükümete Darbe” Davasıyken Kimler Taraf Oldu?
28 Şubat yargılamalarına ilişkin önemli bir ayrıntıya daha değinelim.
Davanın konusu, hükümete darbe idi. Ama, daha başlangıçtan itibaren, türban sorunu nedeniyle sıkıntı yaşamış öğrenciler-öğretmenler, 28 Şubat sürecinden önce veya sonra “irticai faaliyetlerden” dolayı YAŞ kararıyla TSK’dan ihraç edilenler ve yine aynı sebeple kamudan çıkartılan yaklaşık 500 kişi, “suçtan zarar gördükleri” gerekçesiyle davaya mağdur-müşteki olarak katıldı. Erdoğan’ın iki kızı da bunlar arasındaydı. Ayrıca çok sayıda AKP’li de davaya müdahil oldu. Tüm bu isimlerin beyanları ve talepleri alındı. Bu süreç davanın uzamasına sebep olurken mağdur ve müştekilerin organize şekilde duruşma salonuna getirilmesi zaman zaman gerginliklere yol açtı.
Yaklaşık 6 yıllık yargılamanın ardından, bu mağdur-müştekiler de temyiz için önce İstinaf’a, sonra Yargıtay’a gitti. İstinaf bu başvuruları hiç itirazsız kabul ederken Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Erdoğan’ın kızları dahil tüm katılanların temyiz taleplerini, “suçtan doğrudan zarar görmedikleri halde davaya katılmalarına dair verilen kararları hukuki değerden yoksun” bulup reddetti.
Vural Paşa’nın Cezaevinde Ölümüne Sevinmek!..
Bu hatırlatmadan sonra şuraya geleceğim.
Dava boyunca mağdur ve müştekiler adına ön planda olan örgüt, 15 Temmuz’dan sonra Erdoğan’ın güvenlik başdanışmanlığını yapan, ancak “Mehdi gelecek” sözleri sebebiyle bu görevden ayrılmak zorunda kalan SADAT’ın kurucusu emekli general Adnan Tanrıverdi’ye bağlı ASDER (Adaleti Savunanlar Derneği) idi. Yine Tanrıverdi’nin ASSAM (Adaleti Savunanlar Stratejik Araştırma Merkezi) adlı bir örgütü daha var.
İşte hem ASDER hem ASSAM’da Genel Başkan Yardımcısı olan Gürcan Onat’tan söz etmek istiyorum.
1981’de Hava Harp Okulu’ndan teğmen rütbesiyle mezun olup, “28 Şubat sürecinde 1999’da binbaşı rütbesinde Hava Kuvvetleri’nden emekliye ayrıldığı”, o günden itibaren de “sivil toplum kuruluşlarında görev yaptığı” belirtilen bu ismi nereden hatırlıyoruz?
Birincisi; geçen yıl Milli Savunma Üniversitesi’nin Harp Okulları ve Astsubay Meslek Yüksek Okulu’na askeri öğrenci alımı 15 Temmuz’dan sonra kurulan mülakat komisyonlarında görev aldığı iddialarından. Nitekim SADAT da, bu isme 2017 ve 2018’deki öğrenci seçim alımlarında görev verildiğini doğruladı.
İkincisi; emekli amirallerin Montrö ve cübbeli amiral hakkında yaptığı açıklamadan sonra ASSAM’ın internet sitesinde yayımlanan, “104 Emekli Amiral Ahmak mı?” başlıklı yazısında, Cumhuriyet savcılarını göreve çağırıp, sadece emekli amirallerin değil, “bu muhtırayı masum bir fikir özgürlüğü gibi gösteren herkesin takip altına alınmasını” istemesinden…
Üçüncüsü; 28 Şubat hükümlülerinin Erdoğan tarafından affedilmesi gündeme getirildiğinde, “Asla” demesinden…
Besbelli Yargıtay’ın, “Suçtan doğrudan zarar görmediler” kararına rağmen, hâla kendisini “28 Şubat’ın mağdurlarından” sayıyor!..
Ve bakın bu isim, herkesi üzüntüye boğan emekli Korgeneral Vural Avar’ın cezaevinde göz göre göre hayatını kaybetmesi üzerine iki gün önce ASDER’in internet sitesinde nasıl bir yazı kaleme aldı.
“Yıllar Zulümleri Yok Eder mi?” başlıklı yazısı şöyle başlıyor:
“Güç elinde iken her türlü zulmü yap, binbir rezillik içerisinde halkı perişan et, sonra yaşlanınca bu zulümler buhar olup uçsun; oh ne ala memleket… 28 Şubat’ın anlı şanlı paşalarından olup, mahkemede suçlu bulunarak, rütbeleri sökülen erlerden birisi tutuklu bulunduğu zindanda ölmüş. Diğerleri ölecekleri günü bekliyorlar… Kendisini tanımam, aynı kuvvette görev yaptığımız halde hiç karşılaşmadık. O, korgeneral rütbesine kadar yükselmiş; ben ise binbaşı iken emekli olmak zorunda kaldım. O, şimdi er olarak terki dünya eyledi; ben ise binbaşı emeklisi olarak hayatıma devam ediyorum. Hakkımı helal etmiyorum! Sadece ben değil, binlerce 28 Şubat mağduru insanlar da haklarını helal etmiyorlar.”
Şöyle devam ediyor:
“Şimdi ise zindanda son nefeslerini verecekleri günlerini bekliyorlar. Birileri de vicdanlarımızla oynamaya yelteniyor. Çok yaşlanmışlar, hastalıkları varmış, dayanacak durumda değillermiş, falan filan… E, işte onu; cevizi kabuğu ile yutarken düşünecektin, demezler mi adama, her yediğin herzenin çıkışı da olacak, değil mi? Biz, o yıllarda, hep ahireti düşünerek teskin ve teselli olmaya çalışıyorduk. İman, ne büyük bir nimetmiş, meğer! Bu zavallılar, iman nimetinden de yoksun oldukları için ne tövbe edebiliyorlar ne de ahirette kendilerini nelerin beklediğinin farkındalar… Oysa, bilmiş olsalardı ki; bu hayat bir sınav idi, asıl ebedi hayat öldükten sonra başlayacak, o zulümleri yaparlar mıydı acaba? Bilemiyorum, lakin inandığım bir konu var ki; bu zalimlerin ahiret hayatlarının yanında şu an bulundukları hapishane, cennet bahçesi gibidir.”
Şöyle bitiyor:
“Binlerce subay astsubay mesleklerinden edildi, damgalanarak sokağa atıldı. Binlerce kız öğrenci okullarına alınmadı. Psikopat manyaklar tarafından ikna odalarında, öğrencilerin ruhi dengeleri bozulmaya çalışıldı. Kadın memurların başörtüleri çıkarttırıldı… Salyaları akan, kuduz köpekler gibi hırlayarak saldırdılar, Müslümanların üzerine… Ekonomi gayet güzel giderken hükümeti alaşağı ettiler; memleketi milyarlarca lira zarara soktular. Tüyü bitmemiş yetimlerin hakları var bu zalimlerin üzerinde… Brifing yiyen, güya yargı ve medya mensupları hala zihnimizde duruyor. Hepimizin bildiği medyada yer alan, o fotoğraflar hala gözlerimizin önünde, hiç birisi hafızamızdan silinmedi. Silinmeyecek!.. O, aşağılık zalimler orduevlerinde kafa çekip, kahkahalar atarken, memleketin asıl sahibi olan Anadolu’nun masum evladı YAŞ’zede astsubayım pazarda bazlama satarak evde aç bekleyen yavrucuklarına yiyecek götürme derdindeydi. Unutmadık, unutmayacağız… Hepinizin o zindanda son nefeslerinizi verip, inanmadığınız ahiret yolculuğuna çıkışınızı ibretle izleyeceğiz ve lakin asıl ahirette, mahkemeyi kübra’da sizden, nasıl haklarımızı alacağımızı, işte asıl orada göreceksiniz. Ey, BÇG çetecileri ve yardakçıları…”
Tek kelimeyle: pes!..
Umarım 28 Şubat davasının kimlerin davası olduğu ve komutanların nasıl yargılandığı daha iyi anlaşılmıştır.
This entry was posted in İrtica, ŞERİAT - İRTİCA - KARANLIĞIN AYAK SESLERİ, SİYASAL İSLAM, SİYASİ TARİH, TARİKAT VE CEMAATLAR, TSK, YOBAZLIK - GERİCİLİK. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *