HAYATIN İÇİNDEN * YAĞMUR YAĞIYOR, SELLER AKIYOR, “ARAP KIZI CAMDAN BAKIYOR”

YAĞMUR YAĞIYOR, SELLER AKIYOR, “ARAP KIZI CAMDAN BAKIYOR”

Tuğçe Yılmaz – 20 Eylül 2022,

ÜMİT BAYAZOĞLU İLE SÖYLEŞİ


“Arap kızı yağmur yağarken dışarı çıkamaz, çünkü o bir ev kölesi”

Tekerlemesi ağzımıza pelesenk oldu evet; ama neden Arap kızı hep camdan bakıyor? Yazar Ümit Bayazoğlu, “Arap Kızı Camdan Bakıyor” kitabını anlatıyor.

“Atillâ [İlhan] beni burada bir zenci romancı ile –Baldwin bilmem neyin Baldwin’i– tanıştırdı. Bir romanını almış, henüz okuyamamıştım. Benim tuhaf huylarımı bilirsiniz: öyle zenci, Çinli filandan pek hoşlanmam. Bana hilkatın acaiplikleri gibi gelir.”

Böyle diyor Ocak 1960’ta Adalet Cimcoz’a Paris’ten yazdığı mektupta Ahmet Hamdi Tanpınar. Siyah yazar James Baldwin’den bahsederken.

Gazeteci ve yazar Ümit Bayazoğlu, “Arap Kızı Camdan Bakıyor – Türkiye’nin ‘siyah’ları” kitabında hem sevdiğimiz yazarların hem de severek izlediğimiz filmlerin ırkçılıkla olan dirsek temasına dikkat çekiyor.

Bayazoğlu bununla da sınırlı kalmıyor. Tüm çıplaklığıyla Osmanlı’daki köle ticaretini, köleliğin erken Cumhuriyet döneminde nasıl yürütüldüğünü ve Türkiye’deki Afrikalıların hikâyelerini de anlatıyor.

Ümit Bayazoğlu’ndan Arap kızının neden camdan baktığını dinliyoruz.

Çocukluğumda sel sularında kâğıttan kayıklar yüzdürürken, “Yağmur yağıyor seller akıyor, Arap kızı camdan bakıyor” diye avaz avaz bağırdığımı hatırlıyorum. Biz dışarıda oynarken Arap kızının niçin içeride olduğunu sorgulamam için bu yaşa, bu başa gelmem gerekiyormuş. Malum bize her şey hep çok gecikmeli olarak gelir.

Esmeray

Arap kızı yağmur yağarken dışarı çıkamaz çünkü onun yapacak işleri var; etrafı süpürecek, bulaşıkları yıkayacak, kuyudan su çekecek vesaire. Çıkamaz çünkü o bir ev kölesi. Bu tekerlemedeki gizli ırkçılığa dikkat çeken ilk sanatçı Esmeray oldu. 1976’da “13,5” adındaki albümünde, zencilerle alay eden “Yağmur yağıyor, Arap kızı camdan bakıyor” tekerlemesiyle bir şarkı yazdı:

“Yağmur yağıyor seller akıyor, Arap kızı camdan bakıyor
Benim işte o Arap kızı, saçlar kıvır kıvır, dudaklar kırmızı
Gözler boncuk boncuk, dişler inci dizi, alnıma yazılmış bir kara yazı
Annecim ama geliyor öcü, öcü değilse Arap bacı
Bacının hakkı yok kalp taşımaya, korkar çoluk çocuk
Bir çimdik 13 buçuk, rengin kara olsun varsın, yeter ki kalbin kara olmasın
Bir gün gelecek elbet gelecek bir gün, dünya mutlu ve özgür
Tüm insanlık bir bütün, mutlak gelecek o gün
Çarklar dönecek hepimiz için, yok düşmanlık
Ne kin ne ırk ne cinsiyet”

Albümün adı da manidar; Ege yöresinde, insanlar bir zenciyle karşılaştıklarında bunu uğursuzluk sayar, yanındakine bir çimdik atıp “13 buçuk” derdi. Bilmiyorum hâlâ bunu yapıyorlar mı? Tabii karşılaşılacak zenci kaldıysa.

Uzun İnce Yolcular ve Hatırda Kalmaz Satırda Kalır adlı kitaplarımda, ortak özelliği “dışlanmışlık” olan 100’den fazla “insan” tanıtımı yaptım. Bunların neredeyse tamamı beyaz insanlardı. O zaman aklıma tamamı zencilerden oluşan bir portreler kitabı yazmak fikri geldi. Kitabın oluşum sürecinde “ama biz zencilere Amerikalıların yaptıklarını yapmadık” refleksiyle karşılaştım. Bu doğru değil, doğrusunu kitabımda anlattım.

“Siyah” sözcüğü Türkçeye Farsçadan, “zenci” sözcüğü Arapçadan geçmiştir. Arapçada zenc “siyah”, zenci sözcüğü ise “siyahi” anlamına gelir. Siz ister siyahi deyin ister zenci. Benim tercihim zenci, çünkü yararlandığım kaynaklar da onlardan zenci diye söz ediliyor. Kitap için yaptığım alıntılarda zencileri siyahilere çeviremezdim. Siz ırkçı bir niyetle söyledikten sonra her kelime ırkçı anlam taşıyabilir.

Amerikalıların bir kimseyi tarif ederken kullandıkları Afro-Amerikan tabirinin bizdeki karşılığı zencidir. Bu yüzden Türkçede zenci kelimesi bir aşağılama, bir sınıflandırma kelimesi değildir. Amerikalıların hakaret anlamında kullandığı “nigger” kelimesiyle aynı şeyi ifade eden bir örnek Türkçede yoktur.

Türk aydınları ancak 19. yüzyılda hürriyet, eşitlik gibi kavramlarla henüz tanışmışlardı. Bundan sonra köle ticaretini sorgulamaya başladılar. Bunu “insan haysiyetine” yakıştıramıyorlardı. Bunu pısırık bir sesle de olsa eleştiriyorlardı ama eksik ve yanlış olarak sadece Kafkasya’dan satın alınan beyaz köleler üzerinde duruyorlardı. Zira çoğunun ya annesi ya anneannesi veya babaannesi Kafkasya’dan satın alınmış cariyelerdi. Faruk Nafiz Çamlıbel de “Bir Ömür Böyle Geçti” kitabında dedesinin satın aldığı ninesini şu yakıcı sözlerle anlatmıştı:

Ninem beşyüz altına satılmış bir esirdi.
Dedem beşyüz altını sayan bir derebeyi.

Zenci köleler o devir anlatılarında hiçbir zaman özne olamadılar. Onlara romanlarda, hikâyelerde ancak “entrikacı”, “korkunç” ya da “komik” bir yan karakter olarak yer verdiler. Çünkü görenekçe kabul edilen, geleneklerle sürdürülen, dince onaylanan, devletçe vergilendirilip idare edilen köle düzeni, Osmanlı toplumunun ayrılmaz bir parçasıydı. Bu nedenle Osmanlı sosyo-politik kültürü içinde bir gerilim oluşmasına neden olmamıştı. İmparatorlukta etkili bir kölelik karşıtı hareketin hiçbir zaman ortaya çıkmamış olması bu yüzden şaşırtıcı değildir.

Zencilere karşı beyazların işlediği suçlar mutlak mülkiyetten kaynaklanıyor. Malı değil mi, isterse sever isterse döver. Beyaz sahipleri siyah kölelere karşı işledikleri suçlar hep kalın bir sis tabakasının arkasında görülmez olmuştur, çünkü kol kırılır yen içinde kalır.

Yüzleşilmemiş bir geçmiş, ruhumuz ve kimliğimizde bir apse gibidir. Yüzleşmek bir bıçak gibi acıtır, kanatır ama iyileşmek için başka bir yol yoktur. Cumhuriyet kuşağı, zencileri en nihayet bir “hizmet kölesi” olan Nurcihan Kalfa gibi sandı. Nurcihan Kalfa bir piyes kahramanıdır. Bu kadın aslında zekâsıyla, hamaratlığıyla, sadakatiyle sığındığı ailenin sevgi ve güvenini kazanmış biridir. Bunun gibi itibar gören, sayılan, söz hakkı olan başka örnekler bulabilirsiniz. Ama bu zencilerin aslında bir köle olduğu gerçeğini değiştirmez. Acaba Nurcihan Kalfa, o aileye hizmetçilik etmek yerine kendi evinde oturmak, kendi ailesini kurmak istemez miydi? Ama o “sokağa düştüğü” andan itibaren başına gelecekleri çok iyi biliyordu. Bu aile onun için bir şans ve aynı zamanda bir sığınaktı. O yüzden uyumlu, uysal, haddini bilir, hamarat ve itaatkârdı.

Yeşilçam sineması, Ayşecik, Ömercik gibi filmlerde “bacı kalfayı” olumlarken bile ırkçılık yapmıştır. Mesela evin şımarık çocukları tarafından dadılara, lalalara yapılan pis şakalar aile büyüklerince ayıplanmaz çünkü o nihayet bir zenci köledir. Yeşilçam sinemasında olumsuz karakterler daima zencidir, keza Çingenelere, Yahudilere bakışı da önyargılıdır.

İzmir ve yöresinde zenciler, İstanbul’dan farklı olarak tütünde, incirde, narenciyede emek kölesi olarak çalıştırıldılar. Şehirlerde ise hamallıkla meşgul oldular. Bunlar kendilerine ev kurabiliyorlardı ve nispeten İstanbul’daki renktaşlarına göre daha özgürdüler. Zenci pilot Ahmet Ali Çelikten’in Birinci Dünya Harbinde Türk Hava Kuvvetlerinde gösterdiği yararlılık şüphesiz çok önemlidir ama Amerika’da zencileri, zenci oldukları için askere bile almazlarken bizde bir zenciye uçak teslim edilmesi de önemli ve düşündürücüdür.

This entry was posted in EDEBİYAT - ANI - ÖYKÜ - ŞİİR, HAYATIN İÇİNDEN, Yeni Kitaplar. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *