POLİTİKA GÜNDEM * Dip dalga Erdoğan’ı vurdu: işte üç temel neden

Dip dalga Erdoğan’ı vurdu:
işte üç temel neden

Murat Yetkin / 01 Nisan 2024, Pazartesi

Türkiye’nin siyasi iklimini değiştiren 31 Mart 2024
yerel seçimleri üç bakımdan dönüm noktası oldu.

1- Cumhurbaşkanı ve AK Parti lideri Tayyip Erdoğan büyük zafer beklerken gerçek bir hezimet yaşadı. Yanında sadece eşi Emine Erdoğan’la yaptığı Balkon konuşmasında kullandığı deyimle bu 21 yıllık AK Parti iktidarının kırılma noktasıydı. İnişin başladığını söyleyebiliriz.
2- Erdoğan’ın artık kendisini Cumhurbaşkanlığında da alt edebilecek bir değil iki güçlü rakibi vardır. İstanbul’da Ekrem İmamoğlu ve Ankara’da Mansur Yavaş Türk siyasetinde doğal lider konumuna gelmişlerdir.
3- CHP 2023 bozgunu ardından en zayıf göründüğü sırada tarihindeki en güçlü sonuçlardan birini almıştır. Bülent Ecevit liderliğinde 1977 seçiminde görülen yüzde 41 küsur oy oranından sonra Özgür Özel (yerel seçimlerde genel oy ölçüsü sayılan il genel meclisi sonuçlarına göre) CHP’yi yüzde 37 küsur oya çıkardı. AK Parti yüzde 35 küsurda ikinci parti oldu.
Siyasi iklim değişikliğinin en güçlü göstergesi bu üç dönüm noktasıdır.

Dönüşümün üç asli nedeni
Bu kırılmanın üç temel nedeni vardı:
1- Ekonomik kriz Erdoğan’ı ve iktidarını vuran dip dalganın açık arayla en büyük nedeni oldu. Emeklilerin, emekçilerin, işsizlerin tepkisi yıllardır ilk defa açığa çıktı. Evet, 2023’te de aynı zorluklar vardı. Ama o zaman emekliler ve emekçilerin hala Erdoğan’dan bir umudu vardı. Bu seçimler öncesi verilen boş vaatlerin sürekli ertelenmesi, son olarak Erdoğan’ın emekli maaşları için, o enflasyon kuyusunu kazan kendi değilmiş gibi “dipsiz kuyu” benzetmesi bıçağın kemiğe dayandığı nokta oldu. Erdoğan emeklilerin ve emekçilerin tepkisini hafife almanın faturasını ödedi.
2- CHP’nin 2023 bozgunu sonrasında Kurultay yoluyla Kemal Kılıçdaroğlu yerine Özgür Özel’i getirmesiyle oluşan yeni yönetimi, örgüt anlayışı ve çalışma tarzıyla risk aldı ve başarılı oldu. Daha genç ve parti örgütünden dayanak alan bir ekiple Erdoğan’ı alt ettiler. İstanbul’da İmamoğlu, Ankara’da Yavaş, CHP’nin çekirdek seçmenini alan oy potansiyelleriyle bu sonuca hayati katkıda bulundu.
3- Kibir. Erdoğan’ın İstanbul’da Murat Kurum, Ankara’da Turgut Altınok tercihlerinin asıl amacı, “boynuz kulağı geçmesin” mantığı idi. Oyların aslında Erdoğan’a verilmesini sağlamak amacıyla seçilmiş isimlerdi. Erdoğan’ın aday belirlemede Yeniden Refah Partisi ve Büyük Birlik Partisini muhatap almaması da kibir göstergesiydi. Maliyetini iki büyükşehir belediye başkanlığıyla ödedi; Şanlıurfa’yı Yeniden Refah, Sivas’ı BBP kazandı.

Seçimin kaybedenleri
Erdoğan’ın yanı sıra seçimin üç kaybedeni oldu:
1- Meral Akşener. Akşener’in yerel seçimlerde Erdoğan ve AK Partiden çok 2019 ve 2023 müttefiki CHP’ye yüklenmesi ters tepti. İYİ Parti 2023’te aldığı 9,69 oyun neredeyse yarısına düştü. Daha seçimin ilk saatlerinde partisi içinden istifası istenmeye başlandı.
2- Devlet Bahçeli. MHP’nin oyları da yarıya düşerek yüzde 5 düzeyine indi. Ellerindeki belediye başkanlıklarını kaybettiler. Bunlardan en önemlisi, AK Parti’nin de desteğiyle girdikleri Manisa Büyükşehir Belediyesini, Özel’in de seçim bölgesi olan CHP’ye kaybetmeleri oldu. Aynı şekilde Kütahya belediyesi MHP’den -1950’den bu yana ilk kez- CHP’ye geçti.
3- DEM. DEM Partisinin doğu ve güneydoğuya güvenlik gerekçesiyle sevk edilen askeri birliklerin oylarıyla maruz kaldıkları haksızlık ayrı bir konu; seçimin adaletsizlik örneği oldu. Ancak önemli Kürt seçmen nüfusunun yaşadığı İstanbul, İzmir, Ankara, Mersin, Adana, Antalya gibi şehirlerde aldıkları sonuç, büyükşehirlerde kimlik siyasetinin artık çözülmeye başladığını gösterdi. (Bir son madde olarak “Cübbeli” Ahmet Mahmut Ünlü’yü ekleyeyim dedim ama o hacıyatmaz gibi bir şekilde yolunu bulur diye vazgeçtim.)

Seçimin kazananları
İmamoğlu ve Yavaş dışında seçimin üç kazananıysa şöyle sıralanabilir:
1- Fatih Erbakan. Yeniden Refah lideri Erbakan seçime AK Parti şemsiyesinde girmeyerek stratejik bir adım attı. Erbakan’ın YetkinReport’a verdiği “Yedek lastik olmayacağız” sözünden itibaren Cumhur İttifakı sarsılmaya başladı. Özellikle Erdoğan’ın İsrail siyasetini yermesi etkili oldu. Seçimden Şanlıurfa ve Yozgat dahil 60 belediye başkanlığı ve yüzde 6 küsur il genel meclisi oyuyla üçüncü parti çıktı.
2- Özgür Özel. Başarının yerini hiç bir şey tutamaz, başarı bütün kusurları örter gibi sözlerin canlı örneği oldu. İmamoğlu’nun etkisi altında olduğu yayınlarına aldırmadan çalıştı. Parti teşkilatına, özellikle gençlik kollarına güvendi. Bu siyasete örnek Sinem Dedetaş verilebilir. Sağ partilerden devşirilen isimler yerine Erdoğan’ın evinin de bulunduğu muhafazakar Üsküdar’da Dedetaş gibi aktivist, çağdaş bir kadın mühendis belediye başkanı seçildi. İstanbul’da kadın aday ve oy sayısı Adalar’da Aslı Öymen ve Kadıköy’de Tülin Hadi ile daha da artabilirdi. Ama Ankara, Çankaya’da Alper Taşdelen gibi onların önü de parti içi hiziplerde kapatıldı.
3- Özer Sencar. MetroPoll araştırma yöneticisi Özer Sencar, seçimden bir hafta önce YetkinReport YouTube yayınında İmamoğlu’nun 9 puan ve Yavaş’ın da “artık kapatılması mümkün olmayan” açık bir farkla kazanacağını, ülke çapında bir dip dalganın geldiğini söyledi. Daha sonra MedyaScope’ta Ruşen Çakır’a bunu daha da güçlü vurgulayarak bulgu ve hesaba dayalı tahminlerinde ısrar etti. Seçimin bir kazananı da o oldu.
Posted in Uncategorized | Leave a comment

GEZİ PARKI * TÜRKİYE’NİN ÖNCÜ DOĞA DOSTU “ARON” * İSTANBUL, YA ARON ANGEL’İN TASARLADIĞI GİBİ OLSAYDI…

Geçmişte Gezi Parkından bir görüntü

İSTANBUL, YA ARON ANGEL’İN TASARLADIĞI GİBİ OLSAYDI

Aşağıdaki yazı Prof.Dr. Şafak Ural’dan alınmış,
fakat ilk yazarına ait bir bilgi -şimdilik- edinilememiştir.

Günümüzde olduğu gibi tarihimizde de Türkiye’ye büyük fayda sağlamış Musevi inanca sahip vatandaşlarımız hep oldu. Bunlardan biri de, Türkiye’nin ilk şehir plancısı Aron Angel’di.
6 Haziran 1916’da Kadıköy Yeldeğirmeni’nde dünyaya geliyor. Oğlu Albert Angel, “Babamın doğduğu ve bir dönem yaşadığı apartman hâlâ duruyor. Apartmanın içi, pencereler, tavanlar her şey ona çok büyük gelirmiş anlatırdı. Fesli kapıcısını da hatırlıyordu” diyor oğlu…
Valpreda diğer bilinen ismiyle İtalyan Apartmanı. Apartmanın bulunduğu İskele Sokak, Haydarpaşa manzarasının en iyi görüldüğü yerlerden. Ailesinin anlattığına göre de Aron Bey’in Haydarpaşa Garı’na ayrı bir ilgi ve sevgisi var, onun için önemli. Aron Angel’in Haydarpaşa yangınının olduğu 28 Kasım 2010 günü vefat etmesi de ilginç bir tesadüf.
Angel’in adını bugün pek kimse hatırlamıyor, ancak bu Musevi vatandaşımız, 95 yaşında hayata veda ettiğinde ardında birbirinden önemli hizmetler bırakmıştı. Bunların en önemlisi Gezi Parkı’ydı!
Angel’in döneminde henüz Gezi Parkı’nın kadri bilinmemiş, daha Gezi olayları yaşanmamıştı elbette, ama o bundan tam 69 yıl önce Gezi Parkı için direnen ilk ve tek insandı. O zamanki Gezi Parkı, şimdiki gibi küçücük bir alanla sınırlı da değildi. Taksim’den başlayıp Dolmabahçe sırtlarına kadar uzanan muazzam bir yeşil alan demekti.
Adı ‘Bay Engel’e çıkmıştı
İstanbul Belediyesi’nde 1942-52 yılları arasında kentin imarından sorumluydu Aron Angel. “Yeşile bir çivi dahi çaktırmam” sözüyle biliniyordu. Hukuka bağlılığı ve çalışmalarındaki titizliği nedeniyle adı, ‘Bay Angel’den ‘Bay Engel’e çıkmıştı.
1952 yılında, dönemin vali ve belediye başkanı Fahrettin Kerim Gökay, kendisini çağırtarak, ABD’lilerin İstanbul’da bir otel yapmak istediklerinden bahsetti. Angel, “Tabii, kendilerine birkaç yer göstereyim” dedi. Ama aslında hükümet kararını çoktan vermişti: ABD’liler, Hilton Oteli’ni Gezi Parkı’nda yapacaktı.
Aron Angel, “Böyle bir şeyi asla kabul etmem”, “Bu yeşil alan halkın olmalıdır, bir suça iştirak etmeyeceğim” diyerek, o gece istifa mektubunu yazdı. Mektup, Angel’in hayata ve mesleğine karşı duruşunu özetliyordu: “Şahsi menfaatlerin revaçta bulunduğu bir müessesede çalışmaktan utanç duyuyorum.”
‘Demokrasiyi yanlış anladılar’
Şehir plancısı ve yüksek mimar Aron Angel, Taksim’den başlayıp Divan Oteli’nin arkasından devam eden Hilton Oteli arazisinin tamamını içerip Maçka Parkı’na ve Dolmabahçe sırtlarına kadar uzanan, resmi adıyla ‘2 Numaralı Park’ın oluşturulması için yıllarını vermişti.
Projelerini bizzat çizdiği Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı ile Açık Hava Tiyatrosu da parkın bir parçası olarak inşa edilmişti. Ancak park, bu haliyle sadece birkaç yıl yaşayabildi.
Aron Angel bir söyleşisinde Gezi Parkı için şöyle diyecekti: “Gezi Parkı’nda çok kötü işler yapıldı. 1950’de iktidara gelenler demokrasiyi çok farklı şekilde yorumladılar. Demokraside her şeyin serbest olduğunu sandılar. Onca yılda hazırladığımız planları yaktılar, nazım planı anlayışını yok saydılar.”
‘Müze gibi korumamız lazım’
Aron Angel için dünyada iki şehir vardı; biri İstanbul, diğeri Paris. Ama İstanbul her zaman bir adım öndeydi.
İstanbul’u bir kültür ve turizm şehri olarak hayal eden Aron Bey, belediyede çalıştığı 10 yıl boyunca bu amacına uygun projeler geliştirdi. Bağdat Caddesi’ndeki ayrık nizamlı evler, Yeşilyurt’taki az katlı binalar, Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı hep bu hayalin yansımasıydı.
Ama kimisi maddi, kimisi politik gerekçelerle hayata geçemeyen projeleri de vardı. ‘Taksim’e metro’, ‘Bayrampaşa’ya botanik bahçesi’, ‘Levent’te kadınların çalışma hayatına katılmasını kolaylaştıracak tarzda bina’ projesi, ne yazık ki kağıt üzerinde kalacaktı.
Aron bey, İstanbul’un müze gibi korunması gerektiğini düşünüyordu. Site hayatına da TOKİ binalarına da karşıydı. Gökkafes onun için ‘ucube’ydi.
Kentin dört bir yanından yükselen gökdelenler için de farklı düşünmüyordu. “Bir devletin nasıl anayasası varsa, bir şehrin anayasası da nazım planıdır. O olmazsa şehircilik olmaz” diyen Angel, kentin ehil olmayan kişilere teslim edilmesine çok üzülüyordu.
İki üniversiteyi birden okudu
Aron Angel’i çok sevdiği İstanbul’un ilk şehir plancısı olma yolunda teşvik eden kişi, Atatürk’ün daveti üzerine 1936’da Türkiye’ye gelen Fransız mimar ve şehircilik uzmanı Henri Prost’tu.
Ünlü mimar, İstanbul’un nazım planını oluşturmakla görevliydi. Angel o sıralar, bakaloryasını Galatasaray Lisesi’nden aldıktan sonra İTÜ İnşaat Mühendisliği’ni bitirmiş, aklı karışık bir gençti. Paris’te mimarlık okumayı düşünüyordu…
Genç Aron, liseden bir öğretmeni sayesinde Henri Prost’la tanıştı. Prost, ona Paris’teki birkaç okulun ismini önerdi, “İçlerinden birini seç” dedi. Aron Angel bu okullardan birini beğenip, 1937 sonbaharında Paris’e gitti.
Bir hafta sonra okuldaki bir konferansta içeriye Henri Prost girdi. Aron Angel o an, seçtiği okulun müdürünün Prost olduğunu öğrendi. Henri Prost, Angel’i odasına çağırıp, “Mimarlığın yanında şehircilik de okumak ister misin? Senin için bunu ayarlayabilirim” dedi.
Şehircilik mi?
Aron Angel, o zamana kadar ‘şehircilik’ diye bir şey duymamıştı. Çünkü Türkiye’de böyle bir bölüm yoktu. Hayatının akışını değiştirecek bu teklifi kabul eden Angel, iki üniversiteye birden gitmeye başladı…
1940’ta Paris Üniversitesi’nden şehircilik, Ecole Speciale d’Architecture’den mimarlık diplomasını aldı. Türkiye’ye dönen Aron Angel, Prost’un bu kez, “Birlikte çalışalım” teklifiyle karşılaştı. 10 yıl boyunca birlikte çalışan Angel ve Prost, ‘baba-oğul’ kadar yakın oldu. Hatta Prost’un papyona merakı, Aron beye de geçti.
Abdülaziz’in diş ağrısı tutunca
Sultan Abdülaziz’in Avrupa seyahatinde diş ağrısı tutmasa, Türkiye, Aron Angel gibi bir insanla hiç tanışamayacaktı. Angel’in büyük büyükbabası Avramo Bivas, İtalya Kralı Victor Emanuele’nin diş hekimiydi. Sultan Abdülaziz’in Napoli’de diş ağrısı tutunca, Bivas kendisini kısa sürede iyileştirmişti.
İtalya Kralı, ziyaret sona erdiğinde Sultan’a toprakları üzerinde en çok beğendiği şeyi hediye etmek istediğini söylemiş, Abdülaziz hiç düşünmeden, “Dişçiniz” yanıtını verince, Bivas, kendisine de sorularak Osmanlı kafilesine dâhil edilmişti.
Kanatsız melek
Yaşamı belgesel ve kitaplara konu olan Aron Angel, hayatı boyunca doğru bildiğinden hiç şaşmadı. Soyadını soranlara, “Angel but without wings” (Melek ama kanatsız) diye takılırdı.
1950’de evlendiği ve 2006 yılında beklenmeyen bir anda, trajik bir şekilde kaybettiği eşi Milena’ya tapar, ailesinden, iki kızı ile bir oğlundan ve torunlarından bahsettiğinde gözlerinin içi güler, neşe ve sevgi taşardı. Elim bir trafik kazasında yitirdiği torunu piyano sanatçısı ve parlak bir gelecek vaat eden sinema artisti Uzay Heparı’yı her vesile ile anardı.
Çok disiplinli, prensip sahibi ve çalışkan biri. Her sabah 1 saat -kimileri için ağır- spor yapıyor, her daim çok şık, papyonundan da vazgeçmiyor. “Kolay” diye bir lafı var, “Kolay… Hadi yapalım” gibi bir kolay bu… Kâğıt israfı yapmayan, çizimlerini bile muhasebe hesaplarının arkasına yapan biri.
Bu paylaşım, hakkında bir okuma yapmak isteyenlere fikir versin ve şu medya aleminde Aron Bey gibi birinin adı olsun diye; Gezi’yi, Bağdat Caddesi’ni planlayan kişiyi bilelim diye… Ve şehir planlaması hakkında, onu okuyup, izleyerek biraz düşünelim diye…>>
27 Mart 2024 – BNGV®

YORUMLAR
BDURMUS – 28.03.2024 15:37:44
Şafak Ural hocanın yazısının bağlantısı verilmediği için tarihine erişemedim. Yazı Büyük ölçüde 26.07.2014 tarihli şu linkteki ıOlga Ünaydın Azizoğlu yazısı ile örtüşüyor: https://www.diken.com.tr/bilir-misiniz-ki-gezinin-ilk-direniscisi-yahudiydi/ Aynı yıl İstanbul Hayali (2014) adlı Yönetmen: Perihan Bayraktar Kurgu: Thomas Balkenhol tarafından yapılan Aron Angel’ın (1916-2010) hayat hikayesini, planlarını ve çalışmalarını anlatan video belgesel yayınlanmış. Filmi yorumlayan bir yazı: https://www.arkitera.com/gorus/aron-angelin-istanbul-hayali/ Bayram Durmuş

https://kavrammutfagi.com/makale/istanbul–ya-aron-angel-in-tasarladigi-gibi-olsaydi-
Posted in Uncategorized | Leave a comment

31 MART 2024 YEREL SEÇİMİ TÜRK HALKININ DEMOKRASİYE UYANIŞIDIR.

31 MART 2024 YEREL SEÇİMİ
TÜRK HALKININ DEMOKRASİYE UYANIŞIDIR.

Naci Kaptan – 01 Nisan 2024

BOP’un BÖLGE EŞBAŞKANI ERDOĞAN IRAK VE SURİYE’NİN İŞGALİNDE GÖREVİNİ “BARONLARIN” İSTEĞİNE UYGUN YAPMIŞTIR. SIRADA KENDİ ÜLKESİ TÜRKİYE VARDIR VE GÖREVİN II. BÖLÜMÜ BAŞLAMIŞTIR.


Aslında LAİK DEMOKRATİK CUMHURİYETİ
ATATÜRK’Ü VE AYDINLANMA DEVRİMLERİNİ
yok etmek için çok uğraştılar;

Laik Cumhuriyeti – Demokrasiyi – Atatürk ve Aydınlanma Devrimlerini silmek için çok uğraştılar. Hukuku, Adaleti, Toplumsal Barışı, Özgürlük ve Eşitliği cendereye aldılar. Kendi yargılarını, yargıçlarını, savcıları ürettiler. İşkence yaptılar, Aydınları, muhalifleri yalan iddialarla suçladılar, hapsettiler. TSK’yı tarikatlara, cemaatlare açtılar. Askeri okulları kapattılar. Akademi adını verdikleri askeri okullarda kendi tosunlarını eğittiler ve Atatürk düşmanı subay/ astsubaylar yetiştirdiler.
Gen.Kur.Başkanının altından kuvvet komutanlarını alarak MSB’ye bağladılar. Böylece Gen.Kur.Başkanının komuta edeceği orduları kalmadı. O da yetmedi Jandarma ve sahil güvenlik İçişleri bakanlığına bağlandı. Jandarma tamamen siyasallaştı, kadroları AKP gençlik kollarından alınan gençlerle dolduruldu. Kışlalarda askerleri cemaatlere ve tarikatlara Atatürk’ düşman mürit yaptılar.
Ordunun hiyerarşi piramidini parçaladılar. Siyaset kışlaya girdi. Tüm terfileri, atamaları siyasetçiler yapmaya başladı. İktidarın il ve ilçe başkanlarını komutanlar ASKERİ TÖRENLE karşılar oldular. Böylece liyakat yerine iktidarın bendesi olan komutanlar göreve getirildi. Bu paşalar; “Ben AKP’nin paşasıyım” dediler. Bu paşalar valiler ile birlikte ve de üniformaları ile dolaşarak utanmadan AKP adayına oy istediler. Köylere giderek AKP’ye oy verilmesi için köylüleri kaymakamla birlikte tehdit ettiler. Ayasofya’da tarikat önderleri ile üniformalı fotoğraf çektirdiler. Yetmedi seçimde AKP’nin kazanması için kentlere, ilçelere binlerce askeri ve polisi sözde görevli olarak gönderip AKP için OY kullandırdılar. Hile demokrasinin önüne geçti…
Biliniz ki artık ATATÜRK’ün askeri ve ordusu yoktur. Kalan çok az sayıdaki Kemalist askerler ise tasfiye edilmektedir. İşte bu nedenle Yunanistan Ege’de 14 adamızı işgal etmiş fakat iktidar sessiz kalmıştır. ABD ise Yunanistan’da sınır boyumuza ve güneydoğu sınırlarımıza sürekli asker, ağır silah yığmaktadır.
DEMOKRASİ sıralamasında, Dünya liginde HİBRİT DEMOKRASİ sınıfına düştük. ANAYASA MAHKEMESİNİN kararlarını dinlemeyen yerel mahkemeler ortaya çıktı. Yetmedi, siyasetçiler hadlerini aşarak ANAYASA MAHKEMESİNİ kapatmak isteyen demeçler verdiler. Yolsuzlukta dünya önderi olduk.
Türkiye BOP eşbaşkanı tarafından BOP’u kurgulayanlara teslim edildi.
2002 yılında 130 milyar USD olan dış borç stokumuz bugün tam 500 milyar USD!!!
Borç alan emir aldı. Tüm ulusal ekonomik varlıklarımız yabancılara/ yandaşlara devredildi. Ekonomi çöktü, tarım çöktü, hayvancılık çöktü. Dünyanın en büyük enflasyonu, yoksulluk, pahalılık, işsizlik ülkeye egemen oldu. Ama onlar çok fazla zenginleştiler. Haram paraları yurt dışına transfer ettiler. Türkiye’de kast sınıfları oluştu. Zenginler ve yoksullar… Orta sınıf yok oldu…
Türkiye dünyanın mülteci ve çöp deposu haline getirildi. Birkaç milyar avro için sayısı 10 milyona varan, kimliği, geçmişi bilinmeyen, vasıfsız, niteliksiz, eğitimsiz insan ülkemize kontrolsuz alındı. Türkiye 21. yüzyılın akılcı savaşlar yöntemi ile işgal edildi. Her bir mültecinin öldürücü bir kurşuna eşdeğer olduğunu söyleyen emperyalizm bu yöntemle Türkiye’yi içten fethetti. BU DEMOGRAFİK işgaldir. Toplumun sosyal yapısı, ekonomik dengesi, güvenli yaşam olgusu bozuldu. Türkiye sistematik olarak araplaştırılıyor.
Çevre ve doğayı talana açan iktidar bununla yetinmedi, Avrupa’nın çöpüne sözde dönüşüm yapmak gerekçesi ile alıcı oldu. Yeni açıklanan istatistiklere göre Türkiye 2021’de de Avrupa Birliği’nin en fazla katı atık gönderdiği ülke oldu. 2021 yılında AB üyesi ülkelerden Türkiye’ye ihraç edilen katı atık miktarı 14,7 milyon tona ulaştı. Bu rakam 2004 yılından bu yana üç kattan fazla artışa işaret ediyor. Bu çöpler Türkiye’nin en verimli tarım alanlarına gönderiliyor ve burada çevreye dökülüyor. Topraklarımız ve yeraltı sularımız zehirlenerek kirleniyor. Peki çok azı dönüşüme giden bu çöpleri neden alıyoruz?
İktidardan çöp ithal belgesi alan şirketlere her bir ton başına, çöpü gönderen ülke tarafından 100 avro para ödendiği söyleniyor. 14.7 milyon ton X 100 avro. Bu büyük para kimlere gidiyor?
Bir yandan 10 milyon mülteci, diğer yanda 14.7 milyon ton çöp…
DEĞERLİ YURTSEVER
Bu uyanışın, dağlarda yanan çoban ateşlerinin, güçlenerek büyümesi ve devam etmesi gereklidir. Gençlerimiz, çocuklarımız ülkelerinden gidiyorlar. En eğitimli en zeki çocuklarımızın yerine kimliği bilinmeyen eğitimsiz, niteliksiz mülteciler geliyor ve ülkemiz yavaş yavaş karanlığa gömülüyordu ki; DAĞLARDA ÇOBAN ATEŞLERİ YANMAYA BAŞLADI…

TOPLUM DERİN UYKUDAN UYANMAYA BAŞLAMIŞTIR.


YORUMLAR


Erdoğan Özgenç – 02 Nisan 2024
Tarafsız olmasını bekleyen var mı?
Yok…
Adil olacağına inanan var mı?
Yok…
Ne bekliyor ülkenin yarısı kendisinden?
Utanmasını…
***
Seçim bitti, kazanan CHP…
***
Kime sorsanız seçimi kazanan Recep Tayyip Erdoğan olur, diyordu…
Çünkü…Adamın altında biri saray yavrusu devletin uçakları…
Helikopterler…Hepsi son model zırhlı makam araçları…
***
Emrinde Valiler, kaymakamlar…
Bak’anlar…
MİT…
Polis, jandarma, zabıtalar…Diyanet,
Nüfus müdürü, tapu müdürü, okullar, tarım teşkilatı, sular idaresi, park ve bahçeler müdürlüğü ve TRT
Yandaş CNNTÜRK AHaber TGRT, ATV vs peşinde…
***
AKMHP adaylarına OY istedi…
Ne YSK karışıyor…
Ne muhalefet haddini, makamının ağırlığını…
Ettiği yemini bildiriyor…
YSK’nın bizim mahalledeki emlakçıdan farkı yok…
Alacağı komisyonu biliyor gibi…
***
Doğudaki bazı illere taşımalı ki çoğu asker ve polis, seçmen götürdüler..,
Ve…Tesadüfe bakın ki o illerdeki sandıklardan AKP çıktı…
Sırada buralarda kaybettikleri illere “kayyum” ataması var…
***
Hatay’da torbaları teslim edecek sandık görevlilerine
Biz görevliyiz, verin torbaları biz teslim edeceğiz, demişler…
Ve o ana kadar seçimi binlerce oy önde götüren CHP’li aday,
Saatler sonra ne hikmetse AKP adayının kıl farkı arkasına düştü.,,
***
YSK Karlı dağdan serin seyrediyor olayları…
Ama!
AKP kazandı çığlıkları kulak tırmalıyor…
Yani!..
Bu bildiğimiz, kimbilir daha kaç yerde oy ve torba çaldılar…
***
Az evvel öğrendik; seçimi çok büyük oy farkı ile kazanan DEM’li
Belediye başkanı için soruşturma açılmış…
Komik sebeplerle…
Halkın iradesi falan AKMHP pisliğinin sosu…
Kayyumlar;
Demokrasi ayıbı ve utancı olarak AKMHP’li TC tarihine yazılacaktır…
***
Şunu da çok net söylüyorum; örneğin VAN’da millete hizmet değildir amaç…
Birincisi; İstanbul Ankara ve Adana’da kesilen avantalarının yerine VAN ve civarının maddi kaynaklarına sahip olmak..
İkincisi; AKMHP koalisyonunun kayıt dışı birçok harcama ve bağışlarının üzerini örtecek gider kalemleri yaratmaktır…
***
Bir kısım yandaş tarafından alkışlayan bu yol Faşizmin çıkmaz sokağına
Ve diktatörlüğe hızla giden yoldur…
***
Türkiye Cumhuriyetini bu çıkmaz sokağa, diktaya sürüklemeye
Kirli emellerini gerçekleştirmek için karanlığa mahkum etmeye çalışanlara engel olmak,
Bu ülkenin; Ekmeğini yiyen suyunu içen herkesin temel görevidir…
***
Bu bağlamda:
Ülkeyi yönetenleri demokratik olmayan bu uygulamadan vazgeçmeye
Ve kadim halk iradesine saygı göstermeye çağırıyorum…
***
Yok, belimden aşağısı Kasımpaşa diyorsunuz; siz bilirsiniz..,
Bugüne kadar süreceğiniz kadar saltanat sürdünüz…
Ama yeter artık…
***
Unutmayın bu dünya Sultan Süleyman’a kalmadı…
Size hiç kalmayacak…
***
Yurdumun güzel ve duyarlı, sevgi dolu tüm insanlarını,
Saygı ve sevgiyle kucaklıyorum…
Erdoğan Özgenç

Sadece bundan ders almak değil, bundan bir ders çıkarmak çok daha önemli.
Erdoğan, şimdi kıyafet değiştirmeye başladı, ama amaç aynı…!
AKP 23 senedir Aziz Nesinin , Zübük romanını oynadılar,
bu ülkeye böyle sahtekar hakiki usta oyuncular gelmemiştir.
Dış borçlarımız bugün 500 milyar Dolar, bunun hesabı sorulması gerekiyor
hem de yüce Türk milletinin gözleri önünde.
Her köşeye camii yaptı, her öne çıkan sakallıyı maaşlı hoca yaptı, devlet memur statüsünde. Camilerden , sonuna kadar açık hoparlörden bağıra, bağıra okudukları arapça şiir mi yoksa ,Türk halkına yapılan küfür mü kimsede anlamadı.
Artık zamanı geldi , bu AKP ve yoldaşlarını, yandaşlarını Arabista’na ihraç etmenin.
Harcadıkları her masraf her gün Türk milletinin kasasına zarar.
Dilerim Tanrıdan, bir daha Türk milleti böyle ahlaksız, saygısız ve hırsız bir kişinin eline düşmez.
Ne mutlu Türküm diyene.
Reyhan Bitlisli
Posted in Uncategorized | Leave a comment

A Stork, a Fisherman and Their Unlikely Bond Enchant Turkey

Adem Yilmaz in his fishing boat with his stork companion, Yaren.

A Stork, a Fisherman and Their
Unlikely Bond Enchant Turkey


By Ben Hubbard and Safak Timur – 30 March 2024
Photographs by Ivor Prickett
Reporting from Eskikaraagac, Turkey

Thirteen years ago, a stork landed on a fisherman’s boat looking for food. He has come back every year since, drawing national attention. Thirteen years ago, a poor fisherman in a small Turkish village was retrieving his net from a lake when he heard a noise behind him and turned to find a majestic being standing on the bow of his rowboat.
Gleaming white feathers covered its head, neck and chest, yielding to black plumes on its wings. It stood atop skinny orange legs that nearly matched the color of its long, pointy beak. The fisherman, Adem Yilmaz, recognized it as one of the white storks that had long summered in the village, he recalled, but he had never seen one so close, much less hosted one on his boat.
Wondering if it was hungry, he tossed it a fish, which the bird devoured. He tossed another. And another.
So began an unlikely tale of man and bird that has captivated Turkey as the passing years — and a deft social media campaign by a local nature photographer — have spread the pair’s story as a modern-day fable of cross-species friendship.
The stork, nicknamed Yaren, or “companion,” in Turkish, not only returned to Mr. Yilmaz’s boat repeatedly that first year, the fisherman said, but after migrating south for the winter, returned the next spring to the same village, the same nest — and the same boat.
Last month, after Yaren appeared in the village for the 13th year in a row, the local news media gleefully covered his arrival like the springtime sighting of a Turkish Punxsutawney Phil.

NYT Stork Photo 2.webp – The story of the man and the stork, whose relationship is commemorated in a statue in the village square, has drawn tourists.
The pair’s story has brought unexpected fame, although no serious fortune, to Mr. Yilmaz, 70, and Yaren, estimated to be 17. They have co-starred in a children’s book and an award-winning documentary. A children’s adventure movie featuring a cameo by Mr. Yilmaz (and a digital rendering of the stork) is expected to debut in cinemas across Turkey this year.
Stork lovers everywhere can watch Yaren and his partner, Nazli, or “coquette” in Turkish, as they preen, contort their necks, clack their beaks, renovate their nest and occasionally mate, thanks to a 24-hour webcam set up by the local government.
“This is not a tale. This is a true story,” Ali Ozkan, the mayor of Karacabey, whose district includes the village, said in an interview. “It is a true story with the flavor of a tale.”
The bird’s celebrity has bolstered municipal efforts to increase local tourism with walking paths and coffee shops near the district’s lakes and wetlands, he said. The area has developed a stork “master plan” to care for the birds.
He initially faced some criticism from constituents who wondered why a mayor was getting involved with storks, he said. But now, residents call in when they notice damaged nests, and a friend from another city recently phoned him to complain that he could not see Yaren on the webcam.

NYT Stork Photo 4.webp – Storks have long nested in the village, arriving in the spring and mating before migrating in the late summer toward Africa.
NYT Stork Photo 5.webp – Villagers preparing twigs that can be used in stork nests. The number of active stork nests in the village has declined to only four today, from 41 in the 1980s.
The story has put Mr. Yilmaz’s village of Eskikaraagac — population 235 — on the map, drawing groups of students and tourists who stroll its narrow streets to see the storks and take boat rides on neighboring Lake Uluabat. Many visitors seek out Yaren’s nest, which sits on a platform atop an electric pole near Mr. Yilmaz’s house, and act star-struck when they encounter the fisherman himself, peppering him with questions and posing for photographs.
One recent morning, Mr. Yilmaz stood in the yard of his small, two-story house holding a tub of fish he had caught. In their nest overhead, Yaren and Nazli dozed, groomed themselves and filled the air with the percussive clacking of their beaks.
“Yaren!” Mr. Yilmaz called. Both birds glided down to the yard, and Mr. Yilmaz lofted fish into their beaks. “They are full,” Mr. Yilmaz announced after the birds had downed about two dozen fish. “After 13 years, I can tell.”
Storks have long nested in the village, arriving in the spring and mating before migrating in the late summer toward Africa.
Village elders recall when there seemed to be a stork nest on every roof and residents struggled to prevent the birds from swiping laundry from outdoor lines. But most people liked the birds, whose arrival right after pink flowers bloomed on the almond trees was a harbinger of spring.
Ridvan Cetin, the village’s elected authority, said a count in the 1980s found 41 active nests, meaning 82 storks, not including chicks. This year, the village has only four active nests, including Yaren’s. “Now they are very few,” Mr. Cetin said sadly.
NYT Stork Photo 7.webp – A photograph of nesting storks in a cafe in the village, where the storks have long been welcome, despite their penchant for pilfering clothes from laundry lines.
No one in the village could recall a bond similar to that between Mr. Yilmaz and Yaren. “I’ve never seen anything like it,” Mr. Cetin said.
For Mr. Yilmaz, a quiet man with leathery hands and a kind, rutted face, Yaren was a serendipitous addition to what he had hoped would be a late, restful chapter in an otherwise difficult life. He grew up poor. His father pulled him out of school to work in the fields and fish, no matter how cold the weather. “My life was between the field and the lake,” he said.
His mother died when he was 13. His father remarried when he was 17 to a woman Mr. Yilmaz did not like. So, with only an elementary school education, he fled to Bursa, the nearest big city, and worked in a factory that made yogurt and other milk products.
At 19, he married another villager he had known since childhood. They lost their first child, a daughter, weeks after her birth. He worked in different milk factories as he and his wife raised three other children, two boys and a girl.
In 2011, with his children grown and living elsewhere with his five grandchildren, he stopped working, returned to the village and moved back into his childhood home, next to the lake where he had fished as a child. “It was my dream from the day I started working to go to my village and fish,” he said.

NYT Stork Photo 8.webp – A cafe on the banks of Lake Uluabat.
Soon after, the stork landed on his boat. Each time Yaren left, Mr. Yilmaz wondered whether he would return. But after a few years, he stopped worrying. “I was sure that as long as I was alive, this bird was going to return,” he said.
Early on, no one much cared that Mr. Yilmaz had made friends with a stork. Other villagers teased him or said he was wasting his time — and his fish.

NYT Stork Photo 9.webp – Mr. Yilmaz feeding Yaren and Nazli in his yard. He knows the birds well enough to know when they are full.
That changed in year five, when Alper Tuydes, a hunter turned wildlife photographer who works for the local government, began sharing photographs of the pair on social media. The story spread, getting a lift each spring with Yaren’s arrival.
The relationship of man and bird corresponds with known stork behaviors, said Omer Donduren, a Turkish ornithologist. Although storks avoid direct contact with people, they often roost near them, on roofs, in chimneys or atop electricity poles.
The birds tend toward monogamy and display loyalty to their nests, parting ways with their partners to migrate, but rendezvousing in the same nest in the spring to reproduce.  That could explain why Yaren has roosted near Mr. Yilmaz’s house year after year, Mr. Donduren said.
Storks, which can live for more than 20 years in the wild and more than 30 in captivity, also have strong memories, enabling them to remember migration routes from as far north as Poland and Germany to destinations many thousands of miles south, as far as South Africa. It is unclear where Yaren spends his time after he leaves the village, but a tracker affixed to one of his offspring followed the bird over Syria, Jordan, Israel, Egypt, Sudan, Chad and the Central African Republic before it stopped working.
Over time, Yaren’s experiences with Mr. Yilmaz have probably become part of his memory, he said.
“Nature doesn’t have much space for emotions,” Mr. Donduren said. “For the stork, it is a matter of easy food. It thinks, There is an easy source of food here. This man seems safe. He doesn’t hurt me.”
Mr. Yilmaz’s explanation is much simpler. “It is just to love an animal,” he said. “They are God’s creatures.”

NYT Stork Photo 10.webp – Mr. Yilmaz said he long dreamed of returning to his village to fish. He wasn’t expecting, though, to strike up a friendship with a stork.

NYT Stork Photo 11.webp – Yaren and Nazli in their nest.
One recent morning, Mr. Yilmaz rowed into the lake and pulled up his net, dropping small fish into the boat. “Yaren!” he called. The stork took flight, did a loop to surveil the boat and perched on a lamppost near the bank.
“Yaren!” Mr. Yilmaz called again. The bird took flight again, finally alighting on the boat, where Mr. Yilmaz tossed him fish after fish. After a while, the stork lifted off, glided around the village and returned to his nest.
“That’s it,” Mr. Yilmaz said with a satisfied smile. “He is full.”

https://www.nytimes.com/2024/03/30/world/europe/turkey-stork-yilmaz-yaren.html
Posted in Uncategorized | Leave a comment

DOĞA ÇEVRE EKOLOJİ * DOĞA’YI SEVMEK VE SAYGI GÖSTERMEK ADINA KIZILDERİLİ REİS SEATTLE TARAFINDAN YAZILMIŞ OLAN DÜNYANIN EN GÜZEL MEKTUBU * Gökyüzü nasıl satılır, ya da satın alınır, ya toprakların sıcaklığı?

DOĞA’YI SEVMEK VE SAYGI GÖSTERMEK ADINA KIZILDERİLİ REİS
SEATTLE TARAFINDAN YAZILMIŞ OLAN DÜNYANIN EN GÜZEL MEKTUBU;

Naci Kaptan – 31 Mart 2024

Kızılderili şef Reis Seattle’in ABD Başkanına Yazdığı Ünlü Mektup üzerine;
Kuzey Anadolu yolu-3. havaalanı yapımında kesilen 13 milyon ağacın ormanında barınan kurtlar,kuşlar,ceylanlar, tosbikler tüm yaşam alanlarını kaybetmişti. Bir ana domuz 3 yavrusunu alarak sahile inmiş ve yavrularıyla birlikte karşı kıyıya yüzerek çıkmışlardı. Baba domuz ise yolunu şaşırmış Karaköy rıhtımına kadar yüzerek gelmişti. Şimdi ise Kazdağlarından ceylanların göç haberleri geliyor.
Merak ediyorum; Rant için milyonlarca ağacı kesme emri veren, derelere HES’ler yapan ve derelerin binlerce yıldır söylediği türküleri susturan , akarsuları kurutan ve bu konuda reyiz!!! beyin ve O’na önerilerde bulunan AKP tayfasının hiç ama hiç vicdanı yok mudur?
Mesela bir yere gittiklerinde ulu bir ağacın gölgesi yerine kızgın güneş altında otururlar mı? Neden açık alanlardaki toplaşmalarda kendileri için yapılan özel tenteli gölge yapan korunaklar altına giderler? Aileleriyle birlikte gittikleri kır gezilerinde neden su kenarlarında, dere boylarında, göl kenarlarında, ağaç gölgesinde olmak isterler?
Kestikleri ormanların kurumuş, ıssız kalmış, yaban hayvanlarının yok olmuş yalnızlığına, bozkıra, kuruttukları derelerin yatak boylarına giderler mi?
AKP iktidarı geldiğinden beri Ormanları ve canlı yaşamını, dereleri / akarsuları / yaylaları, meraları özetle Türkiye’nin tüm doğasını talan ederek yok ettiler.
İnanıyorum ki; Her bir ağacın ruhu vardır, her bir derede akan suların şırıltılı türküleri vardır. Günü gelecek kesilen ağaçların acı çeken ruhları, kesenlerden/ kestirenlerden, olmazsa onların çocuklarından, torunlarından intikamlarını alacaktır. İşte bu anda derelerin acılı türküleriyle bu öç almaya eşlik edeceğine inanıyorum.
Seattle kabilesinin gerçek reisi Seattle, doğayı katleden reyis’e der ki;
“Topraklar bizim için kutsaldır. Dereler ve nehirlerden akan pırıltılı sular, sadece su değildir. Onlar bizim atalarımızın kanıdır. Eğer toprağı size satarsak, onun kutsal olduğunu hatırlayınız ve bunu çocuklarınıza da öğretiniz. Göllerin berrak sularındaki her bir yansıma, halkımızın yaşamından olaylar ve anılar anlatır. Suyun mırıltısı, babalarımızın babalarının sesidir. Nehirler ise bizim erkek kardeşlerimizdir. Susuzluğumuzu giderirler. Bir kızılderiliyim ve anlamıyorum. Biz kızılderililer, bir su birikintisi üzerine vuran rüzgarın yumuşak sesini, yağmurun temizliğini, çam kokulu rüzgarı herşeye yeğler. Ormanının kokusunu taşıyan ve yağmurlarla yıkanıp temizlenmiş meltemleri severiz.”……..
1852 yılında hiç bir okul eğitimi almamış bir kızılderili reisin mektubundaki bu derin ve içten doğa sevgisini ve saygısını acaba günümüzün talancı ve rantçı reyisi ve tayfası anlayabilecek midir ?
Naci Kaptan / 04.08.2019 / 31 Mart 2024

Washington’daki büyük başkan bize topraklarımızı satın almak istediğini bildiren bir haber yolluyor. Büyük Başkan bize aynı zamanda dostluk iyi niyet dolu sözler de gönderiyor. Bu dostça bir davranıştır, zira biz onun bu dostluğa ihtiyacı olmadığını pek iyi biliriz. Biz onun istediğini düşüneceğiz, zira eğer biz satmağa razı olmazsak, belki o zaman da beyaz Adam tüfeğiyle gelecek ve bizim topraklarımızı zorla alacaktır.

Gökyüzü nasıl satılır, ya da satın alınır, ya toprakların sıcaklığı? Bunu tasarlamak bize yabancıdır. İnsan havanın tazeliğine, suyun şarıltısına sahip olamazsa onu nasıl satabilir?

Siz onu bizden nasıl satın alabilirsiniz?

Biz kararımızı vereceğiz. Seattle Reis ne söylerse, Washington’daki Başkan bunun doğruluğuna emin olmalıdır, tıpkı beyaz kardeşimizin mevsimlerin tekrar geleceğine güveni olduğu gibi.

Benim sözlerim yıldızlara benzer ki onlar hiçbir zaman sönmez. Bu dünyanın her bir parçası ulusum için kutsaldır, pırıldayan her çam yaprağı, her kumsallık kıyı, karanlık ormanlardaki her sis, her geçit, vızıldayan her böcek ulusumun düşünce ve yaşantılarında kutsaldır.

Ağaçların içinde yükselen özsuyu kızılderili adamın hatıralarını taşır. Beyazların ölüleri, yıldızların altından geçmek için uzaklara giderken doğdukları toprakları unuturlar. Fakat bizim ölülerimiz bu büyülü dünyayı hiç bir zaman unutmazlar,çünkü o kızılderililerin annesidir. Biz bu toprakların bir parçasıyız ve onlar bizden birer parçadırlar. O güzel kokan çiçekler bizim kız kardeşlerimiz, geyik, at ve büyük kartal da bizim erkek kardeşlerimizdir. Yüksek kayalıklar, yeşil çayırlar, tayların ve insanların vücutlarının ılık sıcaklığı hepsi aynı bir aileye aittir.

Washington’daki büyük başkan bize bir yer vereceği ve bizim orada rahatça kendi kendimize yaşayabileceğimizi haber veriyor. O bizim babamız, biz de onun çocukları olacağız. Fakat böyle şey acaba hiç olabilir mi?

Tanrı bizim ulusumuzu sever, fakat kızılderili çocuklarını terk etti. O beyaz adama işinde yardım etsin diye makinalar yolluyor ve onun için büyük köyler yapacak. O geçen her günle sizin ulusunuzu daha kuvvetli yapacak.

Beklenmeyen bir yağmurdan sonra ırmaklar nasıl yataklarından taşarlarsa, siz de çok geçmeden bu toprakları dolduracak, her tarafa taşacaksınız.

Benim ulusum gelgitin çekilen dalgalarına benzer, fakat onlar bir daha geri gelemezler. Hayır biz başka başka ırklardanız. Çocuklarımız beraber oynamazlar, ihtiyarlarımızın anlattığı öyküler de başka başkadır. Tanrının lütfu sizin üzerinizdedir, bizler yetim kaldık. Biz topraklarımızı satmak için yaptığınız teklifleri bir kere daha düşüneceğiz. Bu sandığınız kadar kolay olmayacaktır.

Çünkü bu topraklar bize kutsaldır. Biz bu ormanlarla seviniriz. Bilmiyorum. Bizim davranışımız sizinkinden farklıdır. Derelerin ve ırmakların içinden geçerken pırıldayan sular yalnız su değildir: onlar bizim atalarımızın kanlarıdır.

Biz size bu toprakları sattığımız zaman, bilesiniz ki, onlar kutsaldır ve sizin çocuklarınız da onların kutsal olduklarını ve göllerin berrak sularında oynaşan her yansının benim ulusumun yaşantılarına ait masalları ve öyküleri anlatmakta olduklarını öğrenmelidirler. Suların çıkardığı sesler benim atalarımın sesleridir. Irmaklar bizim kardeşlerimizdir, onlar bizim susuzluğumuzu giderirler, bizim kayıklarımızı taşır, ve çocuklarımızı beslerler.

Topraklarımızı sattığımız zaman, bunu hatırınızda tutmalısınız, ve çocuklarınıza öğretmelisiniz. Irmaklar bizim kardeşlerimizdir, sizin de. Ve siz şimdiden başlayarak ırmaklara iyiliğinizi esirgememelisiniz, öteki her kardeşe karşı da.

Kızılderili Adam onun topraklarına giren beyaz Adam karşısında her yerde geriledi, nasıl ki sabahın sisi dağlarda doğan güneşin önünden kaçar. Fakat bizim babalarımızın külleri kutsaldır. Onların mezarları mübarek topraklardır, bütün bu tepeler, ağaçlar, dünyanın bu kısmı, bizim için mübarektir.

Biz beyaz adamın düşünümüzü anlamadığını biliriz. Toprağın her parçası onun için birdir, çünkü o gece gelen ve yerden ihtiyacı olan şeyi alıp giden bir yabancıdır. Toprak onun kardeşi değil düşmanıdır, onu elde ettikten sonra ilerlere gider, babalarının mezarlarını geride bırakır ve onlarla bir daha ilgilenmez. O toprağı çocuklarından çalar ve gene ilgilenmez. Babalarının mezarları ve çocuklarının doğum hakkı çabukça unutulur. O annesi olan toprağı ve kardeşi olan gökyüzünü satılacak ve talan edilecek şeyler gibi, ya da koyunlar veya parıldayan inciler gibi satın almak için kullanır.

Onun açlığı dünyayı saracak ve geride her tarafta çölden başka bir şey kalmayacak! Ben bilmiyorum, bizim düşünüşümüz sizinkinden farklıdır. Sizin şehirlerinizin görüntüsü kızılderili adamın gözlerini ağrıtır. Belki bu onun bir vahşi olmasından ve bu gibi şeyleri anlayamamasından ileri gelir!

Beyazların şehirlerinde sessizlik denen bir şey yoktur. Orada ilkbaharda oluşan yaprakların seslerini, uçuşan böceklerin vızıltılarını işitecek bir yer de bulamazsınız. Fakat bütün bunlar benim bir vahşi olmamdan ve bunları anlayamamamdandır. Gürültü, patırtı bizim kulaklarımızı adeta tahkir eder. Kuşların ötüşünü, ya da geceleyin su başında kurbağaların bağırışlarını işitmedikten sonra dünyada NE vardır. Ben kızılderili bir adamım ve bunu anlayamıyorum.

Bir kızılderili gölün üstünden gelen rüzgârın mülâyim gürültüsünü sever, öğleyin yağan yağmurun temizlediği, taze çam yapraklarının ağırlaştırdığı rüzgâr kokusundan hoşlanır. Kızıl Adam için hava kıymetlidir, çünkü her şey aynı solunumdan pay alır. Hayvan, ağaç ve insan, hepsinin teneffüs ettiği hava aynıdır. Beyaz Adam teneffüs ettiği havanın farkında değilmiş gibi görünüyor. Bir kaç gün önce ölen bir insanın kötü kokulan duymadığı gibi. Fakat biz size topraklarımızı satarsak, unutmamalısınız ki, hava bizim için kıymetlidir ve hava hayatta tuttuğu her şeyle ruhunu paylaşır. Rüzgâr babalarımıza ilk nefeslerini vermişti ve son nefeslerini de Alan odur.

Çocuklarımıza da yaşama ruhunu o vermelidir. Eğer biz topraklarımızı size satarsak, onu özel ve mübarek bir şey olarak kıymetlendirmelisiniz. Beyaz Adam DA çayır çiçeklerinin üzerinden geçen rüzgârın onların kokularıyla nasıl tatlı koktuğunu duymalıdır. Topraklarımızı satmak üzerinde düşüneceğiz ve eğer buna karar verirsek, bunun bir şartı olacaktır. Beyaz Adam topraklarımızdaki hayvanlara kardeşleri gibi muamele etmelidir.

Ben bir vahşiyim ve başka türlüsünü anlayamam. Ben şimdiye kadar beyaz adam tarafından bırakılmış, çürümüş binlerce bizon gördüm. Ben bir vahşiyim ve demir atın (lokomotif), sırf hayatta kalmak için öldürdüğünüz bizondan daha kıymetli olduğunu anlayamam. Hayvanları olmadıktan sonra insanların ne kıymeti vardır. Eğer bütün hayvanlar onu bıraksalardı, insanlar ruhlarının yalnızlığından ölmezler miydi? Hayvanların başına gelenler çok geçmeden insanların da başına gelecektir. Hayatta her şey birbirine bağlıdır. Toprağın başına gelen, onun oğullarının da başına gelir.

Sizler çocuklarınıza ayaklarının altındaki toprakların bizim büyük babalarımızın külleri olduklarını öğretmelisiniz. Toprağa kıymet vermeleri için onlara,toprağın bizim atalarımızın ruhlarıyla dolu olduğunu nlatınız.Çocuklarınıza , bizim öğrettiğimiz şeyleri öğretiniz.Toprak bizim annemizdir.Toprağın başına gelenler onun çocuklarının da başına gelir.

İnsanlar toprağa tükürürlerse,kendi kendilerinin yüzüne tükürmüş olurlar.Zira biz biliyoruz ki,toprak insana değil,insan toprağa aittir.Her şey, bir aileyi birbiriyle birleştiren kan gibi birbirine bağlıdır. Her şey birbirine bağlıdır.Toprağın başına gelen oğullarının da başına gelir.

İnsan hayatın dokusunu yaratmamıştır, onun içinde yalnız bir liftir. Siz dokuya ne yaparsanız, bunu kendinize yapıyorsunuz demektir. Hayır, gündüzle gece bir arada yaşayamazlar. Bizim ölülerimiz dünyanın tatlı ırmaklarında yaşamağa devam ederler ve ilkbaharın yavaş adımlarıyla tekrar geri dönerler, onların ruhu gölün yüzeyini çalkalayan rüzgârdır. Beyaz adamın topraklarımızı satın almak hususundaki isteğini düşüneceğiz.

Fakat benim ulusum soruyor, beyaz adam neyi satın almak istiyor? Gökyüzü ve toprakların sıcaklığı, koşan antilopların çabukluğu nasıl satın alınabilir? Biz size bütün bu şeyleri nasıl satabiliriz, siz de bunları nasıl satın alabilirsiniz? Kızıl adam bir kâğıt parçası imzaladığı ve bunu beyaz adama verdiği için siz bu topraklara istediğinizi yapabilir misiniz?

Havanın tazeliğine ve suyun pırıltısına sahip değilsek, onları size nasıl satabiliriz? Sonuncusu öldükten sonra bizonları yeniden geriye satın alabilir misiniz? Biz teklifiniz üzerinde düşüneceğiz. Biz, satmağa razı olmadığımız takdirde, beyaz adamın tüfeğiyle gelip topraklarımızı alacağını bilmekteyiz. Fakat biz vahşi insanlarız. Beyaz adam ise, geçici olarak iktidardadır ve O kendisini bütün dünyanın kendisine ait olduğu, Tanrı sanmaktadır. Bir insan, annesine nasıl sahip olabilir? Biz topraklarımızı satın almak hususundaki tekliflerinizi tekrar düşüneceğiz.

Gece ve gündüz beraber yaşayamazlar, biz, sizin başka topraklara göç etmemiz teklifinizi düşüneceğiz. Biz uzakta ve sükun içinde yaşayacağız. Günlerimizin kalan kısımlarını nerede geçireceğimiz önemli değildir. Çocuklarımız babalarını gururları kırılmış ve yenilmiş gördüler. Savaşçılarımız utandırıldılar. Yenilgiden sonra günlerini miskince geçirdiler, vücutlarını tatlı yemekler ve kuvvetli içkilerle zehirlediler. Günlerimizin geri kalan kısmını nerede geçireceğimizin bir önemi yoktur. Zaten geriye de pek fazla zaman kalmamıştır. Bir kaç saat, bir kaç kış, sonra eskiden bu topraklar üzerinde yaşayan insanlardan, kendi uluslarının mezarlarında matem tutacak kimse kalmayacaktır. O ulus ki bir vakit sizinki gibi kuvvetli idi ve geleceğe ümitle bakıyordu; oysa şimdi ormanlarda başı boş dolaşmaktan başka yapacak bir şeyleri olmayacaktır.

Fakat ben ulusumun çöküşüne neden ağlayayım? Uluslar insanlardan oluşurlar, başka bir şeyden değil. İnsanlar da denizdeki dalgalar gibi gelip geçerler. Onlara yol gösteren ve onlarla dostun dostla konuştuğu gibi konuşan bir Tanrıya sahip olan beyaz adam bile, herkes için belirlenmiş olan alınyazısından kaçamayacaktır. Belki biz hep kardeşleriz.

Yalnız biz, beyaz adamın da bir gün keşfedeceği bir şeyi şimdiden biliyoruz. Bizim Tanrımız da aynı Tanrıdır. Sizler belki bizim topraklarımıza sahip olduğunuzu düşündüğünüz gibi ona da sahip olacağınızı düşünüyorsunuz, fakat buna muktedir olamayacaksınız. O insanların Tanrısıdır, kızılderililerin de beyazların da. Bu topraklar onun için kıymetlidir. Onları yaralamak, onların yaratıcısını hor görmek demektir.

Beyazlar da bir gün bu dünyadan gideceklerdir, belki de bütün öteki ırklardan daha çabuk. Yataklarınızı zehirlemeğe devam ediniz, ve bir gece kendi çöplerinizin içinde boğulacaksınız. Fakat batışınızda her tarafa parlak bir ışık yayacaksınız, bu, sizi bu topraklara getiren ve size bu ülkeye ve kızılderili adama hakim olmanızı emreden Tanrının kudretinin ateşinden gelecektir. Bu kader bizim için bir muammadır.

Bütün bizonlar öldürüldükten sonra, yaban atları evcilleştirildikten, ormanların en gizli köşeleri, binlerce insanın ağır kokusuyla dolduktan,sevimli tepelerin görüntüsü konuşan tellerle kirletildikten sonra… Çalılıklar nerede? Kayboldular! Kartallar nerede? Gittiler! O hızlı koşan taya ve ava “Allahaısmarladık” demek, ne demektir? Bu, o yaşamın sonu ve sırf daha fazla hayatta kalmanın başlangıcıdır! Tanrı bizim hayvanlara ve kızılderililere hâkim olmamızı istedi, herhalde bunun özel bir sebebi olacaktır, fakat bu sebep bizim için bir muammadır.

Belki beyaz adamın nelerden rüya gördüğünü, uzun kış geceleri çocuklarına hangi ümitlerini anlattığını, onların sabahın özlemini çekmeleri için imgelemlerinde (muhayyile) ne gibi hayalleri ateşlediğini bilseydik, evet belki o zaman onu anlayabilirdik. Fakat biz yaban insanlarıyız ve beyaz adamın düşleri bize saklıdır. Ve onlar bize saklı oldukları için de, biz kendi yollarımızdan gideceğiz. Çünkü biz her şeyden önce her insanın kardeşlerininkinden -ne kadar farklı olursa olsun- istediği gibi yaşama hakkını tanır ve sayarız. Bizi birbirimize bağlayan şeyler çok değildir. Biz sizin teklifinizi düşüneceğiz.

Eğer ona evet dersek, bu sırf bize vaat ettiğiniz yeni toprakları güvenlik altına almak içindir. Belki orada kısa günlerimizi kendi alıştığımız şekilde geçirebileceğiz. Son kızılderili bu dünyadan gittiği ve onun hatırası, yalnız bir bulutun sonsuz çayırların üzerindeki gölgesi olarak kaldığı zaman, babalarımın ruhu bu kıyılarda ve ormanlarda yaşamağa devam edecektir. Çünkü onlar bu toprakları seviyorlardı, yeni doğan bir çocuğun annesinin kalbinin atışını sevdiği gibi.

Size bu toprakları sattığımız zaman, siz de onları bizim sevdiğimiz gibi seviniz, onlarla bizim ilgilendiğimiz gibi, ilgileniniz. Onları bugün bulduğunuz gibi hatırlayınız. Ve bütün kuvvetinizle, ruhunuzla ve kalbinizle onları çocuklarınız için koruyunuz ve Tanrının hepimizi sevdiği gibi, siz de onları seviniz.

Çünkü biz bir şey biliyoruz: Tanrımız aynı Tanrıdır. Bu dünya mübarektir. Beyaz adam bile ortak kaderimizden kaçamaz. Belki biz hepimiz kardeşiz. Zaman bunu gösterecektir.

Duwarmish kızılderililerinin reisi Reis Seattle

Posted in Uncategorized | Leave a comment

DİYANET VE ŞERİAT * SERKAN ÖZ’ÜN DİYANETLE DAVASI, ASLINDA KİMİN DAVASI?

SERKAN ÖZ’ÜN DİYANETLE DAVASI,
ASLINDA KİMİN DAVASI?

Mustafa Solak

Diyanet, “Evlat edinen ile evlatlık arasında evlenme engeli yok” şeklinde bir fetva verince Veryansın Tv sunucusu Serkan Öz “namuzsuz onlar” diyerek tepki göstermişti.
Diyanet, Serkan Öz’e dava açtı. Serkan Öz, savunmasında “toplumsal düzenin ve bireylerin aralarındaki ve idare ile olan ilişkilerini fetvalar mı, kanunlar mı düzenleyecek sorusuna mahkemenin vereceği karar, hukuk devletinin tespitinin ya da yokluğunun kararını verecektir” dedi.
Serkan Öz’ün bu durumla karşı karşıya kalmadan yıllar önce sırf bu amaçla bile dava açılmalıydı. Bu tür hukuk, laiklik, kadın ve insan onuru karşıtı fetvalar yıllardır Diyanet’in sitesinde. Kocaların çok eşli olabileceği, üvey kızla üvey babanın evlenebileceği, “boş ol” sözüyle, hatta sms, eposta ile kocanın karısını boşayabileceği, karısının kocasına itaatinin ibadet olduğu gibi ifadeler var.
Veryansın Tv Genel Yayın Yönetmeni Erdem Atay’a kulak verelim:
Laikliğin bir güvencesi olarak kendini gösteren Cumhuriyet Halk Partisi ve aynı zamanda Atatürkçü Düşünce Derneği, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği gibi derneklerin bu konuya, bu savunma çerçevesinde bakmasını beklerdik.”
Erdem Atay, siteminde haksız mı?
Aynı ifadeler ve daha fazlası lise “Fıkıh”, “Fıkıh Okumaları”, “Kelam”, “Akaid” ders kitaplarında da var. Peki eğitim sendikaları nerede? Onlara yıllardır raporlar sundum. Dikkate alanı çok az.
Gerçek şu ki nerdeyse her kurum, yasak savmak veya kendi reklamını noktasından yapmak meseleye yaklaşılıyor. Basın açıklaması veya metni ile yasak savıyor, kendini öne çıkarmıyor veya gündemi meşgulse dikkate bile almıyor.
Serkan Öz’ün davası 25 Haziran 2024’e ertelendi. 25 Haziran’a bilgiyle yığınak yaparak ve sadece Diyanet’e değil MEB’e de dava açarak destek olmalıyız. Serkan Öz’ün, Diyanet ile olan davası, aslında hepimizin davasıdır.
Not: Diyanet fetvalarını ve MEB ders kitaplarını incelemek, mücadelede değerlendirmek isteyenler “Diyanet’in Fetvaları”, “Gayrimilli Eğitim” kitaplarımı okuyabilir.
Posted in Uncategorized | Leave a comment

OY

OY

Zahide UÇAR – 29. 03.2024

Seçim var öyle mi? Nasıl bir seçim?

Tarafsızlık yemini eden partili Cumhurbaşkanı’nın devletin, (yani bizim) bütün imkanlarını kullanarak oy istediği bir seçim… İstifa etmesi gerekirken istifa etmeyen, seçim güvenliğinden(biraz komik oldu) sorumlu bakanların gene devlet imkanlarıyla oy istediği bir seçim… Antidemokratik… Yasaların paspas yapıldığı bir seçim… Oy istiyorlar? NİYE!? Milleti, ülkeyi, yasaları, kasaları oyduğunuz yetmedi mi?

Şakağıma namluyu dayasanız bile birinize değil oy, günahımı bile vermem. Neden mi?? Dinleyin o zaman;
Size oy vermek demek, ülkenin kurucusu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK ve silah arkadaşlarına, şehitlerimize ihanet etmek demektir de ondan. Size oy vermek demek, milli bayramlarımıza getirdiğiniz yasağa onay vermek demektir! EGE’de ADALARIMIZI Yunanistan’a vermenize, petrolümüze çökmelerini seyretmenize onay vermek demektir de ondan.
Size oy vermek demek, kışlaya, okula, camiye soktuğunuz ihanet siyasetine onay vermek demektir.
Size oy vermek demek, Kuddisi Okkır, Albay Ali Tatar, Milli kahramanımız Gazi Albay Abdülkerim Kırcı’nın katline onay vermek demektir. Size oy vermek demek, kozmik odanın açılıp, savaş sırlarının CİA’ya servis edilmesine onay vermek demektir.
Size oy vermek demek, BOP’ne, yani Sevr’e onay vermek demektir.
Size oy vermek demek, emperyalist proje gereği 17 milyon işgalcinin ülkemizde kalıcı hale getirilmesini onaylamak demektir.
Size oy vermek demek, Türkiye’nin yer altı ve yerüstü kaynaklarını yağmalamanıza-yağmalatmanıza onay vermek demektir. Zeytinlerimizi, ağaçlarımızı, ormanlarımızı, yaylalarımızı, sit alanlarımızı, kıyılarımızı yok etmenize onay vermek demektir.
Size oy vermek demek; tarımı, hayvancılığı ve üretimi bitirmenize onay vermek demektir. Atatürk’ün kalelerimiz dediği fabrikaları satıp, arazilerini yağmalamanıza onay vermek demektir.
Fakirden alıp zengine veren zalimliğinize bir de oy mu vereceğiz?
Size oy vermek demek;
Müzelerimizin soyulmasına onay vermek demektir. Restorasyon bahanesi ile, tarihi camilerin bile soyulmasına onay vermek demektir.
2002 yılında, makam araçlarını kaldıracağım sözü verip, binlerce lüks makam araçlarıyla, işgal güçleri gibi, bizim cebimizden bizlere yaptığınız güç gösterisine mi oy vereceğiz?
Size oy vermek demek; Montrö Antlaşmasını delmek için, ABD projesi olan Kanal İstanbul projenizi onaylamak demektir ki;
Bu proje gerçekleşirse Karadeniz cehenneme dönecek, belki de İstanbul ‘un elimizden çıkmasına neden olacak.
Size oy vermek demek, ülkemizin kara para cenneti olmasına, uyuşturucu cenneti haline gelmesine, uyuşturucu baronlarına vatandaşlık verilmesine, ülkemizin utanç verici bir şekilde gri listeye alınmasına onay vermek demektir.
Size oy vermek demek, ülkemizin Londra bankerlerine soydurulmasına onay vermek demektir.
İhale cambazlığıyla astronomik maliyetlerle ihale edilen, Türk parası yerine dolarla ödenen, yani torunlarımızı bile haraca bağladığınız ihale katakullenize onay vermek demektir. Bizler fakirleşirken, sizlerin sürekli zenginleşmesini onaylamak demektir. Ağzını açanı kadılarınıza teslim edip, kendi suçlarınızdan “Allah affetsin” diyerek yırtmanızı ve TİRANLAŞMANIZI onaylamak demektir.
Sizlere oy vermek demek, sahte diplomalarınızı, gösterilemeyen diplomalarınızı onaylamak demektir. Size oy vermek demek, yalanı, ahlaki çöküşü, şiddeti, kibri, kadın cinayetlerini cesaretlendiren yargı(!) sisteminizi onaylamak demektir. Bitmeyen çocuk tecavüzlerini önleyemeyen politikanıza onay vermek demektir.
Sizlere oy vermek demek, misyonerliğin serbest bırakılmasına, Bartholemeus’un Ekümenlik iddiasına sessiz kalarak onaylamanıza, Yunan vatandaşlarına vatandaşlık verip metropolit atanmasını sağlamanıza onay vermek demektir.
Size oy vermek demek, Türk ve Türkçe düşmanlığınıza, MİTİNGLERİNİZDE bir milletin bağımsızlık simgesi olan TÜRK BAYRAKLARINI çöplere atıp, üzerine oturulmasına sessiz kalmanıza onay vermek demektir.
Size oy vermek demek, belediye imkanlarını tarikatlara, yandaşlarınıza seferber etmenize onay vermek demektir. Rüşvete, rüşvet parasıyla umre ziyareti yapanlara onay vermek demektir…
Size oy vermek demek, şeker fabrikalarını yok edip, Küresel şirket Cargill’in ürünlerini piyasaya hakim kılmanıza, kanserojen şıranın kullanım kotasını sürekli artırmanıza onay vermek demektir.
Anadolu gibi dört mevsimi olan bir ülkenin tohumunu yasaklayıp, Anadolu topraklarının RAHMİNİ KOPARIP ATARAK, Türk çiftçisini küresel şirketlerin tohum ve ilaÇ TEKELİNE mahkum etmenize onay vermek, beni zehirle demektir.
Size oy vermek demek, kendiniz devlete vergi vermediğiniz halde, bizlerden aldığınız vergilerle sürdüğünüz Lale Devri saltanatını onaylamak demektir.
Size oy vermek demek, cehaleti, ötekileştirmeyi, hakaret-tehdit dilini, Ortaçağ karanlığını onaylamak demektir.
Size oy vermek demek;
Kan ile kazanılmış bir ülkenin vatandaşlığını utanç verici reklamlarla dışarıda pazarlamanıza onay vermek demektir.
Size oy vermek demek, parası olanın askerlik yapmadığı, Anadolu çocuklarının işsizlik yüzünden paralı asker olduğu ve sürekli garibanın şehit olduğu bu zalim sistemi onaylamak demektir.
Size oy vermek demek; Barzani’yi imar etmenize, Türk Vatandaşına verdiğiniz ücretten daha ucuza elektrik vermenize, Yahudi Barzani ile GURUR DUYMANIZA onay vermek demektir.
Size oy vermek demek, Irak Türkmenlerini Barzani’nin insafına terk etmenizi onaylamak demektir.
Size onay vermek demek, Talabani ile aynı görüşü paylaşıyoruz itirafınızı onaylamak demektir.
Size oy vermek demek, Müslüman gömleği giyip, Ortadoğu coğrafyasında TRUVA ATI olarak görev yapmanızı onaylamak demektir.
Dilime düşmansın, dinime düşmansın, tarihime düşmansın! Sana niye oy vereyim? Ben mazoşist miyim?
SİZ BİZDEN OLSAYDINIZ, ÜLKEYİ YÖNETMEK İÇİN GELİRDİNİZ. SİZ BİZDEN OLMADIĞINIZ İÇİN ÜLKEYİ ELE GEÇİRMEK İÇİN GELDİNİZ.
Art niyetle geldiğiniz için;
Bütün kurumları İŞGALCİ MANTIĞI İLE ele geçirdiniz. ÜLKENİN BÜTÜN TEMEL DİREKLERİNİN ALTINI (OY)dunuz! Bu ihaneti başardığınız için mi oy istiyorsunuz?
Ben, Çanakkale gazisi Çolak Şükrü’nün torunuyum.
Bu ülkede milyonlarca Çolak Şükrü, Topal Osman, Halime Çavuş, Kara Fatma ve Şerife kadınların torunları var. Biz o ruhu KAYBETMEDİK! KAYBETMEYECEĞİZ!
Kazandık dediğiniz yerde kaybedeceksiniz!
Posted in Uncategorized | Leave a comment

BELLEK DÜRTÜCÜ * ORGANİZE İŞLER * GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE İSTANBUL BELEDİYESİNDE NELER OLDU? * Bölüm 6

Naci Kaptan / 29 haziran 2020 / Güncellendi 30 Mart 2024
YAYIMLANMIŞ BÖLÜMLER
Bölüm 1 / 2 / 3  https://nacikaptan.com/?p=79197
Bölüm 4 https://nacikaptan.com/?p=79478
Bölüm 5 https://nacikaptan.com/?p=79554
Bölüm 6 https://nacikaptan.com/?p=79783

Yazımın bu bölümüne Çiçero’dan alıntıyla başlayacağım;
Se­zar bir dik­ta­tör­dü. He­pi­mi­ze bü­yük va­at­ler­de bu­lun­du, ama ilk işi Cum­hu­ri­ye­tin ba­şı­nı ez­mek ol­du ve tek ba­şı­na ül­ke­yi hem de acı­ma­sız­ca yö­net­me­ye baş­la­dı. Onu, de­de­le­rin­den Ca­li­gu­la ile eş tut­mak ge­rek.
Evet, Se­zar bü­yük as­ke­ri ba­şa­rı­la­ra im­za at­mış­tır, Ro­ma İm­pa­ra­tor­lu­ğu’nun sı­nır­la­rı­nı da ge­niş­let­miş­tir, ama ne­ye rağ­men? Hal­kı­nın tüm hak­la­rı­nı elin­den alıp, on­la­rı yal­nız­laş­tı­rıp, Ro­ma sur­la­rı­nın ge­ri­si­ne ite­rek ken­di im­pa­ra­tor­luk he­ves­le­ri­ni tat­min için acı­ma­sız­ca ölü­me ve aç­lı­ğa gön­der­miş­tir. Çal­mak, hır­sız­lık, giz­li ta­nık­lar, ya­lan­cı ta­nık­lar, ci­na­yet­ler…
Bü­tün bun­la­rı en­gel­le­ye­cek olan ya­sa­la­ra hiç do­kun­ma­mış, tam ter­si­ne da­ha da ser­best­leş­me­si­ni sağ­la­mış­tır. Bü­tün bu in­san­lık dı­şı uy­gu­la­ma­la­rı en­gel­le­ye­cek tek şey; akıl ile al­gı­la­na­bi­len, ka­nıt­la­na­bi­len bir hu­kuk­tur.”
“Son kez söy­lü­yo­rum: Unut­ma­yın ki im­pa­ra­tor­luk­lar dik­tik­le­ri çar­mıh­lar­la an­cak ada­le­ti sağ­la­ya­bi­lir­ler. Ah­lak ve er­dem çök­tü­ğün­de, dev­le­ti yö­ne­te­mez­si­niz!

5.Bölümü şöyle bitirmiştik;
“İşte böyle değerli okur, Belediyenin, yani halkın parası önce  ihalelerle müteahhitlere aktarılıyor sonra da ihalelerden alınan rüşvet/komisyonlarla bu para kurulan yandaş, çıkarcı vakıf ve derneklere pompalanıyordu… Kurulmuş olan İSEGEV  ise adını değiştirerek TÜRGEV oluyor ve Erdoğan ailesinin yönetiminde Türkiye’nin dört bir yanında kamuya ait değerli taşınmazları AKP’nin yerel yönetimleri tarafından TÜRGEV’  bağışlanarak bu vakfın mülkiyetine geçiriliyordu. İşler ORGANİZE İŞLERDİ…”

Makarayı geriye saralım, ORGANİZE İŞLERE devam edelim;
Şarkılarında diyorlardı ki; “Beraber ıslandık yağan yağmurda!!!” Gerçekten  ıslanmışlar mıydı?   Yoksa üzerlerine yağan RAHMET ile Harun gibi gelerek KARUN mu olmuşlardı?
Geçmişte ayakkabılarının altı delik, bakkala, manava borcu olan, bir takım eski elbisesi olan, bazen İETT otobüslerine bile kaçak binenlerin yaşamları,  talan düzeninin başlamasıyla sistem içinde olanların yaşamları hızla değişmeye başlamıştı. Önce yaşadıkları yoksul, gecekondu mahallerini terk ettiler. Yaşam standartı yüksek alanlarda pahalı lüks evler aldılar. Terk ettiği mahallelerde, sokaklarda yaşayan eski arkadaşlarını, komşularını tanımaz oldular. Ceplerindeki talan paraları çoğaldıkça kumalar, metresler edindiler. Onlara korunaklı sitelerde evler aldılar.
Kapısını iple bağladıkları 2.el yerli arabalar yerini lüks jiplere bıraktı. Piramitin üst tarafında olanlar ise yalıların, Çamlıca’da lüks villaların, özel çiftliklerin, yurt dışında malikanelerin uçakların sahibi olmaya başladı. Hayat onlar için güzelleşti!!! Ama çirkinleşti de…
Değerli eşleri ise Avrupa’da Louis Vuitton, Bulgari, Prada, Dior, Burberry,Michael Kors, Swarovsk, Gucci, Dolce&Gabanna, Prada gibi dünyanın en pahalı mağazalarını KAPATARAK alış veriş yapmaya başladı. Türkiye’de SÜSLÜMANLAR diye yeni bir nesil türedi…Bu süslümanlar Louis Vuitton çantayı 52.500 Dolara, Hermes Graphite’den Timsah Derisi Çantayı ise 85.000 Dolara alabilecek güce ulaşmışlardı…
Yağan yağmur bunların üzerine DOLAR ve SİYASİ GÜÇ olarak yağarken toplum ise gittikçe yoksullaşıyordu. İşsizlik tarihte görülmediği kadar artarken Devlet talan ediliyor ve tarihte görmediği kadar borçlanıyordu. Tıpkı müflis bir tüccar gibi. El açarak borç istediği ülkeler, batan tüccara borç vermez oldular… Ekonomiyle birlikte, hukuk, demokrasi, insan hakları da çöküyordu…

ERDOĞAN’IN GÖZDESİ ALBAYRAK’lar;
Albayrak Holding 1952’de kurulmuş olup Erdoğan’ın İBB başkanı olmasıyla ihalelerde öne çıkarak belediyenin nerede ise tüm ihalelerini alarak zenginleşmiş ve önlenemez büyümesi başlamıştır. Senelik gelirlerinin yaklaşık 1 MİLYAR dolar olduğu wikipedi’de yazılıdır.
Ahmet Albayrak ve kardeşleri Bayram, Nuri, Kazım, Mustafa ve Muzaffer Albayrak’ın ortak girişimleridir. Grup, inşaat, müteahhitlik, medya, traktör ve motor üretimi, liman işletmeciliği, kâğıt fabrikası, tekstil, temizlik ve sosyal hizmetler alanında faaliyet göstermektedir.Albayrak Medya Grubu, Yeni Şafak gazetesi ve TVNET televizyonunun sahibi olup, AKP’nin sesi olan SABAH Gazetesini de yönetmektedir.
Bilinmeyen bir konuyu da açıklamak isterim;
Atatürk düşmanı olan sözde tarihçi Mustafa Armağan adında bir yobaz var. Albayrak’ların çıkardığı ve Cumhuriyet tarihini saptırmaya yönelik yayımlar yapan DERİN TARİH isimli derginin yayım yönetmenidir. Görülen odur ki Albayrak’lar medyada Cumhuriyet tarihini saptırmaya yönelik çalışmaların da finansörüdür.
Derin Tarih, Albayrak Grubu tarafından ilk sayısı 2012 yılının
Nisan ayında yayımlanmış aylık bir tarih dergisidir.
Sloganı “Derin Tarih’le tüm bildikleriniz tarih olacak!”tır. Derginin tirajı yaklaşık 20.000’dir.Derginin tanıtım toplantısı TBMM Millî Saraylar Saray Koleksiyonları Sergi Salonu’nda yapılmış, toplantıya Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç da katılmıştır. İlk sayısından itibaren yayın yönetmenliğini gazeteci ve yazar Mustafa Armağan üstlenmiştir.Yazar kadrosu arasında; Mustafa Armağan, Semavi Eyice, İsmail Kara, Mümtaz’er Türköne, Mahmut Erol Kılıç, Norman Stone ve Mehmet Çelik gibi yazarlar yer almaktadır.
https://tr.wikipedia.org/wiki/Derin_Tarih

Bütün ihaleler Albayraklar’a
Sanayi Bakanlığı müfettişleri de, Albayraklar’ın İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait beş şirketten aldığı ihalelerde yolsuzluk tespit etti
İstanbul DGM Başsavcılığı’nın yürüttüğü soruşturmada görev alan Sanayi ve Ticaret Bakanlığı müfettişleri de, Albayrak Şirketler Grubu’nun İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait Halk Ekmek AŞ, İGDAŞ, İSTAÇ, İSBAK ve İSFALT’tan aldığı ihalelerde yolsuzluk ve usulsüzlük yapıldığını ortaya çıkardı. İçişleri Bakanlığı’nın ardından Sanayi Bakanlığı’nın görevlendirdiği Başmüfettiş Doğan Atamer’in başkanlığındaki heyetin hazırladığı raporda, söz konusu beş şirketle ilgili şu tespitlere yer verildi:

• İstanbul Halk Ekmek (Un ve Unlu Maddeler Gıda Sanayi ve Ticaret AŞ): Edirnekapı merkez fabrikanın ekmek dağıtımını kapsayan işe ilişkin 16. 11. 2000 tarihli sözleşme, ihale sonucu Albayrak A.Ş ile imzalanmıştır. Ancak 24. 05. 2000 tarihli ek bir sözleşmeyle gerçekte şirketin tüm dağıtım ve pazarlama işleri, açık ve şeffaf olmayan bir şekilde ve rekabetçi ortam yaratılmadan Albayrak A.Ş’ne devredilmiştir.

• İGDAŞ – İstanbul Gaz Dağıtım Sanayi ve Ticaret AŞ: 2000 – 2001 yıllarında şirketin kiralık araç ihtiyacını temin maksadıyla açılan sürücüsüz binek araçları ihalesinde çok sayıda lüks binek aracı, ihaleyi kazanan Albayrak A.Ş’den kiralanarak, kamu kaynağı olan şirket sermayesi yerinde kullanılmamış, tasarrufa riayet edilmemiştir.

• İSBAK – İstanbul Belediyeler Bakım Sanayi ve Ticaret AŞ: Kiralık araçlar ana sözleşmesinde belirtilen şirket maksadına aykırı olarak temin yoluna gitmiştir. Kiralık araç temini, idari ve teknik şartname ile tahmini bedel tespiti yapılmadan, İSBAK yetkililerinin belirlediği üç firmadan fiyat teklifi dilekçeleri dışında hiçbir belge ve doküman istenmeden oluşturulan bir ortamda, en ucuz fiyat teklifini veren Albayrak A.Ş’den yapılmıştır.

• İSFALT (İstanbul Asfalt Fabrika Sanayi ve Ticaret A.Ş): Şirketin 2000’de personel taşıma ve kiralık araç hizmetlerini karşılamak üzere belirlediği şartnameler çerçevesinde açtığı ihalelerde katılımcı firmaların dosyalarında şartname gereği firmalardan alınması gereken belgelerin bulunmadığı görülmüş, bu çerçevede firmaların dilekçeleri değerlendirilerek mezkur işin Albayrak AŞ’nin taahhüdünde yürütülmesi kararlaştırılmıştır.

Uzman şirketler davet edilmedi
Maliye müfettişlerinin İSTAÇ (İstanbul Çevre Koruma ve Atık Maddeleri Değerlendirme A.Ş) için raporları şöyle: Şirket 1997’de İBB’ye ait 6 katı atık tesisinin işletilmesini üstlenmiş ve açtığı ihaleyi kazanan Albayrak A.Ş’ye teslim etmiştir. 31. 12. 1999 tarihinde sona eren iş süresi ilkin 3 ay, bilahere 21. 07. 2000 tarihine kadar uzatılmıştır. 18. 07. 2000 tarihinde aynı iş için açılan ihalede de Albayrak A.Ş’ye yaptırılması kararlaştırılmıştır.
İhaleye davet olunan 6 firmadan dördünün inşaat şirketi olduğu, diğer iki firmanın iştigal konularının ihale konularını kapsadığı, bunlardan ihaleyi alan Albayrak A.Ş dışındaki Şafak Temizlik Ltd. Şti’nin yetkili müdürünün Albayrak yöneticileri ile aynı nüfusa kayıtlı Saffet Albayrak olduğu, dolayısıyla ihalelerde iştigal konuları ihale konusunu kapsayan tecrübeli ve taahhütlerini finans ve organizasyon açısından yerine getiren kapasiteleri yüksek şirketlerin araştırılarak ihaleye katılımlarının sağlanmadığı müşahade edilmiştir.[*]

Albayraklar olayı
TÜRKİYE’de Albayraklar isimli bir şirketler grubu var. Bunlar Recep Tayyip ve AKP’ye en yakın olan kimseler. Trilyonlarla, katrilyonlarla oynuyorlar. Gerek Recep Tayyip ve gerekse şimdiki Başkan Müfit Gürtuna döneminde İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden çok büyük işler ve çok büyük ihaleler aldılar. Yıldızları onların sayesinde parladı.
Ama onlar da ‘‘vefalı’’ insanlar! İslamcı bir gazete çıkarıyorlar. Bu gazete Recep Tayyip ve ekibine en büyük desteği verdi. AKP iktidarını övmekle bitiremiyor. Yani çark çok iyi çalışıyor. Tayyip onlara ihale veriyor, onlar gazeteleriyle Tayyip’e destek veriyor. ‘‘İslamcı’’ olmakla ‘‘tüccar’’ olmak böyle bağdaşıyor!
Emme basma tulumba sistemi!
Albayraklar’ın birader patronları hakkında başlatılmış soruşturmalar, ihaleye fesat karıştırma gibi iddialarla açılmış davalar ve yedikleri cezalar var. Ama Albayraklar durmuyor, hele AKP döneminde işleri çok iyi gidiyor!
Doğrusu AKP iktidarı da onlara karşı ‘‘vefalı’’ çıktı. Geçenlerde gargaraya getirip CHP’yi de uyutarak çıkardıkları 2 maddelik bir yasa ile onların 100 trilyon lira dolaylarında vergi kaçağını affediverdi.
Neyse ki işin üzerine gittik, Cumhurbaşkanı bu yasayı veto etti. Aynı yasayı bir kez daha çıkarmaları biraz zor. Altından kalkamazlar.

Efendim şimdi gelelim bir başka konuya. Mart ayı sonlarında bir özelleştirme ihalesi yapılıyor. SEKA Balıkesir káğıt fabrikası özelleşecek. Ne hikmetse ihaleye sadece bu Albayraklar giriyor. Tek tabanca!.. Ve nedense, başka hiçbir firma ihaleye teklif vermiyor!
Bu fabrika Balıkesir’in yanıbaşında. 40 bin metrekare kapalı alana sahip. Burada milyonlarca dolarlık araç gereç, makine teçhizat var. Şakır şakır káğıt üretiyor. Fabrika ayrıca 1 milyon 795 bin metrekare açık alana sahip. Albayraklar tek tabanca girdikleri ihalede ne kadarlık teklif veriyorlar biliyor musunuz?.. Şimdi sıkı durun:
Sadece 1 milyon 100 bin dolar!
İnsaf, insaf! Büyük kentlerde lüks bir daire fiyatı.
Daha doğrusu, ölmüş eşek fiyatı.
Uzmanlar bu fabrikanın en alt düzeyde hesaplanan bedelinin 100 milyon dolar olduğunu söylüyor.

Hangi iktidarın kamu malını böyle peşkeş çekmeye hakkı olabilir? Bu nasıl iştir?
Şimdi bu göstermelik ihalenin sonucunu izleyeceğiz. Bakalım SEKA Balıkesir káğıt fabrikası bu fiyata, ya da pazarlıkla birkaç bin dolar daha ekleterek Albayraklar’a verilecek mi, verilmeyecek mi?
CHP bu işlerin üzerine gitsin. Recep Tayyip döneminde Albayraklar’a belediyenin kaç trilyonluk ihale verdiğini ortaya çıkarsın, şu karmaşık ilişkiler yumağını çözsün. Böyle özelleştirme olur mu? Özelleştirme, kamu malını yandaşlara peşkeş çekmek mi?
Ayıptır yahu!

EL TAYYİP KİTABI
Mehmet Bölük’ün yeni bir kitabı çıktı: ‘‘El Tayyip’’. (Toplumsal Dönüşüm Yayınları).
Lütfen okuyun, Recep Tayyip’i daha iyi tanıyın. Onun İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde yaptıklarını ve söylediği sözleri bir kez daha görün… Ve şimdi Türkiye’yi ‘‘Başbakan’’ kimliği ile kimin yönettiğini anlayın…
Çünkü bir insanın gerçek kimliği ve kişiliği, geçmişidir.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde yolsuzluklar, belediye parasının hangi amaçla kimlere peşkeş çekildiği, yandaş şirketler, İGDAŞ ve AKBİL dosyaları, köktendinci örgütlenmeler, tarikatler, şimdi tek tek devletin en önemli görevlerine taşınan belediye kadroları, vakıflar, kıyak ağaç işleri, Albayraklar, İstanbul’un ilk imam başkanı…[**]
Tekmili 36 kısım birden!
Bu kitabı mutlaka okuyun.

[*] Milliyet / TOLGA ŞARDAN haberi / 29.10.2001
https://www.milliyet.com.tr/gundem/butun-ihaleler-albayraklar-a-5272171
[**] Hürriyet / Emin Çölaşan köşe yazısı / 3 Nisan 2003 https://www.hurriyet.com.tr/albayraklar-olayi-139874

Naci Kaptan / 29 haziran 2020 / Güncellendi 30 Mart 2024
Posted in Dizi Yazilari, Ekonomi, ORGANİZE İŞLER, PANDORA'nın KUTUSU, PERDE ARKASI, YOLSUZLUKLAR, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK | Leave a comment

EKONOMİDE ŞAHLANAN ÜLKE TÜRKİYE… * Türkiye’nin brüt dış borcu 500 milyar dolar oldu

BATAKLIĞA SAPLANAN ÜLKE


Türkiye’nin brüt dış borcu 500 milyar dolar oldu

Türkiye’nin 2002 yılında brüt dış borç stok değeri
129,5 milyar ABD Doları tutarında idi.

Türkiye’nin brüt dış borç stoku, 31 Aralık 2023 itibarıyla 499,9 milyar dolar oldu. Net dış borç stoku ise 261,4 milyar dolar olarak açıklandı. Buna göre, Türkiye’nin brüt dış borç stoku 499,9 milyar dolar olarak gerçekleşirken, borcun milli gelire oranı yüzde 44,7 oldu.

NEREDEN NEREYEEEE…

Yaşasın!!! “NAS” ekonomisti cumhurbaşkanı Erdoğan…


30.03.2024 basın

Posted in Uncategorized | Leave a comment

ALMANLAR BİZİ KISKANIYOR!!! * Avrupa’da son 10 yılda emekli maaşları artarken Türkiye’de yüzde 34 düştü * Almanya’da ortalama emekli maaşı Türkiye’nin neredeyse 7 katı.

Avrupa’da son 10 yılda emekli maaşları
artarken Türkiye’de yüzde 34 düştü

EURONEWS – 29/03/2024

Türkiye, Avrupa’da 32 ülke arasında 2021 yılı itibarıyla Euro bazında ortalama emekli maaşlarının en düşük olduğu ikinci ülke. Almanya’da ortalama emekli maaşı Türkiye’nin neredeyse 7 katı.


Türkiye’de emekliler için 2023 son 20 senedeki en kötü dönem oldu. Emeklilerin durumu 2024’te daha da geriye gidiyor.
Türkiye, Avrupa’da 32 ülke arasında 2021 yılı itibarıyla Euro bazında ortalama emekli maaşlarının en düşük olduğu ikinci ülke. Almanya’da ortalama emekli maaşı Türkiye’nin neredeyse 7 katı. 2012-2021 yılları arasında Avrupa’da ortalama emekli maaşı büyük ölçüde artarken Türkiye’de yüzde 34 düştü.
Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Merkezi (DİSK-AR) “Avrupa’da ve Türkiye’de emeklilerin durumu” başlıklı raporu yayımladı. Prof. Dr. Aziz Çelik editörlüğünde hazırlanan rapora Deniz Beyazbulut ve Zeynep Kandaz katkı verdi. Rapor AB İstatistik Ofisi Eurostat verilerine dayanıyor. Eurostat’ın son güncel verileri 2021 yılını kapsıyor.
Emekli maaşları dört ana kalemden oluşuyor: Yaşlılık aylığı, malullük aylığı, ölüm aylığı ve erken emeklilik ödemesi. Bu gösterge haberimizde “emekli maaşı” olarak adlandırılacak. “Yaşlılık aylığı” ise belirlenen yaşta bir işten emekli olduktan sonra emeklinin gelirini korumak ve desteklemek amacıyla yapılan ödeme. Ortalama maaşlar toplam ödeme miktarının yararlanıcı sayısına bölünmesiyle hesaplandı.
2021 yılında ortalama brüt emekli maaşı Türkiye’de 237 Euro oldu. Türkiye 32 ülke arasında sondan ikinci sırada. Türkiye’den daha düşük olan tek ülke 224 Euro ile Bulgaristan.
En yüksek ortalama emekli maaşı ise 2 bin 734 Euro ile Lüksemburg’da.
Bu miktar diğer bazı ülkelerde şöyle: Hollanda (2 bin 3), İtalya (bin 582), Almanya (bin 552), Fransa (bin 485), Yunanistan (bin 26), Macaristan (427) ve Romanya (351).
Almanya’da emekli maaşı Türkiye’dekinin 7 katı
Almanya’da ortalama emekli maaşı Türkiye’dekinin tam 6,5 katı. Bu oran Fransa’da ise 6,3 kat.
2012 yılında Türkiye’de ortalama brüt emekli maaşı 357 Euro idi.
30 ülkede arttı, Türkiye’de yüzde 34 düştü
2012-2021 arasında 31 ülkeden 30’unda Euro bazında ortalama brüt emekli maaşı arttı. Türkiye ve Yunanistan’da ise düştü. Yunanistan’da düşüş sadece yüzde 2 olurken Türkiye’de emekli maaşları yüzde 34 geriledi.
En büyük artış yüzde 98 ile Romanya’da gerçekleşti. Maaşlar Almanya’da yüzde 32 yükselirken Fransa’da yüzde 36 arttı.
Emekli yaşlılık aylığı: Türkiye sondan üçüncü
Yaşlılık aylığında ise Türkiye sondan üçüncü durumda. 2021’de Türkiye’de ortalama brüt emekli aylığı 281 Euro oldu. En yüksek aylık ise 2 bin 764 Euro ile Lüksemburg’da gerçekleşti.
Ortalama brüt emekli yaşlılık aylığı diğer ülkelerde şöyle: Avusturya (bin 998), İtalya (bin 660), İspanya (bin 477), Almanya (bin 448), Yunanistan (bin 35) ve Polonya (517).
2012-2021 arasında Euro bazında ortalama brüt emekli aylığı Türkiye’de yüzde 37 geriledi.
Türkiye’de 2012 yılında brüt yaşlılık aylığı 447 Euro idi.
Türkiye’de emeklilerin nüfusa oranı artarken emeklilerin milli gelirden aldığı pay ise düşüyor. Emekli maaşlarının gayrisafi yurt içi hasılaya (GSYH) oranında Türkiye 36 Avrupa ülkesi içinde sondan ikinci sırada.
En düşük emekli ve memur maaşlarının asgari ücrete oranı ise AK Parti iktidarında 2023 yılındaki kadar düşük olmamıştı. 2024’te bu oranların daha da düşmesi bekleniyor.
Avrupa’da emekli maaşının asgari ücrete oranı
Ortalama emekli brüt yaşlılık aylığının asgari ücrete oranında da Türkiye alt sırada yer alıyor. Türkiye’de bu oran yüzde 64. Yani, asgari ücretliler 100 lira kazanırken emekliler 64 lira kazanıyor.
Türkiye bu alanda 21 ülke içinde sondan dördüncü. En iyi oran yüzde 135 ile Yunanistan; en düşük oran ise yüzde 57 ile Litvanya’da.
Posted in Uncategorized | Leave a comment