YARGI GÜCÜ İLE DEVLETİN VE TOPLUMUN YAPISINI BOZANLAR * McCARTHY’nin KARANLIK RUHU ÜLKEMİZDE DOLANIYOR

McCARTHY KİMDİR?
McCARTHYİZM NEDİR?

Naci Kaptan – 20.11.2015


GİRİŞ

Günümüz dünyasında ve Türkiye’sinde olup bitenleri anlamak için modellere, örneklere gereksinmemiz vardır. Tarih ve toplumbilim bize böyle modeller sağlar. McCarthy, 1950’li yıllarda Amerika’da yaşanan cadı avının sorumlusu olan yargıç ve politikacıdır. Kendi kirli siyaseti ve çıkarları için, FBI’ın ve medyanın da yardımıyla, masum insanları karalamış, ülkesinin aydınlarını komünistlikle itham etmiş, pek çok kişinin hayatını karartmış, bir çok profesörün, sanatçının kariyerini mahvetmiş ve hatta intiharlara neden olmuştur.

Ne yazık ki Türkiye’miz de McCarthy döneminin tıpkısı, benzer bir karanlık süreç içinden geçmektedir. Siyasetin parçası olan yargıç ve savcılar yargının gücünü iktidarın çıkarları için kullanmaktalar. Ülke otokrasinin karanlığına ve adaletsizliğe gömülüyor. Laik Cumhuriyet kırılıyor, tarikatlar ve cemaatler yönetime ortak olarak ülkemize siyasal islam modeli dayatılıyor. DİN’selleşen eğitim modeli ile Türkiye akıldan, bilimden, çağdaş dünyadan koparak bireyden ümmete evriliyor. Emperyalizmin işbirlikçileri ülkemizi sömürge düzenine taşıyor. Muhalif siyasetçiler, gazeteciler, aydınlar ise hapishanede …

Ve McCarthy’nin zalim karanlık ruhu şimdilerde ülkemizde dolanıyor!


BÖLÜM 1

Orson Welles 1941’de çevirdiği “Yurttaş Kane” filminde ilk büyük basın patronlarından William Randolph Hearst’ün Amerikan halkını nasıl yönlendirildiğini anlatırken, on yıl sonra, yeni bir baskı bulutunun nasıl Hollywood üzerine çökeceğini, kendisinin de nasıl kurbanlar listesine alınacağını bilmiyordu.

1930’larda ve 40’larda, ciddi sorunları ele alan filmler 1950’lerde yerini karanlık propaganda filmlerine bırakacaktı. “Büyük Diktatör” (1940) ve “Modern Zamanlar” (1936) filmlerini yaparken dikkat çeken Charlie Chaplin de, eleştirel tutumu nedeniyle, diğer yüzlerce yönetmen, senarist ve oyuncu ile birlikte dışlanacaktı. Ama bunlar büyük resmin sadece küçük bir parçasını oluşturacaktı.

Amerikan halkı son 90 yıl içerisinde, üç kez büyük korku yaşadı veya bu korkuya sevk edildi. Bunlardan birincisi, 1917 ile 1920 yılları arasındaki “First Red Scare” denilen komünizm korkusuydu.

Kısa süre sonra FBI’ın başına geçecek olan J. Edgar Hoover’ın kuruma girdiği ve bütün hayatını şekillendirecek olan Komünizmle Mücadele Masası’nda çalışmaya başladığı yıllardı. Bu baskı döneminin Amerikan tarihine bıraktığı hatıralar arasında, sendika baskınları, linçler, şanslı yabancıların sınırdışı edilmesi ve Nicola Sacco ile Bartolemeo Vanzetti gibi şanssızların uydurma davalarla kurban edilmeleriydi.

Bu dönemin öne çıkan bir diğer konusu da muhafazakârların İncil’i inkar eden evrim kuramının okullarda öğretilmesine karşı büyük bir kampanya açmasıydı.

1920’lerdeki muhafazakar dalga, büyük kriz ve Roosevelt’in reformcu politikalarıyla bir ölçüde geride kalmıştı. Ne var ki, II. Dünya Savaşı biter bitmez başlayan Soğuk Savaş, ikinci büyük korku dalgasını yaratacaktı. Bu dönem, Amerikan tarihinde “Second Red Scare” adını taşır: Üçüncü korku dalgası olan 11 Eylül’ün tarihi ise, elbette ileride yazılacak…

Bu ikinci dalganın perde önündeki kahramanı Wisconsin senatörü Joseph R. McCarthy, perde arkasındaki ise, FBI’ın değişmez başkanı J. Edgar Hoover olacaktı.

McCarthyizm, demokratik bir ülkede siyaseti, devlet mekanizmasını ve medyayı kullanarak çamur atma, karalama yoluyla insanları haksız yere itham eden ve suçsuzları cezalandıran, toplumun temel hak ve özgürlüklerini zedeleyen, demokrasiyi istismar ederek bütün toplumu baskı altına alan antidemokratik bir uygulamanın adıdır.

McCarthyizm’in önemi demokratik bir toplumda yaşanmış olmasından gelir. Demokratik bir toplumda, devlet gücünün, istihbaratın, siyasetin ve medyanın nasıl kötüye kullanıldığını ve bu kötüye kullanmanın ne korkunç sonuçlar doğurduğunu gösterir. Komünizm karşıtlığı ve demokrasi koruyuculuğu maskesi altında, insanların nasıl baskı altına alındığının tipik bir örneğini oluşturduğu için önemlidir. ABD’de komünizm karşıtlığını bir yafta olarak kullanan sistem Türkiye’de de FETÖCÜ, PKK’lı, CASUS v.b suçlamaları kullanıyor.

Üzerinden yarım yüzyıl geçtikten sonra ABD’de uygulanan bu korkunç sistem bütün boyutlarıyla açığa çıkmıştır. Yazılan anılar, otobiyografiler, bu trajedinin perde arkasını, ilişkilerini tümüyle ortaya dökmüştür. Fakat benzeri oyunlar, sahte kanıtlar, gizli şahitler, karalamalar son dönemlerde Balyoz, Ergenekon, Casusluk suçlamaları ile ülkemizde başlamış olup halen devam etmektedir. Yargı  siyasallaşmış olup, savcı ve yargıç kadrolarının büyük çoğunluğu iktidar partisinde görev yapmış avukat hukukçuların yargı sistemine savcı ve hakim olarak yamanması ile hukuk sistemi adil adalet yolundan şaşmıştır.

Amerikan siyasal tarihinin bu kara lekesi artık tüm politikacılar için bir model olmuştur. İyi niyetliler için sakınılması ve engellenmesi gereken, kötü niyetliler için ise yararlanılacak bir model!

Olayın merkezinde üç isim yer almaktadır;

1. Kişiliği bozuk kirli bir politikacı: Joseph McCarthy.
2. FBI’ın antikomünistliğiyle ünlü başkanı: J. Edgar Hoover.
3. Politikacılarla iç içe bir gazeteci: Jack Anderson.

FBI’ın rolünü, William Sullivan adlı bir ajan sonradan, “Gerekli olan bütün bilgileri ona aktararak Senotadaki McCarthy soruşturmasını biz sağlamıştık” diye açıkça belirtmiştir. Anderson ise McCarthy ile olan ilişkisini ve yaptıklarını Confessions of a Muckraker (Bir Skandal Gazetecisinin İtirafları) adlı otobiyografisinde açıklamıştır.

Görüldüğü gibi bu cadı avının, demokratik bir ülkedeki bu antidemokratik uygulamanın itici gücü, senatör-FBI başkanı-gazeteci üçlüsüdür. Zaten uygulamanın bu denli etkili olmasının, bütün toplumu boyunduruk altına almasının ve pek çok kişinin hayatını söndürebilmesinin ardındaki güç de bu üçlünün ittifak ederek yarattığı kamuoyu ortamından gelmektedir:

Siyaset, istihbarat ve medya! Hele bunlara bir de yargıyı eklerseniz…

Senatörler Susan Collins ve Carl Levin, belgelerin önsözünde şunları yazdı

“Senatör McCarthy’nin yıkıcılığı ve casusluğu ortaya çıkarma konusundaki gayreti rahatsız edici aşırılıklara yol açtı. Onun sindirme taktikleri, hükümetimizin sızmasında yer almayan insanların kariyerlerini mahvetti. Onun serbest tarzı, hem Senato’nun hem de Alt Komite’nin gelecekteki soruşturmaları yöneten kuralları gözden geçirmesine neden oldu ve mahkemeleri Kongre duruşmalarında tanıkların Anayasal haklarını korumak için harekete geçmeye yöneltti. … Bu duruşmalar, ne unutabileceğimiz ne de tekrarlanmasına izin verebileceğimiz ulusal geçmişimizin bir parçasıdır.”


BÖLÜM 2

Joseph Raymond McCarthy (14 Kasım 1908 – 2 Mayıs 1957), 1947’den 1957’de 48 yaşında ölümüne kadar Wisconsin eyaletinden Cumhuriyetçi ABD Senatörü olarak görev yapan Amerikalı bir politikacıydı . 1950’den başlayarak McCarthy, Soğuk Savaş gerginliklerinin yaygın komünist yıkıcılık korkularını körüklediği bir dönemde Amerika Birleşik Devletleri’nde en görünür kamu yüzü haline geldi . Çok sayıda komünist ve Sovyet casusu ve sempatizanının Amerika Birleşik Devletleri federal hükümetine, üniversitelere, film endüstrisine ve başka yerlere sızdığını iddia etti. En sonunda, kendisinin kınanıp kınanmaması gerektiğini araştırmak üzere kurulan komite üyeleriyle işbirliği yapmayı reddettiği ve onlara kötü davrandığı için 1954’te Senato tarafından kınandı. 1950’de McCarthy’nin uygulamalarına atıfla ortaya atılan ” McCarthycilik ” terimi , kısa sürede benzer anti-komünist faaliyetler için kullanılmaya başlandı. Günümüzde terim , demagojik , pervasız ve asılsız suçlamalar ve siyasi muhaliflerin karakterine veya vatanseverliğine yönelik kamusal saldırılar anlamında daha geniş bir şekilde kullanılıyor.

Wisconsin, Grand Chute’da doğan McCarthy, 1942’de Deniz Piyadeleri’ne katıldı ve burada bir dalış bombardıman uçağı filosu için istihbarat brifing görevlisi olarak görev yaptı. II. Dünya Savaşı’nın sona ermesinin ardından binbaşı rütbesine ulaştı . Bir topçu-gözlemci olarak on iki muharebe görevine gönüllü olarak katıldı. Bu görevler genellikle güvenliydi ve istediği kadar mühimmat atmasına izin verilen, çoğunlukla hindistan cevizi ağaçlarına ateş ettiği bir görevden sonra “Kuyruk-Topçu Joe” lakabını aldı. Kahramanlık iddialarının bazılarının daha sonra abartıldığı veya yanlış olduğu ortaya çıktı ve eleştirmenlerinin çoğunun “Kuyruk-Topçu Joe”yu alaycı bir terim olarak kullanmasına yol açtı.

1944’e kadar Demokrat olan McCarthy, 1946’da Cumhuriyetçi olarak ABD Senatosu’na başarıyla girdi ve Wisconsin Cumhuriyetçi ön seçiminde görevdeki Robert M. La Follette Jr.’ı , o zamanki Demokrat rakibi Howard McMurray’ı %61 – %37’lik bir farkla dar bir farkla yendi. Senato’da büyük ölçüde sıradan geçen üç yılın ardından McCarthy, Şubat 1950’de bir konuşmasında Dışişleri Bakanlığı’nda çalışan “Komünist Parti üyeleri ve casus şebekesi üyeleri” listesine sahip olduğunu iddia ettiğinde aniden ulusal üne kavuştu . 1950 konuşmasından sonraki yıllarda McCarthy, Dışişleri Bakanlığı’na, Başkan Harry S. Truman yönetimine , Amerika’nın Sesi’ne ve ABD Ordusu’na Komünist sızma suçlamalarında bulundu . Ayrıca , hükümet içinde ve dışında çok sayıda politikacıya ve diğer kişilere saldırmak için çeşitli komünizm, komünist sempatizanlığı, sadakatsizlik veya cinsel suç suçlamaları kullandı. Buna, yasadışı cinsel faaliyetlerinin onları komünistler ve diğerleri tarafından şantajlara karşı savunmasız hale getireceği varsayılan şüpheli eşcinsellere karşı eş zamanlı bir ” Lavanta Korkusu ” da dahildi.

McCarthy 1935 yılında baroya kabul edildi. Wisconsin, Shawano’daki bir hukuk firmasında çalışırken , 1936 yılında Demokrat olarak bölge savcılığı için başarısız bir kampanya başlattı. McCarthy, avukatlık yaptığı yıllarda kumar oynayarak ek gelir elde etti. McCarthy, 1939’da tarafsız seçilmiş 10. Bölge bölge yargıcı görevine aday olduğunda daha başarılı oldu. McCarthy, 24 yıldır yargıçlık yapan görevdeki Edgar V. Werner’ı yenerek eyalet tarihinin en genç bölge yargıcı oldu

1945’te Sovyetler Birliği’nin tekrar ABD’nin düşmanı olarak öne çıkacağının anlaşılması üzerine, ABD’de bu ülkeye ve Amerikan Komünist Partisi ve diğer sol gruplara karşı kapsamlı kampanyalar başlatıldı.

1940’ta çıkartılmış olan Alien Registration Act (Yabancıları Kayıt Kanunu) çerçevesinde, savaş sırasında 4 milyon 741 bin 971 yabancı fişlenmiş ve politik görüşlerine göre tasnif edilmişti. Şimdi sıra Amerikan vatandaşlarına gelmişti. 1938’de kurulmuş olan Amerika Karşıtı Faaliyetleri Soruşturma Komitesi’nin faaliyetleri hızlandırıldı. Bunlar öncelikle sanat dünyasında ve özellikle de Hollywood’da görüşlerinden hoşlanmadıkları kişileri kara listeye alıp yıldırma politikası yürütmeye başladılar. Geçmişinde herhangi bir sol gruba sempatizan olanlar bile ifadeye çağrılıyor ve arkadaşları hakkında ifade vermedikleri taktirde, şirketlere gönderilen kara listelere almıyorlar, bu artist ve sinemacılara, hiçbir şekilde iş verilmiyordu.

Onurlu kişiler ifade vermeyi reddederek, uzun yılları baskı ve yokluk içinde geçirmeyi yeğlediler. Kara listeye alınanlar arasında Leonard Bernstein, Charlie Chaplin, Orson Welles, Edward G. Robinson, Jules Dassin gibi isimler vardı. İsviçre’ye yerleşmek zorunda kalan Chaplin, anılarında komünist olmadığını kesin olarak yazacakken, komisyona ifade verirken ise gururundan dolayı komünist olmadığını söylemeyecek, yalnızca “komünist olmak en doğal hakkımdır” diyecekti.


BÖLÜM 3

Histeri ve Korku Ortamı, McCarthy’nin Yükselişini Sağlıyor

Ancak kısa sürede Hollywood dışından kişiler, örneğin Howard Fast, Arthur Miller, Dashiel Hammett, Lilian Hellmann gibi yazarlar, Pete Seeger ve Paul Robeson gibi sanatçılar da yeni listelerde yerlerini alacaktı. Atom bombasını yapan ekibin önde gelen birkaç isminden biri olan Robert Oppenheimer bile, ağır baskı altında kalacak ve ancak Senato Komisyonu’nda aklanacaktı.

Bazıları ise bu cadı avı döneminde arkadaşlarının adını komisyona vererek kendilerini kurtarmaya çalıştılar. Bunlar içinde en ünlüsü hiç kuşkusuz yönetmen Elia Kazan idi. Kayseri kökenli bir Rum ailenin çocuğu olarak İstanbul’da doğan Elia Kazan, baskılara dayanamayınca sekiz arkadaşını adını komisyona verecek, yıllar boyunca hain damgası yemekten kurtulamayacaktı. Kazan, 1999 yılında Oscar ödülünü kazandığında geçmişi peşini bırakmamış; Nick Nolte, Ed Haris, Tim Robins, Susan Sarandon, Jesica Lange gibi birçok ünlü oyuncu ve yönetmen durumu protesto ederek ödül töreni sırasında salonu terk etmişti. Yalnızca 2 yıl önce 1997’de İstanbul Film Festivali Onur Ödülü’nü almak için geldiğinde Cumhuriyet gazetesinden Ahu Antmen’e “Doğru olduğuna inandığım şeyi yaptım. Özür dilemiyorum. Utanmıyorum. Ve beni mutsuz etmiyor” diyen Kazan, bu protesto sonrası Oscar heykelciğini kaldırırken dudaklarından tek sözcük dökülüyordu: “Utanıyorum…”

Sovyetler Birliği’nin önce atom sonra da hidrojen bombasını yapması, Amerika’daki korku ve histeriyi toplumsal bir hastalık derecesine çıkardı. Bu ortam, ABD’nin Orta Batı bölgelerinden gelen muhafazakar bir taşra politikacısı olan Joseph Raymond McCarthy’nin yükseleceği iklimi hazırladı.

1954’te büyük yankı uyandıran Ordu-McCarthy duruşmaları ve aynı yıl Wyoming Senatörü Lester C. Hunt’ın intiharının ardından McCarthy’nin desteği ve popülaritesi azaldı. 2 Aralık 1954’te Senato, McCarthy’yi 67-22 oyla kınadı ve bu şekilde disiplin cezası alan birkaç senatörden biri oldu. 2 Mayıs 1957’de Maryland, Bethesda’daki Bethesda Deniz Hastanesi’nde 48 yaşında ölene kadar komünizme ve sosyalizme karşı çıkmaya devam etti , ancak doktorlar daha önce ciddi şekilde hasta olduğunu bildirmemişti. Ölüm belgesinde ölüm nedeni ” Hepatit , akut, nedeni bilinmiyor” olarak listelenmişti, bazı biyografi yazarları bunun alkolizmden kaynaklandığını veya daha da kötüleştiğini söylüyor .

McCarthy’nin FBI dosyası ayrıca çok sayıda iddia içeriyor, bunların arasında bir Ordu teğmeninin 1952 tarihli mektubu da var. Mektupta şöyle deniyor: ” Bir süre önce Washington’dayken , [McCarthy] beni Wardman [Oteli]’ndeki bardan aldı ve eve götürdü ve ben yarı sarhoşken bana sodomi yaptı .” J. Edgar Hoover, Senatörün iddia edilen cinsel saldırısıyla ilgili yüzeysel bir soruşturma yürüttü ; Hoover’ın görüşü “eşcinsellerin, Hükümette olması gerekenlere yönelik saldırısı nedeniyle Senatör McCarthy’ye karşı çok acımasız olduğu” yönündeydi.

Bazı önemli McCarthy biyografi yazarları bu söylentileri reddetse de , diğerleri şantaj yapılmış olabileceğini öne sürdüler. McCarthy’ye yönelik iddialar yalnızca eşcinsellik suçlamalarını değil, aynı zamanda özellikle içki içtikten sonra genç kadınlara karşı uygunsuz davranışları da içeriyordu. O dönemde yakın destekçilerinden biri olan Walter Trohan , otobiyografisinde “ellerini genç kızlardan çekemediğini” ve komünistlerin “bir çocuğu üzerine yerleştirip yasal tecavüz çığlığı atabileceklerini” belirtti. Curt Gentry , Hoover biyografisinde, FBI çalışanları arasında, müdürün on yaşından küçük çocuklara yönelik olanlar da dahil olmak üzere bu tür davranışlara dair yeminli ifadeler içeren gizli bir dosyası olduğuna dair söylentilere atıfta bulundu. 1950’lerin başlarında McCarthy, CIA’e komünist ajanlar tarafından sızdırıldığını iddia ederek bir dizi saldırı başlattı. McCarthy’nin Hoover tarafından sağlanan bilgileri kullandığından şüphelenen Allen Dulles işbirliği yapmayı reddetti. Tarihçi David Talbot’a göre Dulles ayrıca Senatörün kişisel hayatı hakkında “skandal” bir mahrem dosya derledi ve onu devirmek için eşcinsel hikayelerini kullandı.

McCarthy, 9 Şubat 1950’de Batı Virginia, Wheeling’deki Cumhuriyetçi Kadınlar Kulübü’ne Lincoln Günü konuşmasını yaptığında ulusal profilinde meteorik bir yükseliş yaşadı . Konuşmadaki sözleri, hiçbir ses kaydı kaydedilmediği için biraz tartışma konusu. Ancak, Dışişleri Bakanlığı için çalışan bilinen Komünistlerin bir listesini içerdiğini iddia ettiği bir kağıt parçası ürettiği konusunda genel bir fikir birliği var . McCarthy’nin genellikle şöyle dediği aktarılır: “Dışişleri Bakanlığı komünistlerle dolu. Elimde 205 kişilik bir liste var; Dışişleri Bakanı’na Komünist Parti üyesi olarak bildirilen ve yine de Dışişleri Bakanlığı’nda çalışmaya ve politikayı şekillendirmeye devam eden isimlerin bir listesi.”

McCarthy’nin listedeki kişi sayısını “205” veya “57” olarak verip vermediği konusunda bazı anlaşmazlıklar vardır. Başkan Truman’a daha sonra gönderdiği bir telgrafta ve konuşmayı Kongre Tutanaklarına girerken 57 sayısını kullanmıştır.

1950’den itibaren McCarthy, Komünizm korkusunu istismar etmeye ve hükümetin kendi saflarında Komünizmle başa çıkamadığı yönündeki suçlamalarını sürdürmeye devam etti. McCarthy ayrıca, Sovyetler tarafından şantaj için başlıca adaylar olarak görülen dış politika bürokrasisinde çalışan eşcinseller hakkında soruşturmalar başlattı. Bu suçlamalar geniş bir tanıtım aldı, onay oranını artırdı ve ona güçlü bir ulusal takipçi kitlesi kazandırdı.

McCarthy’nin ipini çekmek isteyenler çoğalıyor ama hâlâ kimse ona dokunamıyordu. 1954 başında, McCarthy Amerikan ordusuna da çattı. Bir subayın bağlılık yemini yapmadan terhisi konusunu büyüterek, kamuoyunda orduyu yıpratmaya çalıştı. Ordu sözcüleri ise, McCarthy’nin, yardımcıları için, kanun dışı yollarla askerlikten muafiyet temin etmek istediğini sergileyerek buna yanıt verdiler. Bu tartışmalar televizyona yansıyınca, milyonlarca Amerikalı, onun ne denli küstah, yalancı, acımasız ve kaçamak dövüşen bir politikacı olduğunu daha iyi gördü.

McCarthy’nin önünü keşen cesur bir yayıncı da CBS’den Edward R. Murrow oldu. 3 Mart 1954’te “Joseph McCarthy Raporu” adlı bir dosya televizyonda yayınladı. Burada, senatörün ahlaksızlığı ve acımasızlığı açıkça sergileniyordu. Nihayet Senato, 1954’ün Aralık ayında McCarthy’nin bazı eylemlerini kınayan bir kararı, 76’ya karşı 22 oyla onayladı. Bu olay oyunun sonu idi. McCarthy bir avuç şakşakçısıyla baş başa kalınca, kendisini, eski alışkanlığı olan içkiye verdi. Karaciğeri iflas edince de, 1957 yılında öldü.


BÖLÜM 4

McCarthy Olayı’nın Sonuçları

McCarthy’nin yaptıkları incelendiği zaman, ABD’de muhalifleri sindirmek için başarılı olduğu açıkça görülür. ABD Komünist Partisi bu kampanyalarla ezilmişti ama bu zaten ABD politikalarında etkisi ve prestiji olmayan marjinal bir kuruluştu. Diğer yandan 1950’lerde ABD yönetimine büyük zarar verdiği, özellikle de Dışişleri Bakanlığı kadrolarının bir kısmının hizmetten ayrıldığı veya ayrılmak zorunda bırakıldığı görülür. Amerikan tarihçileri, burada oluşan zaafın ABD’nin 1960’lı yıllarda yaptığı büyük dış politika hatalarında etkili olduğunu söylemektedirler. Keza bir diğer sonuç da, komünizme karşı yürütülen mücadelede, dünyadaki her insanı yüzlerce kez öldürmeye yetecek kadar nükleer silah üretilmesiydi. ABD’de komünizm korkusu gerçekten akıl dışı boyutlara çıkartılmıştı. Bunlara ve başka silahlara aktarılan trilyonlarca dolar, çok başka sorunların çözümünde kullanılabilirdi. McCarthy Olayı yalana dayanan propaganda tekniklerinin geçerliliğini ve Amerikan kamuoyunun uzun sürelerle yönlendirilebildiği gerçeğini tekrar ortaya koydu. Amerikan yönetimi ise, bu olaydan, öncelikle basını denetim altına almak gerektiği dersini çıkardı. Ancak Vietnam dönemi ile Watergate krizlerinde uygulamakta başarısız kaldığı bu dersi, 1980’lerden itibaren hayata geçirmeye başladı.

McCarthy Sonrasında Neler Oldu?

Yıllarca McCarthy’yi desteklemiş olan FBI ve ünlü şefi Hoover, McCarthy sonrasında solcu avı için yeni yollar buldu. Özellikle 1956 ve 1957 yıllarında, Yüksek Mahkeme kişi haklarını koruyan bazı kararlar alınca, 1957’den 1970 yılına kadar, resmen sürdürülen ve “COINTELPRO” adı verilen bir program hayata geçirildi. Bu programın amacı, “komitelere çağrılamayacak ve normal yollarla suçlanamayacak olanları etkisizleştirmek” diye ifade ediliyordu. Bu çerçevede solculara, savaş karşıtlarına (özellikle Vietnam Savaşı sırasında) ve sivil haklar savunucularına karşı psikolojik bir savaş yürütülüyor, kuruluşlara ajanlar yerleştiriliyor, korku yaratılarak, hizipçilik desteklenerek veya dedikodular çıkartılarak hedeflerin yıpratılması yoluna gidiliyordu. Adli merciler bu tür yıpratıcı davalarla bu oyuna alet ediliyordu. Nihayet zaman zaman şiddet kullanma yoluna da gidiliyordu ki, FBI’ın bu programının benzerleri, aynı dönemde birçok ülkede uygulanacaktı. Konuya başka bir açıdan bakıldığında, McCarthy varken, tüm bunlar onun sayesinde yapılıyordu ve onun sahneden inmesi, bu programın yaratılmasını sağlamıştı. “COINTELPRO” programının en büyük hedeflerinden birisi, Martin Luther King Jr. Olacaktı. FBI kiliseleri ona karşı tehdit edecek, özel hayatını dinleyecek, karısıyla arasını açmaya çalışacak, intihara teşvik edecek, dostlarını ve destekçilerini korkutacaktı.

Amerika Birleşik Devletleri’nde 1940’ların sonlarından 1950’lerin ortalarına kadar süren McCarthycilik, yalnızca siyaset ve toplumsal yaşamı değil, sanat dünyasını da derinden etkileyen bir dönem oldu. ABD’de Soğuk Savaş’ın yarattığı komünizm korkusunun bir sonucu olarak ortaya çıkan bu süreç, özellikle Senatör Joseph McCarthy’nin başlattığı antikomünist soruşturmalarla anılır. Bu dönemde birçok sanatçı, yazar, yönetmen ve müzisyen ya doğrudan hükümetin baskısına maruz kaldı ya da sansür ve kara liste uygulamaları nedeniyle kariyerlerini kaybetti.

McCarthycilik ve Amerikan Sanatı

McCarthy dönemi, ABD’deki entelektüel ve sanatsal ortamı büyük ölçüde kısıtladı. Sanatçılar, komünist veya sol eğilimli oldukları iddiasıyla suçlanarak Hollywood Kara Listesi’ne alındı ve işlerinden men edildi. Sinema, tiyatro, edebiyat ve müzik dünyasında birçok isim soruşturmalara tabi tutuldu ve bazıları ifade vermeye zorlandı.

Sanat dünyasındaki en büyük baskılardan biri, 1947 yılında ABD Temsilciler Meclisi Amerikan Karşıtı Faaliyetler Komitesi (HUAC) tarafından yürütülen soruşturmalar sırasında yaşandı. Hollywood’un önde gelen yönetmenleri, senaristleri ve oyuncuları komünist sempatizanı olmakla suçlandı. Bu süreçte sinema sektöründe çalışan birçok kişi işlerinden kovuldu, bazıları ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Özellikle Hollywood Onlusu olarak bilinen bir grup yazar ve yönetmen, Komite’nin çağrısına uymayı reddettiği için hapis cezasına çarptırıldı.

Sansür, Kara Listeler ve İfade Özgürlüğü

McCarthy dönemi boyunca sanatta sansür uygulamaları yaygınlaştı. Hollywood stüdyoları, komünist olmakla suçlanan oyuncularla ve yönetmenlerle çalışmamayı tercih etti. Kara listeye alınan sanatçılar, mesleklerini icra edemez hale geldi. Ünlü senarist Dalton Trumbo*, kara listeye alınmasına rağmen sahte isimlerle senaryolar yazarak çalışmaya devam etti ve yıllar sonra itibarını geri kazandı. Aynı şekilde, Charlie Chaplin de siyasi görüşleri nedeniyle ABD’den ayrılmak zorunda kaldı ve İsviçre’ye yerleşti.


KAYNAKLAR

https://www.kongar.org/aydinlanma/2009/691_McCarthy.php

McCarthy Dönemi: ABD’de Cadı Avı – Serenti | 12 Nisan 2012  http://www.serenti.org/mccarthy-donemi-abdde-cadi


YORUMLAR; 

YARGI GÜCÜ İLE DEVLETİN VE TOPLUMUN YAPISINI BOZANLAR * McCARTHY KİMDİR? McCARTHYİZM NEDİR?

Bu uzun yazi Joe McCarthy adindaki ahlaksiz ve kendisinden buyuk varlik tanimayan iblis herifi iyice anlatiyor, okumanizi tavsiye ederim. Narsissist kampanyalariyla vatanseverlik postuna burunerek kendi cikarlari icin yaptigi politik masturbasyonuyla bircok mazlumun gunahini alirken kili kipirdamayan bu rezil herif herhalde cehennemde yanmasini henuz bitirmemis olmali.

Onun gibi bir baska igrenc adam da J Edgar Hoover, basarili olan hamlelerinde hep masum cani yanmistir. Zencileri yasadiklari sefalete razi kilan uyusturma stratejisi ile zavallilara uyusturucu iptilasi yolunu acarak Amerikan gencligini gunumuzdeki vurdum duymazliga getiren pislik herif odur.

Sukurler olsun ki Amerikada iki ayagi uzerinde duracak kuvvete sahip bircok insan yetisti ve yetisiyor. Dunyanin liderligini yapabilecek guce ve ” intestinal fortitude “a sahip bu insanlar Amerikanin ucuncu iblisi Donald Trump denilen sarlatanin baskanlik donemi sonunda birakacagi enkazi temizleyecek ve yepyeni bir dunyanin dirayetli lideri olabilecek bir ABD’yi geri getireceklerdir, buna inaniyorum.

California valisi Gavin Newsome bu cikisin alemdari olmaya namzet, Trump’a karsi en berrak ses ondan gelmekte. Yolu acik olsun.

Ahmet N. Taspinar <mbpnet@hotmail.com>

This entry was posted in FAŞİZM. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *