
ESKİ FOÇA’NIN KARATAŞ EFSANESİ
Migalo Talasa (Büyük Deniz) * Mikro Talasa (Küçük Deniz)
Naci Kaptan 17.02. 2024 / Güncellendi 15.05.2025
Ol hikaye şöyle başlar;
Uzun sakalı, omuzlarına inen beyaz saçlarına karışmıştı. Kısık ve bir çukura saklanmış gibi duran gözlerinden sanki bir ışıltı yayılıyordu. Teni güneş ve denizin tuzlu suyu ile yıkanarak kararmış olan adamın yaşı belli değildi. Belki 40 belki 60, belki de 100 yaşında gibi!. Bir elinde baston görevi gören ıslak bir dal parçası, diğer elinde büyükçe bir deniz kabuğu vardı.
Elindeki sopanın ucu ile dalgaların öptüğü kumsaldaki çakıl taşlarını karıştırdı. yavaşça çökerek kumların üzerine oturdu. Dudaklarından belli belirsiz bir fısıltıyla çıkan “Migalo, Mikro Talasa” kelimeleri esen rüzgarın kanatlarına binerek kayboldu gitti.
Foça’nın karşı kıyısı Mordoğan’da, Karaburun’da gün batımında, Tanrının her akşam usta bir ressam gibi farklı renklere boyadığı gökyüzünde, güneş ardında günün son ışıltılarını bırakarak kaybolurken sana “Karataşın hikayesini anlatacağım” dedi.. Elindeki sopayla yine kumlarda kutuya benzer bir şekil çizdi ve başladı;
“Herşey bu sahilde dolaşırken dalgaların sahile getirdiği bir tahta kutuyu bulmam ile başladı. Kutu sıkıca kapatılmış ve kilidi balmumu ile mühürlenmişti. Merak ile kutuyu dikkatlice açtım. İçinde ağzı sıkıca kapatılmış cam bir şişe ve de içinde parşömen kağıtlar vardı. Şişeyi açtım ve zor da olsa yazıları okumaya başladım;
Adı bilinmeyen bir gezginin not defterinden;
Ben ki bir seyyahım. Dağları, ovaları, vadileri, liman kentlerini dolaştım ama bu yer gibisini görmedim. Birçok antik medeniyetlerin gelip geçtiği bir yer.
Dediler ki; O’rası Fokların yeridir ve Kedisi, delisi, yeli meşhurdur. Denizi bereketlidir, güneş en güzel orada batar. Orasını gören oradan ayrılamaz, kalbi orada kalır. Hele ki tılsımlı bir taş vardır ki, üstüne bastığında seni tutsak alır ve bir daha oradan ayrılamazsın.
Geldim, gördüm;
Tanrının ressamı ne kadar usta idi, gün batımında gökyüzü her akşam farklı ve büyülü renklere boyanıyor, dağların ardında kaybolan güneş denizin üzerinden bir nakış işler gibi hareleniyordu. Bu ışıltılar yavaş yavaş daha da derinlere inerek denizi en ünlü ressamları kıskandıracak renklere boyuyordu. Bu sihirli görsel şölen buraya tanrının bir armağanı idi.
Gelir gelmez vuruldum. Hayallerimde ve hatta rüyalarımda olan, antik medeniyetlerin gelip geçtiği bir sahil kasabası. Kumsalı, balıkçıları, martı sesleri, siren kayalığını mesken tutmuş foklar.
Dediler ki burasının adı Foça…Şimdi sana öyküyü anlatacağım;
MAVRİ PETRA “KARATAŞ’ın” ÖYKÜSÜ
Bir akşam yine bu kumsalda oturmuştum. Lacivert mavi renkle bezenmiş bir Ağustos gecesi idi. Yıldızlar ışıklarını cömertçe ve sanki daha bir parlatarak yakmıştı… Mehtap olmadığından deniz yakamozlanıyor, yakamoz ışıkları dalgalarla birlikte denizin içinde oynaşarak sanki bir çarkı felek gibi dönüyordu. Tepelerden süzülerek gelen ağustos böceklerinin şarkılarıyla bütünleşerek deniz kenarına ulaşıyordu.
Büyülü bir gece idi. Yalnızdım, kimseler yoktu. Denizde dans eden yakamoz ışıltılarını izlerken ardımda kumların çıtırdadığını duydum, döndüm baktım. Benden çok daha yaşlı, beyaz saçları, çok uzun sakalı olan, karanlıkta bile gözleri parlayan bir adam yavaşça yaklaştı, çöktü yanıma oturdu. Korkmuştum, ne diyeceğimi bilemedim, öyle kaldım. Bir süre denizi seyretti. Uzunca bir sessizlikten sonra yüzünü bana çevirdi ve anlatmaya başladı;
” Çok seneler önce Büyükdeniz’de Panayot adında bir balıkçı ve eşi Eleni yaşıyordu Panayot her sabah erkenden balığa çıkar, akşam üzeri balıkları sattıktan sonra, balıkçı kahvesine takılır, gittiğinde de bir duble erik rakısı içmeyi ihmal etmezdi.
Küçükdeniz’de de Hüseyin adında bir balıkçı ve eşi Hatice vardı. Hüseyin her gün balığa çıkar, dönüşünde balıkçı kahvesine uğrardı. Kötü havalarda ağlarını tamir eder, diğer balıkçılarla birlikte atalarının efsane ve hikayelerini anlatırlardı. Hüseyin ve eşi de bir çocuk sahibi olmanın yuvalarını şenlendireceğini hayal ederlerdi.
Hüseyin ve Panayot bir gün Orak adası civarlarında balık avlarken birbirlerine “Rasgele dileklerinde bulundular. Ve o günkü kısmetlerini beklemeye başladılar. Akşam saatlerine doğru hava birden değişti ve patladı. Geri dönmek için ağlarını topladılar ve Foça’ya hareket ettiler. Ancak ne var ki Panayot’un motoru yükselen dalgaların sıçrattığı sulardan arıza yaptı ve dalgalar kayığını sürüklemeye başladı. Hüseyin onu görünce geri döndü ve yardımına koştu Panayot’un sandalını Hüseyin’in sandalına bağladılar ve kazasız-belasız Küçükdeniz balıkçılar kahvesine kapağı attılar. Sıcak çaylar içilirken birbirlerine sigara ikramında bulundular. O günden sonra iki can dost oldular ve aile ziyaretlerine başladılar.

Aradan altı-yedi ay geçtiğinde Panayot, Hüseyin’e eşinin bir çocuk beklediğini anlattı O gün akşam Hüseyin eşine durumu anlatınca, Hatice de hamile olduğunu söyledi. Çocukların doğumu yaklaştıkça heyecan arttı. Nihayet bir gün ara ile ikisinin de birer çocuğu oldu.
Panayot’un erkek çocuğu Talasa, Hüseyin’in kız çocuğu Deniz adını aldı Talasa Rum dilinde Deniz anlamına geliyordu. Bu tesadüften etkilenen arkadaşlar Hüseyin’in çocuğunu Mikro Talasa- Küçük Deniz, Panayot’un çocuğunu Migalo Talasa – Büyük Deniz diye çağırmaya başladılar.
Aradan yıllar geçti, çocuklar büyüdü, serpildi ve aralarında gizli bir aşk başladı. Çocuklar, babaları denize çıktığı zamanlarda, şimdiki Köprübaşı denen yerde birlikte oturuyorlardı. Burada bir dere akıyor ve orada siyah bir kaya parçası, “karataş” (Mavri Petra) duruyordu.

Gençler bir gün ailelerine birbirlerini sevdiklerini, evlenmek istediklerini söylediler. Bu durum karşısında Panayot ve Hüseyin ne söyleyeceklerini şaşırmışlardı. Çocukları mutlu olsun düşüncesiyle nişanladılar.
Migalo Talasa geleceğini balıkçılıkta görmüyordu, İzmir’e çalışıp para kazanmaya gitti fakat aradan uzunca zaman geçmesine rağmen Migalo Talasa geri dönmedi.
Mikro Talasa , her gün Karataş’ın üzerinde oturur, hayaller kuraraka çok sevdiği nişanlısını beklerken umutları kırıldı ve üzüntüden hasta olup yatağa düştü. İyileşemeyen Küçük Deniz’in ruhu Foça’yı terketti. O günden sonra Talasa ve Deniz’in aşkları Foça’da uzun zaman söylendi, dilden dile anlatıldı. Panayot ve Hüseyin Karataş’ın olduğu yeri düzelttiler.
Ortak dilekleri şuydu: “Kim ki Mavri Petra (Karataş’ın) üzerinden geçerek Foça’ya gelirse, yeri meçhul bu taşa ayak basarsa, Foça’ya olan tutkuları artsın ve Foça’ya kuvvetli bir bağla bağlansınlar.
İşte o gün, bugün birçok kişi Foça’ya geldi, gitti ve gönülleri hep Foça’da kaldı. Çoğu da Foça’ya yerleşti.”
(Kaynak: -Foça eski turizm müdürlerinden Yılmaz Gencer’in anlatısından, Foça Yerel Tarih Araştırma Merkezi çalışmalarından alınmış ve yazı zenginleştirilmiştir.)
” Ne düşündüğünü biliyorum. Korkma, sana MAVRİ PETRA’nın (Karataş’ın) nerede olduğunu söylemeye geldim. Mikro Talasa melek olduktan sonra babası Hüseyin ve balıkçı Panayot taşı dere kenarından sudan çıkartarak üzerine sevgililerin adını kazıdılar. Karataşın üzerine Türkçe ve Rumca olarak şöyle yazdılar;
(Migalo ve Mikro TALASA’nın aşkı bu KARATAŞ’A kazındı)
(Páno se aftí ti MAVRI PETRA gráftike i agápi tou Minkaló kai tou Mikroú TALASA)
Sonra bu taşı insanların yürüdüğü deniz boyunda bilinemeyen bir yere gece vakti gömdüler. Üzerini de toprakla örttüler. Yerini de kimseye söylemediler. “Her kim bu taşa basarsa Foça’ya aşık ve tutsak olacaktır. ” dedikten sonra bana siyah renkli yuvarlak pırıltılı bir çakıl taşı uzattı.
“Bu Karataş’ın bir parçasıdır, iyi sakla, sana Foça’nın armağanı” dedi. şaşırmıştım, tam bu anda denizde bir uğultu ve çok sert bir rüzgar başladı. Sanki uzaktan kayalıklardaki sirenlerin büyülü şarkıları geliyor ve Deniz’lere, aşıklara bir ağıt söylüyordu. Sert rüzgarla dalgalar tuzlu deniz suyunu kumlara, bana kadar getirdi. Gözlerimi kapattım. Gözlerimi açtığımda ise yaşlı adam yoktu…Uğultulu rüzgar birden dinmiş, derin bir sessizlik etrafı sarmıştı…
Acaba bir hayal mi, rüya mı görmüştüm. Ürpererek ve şaşkınlık içinde kalktım ve eve döndüm. Elbiselerimi çıkartırken cebimden bir şey düştü, eğildim aldım, parlak siyah renkli küçük bir çakıl taşı idi…
Büyük (Migalo) ve Küçük (Mikro) Deniz’lere her iki sevgiliye selam olsun.
Naci Kaptan 17.02. 2024 / Güncellendi 15.05.2025