LAİKLİK İLKESİNİN ANAYASAMIZDA YER ALMASININ 88. YIL DÖNÜMÜ * LAİKLİK VE CUMHURİYET

LAİKLİK VE CUMHURİYET

Laiklik ilkesi, 1924 Anayasası’na 5 Şubat 1937 tarihinde yapılan değişiklikle; 2. maddeye devletin nitelikleri olarak “TÜRKİYE Cumhuriyeti Cumhuriyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve İnkılapçıdır” biçiminde girmiştir.

Daha sonra 1961 Anayasası’nda ve son olarak 1982 Anayasası’nın 2. maddesinde laiklik ilkesi Cumhuriyetimizin nitelikleri arasına “TÜRKİYE Cumhuriyeti, toplumun huzur, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir” şeklinde yer almıştır. Anayasamızın 4. maddesinde laiklik ilkesi, değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez temel nitelikleri arasında sayılmıştır.


Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki batılılaşma hareketleri sırasında aydın kesimde beliren; din işleri ile devlet işlerinin ayrı tutulması, biçiminde özetlenebilecek laik anlayışı, bu hareketlerle ilgilenen Atatürk’ü de etkilemiştir. Bunun üzerine Atatürk din olgusunu çağdaş bir anlayışla belirlemiştir.

Milli mücadele ile bağımsızlığına kavuşmuş olan Türk milleti bu savaşın hemen bitiminde, medeni bir devlet olarak, yaşamak niteliğini kazanma yolunda dini devletten sıyrılmış, lâik devlet niteliğini kazanmıştır. Lâiklik Türk inkılâbında kademe kademe gerçekleşmiş, devlet, hukuk ve öğretim sistemlerinde kendini göstermiştir. Cumhuriyet idaresinde devletin ve hukukun lâikleşmesi, yeni kurulan modern devletin esas prensibini ve inkılâbında esas hedefini teşkil etmiştir. Bu bakımdan lâiklik, lâik devlet anlayışı, Türk inkılâbının bir esas prensibi olarak gerçekleşmiş, 1937 de yapılan bir değişme ile Anayasada yer aldığı gibi, 1961 ve 1982 Anayasalarında devletin temel niteliği olarak 2. maddede de sayılmıştır.

Lâiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması ve her vatandaş için vicdan hürriyetinin sağlanması demektir. Atatürk’e göre “lâiklik” yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Tüm yurttaşların vicdan, ibadet ve din özgürlüğü demektir.

Laik idarede din asla devlet işlerine karışmaz. Yasalar yapılırken eskiden olduğu gibi dine uygunluk değil, çağın gereklerine cevap verip vermemesi önem kazanır.

“Din ve mezhep, herkesin vicdanına kalmış bir iştir. Hiç kimse, hiç bir kimseyi ne bir din, ne de bir mezhep kabulüne zorlayabilir. Din ve mezhep, hiç bir zaman, siyaset aracı olarak kullanılamaz.

Büyük bir devlet adamı ve inkılâpçısı olan Atatürk, insana ve insanın toplumsal ilişkilerine büyük değer vermektedir. Atatürk’e göre “Din bir vicdan meselesidir” dine saygı, inanan kişinin haklarına saygının bir sonucudur.

“Din bir vicdan sorunudur. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye karşı değiliz. Biz sadece, din işlerini devlet ve ulus işleriyle karıştırmamaya çalışıyoruz.” (1926)

Laiklik, asla dinsizlik olmadığı gibi, sahte dindarlık ve büyücülükle mücadele kapısını açtığı için, gerçek dindarlığın gelişmesi imkanını temin etmiştir (1930).

https://aiit.aku.edu.tr/laiklik/

Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk ulusunu çağdaş ve uygar bir toplum haline getirmek amacıyla başlatmış olduğu “devrimler dönemi”,  gayet güç koşullarda başlamış ve başarıyla sonuçlanmıştır. Bu süreç içinde özellikle 1924 yılı, çağdaşlaşma yolunda en önemli devrimlerin gerçekleştirildiği bir dönem olarak ortaya çıkmıştır.


Mustafa Kemal Atatürk Türk Devrimlerinin amacını şu veciz sözüyle belirtmektedir:

“…Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılâpların gayesi, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağımıza uygun, bütün mana ve biçimiyle medeni bir toplum haline ulaştırmaktır. İnkılâplarımızın temel prensibi budur…”

Yine Mustafa Kemal, 1935 yılında CHP Dördüncü Büyük Kurultayı’nın açılış konuşmasında Türk Devrimini şu şekilde tanımlamıştır:

“ Uçurum kenarında yıkık bir ülke… Türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar… Yıllarca süren savaş… Ondan sonra, içeride ve dışarıda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni sosyete, yeni devlet ve bunları başarmak için arasız devrimler…”

Kurtuluş savaşı ve onu izleyen dönemde, bu tanıma uygun olarak gerçekleştirilen köklü değişiklikler Batılı ülkeler başta olmak üzere bütün dünyanın dikkatini çekmiştir.

Din devletine karşı milli hâkimiyet esasına dayalı bir “ulus devleti” uygulaması, çağdaşlaşma yolunda birbiri arkasından gelecek bir dizi reformun kapısını açmıştır. Harp sonrasında asıl mücadele milletçe toptan çağdaş uygarlık seviyesine ulaşma mücadelesi olmuştur. Atatürk bu konuda;

“…çağdaş dünyada var olabilmek kendimizi değiştirmemize bağlı bir iştir…”,“..artık eskinin bütün varlıklarını, kafalarda bunlar üzerine yerleşmiş inançları söküp atma zorunluluğu vardır…”

diyerek, geleneksel kurum ve kuralların çağın gereklerine uygun olarak yenilenmesi ve
değiştirilmesi üzerinde önemle durmuştur.

Atatürk Devrimlerine ilişkin değerlendirme yapan Fransız akademisyen George Duhamel, “La Turquie Nouvelle (Yeni Türkiye)” isimli kitabında, Atatürk devrimlerinin sadece politik ve sosyal amaçlı olmadığını aynı zamanda ahlaki, entelektüel ve felsefi yönleri bulunduğunu belirtmiştir.

Fransız tarihçi Jean Paul Roux ise, kendisiyle yapılan bir söyleşide Atatürk’ün yapmış olduğu devrimlerle Osmanlı görünümünü ortadan kaldırdığını vurgulamıştır.

Roux’ya göre, Atatürk, sadece geçmişi ortadan kaldırmakla kalmayan bunun yanı sıra yeni bir devlet kurma başarısını göstermiş bir liderdi. O günün koşulları dikkate alındığında başlangıçta yalnız iken sonradan bütün bir halkın uyanışını sağlaması hayli etkileyiciydi.

Georgetown Üniversitesi İslam ve Tarih Bölümünden John Full, Modern toplum kurulması isteniyorsa dinin kamu alanından çıkarılmasının kaçınılmaz olduğunu düşünen Mustafa Kemal’in yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasal rejimini bu düşüncenin temeline oturttuğundan bahsetmektedir.

Atatürk’e göre Laiklik, sadece din ve devlet işlerinin ayrılması olmayıp vatandaşların din ve vicdan özgürlüklerinin sağlanması ve devletin bunu üstlenmesi demektir. Laiklik kamu düzeninin sağlanması adına gerektiğinde dini uygulamalara devletin müdahale edebilmesidir.

Yani din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması laiklik tanımının sadece bir kısmıdır. Felsefi anlamda laiklik, iman ve inanç yerine aklın egemenliğinin geliştirilmesi yani bir anlamda aklın imanı geride bırakarak ön plana çıkmasıdır. Siyasal anlamda laiklik, siyasal iktidarın dinsel otoriteden ayrılması, hukuksal anlamda ise somut olarak devlet ile dinin birbirine karışmaması demektir.

Yine felsefi açıdan laiklik ne dinsizlik, ama ne de dincilik olarak değerlendirilmektedir. Çünkü bir dine sahip olan kişilerdir dolayısıyla gruplardır. Ama bugünkü dünyada her kişi aynı zamanda devletin yurttaşıdır; bir devletin yurttaşlarının farklı dinleri olabildiği gibi kimileri de dinsiz olabilmektedir.

Diğer yandan da, farklı devletlerin yurttaşları aynı dine sahip olabilmektedir. Başka bir deyişle yurttaşlık, kişilerin bir devletle ilişkisini, dinlilik ya da dinsizlik ise kişilerin belirli bir dinle –tek tanrılı olan veya olmayan- belirli bir inanç sistemiyle olan ilgisini dile getirmektedir.

Atatürk’ün laikliği benimsemesinin en önemli sebeplerinden biri milli bir devlet kurabilmek ve milli egemenlik ilkesini gerçekleştirmek isteğidir. Türk devriminin ve istikbalinin sigortası niteliğindeki laikliği Atatürk’ün bu kadar benimsemesinin bir başka nedeni ise İslam dininin istismar edilmesini önlemeye yöneliktir.

Fransız toplumu Atatürk’ün laiklik anlayışının onun siyasal ideolojisinin bir bileşeni olduğunu kabul ederek bu anlayışın modernleşme ve batı dünyasına uyum sağlama yolunda önemli bir yol olduğuna inanmıştır.

 Fransız devlet adamı Eduard Herriot Atatürk’ün gerçekleştirdiği laiklik devrimi ile ilgili olarak Atatürk’e şunları söylemiştir:

“Paşam, size nasıl hayran olmayayım! Ben Fransa’da laik bir hükümet kurmuştum. Bu hükümeti Papa’nın Fransa’daki adamlarının yardımıyla papazlar devirdi. Siz ise bu bağnazlık ortamında bu topluma laikliği nasıl kabul ettirebildiniz?”

Herriot bu sözleriyle Türk devriminin laiklik anlayışının Batı’yı aşan bir değerde olduğunu ispat etmektedir.  Yukarıda ifade edilen bilgiler doğrultusunda, Mustafa Kemal Atatürk’ün laiklik anlayışının sadece eskiye ait olan dini müessese, alışkanlık ve uygulamaları kaldırmak demek olmadığı, toplumu çağdaşlaştırma ve batı ile bütünleştirme yolunda dikkate alınması gereken bir prensip olduğu göze çarpmaktadır. Atatürk’ün laiklik anlayışı bu nedenle Türk siyasetini belirleme yolundaki en önemli etkenlerden biri olmuştur.


Oğuz Gülcan – Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi
Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi S. 57, Güz 2015, s. 17-36

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/623852

This entry was posted in ATATURK, CUMHURİYET - DEMOKRASİ - ÇAĞDAŞLIK, DEMOKRASİ-ÖZGÜRLÜK, DEVRİM VE KARŞI DEVRİMLER, LAİKLİK - CUMHURİYET - DEMOKRASİ, TARİHE - AYDINLANMAYA - CUMHURİYETE NOT DÜŞENLER. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *