UĞUR MUMCU * Cumhuriyetin vicdanı, Aydınlanmanın muhafızı

Cumhuriyetin vicdanı, Aydınlanmanın muhafızı

CUMHURİYET – Gülizar Biçer Karaca
24 Ocak 2025 Cuma


Uğur Mumcu, yalnızca bir gazeteci, yazar, düşünür değil; aynı zamanda Türkiye’nin modernleşme ve Aydınlanma mücadelesinin en cesur neferlerinden biridir.

Onun kalemi, hakikati arayışın, baskıya direnişin ve Aydınlanma ideallerine olan sarsılmaz bağlılığın bir sembolü olmuştur. Cumhuriyet Devrimlerinin ruhunu yaşatma ve güçlendirme çabasını, Atatürk’ün izinde, hem entelektüel hem de politik bir görev bilinciyle üstlenmiştir. Mumcu’nun yaşamı ve eserleri, adalet, demokrasi, insan hakları ve özgürlük adına verilen bir savaşın edebi ve entelektüel belgeleri niteliğindedir.

Mumcu, yalnızca geçmişin konularını tartışmamış, bugünün sorunlarını ve yarının tehlikelerini öngörerek mücadele etmiş bir aydındır. Cumhuriyetin temel değerlerine olan bağlılığı, halkı cehaletin ve baskının zincirlerinden kurtarma mücadelesinde, cesur bir yol haritasıdır. Yaşamı, hakikat uğruna bedel ödemenin ne anlama geldiğini tüm dünyaya göstermiştir.

Mumcu’nun en güçlü yanlarından biri, Türkiye’nin toplumsal ve siyasal yapısındaki gerici dinamiklere olan eleştirel bakışıdır. O, entelektüel kimliğini sol bir perspektifle derinleştirerek Türkiye’nin bağımsızlığını tehdit eden güçleri cesurca eleştirmiştir. Mumcu’nun eserlerinde işlediği temalar, onun halktan, emekten, özgürlükten yana bir duruş sergilediğini açıkça gösterir.

TARİKAT-SİYASET-TİCARET

Onun analizleri, emperyalizmin ve yerel işbirlikçilerinin Türkiye üzerindeki etkilerine dair keskin bir farkındalığı yansıtır. Özellikle sermaye, din ve siyaset bağlantısını analiz ettiği, sistemin sömürü düzenini eleştirdiği ana hat, “Rabıta”dır. Emperyalizmin, yalnızca ekonomik bir sömürü değil, halkın bilinç ve iradesini teslim alma çabası olduğu, bunu besleyen en önemli mekanizmanın ise din kisvesi altında büyüyen gerici yapı olduğu tezi buradan çıkar. Mumcu’nun işaret ettiği “tarikat-siyaset-ticaret” sacayağının bugün vardığı yer şudur: “Tarikatlarla zihinleri, siyasetle kararları, ticaretle cüzdanları esir alır.”

Uğur Mumcu, Atatürkçülüğü sürekli gelişen ve toplumun gereksinimlerine göre yeniden yorumlanması gereken bir yaşam felsefesi olarak görmüştür. Mumcu’nun Atatürkçülüğü derin bir toplumsal farkındalığa dayanır. Onun için Atatürkçülük, halkın bağımsızlığını ve aydınlanmasını hedefleyen devrimci bir praksistir.

ARAŞTIRMACI GAZETECİLİK

Mumcu’ya göre Atatürkçülüğün özü, halkın iradesini baskı altına altına almak isteyen her türlü otoriteye karşı, bilimin ve aklın rehberliğinde mücadele ve bir özgürleşme, laikleşme, aydınlanma sürecidir. Mumcu, Atatürk devrimlerinin emperyalizme karşı mücadele eden tüm milletler için de bir yol haritası, emperyalist sömürüye karşı bir direnç noktası olduğunu savunmuştur.

Mumcu, Cumhuriyetin kazanımlarının toplumsal yapıya nasıl daha derinlemesine nüfuz ettirileceğini tartışmış, bilginin kamusal alandaki belirleyici rolünü vurgulamıştır. Mumcu’nun yazılarında gözlemlenen temel tema, gerçekliği açığa çıkarma tutkusudur.

Bu tutku, onun araştırmacı gazeteciliğinin ana dayanağıdır. Doğru bilgiye ulaşmanın yalnızca bireysel bir çaba değil, demokratik bir toplumun temel direği olduğunu savunmuştur. Gazeteciliği, bilgiye erişimin yalnızca bireysel bir hak değil, toplumsal bir zorunluluk olduğu anlayışına dayanır. Ona göre, bir toplum ancak gerçekleri bilerek karar verebilir. “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmayacağını”, gazeteciliğin, hakikati aramanın ve halka ulaştırmanın mesleği olduğu iddiasındadır. Bu iddia aynı zamanda gazetecilik mesleğinin ahlaki çerçevesini belirleyen bir manifestodur. Mumcu’nun bu anlayışla yaptığı araştırmalar, karanlık ilişkileri ortaya çıkarmıştır. Özellikle 1980 sonrası yükselen gerici hareketlerin, Cumhuriyetin temel değerlerini tehdit ettiğini sıklıkla dile getirir. “Bir ulusu işgal etmek için onun aklını ve vicdanını köleleştirmenin tanklardan etkili olduğunu bilir.”

Uğur Mumcu’nun kalemi, adalet ve demokrasinin de sesi olmuştur. Ona göre, gerçek bir demokrasinin temeli vicdan özgürlüğü, hukukun üstünlüğü ve ifade hakkıdır. Bu değerlerin Türkiye’de nasıl sistematik bir şekilde aşındırıldığını yazılarında sıklıkla dile getirmiştir.

Benzer yaklaşımı Prof. Dr. Emre Kongar’da görürüz. Kongar, Demokrasi ile Yüzleşmek adlı kitabında şöyle yazar: “Bir ülkenin varlığını nasıl ortadan kaldırırsınız? Onu dize getirirsiniz. Tabii önce askeri olarak yenerek veya bağımlı kılarak. Ama bu yetmez. Ekonomik olarak da onu bağımlı hale getirmeniz gerekir: Borçlanma yoluyla bunu da gerçekleştirirsiniz. Ticaret ve bu da yetmez. Bir ülkenin entelektüel birikimi var olmaya devam ettiği sürece onu tam anlamıyla yok edemezsiniz: Entelektüel birikim, bu birikime dayalı tarih bilinci, ulus bilinci, bağımsızlık istenci, yurtseverlik duygusu, her an parlayabilecek bir direniş kıvılcımını hazır tutar. Son aşama olarak askeri ve ekonomik bağımlılığa ilaveten, ülkenin entelektüel birikimini yok etmeniz gerekir. Peki entelektüel birikimi nasıl yok edeceksiniz. Ya aydınları öldürerek. Ya aydınları bağımlı kılarak. Ya eğitim sistemini çökerterek. Ya kavram kargaşası yaratarak. Ya da bütün bunları hep birlikte yaparak.”

KARANLIĞA KARŞI DURUŞ

Mumcu’nun dünya ölçeğinde karşılığı, adalet ve özgürlük uğruna hayatlarını ortaya koymuş diğer aydınlarda bulunabilir. Örneğin, Arjantinli gazeteci ve yazar Rodolfo Walsh, Mumcu gibi, diktatörlük döneminin karanlığını belgeleyerek halkı bilinçlendirme mücadelesi vermiştir. Walsh, 1977’de askeri cuntanın insan hakları ihlallerini ortaya koymuş, tıpkı Mumcu gibi cesaretiyle aydın sorumluluğunu yerine getirmiştir.

This entry was posted in FAŞİZM, UĞUR MUMCU. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *