29 Temmuz 2004 Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na Ankara
Konu : Anayasa’nın 68/4. maddesine aykırı eylemlerin odağı haline gelen AKP’nin kapatılması için dava açılması istemidir.
Olaylar :
-
-
AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz’e özel kurye ile gönderdiği mektup:
-
Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, 4 Kasım 2002 tarihinde, ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz’e özel kurye ile aşağıdaki mektubu göndermiştir:
“Dr. Paul Wolfowitz
Savunma Bakan Vekili Pentagon Washington DC, 20301 Ford
Değerli Dr. Wolfowitz,
Ülkelerimiz arasındaki tarihsel ortaklık ve dostluğun gelecekte de sürmesi ümidimi paylaşmak için, bu mesajımı ortak dostlar aracılığı ile doğrudan size ulaştırmak isterim.
Seçim sonuçlarının bizim Genelkurmay saflarında biraz rahatsızlık yaratmış olabileceğinden, resmi konumunuz gereği, hiç kuşkusuz haberdarsınızdır. Bilmenizi isterim ki, onların Türkiye’nin müreffeh, seküler (çağdaş) ve birinci dünya topluluğunun güvenilir bir üyesi olması ümitlerini partim ve ben de paylaşıyoruz, Ve geçmişte hiç olmadığı kadar birleşmiş olan ülkemizin çıkarları için en iyisi olacak şekilde birlikte çalışabileceğimiz kanaatindeyim.
Bu amaçla, Org. Özkök ile mümkün olduğu kadar kısa sürede mahrem, özel bir toplantı yapabilmeyi ümit ediyorum. Özel cep numaram şudur: 0533 7…
Bu yardım ve ülkemize geçmişte gösterdiğiniz dostluk için çok teşekkürler.
Sizinle kişisel olarak görüşmeyi sabırsızlıkla bekliyorum.
Samimiyetle sizin olan,
Recep Tayyip Erdoğan,
Genel Başkan”
Bu mektup, 17 Ocak 2004 günlü Star Gazetesinde Hayrullah Mahmut’un köşesinde yayımlanmış, fakat bugüne kadar yalanlanmamıştır.
Mektup, içeriğinden de anlaşılabileceği gibi, gizlidir ve “ortak dostlar” olarak tanımlanan kurye kullanılarak ulaştırılmıştır. İlişkinin Türkiye halkının ve yetkililerinin bilgisi dışında yürütülebilmesi için özel cep telefon numarası da verilmektedir.
Mektupta, Türkiye Genelkurmayı, 3 Kasım 2002 seçim sonuçlarından rahatsız olduğu gerekçesiyle, ABD Savunma bakan Yardımcısına şikayet edilmektedir. ABD Savunma Bakan Yardımcısından, Türkiye Cumhuriyeti Genelkurmay Başkanı ile kendisi arasında arabuluculuk yapması istenmektedir.
Mektup dikkatle incelendiğinde amir – memur ilişkisini yansıttığı görülmektedir. Mektubu yazan AKP Genel Başkanı, memur konumunu benimsemiştir ve hitap ettiği ABD Savunma Bakan Yardımcısını amiri olarak görmektedir. Muhatabına açıkça sadakat sözü vermektedir.
Seçimlerden en yüksek oyu alarak çıkan bir siyasi parti liderinin, kendi ülkesinin Genelkurmay Başkanı ile görüşebilmesi için yabancı bir ülkenin Savunma Bakan Yardımcısının yardımını istemesi, yabancı bir devleti ve onun yetkililerini, Türkiye’nin iç işlerine müdahaleye çağırmaktır. Türkiye Devletinin egemenlik hakkının, dış müdahale ile zayıflamasına fırsat vermektir.
AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, kendi ülkesinin Genelkurmay Başkanı ile “mahrem” bir toplantı yapmak istemektedir. Ancak bu toplantı, kendi ülkesinin halkına ve yöneticilerine gizli, ABD Savunma Bakan Yardımcısına aşikardır. Bunun, ulusal güvenlik ve bağımsızlıkla bağdaştırılması mümkün değildir.
AKP Genel Başkanı, eyleminin bu sonuçlara yol açtığını biliyor olmalıdır ki, mektubunu “ortak dostlar” diye nitelendirdiği özel kurye aracılığıyla ve gizlice göndermektedir.
Bu eylem, Türk Ceza Yasası’nın 125. maddesinde düzenlenen “Devletin istiklalini tenkis” (Devletin bağımsızlığını azaltmak) suçuna karşılık gelmektedir.
Üstelik bu eylem “Genel Başkan” sıfatıyla işlenmiştir. 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası’nın 13. maddesine göre Genel Başkan, siyasi partilerin “merkez organlarındandır ve 15. madde uyarınca “Partiyi temsil yetkisi Genel Başkana aittir”. Dolayısıyla Recep Tayyip Erdoğan’ın “Genel Başkan” sıfatıyla gerçekleştirdiği bu eylem tüm partiyi bağlar.
Recep Tayyip Erdoğan açısından aynı zamanda kişisel suç oluşturan bu eylem, kendisinin halen Başbakanlık koltuğunu işgal etmesi nedeniyle –ekte bir örneği sunulan Ankara DGM C. Başsavcılığı’nın 10.02.2003 tarih ve Hz. 2004/30, K.2004/11 sayılı kararıyla- “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 100. maddesi ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün 107. maddesine göre, Başbakan hakkında Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tam sayısının en az onda birinin vereceği önerge ile soruşturma açılması istenebileceğinden” ve DGM C. Başsavcılığı’nın “soruşturma yetkisi olmadığından” soruşturulamamıştır. Bu nedenle görev, Başsavcılığınıza düşmektedir.
-
-
AKP Hükümetinin ABD ile yaptığı 14 maddelik gizli mutabakat:
-
İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek 13 Temmuz 2003 günü düzenlediği basın toplantısında AKP Hükümetinin ABD ile yaptığı gizli mutabakatı açıklamıştı. Doğu Perinçek bu gizli mutabakatın hazırlanışını ve gelişmeleri şöyle açıklıyordu: “Uzun süredir Türkiye’ye dayatılan mutabakat, ABD Dışişleri Bakanı Powell ile Abdullah Gül arasındaki görüşmelerde iki sayfalık ve dokuz maddelik bir metin halinde kabul edilmiştir. Abdullah Gül, bu gizli anlaşmayı Sedat Sertoğlu’na itiraf etmiştir (Bkz. Vatan, 24 Mayıs 2003). Dışişleri Bakanı Müsteşarı Uğur Ziyal’ın 15-19 Haziran 2003 tarihleri arasında Washington temasları ‘Gizli Mutabakat’ zemininde yürütülmüştür. Ziyal’ın temaslarından sonra Dışişleri Bakanlığı’nda yapılan özel toplantıda verdiği bilgiler de ‘Gizli Mutabakat’ ile aynı yöndedir. ‘Gizli Mutabakat’, en son geçen hafta (yani, 2003 Haziran ayı sonunda) AKP Hükümeti ile ABD üst düzey yetkilileri arasında yapılan gizli görüşmelerde sonuca bağlanmıştır”.
Açıklanan bu 14 maddelik “Gizli Mutabakat” özetle şöyledir:
-
-
-
Irak’ın kuzeyinde bulunan bütün Türk birlikleri ve Türk ordusuna bağlı özel kuvvetler, aşamalı olarak Türkiye sınırları içine çekilecek.
-
Türk ordusu bundan böyle hangi gerekçeyle olursa olsun, sınır ötesi harekâtlarda bulunmayacak. PKK/KADEK’in Türkiye’nin egemenlik alanı dışında takip ve bastırılması harekatlarına da son verilecek.
-
PKK/KADEK’e karşı Türkiye devletinin egemenlik alanı içinde yapılacak askeri harekâtlar için, ABD askeri makamlarına haber ve bilgi verilecek, izin alınacak.
-
Eğer Türk Silahlı Kuvvetleri, PKK/KADEK’e karşı ABD askeri makamlarına bilgi vermeden ve izin almadan harekât yapacak olursa, ABD Hükümeti, ‘Kürt halkına karşı şiddet kullandığı ve soykırım uygulandığı’ çerçevesi içinde uyarıda bulunma hakkını kullanabilecek. Bu durumda ABD gerekli gördüğü ambargo ve silahlı müdahale gibi siyasal ve askeri yaptırımları saklı tutacak.
-
Türkiye, ABD’nin İran’a ve diğer Ortadoğu ülkelerine karşı uygulayacağı sınırlı askeri harekâtlara, ABD’nin talep etmesi halinde şartsız olarak üs ve taşıma kolaylıkları sağlayacak, askeri birlik verecek. Türk birliklerinin komuta yetkisi, ABD komutanlığında olacak.
-
Türk ordusunun asker sayısı ve silah kuvveti, ABD’nin uygun bulduğu sayı ve kabiliyete indirilecek, özellikle tank ve ağır silahların miktarı düşürülecek, savaş uçağı sayısı sınırlanacak, bütün silah ve cephane bundan sonra ağırlıklı olarak kısa menzilli taktik savunma kavramına göre ayarlanacak, Türkiye’de bulunan ABD ve NATO irtibat subaylarının görev alanları ve yetkileri genişletilecek.
-
Irak’ın kuzeyinde kurulmuş olan ve ‘Kürdistan’ adı verilen devlet resmen ilan edildikten sonra Türkiye tarafından da resmen tanınacak. Türk devletinin böyle bir devletin kuruluşunu ‘savaş nedeni’ sayan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi ve bu yöndeki politika ve kararları kaldırılacak.
-
Abdullah Öcalan ve diğer dört lideri dışında bütün PKK/KADEK yönetici ve elemanlarına geniş kapsamlı af çıkarılacak.
-
Etnik grupların yasal siyasete katılmaları önündeki bütün yasal kısıtlamalar ve engeller kaldırılacak. Af yasası ile bağlantılı olarak, PKK/KADEK’e yasal siyaset düzleminde yer alma olanağı sağlanacak, hapiste veya dağda bulunan yöneticilerin siyasal mücadeleye katılmaları için gerekli hukuki ve siyasal önlemler alınacak ve uygulanacak.
-
Kamu Reformu Yasası ve Yeni Yerel Yönetim Yasaları hızla çıkartılacak, Tüdrkiye’deki Kürt nüfusun yoğun olarak yaşadığı şehir ve kasabaların belediyelerinin özerkleşmesi süreci kararlı olarak yürütülecek.
-
Türkiye, dört yıl içinde uygulanacak bir planla, üniter devlet yapısını terk ederek, federasyona geçecek.
-
KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, ‘Arafat modeli’ denen uygulamayla devre dışı bırakılacak, Kıbrıs’ta Annan Planı bazı küçük değişikliklerle hayata geçirilecek.
-
Ege kıta sahanlığı konusunda Türkiye, Yunan doktrinine daha esnek davranacak, Türk jetlerinin uçuş alanı daraltılacak, sık sık ortaya çıkan ‘it dalaşı’ sorunu Yunanistan rahatsız edilmeden çözülecek.
-
Türkiye’nin Ermenistan ile ilişkileri normalleştirilecek ve iyileştirilecek, sınır ticaretinde Ermeniler lehinde düzenlemeler yapılacak, Ermenilerin Türkiye’ye gezilerindeki bazı sınırlamalar kaldırılacak.
-
-
Bu “Gizli Mutabakat”ın ilk adımının, ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell 2 Nisan 2003 tarihinde Türkiye’ye geldiğinde, Abdullah Gül ile yaptığı özel görüşmede hazırlanan 9 maddelik bir planla atıldığı anlaşılmaktadır.
Abdullah Gül, Powell’la yaptığı bu görüşmenin perde arkasını, görüşmeden yaklaşık bir ay sonra Vatan Gazetesi yazarı Sedat Sertoğlu’na anlatmıştır. 24 Mayıs 2003 tarihli Vatan Gazetesinde de aktarıldığı gibi Abdullah Gül, Sedat Sertoğlu’na şunları söylemiştir: “Ben bu gezileri yapmadan önce, şimdi senin oturduğun koltukta (eliyle koltuğa vurarak) ABD Dışişleri Bakanı Powell oturuyordu. Onunla 2 sayfalık 9 maddelik bir plan üzerinde anlaştık. Ama ben her yaptığımı kalkıp açıklayamam ki. Powell, Suriye’ye giderken de benimle konuştu. Gizli olan bir sürü gelişme var”.
Aslında, gerek ülkemizde ve gerekse bölgemizde daha sonra yaşanan gelişmeler de dikkatle incelendiğinde –Abdullah Gül tarafından da zımnen itiraf edilen- bu plan ve mutabakatın, adım adım uygulanmakta olduğunu saptamak mümkündür.
Bireysel olarak, Türk Ceza Yasası’nın, “Devletin Şahsiyetine karşı Cürümler” bölümünde düzenlenen 125, 127 ve 146. maddelerinde yazılı suçları oluşturan ve ağır cezaları gerektiren bu eylemin, örgütsel anlamda parti kapatma nedeni olacağı ise açıktır.
III. Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer’in “21. Yüzyıla Girerken Dünya ve Türkiye Gündeminde İslam” konulu sempozyumda yaptığı konuşma:
Belirtilen bu “Gizli Mutabakat”ın 10 ve 11. maddelerinde yer alan, “belediyelere özerklik” ve “aşamalı olarak federasyona geçiş” taahhütleri, Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer tarafından hazırlandığı açıklanan “Kamu Yönetimi Temel Kanunu” ve “Yerel Yönetimler Kanunu” girişimleri ile yerine getirilmeye çalışılmaktadır.
Bugün de aynı görüşleri savunduğunu açıkça ifade eden Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer’in, 19-21 Mayıs 1995 tarihinde Sivas’ta düzenlenen “21. Yüzyıla Girerken Dünya ve Türkiye Gündeminde İslam” konulu sempozyumda yaptığı konuşma, “Bilgi ve Hikmet Dergisi”nin Güz-1995 tarihli 12. sayısında yayımlanmıştır.
Bu yazıda/konuşmada; İslam’ın bir “hayat tarzı” ve hayatın (siyasi, sosyal, kültürel, iktisadi…) tüm yönlerini kapsayan bir “sistem” olduğu vurgulandıktan sonra, “bürokratik devlet” ve “modern devlet” olarak nitelenen Cumhuriyet’in, çağdaşlaşma çabaları eleştirilmiş ve şöyle denilmiştir:
“O dönemden bugüne kadar geçen süreç içerisinde gerçekte İslam’a yönelik olarak modern devletin bizlere birtakım dayatmaları da olmuştur. Şeriata karşı olmak ama müslüman kalmak bunun en önemli boyutlarından bir tanesidir. Bu arada ifade edilen şey, gerçekte İslam’ın kültürel bir hareket olduğunun vurgulanması ve ondan ibaret kalması şeklindedir. Eğer siz karar verme hakkını talep etmeyecekseniz yaşama hakkına sahipsiniz”.
“Modern devlet”in (Cumhuriyet’in) “İslam’a tercüme edilerek” kullanılamayacağını vurgulayan Dinçer, konuşmasına şöyle devam ediyor:
“Modern devletin İslam’a tercüme edilerek kullanılması bizim açımızdan önemli mahzurlar doğuracaktır. Çünkü, bugünkü bürokratik mekanizma, doğrudan doğruya dayatmacı bir mekanizmadır…Öyleyse Türkiye’deki siyasi harekete öncelik veren İslami grupların nasıl bir devlet ve toplum yapısını ortaya koyabileceklerini bir an önce ve iktidara gelmeden önce tanımlamaları gerekmektedir. Bunun ötesinde, şayet bu toplum içerisinde devleti yapısal olarak yeniden tanımlamadan iktidara gelinecek olursa önemli sıkıntıların yaşanacağından endişe duyuyorum”.
“Günümüzde inananların kararlara katılma ihtiyacı daha çok artmıştır” diyerek İslami temelde bir siyasal iktidar hedefi açıklayan Dinçer, “1900’lü yılların başlarında kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkeleri”nin zayıfladığı ve etkisinin kaybolduğu tespitini yaparak “devletin fonksiyonlarının yeniden tanımlandığı adem-i merkezi bir yapı” önermektedir.
Ömer Dinçer, konuşmasında/yazısında bununla da yetinmemiş; “Yine başlangıçta kurulurken ortaya atılan Cumhuriyet ilkesinin de zayıfladığı ve işlevini kaybettiğini görüyorum. Halk için ve halk adına yönetim diye tarif edilen Cumhuriyet kavramının aslında bizim için çok fazla bir mana ifade etmediğini söylememiz de mümkündür” demiştir.
Ülkemizde “mahalli kültürün İslam olduğunu belirten Dinçer, “globalleşme ne kadar artarsa İslamlaşma da o kadar artacaktır” dedikten sonra, Cumhuriyet’in temel ilkelerine açıkça karşı çıkarak şunları söylemektedir:
“Türkiye’de Cumhuriyet ilkesinin yerini katılımcı bir yönetime devretmesi gerektiği ve nihayet laiklik ilkesinin yerine İslam’la bütünleşmesinin gerekli olduğu inancını taşıyorum. Böylece, Türkiye Cumhuriyeti’nin başlangıçta ortaya koyduğu bütün temel ilkelerin; laiklik, Cumhuriyet ve milliyetçilik gibi bir çok temel ilkenin yerini daha çok katılımcı, daha adem-i merkezi, daha çok müslüman bir yapıya devretmesi zorunluluğu ve artık bunun zamanının geldiği düşüncesini taşıyorum”.
Dinçer, Türkiye ve dünyadaki İslami hareketleri de ele aldığı konuşmasında, “Tebliğ Cemaati” ve “Cemaat-i İslami” hareketlerinin faaliyetlerini değerlendirip “(bunlar) bizim için ders alınması gerekli bir gelişmedir” demiş, konuşmasını “İran’ın, Malezya’nın ve Sudan’ın ise umutla beklediğimiz ama belirsizlik ifade eden bir yapısı vardır” şeklinde sürdürerek amaçladıkları devlet modelini belirtmiştir.
Konuşmasının sonunda iktidarı ele geçirmek için izleyecekleri programlarını açıklanmaktadır. Buna göre;
-Önce kafalarındaki devlet ve toplum tanımını açıklayacaklardır (Dinçer, bunu konuşmasında şöyle ifade ediyor: “Bugün nasıl bir devlet ve toplum istediğimizin çok net ve açık bir tanımını yapmak zorundayız. Bu tanımlamanın aslında kafamızda çok net ve açık olduğunu ve bunun için az çok hazırlıklı olduğumuzu biliyorum, ama topluma yansıtma konusunda eksikliklerimiz olduğu kanaatini taşıyorum. Öyleyse bunu topluma duyuracak mekanizma oluşturulmalıdır”).
-İkinci olarak, Türkiye’deki İslami hareketler birleştirilecektir (Dinçer, eğer kültürel öncelikli İslami hareketler, siyasi öncelikli İslami hareketlerle birleştirilebilirse “Türkiye’de İslam’ın hiçbir ülkede görülmemiş bir şekilde sağlam bir temel üzerinde gelecek vaadettiğini ifade edebiliriz”diyor).
-Üçüncü olarak da, diğer bölge ülkelerindeki İslami hareketlerle işbirliği yapılacaktır.
Bu yolla iktidara geleceklerini açıklayan Başbakanlık Müsteşarı, daha sonra şöyle diyor:
“Ancak, iktidara gelmek yolun sonu değildir. Yeni bir başlangıçtır…İktidara gelince de, tüm dünya müslüman olsa da, düşmanlara karşı üstünlük sağlansa da, müslümanın kavgası münküre (inkar edene), harama ve kötüye karşı devam eder”.
Görüldüğü gibi, bugün Başbakanlık Müsteşarı olarak görev yapan Ömer Dinçer, Anayasa’nın 1. maddesinde yer alan ve Devletin şeklini tanımlayan “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir” ilkesini ve 2. maddesinde belirtilen -başta laiklik olmak üzere- Cumhuriyet’in temel niteliklerini değiştirmek üzere bir kalkışma içinde olduklarını açıkça ifade etmiştir. Keza, “adem-i merkeziyet” adı altında üniter devleti açıkça hedef aldığı konuşmasında, Anayasa’nın 3. maddesiyle güvence altına alınan “Devletin bütünlüğü”nü parçalamak iradelerini açıklamıştır.
Oysa, bilindiği gibi Anayasa’nın 4. maddesinde Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu, Cumhuriyet’in temel nitelikleri ve Devletin bütünlüğüne ilişkin bu hükümlerin değiştirilmesinin teklif dahi edilemeyeceği öngörülmüştür.
Üstelik, konuşmanın son bölümünde; “İktidara gelince de, tüm dünya müslüman olsa da, düşmanlara karşı üstünlük sağlansa da, müslümanın kavgası münküre, harama ve kötüye karşı devam eder” denilmesi, bu tehlikeyi daha da artırmaktadır.
Başbakanlık Müsteşarlığı, en üst düzeyde kamu görevlisidir. Bu makam, kilit bir mevkidir. Bu bir makama, tüm uyarılara ve eleştirilere rağmen bu kişinin atanması ve görevinin ısrarla sürdürülmesi, AKP Genel Başkanı ve merkez yöneticilerinin icraatıdır ve AKP’nin gerçekleştirmek istediği hedefi ortaya koymaktadır.
-
-
AKP Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile AKP Hükümetinde görevli bakanların tarikatlarla ilişkileri:
-
3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra kurulan 58. AKP Hükümetinin bakanlarına Aydınlık Dergisi tarafından şu sorular yöneltildi:
1) Nakşibendi – Nur tarikatına ne zaman girdiniz?
2) Bu tarikat içindeki sorumluluklarınız ve yükümlülükleriniz nelerdir?
3) Mensubu bulunduğunuz tarikatın topluma yararları nelerdir?
Başbakan ve bakanlardan hiçbiri bu soruları yanıtlamadılar. Bunun üzerine Aydınlık Dergisi, yaptığı araştırma sonuçlarını 24 Kasım 2002 tarihli sayısında yayımladı. Bu araştırmada:
O tarihte fiili Başbakan konumunda bulunan AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa dergahından;
Başbakan Abdullah Gül’ün, Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa dergahına yakın;
Başbakan Yardımcısı M.Ali Şahin’in, Nakşibendi tarikatından;
Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener’in, Eski Humeynicilerden;
Devlet Bakanı Beşir Atalay’ın, Nakşibendi tarikatından;
Devlet Bakanı Ali Babacan’ın, Nakşibendi tarikatından;
Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ın, Fethullahçılardan;
Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in, Yeniden Milli Mücadelecilerden;
Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ün, Nakşibendi tarikatından,
İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu’nun, Nakşibendi tarikatından;
Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın, Nakşibendi tarikatından;
Milli Eğitim Bakanı Erkan Mumcu’nun, Fethullahçılardan;
Bayındırlık ve İskan Bakanı Zeki Ergezen’in, Nakşibendi tarikatından;
Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın, Nakşibendi tarikatından;
Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın, Nakşibendi tarikatından;
Tarım ve Köy İşleri Bakanı Sami Güçlü, Nakşibendi tarikatından;
Çalışma Bakanı Murat Başesgioğlu’nun, Nur tarikatından;
Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun’un, Nakşibendi tarikatından;
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler’in, Nakşibendi tarikatından;
Kültür Bakanı Hüseyin Çelik’in, Nur tarikatından; oldukları açıklandı.
Daha sonra bunlardan yalnızca, halen Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı olan Abdullah Gül, Milli Savunma Bakını Vecdi Gönül ile İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu itirazda bulunarak tarikat ilişkilerini reddettiler. Diğerlerinin açıklanan belge ve bilgiler ışığında ortaya çıkan tarikat ilişkilerine bir itirazları olmadı.
Ekte sunulan bu araştırmada AKP ileri gelenlerinin bu tarikat ilişkileri ile ilgili bilgiler detaylarıyla açıklanmaktadır. Bugüne değin bu açıklamaların hiçbiri yalanlanmadığı gibi, ortaya çıkan diğer olgular da bu tarikat ilişkilerini doğrulayıcı yönde olmuştur.
Nitekim 15 Mart 2004 günü Nevşehir’de Rufai Şeyhinin cenazesi Cumhuriyet yıkıcısı bir gösteriye dönüştürülürken, bu eylemde de yine başrolü AKP oynadı. AKP, Nevşehir milletvekilleri Rıdvan Köybaşı ve Osman Seyfi’nin de katıldığı kavuklu – sarıklı tarikat töreninin ön safındaydı.
29 Aralık 2003 günü Fatih Camisi avlusunda Nakşibendi Şeyhi’nin cenazesinde de benzer manzaraları görmüştük.
Bilindiği gibi tekkeler, zaviyeler, tarikatlar Cumhuriyetin Devrim Kanunlarıyla tasfiye edilmiştir. Tekke ve zaviyeler, 2 Eylül 1925 tarih ve 2413 sayılı “Tekâya ve Zevâya Hakkındaki Kararname” başlığını taşıyan Hükümet Kararnamesiyle kapatılmışlardır. Hükümetin bu kararnameyi kabul ettiği toplantıya Mustafa Kemal Atatürk başkanlık etmiştir. Kararnamenin 4. maddesinde, kapatılan tarikatların binalarından “okul olarak kullanılmaya elverişli olanların okul yapılması” öngörülüyordu.
Hükümet Kararnamesinden üç ay sonra, 13 Aralık 1925 günü Tekke, Zaviye ve Türbelerin Kapatılması Hakkındaki Kanun yürürlüğe girdi. Kanun, Kararnameyle hemen hemen aynı hükümleri içeriyordu. Kanunun gerekçesinde, tekke ve zaviyelerin “Ortaçağa ait hadise ve kurumlar” olduğu saptanarak, “asri ve medeni muhitlerin hiçbirinde bu kurumlara tahammül edilemediği” belirtilmekteydi.
Adliye Encümeni’nin bu kanuna ilişkin 26 Temmuz 1341 (1925) tarihli mazbatasında ise şöyle denilmektedir: “Medeni hayatın bütün icaplarına emeğini vermeyi hayat şiarı kabul etmiş olan Türk milletinin emek adımları ve sürekli çalışması önünde, bu köhne kurumların ne büyük engeller, ne kadar korkunç uçurumlar oluşturduğu tarihten birçok emsaliyle ve son isyan vakasıyla (Şeyh Sait İsyanı kastediliyor) doğrulanmış olduğunda, teklife saik olan sebepler encümenimizce de uygun görülmüştür”.
İşte bugün Türkiye, tekrar aynı yere getirilmek istenmektedir. Cumhuriyet’in tasfiye ettiği bu tarikatlar, şimdi dışarıdan güdümlü bir operasyonla oluşturulan AKP iktidarı eliyle Cumhuriyet’in tepesine oturtulmuş bulunuyor.
-
-
AKP Niğde – Ulukışla örgütünün propaganda minibüsü üzerine “İktidarla El Ele, 84 Yıllık Karanlığa Son” yazılarak sürdürülen Cumhuriyet karşıtı propaganda ve Samandağ’da AKP seçim otobüsünden Atatürk posterinin yere atılıp parçalanması olayı :
-
12 Mart 2003 tarihli gazete haberlerine göre, AKP’nin Niğde – Ulukışla örgütünün propaganda minibüsünün üzerine “İktidarla El Ele, 84 Yıllık Karanlığa Son” yazılmıştır. AKP örgütü, bu minibüsle propaganda çalışması yapmıştır. Bu konuda -ekteki iddianameden de anlaşılacağı gibi- AKP’nin yerel yöneticilerinin cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmış bulunmaktadır.
Büyük önder Atatürk’ün de vurguladığı gibi, Türkiye Cumhuriyeti fiilen 23 Nisan 1920 günü yani bundan tam 84 yıl önce kurulmuştur. AKP, bu propagandası ile Cumhuriyet dönemini “karanlık” bir dönem olarak nitelendirmekte ve 84 yıllık Cumhuriyeti yıkma programını açıklamaktadır.
Söz konusu eylem münferit bir olay değildir. Nitekim aynı gün, yani 12 Mart 2003 tarihinde Hatay’ın Samandağ ilçesinde AKP seçim otobüsünden camlı-çerçeveli Atatürk posteri fırlatılıp yere atılarak parçalanmıştır. Ekte belgelerini sunduğumuz bu olay hakkında Samandağ C. Başsavcılığı’nca Hz.2004/396 sayı ile soruşturma açılmış bulunmaktadır.
-
-
AKP Isparta Milletvekili Recep Özel’in, Isparta’da AKP İl Genel Meclisi üyeleri ile birlikte köy ziyaretinde yaptığı “80 yıllık pisliği temizliyoruz” şeklindeki açıklama:
-