SEKÜLER HİLAFET 1/ 2/ 3 * Pek çok kişi bu “seküler Hilafet” kavramının bir oksimoron, yani “yaşayan ölü” gibi, zıt nitelikleri aynı objede birleştiren bir tanım olduğunu söyledi.

CUMHURİYET – Emre Kongar – 4/ 5/ 7 OCAK  2024

Seküler hilafet – 1


Prof. Naciye Selin Şenocak, 2015 yılında bir konuşma yapmış ve Türkiye için, “Seküler Hilafet” adı altında, Birleşmiş Milletler benzeri bir kurum önermişti. Bu konuşması, Hilafet sloganlarının atıldığı son Gazze mitinginden sonra yeniden gündeme geldi.
Ben dahil pek çok kişi bu “seküler Hilafet” kavramının bir oksimoron, yani “yaşayan ölü” gibi, zıt nitelikleri aynı objede birleştiren bir tanım olduğunu söyledi. Bugün, Şenocak’ın orijinal konuşmasını yayımlayıp, irdeleyecektim. Fakat bir savunma yayımladığını gördüm.
Kendisine haksızlık etmemek için, ilk konuşması kadar önemli yanlışlarla dolu olan bu savunmayı, birinci konuşmasının metninden önce yayımlamayı uygun buldum.

Şenocak, “Seküler Hilafet” kavramını yaptığı ilk konuşmasını şöyle savunmuş:

“Hilafet polemiği adı altında ülkenin gündemini değiştirerek halkımızı kin ve nefret söylemlerine itmek ve ayrıştırıp kışkırtmaya çalışan provokatör gruplar, 2015 yılında ‘Müslüman Ülkeler Birliği ve haklarının savunması’ konulu bir çalıştayda verdiğim bir demeci hâlâ kötü amaçlarla gündeme getirmektedir.
Hilafet konusu, halkımız arasında, İslam düşmanlığı körüklenerek provokatif biçimde bir algı operasyonu aparatı olarak gündeme getirilmektedir.
On sene önceki açıklamamda, hilafet kurumunun Türkiye’de yeniden yürürlüğe konulmasından değil Birleşmiş Milletler (BM), özellikle de BM Güvenlik Konseyi bünyesinde, Müslüman ülkelerin haklarını koruyacak ve temsil edecek yeni bir teşkilattan, Müslüman Ülkeler Birliği’nden bahsediyorum.
Öncelikle bilinmelidir ki ‘Hilafet makamı’ tüzel kişilik olarak Allah’ı (cc) ya da İslamı temsil eden bir makam değil, Müslümanları temsil eden seküler bir kurum yani sosyolojik bir yapıdır. Bu makam dünyevi işlerle uğraşır ve Müslümanların çıkarları ve haklarını korur.
Halen sekülarizm ve laisizm arasındaki etimolojik kavram farklılıklarını bilmeyen şahıslar, bilinçli biçimde kışkırtıcı amaçlarla dezenformasyon yapmaktadırlar.
Sekülarizm, toplumsal hayatta uhrevi ve diğer dini ruhani meselelerden ziyade dünya hayatına odaklanılması yönündeki fikir ve akımdır. TDK sözlüğünde açıkça bu kavramlar açıklanmaktadır.
Hilafet şeriat değildir, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi hükümete bağlı kurumdur. Yani alternatif bir devlet yönetim sistemi, Türkiye Cumhuriyeti’ne bir alternatif veya saltanat değildir.
Bu konuda bilgisizce ironi yapanlara, tehditkâr açıklamalar veya sosyal medyadaki dezenformasyondan ziyade hukuki kaynakları ve Prof. Dr. Özden Zeynep Oktav Hocamızın akademik çalışmalarını okumalarını öneririm.
Dünyada 1.6 milyar Müslüman yaşamaktadır. 1990 yılından bu yana sadece Irak’ta 4 milyondan fazla Müslüman öldürülmüştür. Dünyadaki en kanlı çatışmalar Müslüman coğrafyada geçmektedir. Bu ülkelerin kaderleri sadece BM Güvenlik Konseyi’nde beş ülkenin kontrolüne bırakılmıştır. Bu, kabul edilemez bir durumdur.
Bunlarla beraber, İslam düşmanlığını körüklemek ve Müslümanları baskı altında tutmak için İslamla bağdaştırılan terör grupları kurulmaktadır.
İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) sadece ekonomik ve kültürel bir birliktir. İİT’nin etkinliğinin olmadığını, Gazze’de ‘insanlık suçu’ işlenirken görüyoruz.
Türkiye gerek tarihsel gerekse jeopolitik konumu açısından, BM bünyesinde söz konusu teşkilatın kurulmasında öncülük edebilir. Artık reform sürecine giren BM’de bu çerçevede yeni bir oluşum şarttır.
Manevi değerler üzerinden kin ve nefret söylemleriyle milletimizi ayrıştırmak ve basında ve sosyal medyada dezenformasyona yol açmak vatan hainliğidir.
Türkiye Cumhuriyeti, dünya siyasetinde en üst mertebede söz sahibi olması gereken bir ülkedir. Ülkemiz, Türkiye Yüzyılına yakışacak şekilde son yıllardaki diplomatik adımlarıyla, dünyada barışın temin edilmesi için çok önemli roller oynamaktadır.
Bu açıklamamı, hilafet polemiği esnasında tarafıma yapılan saldırılara cevap vermek amacıyla yaptığımı ve bundan sonra bu konuda bir demeç vermeyeceğimi kamuoyuna bildiririm.” (https://www.superhaber.com)

Yarın, Şenocak’ın hem ilk konuşmasını yayımlayacağım hem de bu savunması ile birlikte irdeleyeceğim.

Seküler hilafet – 2

Prof. Dr. Naciye Selin Şenocak’ın 2015 yılında yaptığı “Seküler Hilafet” açıklaması, iktidarın Riyad’daki “Süper Kupa” futbol skandalını ve Atatürkçü tepkileri dengelemek için yaptırdığı Gazze mitinginde Hilafet istekleri gündeme gelince yeniden tartışmaya açıldı.
İçlerinde benim de olduğum pek çok kişi “Seküler Hilafet” kavramını “yaşayan ölü” gibi, zıt niteliklere sahip “Oksimoron” bir tanım olduğunu söyleyerek eleştirdi. Kendisine haksızlık etmemek için, bu eleştirilere karşı Şenocak’ın yaptığı savunmayı bu yazıdan önce, dün yayımladım.
Bugün, 2015 yılındaki ilk konuşmasını aktararak “Seküler Hilafet” kavramını irdelemeye başlayacağım.

Şenocak 2015 konuşmasında şöyle demiş:

“Özellikle altını çizmek istediğim husus, hilafet konusunda, yani hilafetin yeniden gündeme gelmesi gerektiği. Ve Türkiye’nin liderliğinde bunun yapılması gerekiyor.
Şöyle ki İttihadı İslam Teşkilatı çerçevesinde Müslüman ülkelerin bir araya geldiği, seküler bir şekilde; yani bahsettiğim dini bir yapılanma değil, dini bir hilafet değil, seküler bir hilafet.
Nedir bu? Müslüman ülkelerinin siyasi işbirliği içerisinde kendilerine karşı yönetilen tehditlerde olsun, gerek onların haklarının korunması olsun, algı problemi olsun, içerideki çarpık yapılaşmayı yeniden düzene sokabilecek bir teşkilat lazım.
Bunun da başını Türkiye çekebilir. Çünkü hilafet kurumu halen bizde mevcut. Büyük Millet Meclisi’nde mevcut.
Hilafet kurumu şöyle olabilir:
Aynen Birleşmiş Milletler’deki gibi Müslüman ülkeleri bir araya gelir. Beş ülke Güvenlik Konseyi gibi, Türkiye’nin başını çekeceği beş ülke bir araya gelir. Ve bu ülkelerin karar mekanizmalarında, gerek siyasi mekanizmalarında söz sahibi olur.
Yani hilafet kurumunun yeniden düşünülüp seküler bir şekilde…Çünkü şöyle de denilebilir:
‘Hilafet gelirse, Şeriat gelir.’
Böyle bir durum söz konusu değil. Bahsettiğimiz dini bir hilafet kurumu değil. Bir yapı.  Müslüman ülkelerinin bir arada olduğu bir yapıdan bahsediyoruz. Siyasi yaptırımı olacak bu yapının. Birleşmiş Milletler’de doğrudan Müslüman ülkelerini temsil edecek.
Çünkü birlikten güç doğar.
Şu anda Müslüman ülkeleri maalesef bir birlik oluşturmadıkları için, oluşturulan birlikler sadece kültürel ve ekonomik boyutta olduğu için, siyasi açıdan biz çok zor durumda düşüyoruz.
Ve Müslümanlar aslında mağdurken ve bu kadar çok Müslümanlara karşı şiddet, katliamlar yapılırken biz dünya basınında suçlu durumunda kalıyoruz.
Yani bunun önüne geçebilmek için de bu kurumun yeniden düşünülüp seküler bir şekilde yeniden gündeme gelmesi gerekiyor.”
Şenocak’ın herhalde iyi niyetle yaptığı “Türkiye’nin başını çekeceği Birleşmiş Milletler benzeri bir yapıyı” savunurken “Seküler Hilafet” konusunda söyledikleri, hem siyasal tarihe hem dinler tarihine hem siyaset bilimine hem Cumhuriyet Rejimine hem de güncel siyasetin gerçeklerine aykırıdır.
Eleştirilere karşı kendisini savunmak için yaptığı açıklama ise çok daha vahim ifadeler içermektedir. Pazar günü bu noktalara tek tek işaret edeceğim.

Seküler hilafet – 3

Ülkemizde “Hilafet isteklerinin” dile getirildiği ve iktidar tarafından bir “Anayasa darbesi” yapıldığı, yani bir “Rejim bunalımı” yaşandığı sırada, yeniden gündeme getirilen Prof. Dr. Naciye Selin Şenocak’ın 2015 yılında yaptığı “Seküler Hilafet” açıklaması ve söylediklerinin eleştirilmesi üzerine yayımladığı savunma pek çok bakımdan sorunlu.
İlk açıklamasının eleştirisiyle başlayalım:
1) Hilafetin İslam Âlemi’ni birleştireceği savı tarihsel, siyasal ve dinsel olarak bütünüyle yanlıştır.
Tam tersine, Emeviler zamanında siyasal egemenliği pekiştirmek için gelenekselleştirilen Hilafet kurumu, İslam Âlemini bütünleştirici değil, bölücü bir işlev yapmış, Sünni-Şii-Harici ayrılığını üretmiştir.
Hatta bir ara Bağdat’ta, Mısır’da ve Endülüs’te üç farklı hilafet kavramı, aynı anda, üç ayrı devlette, siyasal egemenlik için kullanılmıştır.
2) “Seküler Hilafet” kavramı oksimorondur; uygulanması olanaksızdır.
Dinden bağımsız bir hilafet kavramı siyasal tarihe de dinler tarihine de inançlara da mantığa da aykırıdır:
Hilafet, İslam Devleti’ni yöneten kişinin, Hazreti Peygamber’in devlet yönetimindeki halefi, ardılı, temsilcisi, (emirül mümin) olduğu iddiası ile kurulmuş ve istismar edilmiş, siyasal/dinsel egemenlik kaynağı gerekçesi olarak da kullanılan dini bir makamdır.
Dini bir makamın “Seküler”, yani “dinden bağımsız” olması olanaklı değildir.
3) “Hilafet kurumu halen bizde mevcut. Büyük Millet Meclisi’nde mevcut” ifadesi, İslam dini açısından da İslam ülkeleri açısından da Türkiye Cumhuriyeti açısından da yanlıştır, gerçekdışıdır. 
Hilafetin Meclis’te olduğu iddiası, Mustafa Kemal Paşa’ya Halife olmasını öneren Cumhuriyet karşıtı hilafetçilerin 1920’lerde kullandıkları, zorlama ve gerçeklere aykırı bir iddiadır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, millet egemenliğine dayalı Cumhuriyeti temsil eden, Demokratik olarak seçilmiş bir meclistir.
Hilafet ise egemenliğin din adına zorbalıkla sürdürüldüğü bir Ortaçağ devletinde, tek bir kişi tarafından temsil edilir.
Bu her iki kavram da ne fiilen ne kurumsal ne de kuramsal olarak ne tek bir kişide ne de tek bir mecliste birleşebilir ya da birlikte var olabilir.
4) “Güvenlik Konseyi gibi, Türkiye’nin başını çekeceği beş (Müslüman) ülke” ifadesi, günümüz dünyasında Türkiye’nin konumuna uygun ve gerçekçi bir ifade değildir.
Çünkü Türkiye, İslam ülkeleri içinde lider konumunda olmadığı gibi, bu ülkeler tarafından liderliğinin kabul edilmesi de söz konusu değildir.
(Bu fikir sadece, İslam düşmanı Faşist Samuel P. Huntington tarafından, Atatürk’ü eleştirmek ve Türkiye’yi Batı’dan koparıp Ortadoğu’ya geri yollamak için icat edilmiş bir öneridir.)
Üstelik Birinci Dünya Savaşı sırasında, Halife-Sultan yani Padişah V. Mehmet Reşat, Halife olarak “Cihad-ı Ekber” (En Büyük Cihad) ilan etmiş ama bunu Müslüman Araplar bile kabul etmemiş ve Araplar, İngilizlerle bir olarak Müslüman Osmanlı ordularını arkadan vurmuşlardır.
Özetle, Şenocak’ın Hilafetin yeniden gündeme gelmesi gerektiğini vurgulayarak Türkiye’nin liderliğinde BM benzeri bir İslam Devletleri Siyasal Örgütü kurulması önerisi, bütün siyasal ve teolojik kavramlara ters olduğu gibi, günümüz dünyasındaki gerçeklere de aykırıdır.
Şenocak’ın, yukarıda eleştirdiğim, bozuk bir Türkçe ile yaptığı konuşmasına ilişkin eleştirilere karşı yine bozuk bir Türkçe ile yaptığı savunma ise çok daha sorunludur:
Konuşmasının gündeme getirilmesini “halkımızı kin ve nefret söylemlerine itmek” diye niteliyor ve gündeme getirenleri de “provokatörlükle” suçluyor.
Ayrıca “Hilafet”, “Sekülerizm”, “Laisizm”, “Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi”, “etimolojik kavram”, “Sosyolojik bir kurum”, “Seküler bir yapı”, “provokatif biçimde bir algı operasyonu aparatı” terimlerini ve ifadelerini de ya bilmiyor ya da çarpıtıyor.
Ne üslubu ne savunduğu fikirler ne de bu fikirleri savunurken kullandığı gerekçeler, evrensel akademik standartlara uygun!
Şenocak’ın ilk açıklamasını ve sonraki savunmasını okurken aklıma, SADAT’ın “Asrika” modeli geldi: Hilafet özlemlerinin uluslararası arenada kullanılması gibi boş ve olanaksız bir hevesin ifadesi!
This entry was posted in Uncategorized. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *