TEOKRATİK KLEPTOKRASİ * “TÜRKÇE ÖLDÜ MÜ?”

Değerli arkadaşlar,
Tiyatro/ Sinema sanatçısı Şevket Çoruh Alkol içilmesine ve satılmasına getirilen, toplumun yaşamına müdahale eden ve dayatmalarda bulunan yasaklara karşı tepki olarak aşağıdaki şiiri yazmış. Kalemine sağlık, pek de güzel yapmış.
İhvancı bir iktidar olan Erdoğan/ AKP’nin iktidara gelişi ile birlikte Türkiye her yönü ile yavaş yavaş karanlığa gömüldü/ gömülüyor. Topluma arap kültürü ve şeriat dayatılıyor. Laik demokratik yaşam ve cumhuriyeti, Atatürk’ün işaret ettiği aydınlanma devrimlerini, çağdaşlığı, evrensel bilimi ve kültür, sanatı özümsemiş olan büyük kitlenin yaşamları dinsel içerikli ve amaçlı yasalarla daraltılıyor, toplumun nefes alması zorlaşıyor ve hatta muhalifler “terörist, fetöcü, v.b.) yalan iddialarla tutuklanıyor.
Milli eğitim bakanı yardımcısı “TÜRKÇE ÖLMÜŞTÜR” diyerek arapçayı dayatma cesaretini gösteriyor. Devleti yönetecek koltuklara atananlar, dilini kaybeden toplumların millet olmak özelliklerini de kaybederek tarihten silindiklerini bilmez mi?
Türkiye’nin en değerli okulları imam-hatiplere dönüştürülüyor. En bilge öğretmenleri baskılarla görevlerinden uzaklaştırılıyor. Ülkeleri akıl ve bilimde yüceltecek olan matematik, fizik, kimya, felsefe v.b. derslerin saatleri azaltılırken arap kültürünü ve dini bilgileri, hurafeleri dayatan sözde dersler okullara gönderilen imamlar, hocalar tarafından veriliyor. Öğretmenin yerini imamlar alıyor. Ana okullarına bile mescidler açılıyor. İlköğretim öğrencileri camilere namaza götürülüyor. İlköğretim okulları önüne “hayır için lokma dağıtmak üzere” gelen arabalar hoparlörden yüksek sesle arapça dualar okuyarak teneffüse çıkan küçük çocuklara psikolojik dayatma ve alıştırmalar yapılıyor.  Her geçen gün eğitim çöküyor, Türkiye bu kayıp kuşaklarla yakın gelecekte çağdaş bilim ve kültür dünyasından koparak arabın cahiliye devrine dönecektir. Ülkemizi yüceltecek olan hiç bir bilim adamı, doktor, mühendis, bilişimci, sanatçı v.b. kişiler yetişmeyecek ve ülkemiz dünyadan kopacaktır.
TEOKRATİK KLEPTOKRASİ (Dinbaz/ Hırsızlık) yönetim sistemi ülkeye egemen olmuştur. Devleti yöneten siyasetçiler, bürokratlar, yargıçlar, savcılar bu sistemin bir ögesi haline gelmiştir. Ne kadar acıdır ki gazetelerde yargıç/ savcı/ emniyet müdürü/ siyasetçi veya onun vekili olarak bir yakını bir araya gelerek Sicilya mafyalarını aratmayacak çeteler kurdukları ve suçlar işledikleri yazılmaktadır.
Adalet Bakanlığı bu suçların üzerine gitmek yerine haber yasakları getirerek sansür uygulamakta ve HSK ise bu savcı ve yargıçlar üzerinde etkin bir soruşturma yapmamakta ve caza uygulamamaktadır. Erdoğan iktidara geldikten sonra DEVLETİ koruyacak olan soruşturmaları yapan tüm denetçileri görevden almış ve bu kurumları yok etmiştir. Devletin harcamalarını denetleyen SAYIŞTAY işlevsiz kılınmış ve yolsuzluk raporları saklanmış ve saklanmaktadır. Bu nedenle merkezi ve yerel yönetimlerde yolsuzluklar, rüşvet akıl almaz büyüklüktedir. Tüm bunlar Türkiye’yi EKONOMİK/ SOSYAL/ HUKUK yönünden çökertmek ve emperyal güçlere sömürge, maraba yapmak projesinin parçasıdır.
Erdoğan, kurmuş olduğu VARLIK FONU’na ülkemizin elde avuçta birkaç tane kalmış olan en değerli Ulusal varlıklarımızı bu fona almış, KENDİ KENDİSİNİ fona başkan atamış, Bu fonun tüm ekonomik işlemlerinin DENETLENEMEYECEĞİNİ yasalaştırmıştır.  Bu da bir nevi PONZİ OYUNUDUR. Bir apartmanın bile gelir/ giderini denetleyen denetçisi ve hesapları uygun bulursa ibra eden (uygunluğunu) kabul eden denetçi raporu vardır. Dünyada hiçbir yönetici böylesi keyfi bir yasayı çıkartmaz veya ancak kabile şefleri ve diktatörler böylesi İYİ NİYETLİ OLMAYAN bir yasayı sözde demokrasi ile mecliste çoğunluğuna dayanarak çıkartır. Gerçek hukukun olduğu ülkelerde Anayasa Mahkemesi, yargıtay, mahkemeler böylesi bir kleptokrat yasayı iptal ederek hesap sorarlar. Bu ekonomik varlıkları küresel şirketlere ve yandaşlara aktarmak ve üzerinden ÇIKAR SAĞLAMASI  bile başlı başına bir suçtur. Bir söz vardır; “ÇOBANIN KAVALI PEŞİNE TAKILAN KOYUN SÜRÜSÜ MEZBAHAYA GÖTÜRÜLDÜĞÜNÜ HİÇ BİR ZAMAN ÖĞRENEMEYECEKTİR”
Değerli arkadaşlar.
Şayet güçlü bir ordunuz yoksa, sizden güçlü olanlar üzerinize çullanır, topraklarınızı, ekonominizi, özgürlüğünüzü ele geçirir. Yakın geçmişte Putin’in danışmanı Aleksandr  Dugin “Batı ülkelerinin Türkiye’yi paylaşma planları yaptığını ve Rusya’nın da kendisine düşen payı alacağı” yazıldı! İşte bu nedenle yaklaşık 9-10 milyon mülteci planlı olarak açılan koridorlardan yönlendirilerek ülkemize sokuldu. Bunu adı “Destabilization” istikrarsızlaştırma operasyonudur. Dünyada hiçbir ülke bu sayıda mülteci/ sığınmacıyı kayıtsız, hesapsız almaz. Bunu ancak ülkesini gözden çıkartanlar yapar. Bu dünyada bir ilktir.
Erdoğan bunu hangi güçle yaptı?
Bunu yapabilmek için YÜKSEK YARGIYI denetim altına alması gerekiyordu, yasalarla oynayarak yargıyı siyasallaştırdı,  ve arka bahçesi yaptı. Bir başka gereksinimi daha vardı; MİLLİ ORDUYU kırmak ve güçsüzleştirmek gerekiyordu. Ergenekon/ Balyoz operasyonları ile 15 Temmuz kalkışması bu nedenle şaibelidir. TSK’nın yapısını değiştirmek, hiyerarşisini bozmak, Kemalist komutanları tasfiye ederek TSK’yı tarikat ve cemaatlere açmak için kullanıldı.
TSK’NIN GÜCÜNÜN KIRILMASI VEYETKİSİNİN DARALTILMASI OPERASYONU
13 Temmuz 2013 tarihinde İç Hizmet 35. Madde değişti
“Kanun, birden fazla ili içine alan olaylarda valilerin kuvvet istemesine ilişkin düzenlemede de değişiklik yapıyor. Buna göre, İl İdaresi Kanunu’nda, valilerin isteğiyle askeri birlik komutanlarından kuvvet tahsis edilmesi halinde iller veya kuvvetler arasındaki işbirliği, koordinasyon, kuvvet kaydırması, emir komuta ilişkileri ve gerekli görülen diğer hususlar Bakanlar Kurulu tarafından belirlenecek esaslara göre yürütülecek. Bu hususların, mevcut yasada Genelkurmay Başkanlığı ile İçişleri Bakanlığı tarafından yürütülmesi hükmü bulunuyor. TSK birliklerinin bu kapsamdaki faaliyetleri, askerlik hizmet ve görevlerinden sayılacak.
Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nda “Türk vatanını, istiklal ve Cumhuriyetini korumak için harb sanatını öğrenmek ve yapmak mükellefiyeti” şeklinde yapılan askerliğin tanımı, “harp sanatını öğrenmek ve yapmak mükellefiyeti” olarak değiştirildi.
Darbelerin yasal dayanağı olarak gösterilen TSK İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesi’ndeki, TSK’nın vazifesi yeniden tanımlandı. “Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve korumaktır” ifadesi, “Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; yurt dışından gelecek tehdit ve tehlikelere karşı Türk vatanını savunmak, caydırıcılık sağlayacak şekilde askeri gücün muhafazasını ve güçlendirilmesini sağlamak, TBMM kararıyla yurtdışında verilen görevleri yapmak ve uluslararası barışın sağlanmasına yardımcı olmaktır” olarak değiştirildi.”
BÖYLECE “TÜRKİYE CUMHURİYETİNİ KORUMAK” görevi TSK’dan alındı. Cumhuriyet şeriat, din devleti isteyecek olanlara veya dış güçlere taşaronluk yapan/ yapacak olan iktidarların saldırısına açık bırakıldı. Plan bir saat gibi işliyordu.
Acı gerçektir ki; Gen.Kur. Başkanına bağlı hiç bir komutan ve ordu gücü yoktur. Dolayısı ile TSK’ya kumanda etmek ve yönetmek gücü ancak siyasi iktidarın verdiği izine bağlıdır. Kara, Deniz, Hava komutanlarının savaş yapma insiyatifleri yoktur ve ancak MSB’nın verdiği izin kadardır. Diğer deyişle Savaş kararında ülkenin yüksek çıkarları değil, iktidarın siyasi çıkarları öncelikli olacaktır. İlahiyat, imam-Hatip eğitimi almış olan bakanlar savaş yönetiminde söz ve karar sahibi olacaktır. Bu bakanların kararı ise son sözü söyleyen ve Laik cumhuriyeti sonlandırmaya çalışan İhvancı Erdoğan’ın verdiği yetkiye bağlıdır.
Ordunun yapısı dönüştürüldü, Laik, demokratik Cumhuriyet ve Atatürk karşıtı olan cemaat, tarikat mensupları ordu içinde basına yansımayan tıpkı Osmanlı’da yeniçeri kalkışmaları gibi baş kaldırdılar. Ne mi oldu?
Cumhuriyet’in 100. yıl kutlamalarında bir askeri birlikte ve komuta heyetinin bulunduğu törende bir grup teğmen yakalarına ATATÜRK’ün fotoğrafını takmayı kabul etmediler. Bu dinci bir kalkışmadır. Bu kalkışmayı yapanlar Erdoğan’ın açtığı yollardan TSK’ya girmiş olan tarikatçılar, cemaat mensuplarıdır. Bu durumu gören ATATÜRKçü teğmenler ile bu dinbaz şeriat isteyen teğmenler törende kavgalaştılar. Birlik içinde kavgacılarla baş edilemedi ve dışarıdan polis ve jandarma çağrıldı.  Bu durum Türkiye için bir ALARM ZİLİ ve İŞARET FİŞEĞİDİR. Şeriatçı bir kalkışmadır. TSK’nın savaş gücü kırılmıştır. Bir savaş ve çatışmada bu cemaatçı teğmenler komutanın değil, imamının emrini dinleyecektir.
Yazacak çok konu var…
İyi uykular, ne de güzel uyuyorsun Türkiye’m!!!
Naci Kaptan/ 30.11.2023

SANA NE

Şevket Çoruh – Tiyatro/ Sinema sanatçısı

Günah da benim…
Sevap da…
Sana ne!..
Yedim mi yetim hakkı!..
Yaptım mı şerefsizlik!..
Çaldım mı?..
Çırptım mı?…
Etttim mi, kula kulluk?..
Sana ne!..
Benimle birlikte mi bekleyeceksin Araf’ta?..
Senin sırtına mı bineceğim köprüde?..
Sana ne!..
Konduysam daldan dala…
Girdiysem gönülden gönüle…
İçtiysem rakıyı, şarabı…
Bağladıysam geceyi, gündüze…
Sana ne!…
Tuttum mu kolundan seni…
Oturttum mu günah soframa…
Sana ne!..
Sen mi yanacaksın benim yerime!..
Sen mi vereceksin hesabı!..
Sana ne!..
Tamam…
Masum değilim…
Tamam…
Sen değilim…
Tamam…
Belki de deliyim…
Sana ne!..
Sor bakalım karıncaya…
Sor çiçeğe…
Sor kuşa…
İncitmiş miyim belini…
Koparmış mıyım dalını…
Kırmış mıyım kanadını!..
Sana ne!..
Sen mi doldurdun kadehimi!..
Sen mi verdin mezemi…
Sana ne!..
Arama girme Rab’bimle…
Girme…
Suç da benim…
Günah da…
Sana ne…
This entry was posted in Uncategorized. Bookmark the permalink.

One Response to TEOKRATİK KLEPTOKRASİ * “TÜRKÇE ÖLDÜ MÜ?”

  1. Pingback: Şahsım Devleti’nde fenomenler ve ponziler 1 / 2 | Cumhuriyetimiz İçin

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *