KÜLTÜR, BİLGİ * Suların altındaki gizem: Kayıp kıtanın sırrı açığa çıkıyor

Suların altındaki gizem:
Kayıp kıtanın sırrı açığa çıkıyor

cumhuriyet.com.tr – 06.11.2023

Mavi suların altında gizlenen kayıp kıtaların hikayeleri, tarih boyunca insanları büyülemiş ve meraklandırmıştır. Atlantis ve Mu gibi efsanevi kıtaların varlığına dair spekülasyonlar ve araştırmalar, suların altında yatan gizemleri çözmek isteyen birçok araştırmacıyı ve meraklıyı etkisi altına almıştır. Ancak bu hikayeler gerçek mi, yoksa sadece efsane mi?
Mavi suların altında yatan gizemler, tarih boyunca insanları büyülemiş ve merak uyandırmıştır. Bu gizemlerden biri, kayıp bir kıtanın varlığına dair uzun süredir sürmekte olan spekülasyonlar ve bilimsel araştırmaların odak noktası haline gelmiştir. Atlantis veya Mu gibi kayıp kıtaların hikayeleri, suların altında gizlenen eski uygarlıkların izini sürmek isteyen araştırmacıları ve meraklıları cezbetmiştir. Ancak bu gizemli hikaye nedir ve gerçekten de bir kayıp kıta var mıdır?
Atlantis: Mitolojiden Gerçeğe
Atlantis, antik Yunan filozofu Platon’un eserlerinde ortaya çıkan bir efsanevi kıta olarak bilinir. Platon’un yazılarında, Atlantis’in büyük bir medeniyetin parçası olduğu ve zamanla denizlerin suları altında kaybolduğu anlatılır. Bu hikaye, tarihsel gerçekliği kanıtlanamamış olsa da, birçok araştırmacı ve kaşif, Atlantis’in izini sürmek için denizlerin derinliklerine dalmıştır.
Mu: Kayıp Kıtanın Diğer Adı
Atlantis’e benzer bir hikaye, Mu adı verilen başka bir kayıp kıtayla ilgilidir. Mu, Pasifik Okyanusu’nda olduğu düşünülen ve büyük bir medeniyete ev sahipliği yapmış bir kıtayı temsil eder. Ancak Mu’nun varlığına dair kesin bilimsel kanıtlar yoktur ve bu hikaye de çeşitli spekülasyonlara yol açmıştır.

Bilimsel Araştırmalar ve Denizaltı Keşifleri
Son yıllarda, denizaltı teknolojisinin gelişmesi ve okyanusların daha derinlerine inme yeteneği, kayıp kıtaların izini sürmeye yönelik heyecan verici yeni araştırmalara olanak sağlamıştır. Denizaltı araştırmaları, okyanus tabanının tarih öncesi kalıntılarını ve eski uygarlıkların izlerini bulmaya yönelik çalışmaları hızlandırmıştır.
Ancak hala kayıp kıtalara dair bilimsel bir kanıt bulunamamıştır ve Atlantis veya Mu gibi efsanevi yerlerin gerçekliği belirsizliğini korumaktadır. Bu nedenle, suların altında kayıp kıta hikayeleri, gizemini sürdürmeye devam etmektedir. Bilim dünyası, bu gizemleri çözmek için daha fazla araştırma yapmaya devam ediyor.
Suların altında kayıp kıtaların gizemi, insanlığın geçmişine dair soruları ve keşfetme isteğini canlı tutmaktadır. Gelecekteki denizaltı keşifleri ve bilimsel çalışmalar, bu gizemleri aydınlatma potansiyeline sahip olabilir ve kayıp kıtaların varlığına dair kesin kanıtların bulunup bulunmayacağını gösterebilir. Bu hikaye, okyanusların derinliklerinde hala keşfedilmeyi bekleyen birçok sırrı barındırıyor olabilir.

Kayıp kıtanın haritası çıkarıldı:
Yıllar önce su altında kalmış

Araştırmacılar tarafından Yeni Zelanda kıyılarında keşfedilen yeni kıtanın haritası çıkarıldı. Ayrıca bilim insanları kıtanın eskiden yüzeyde olduğunu ancak zamanla battığını da keşfetti.
Kayıp kıtanın haritası çıkarıldı: Yıllar önce su altında kalmış
2017 yılında Yeni Zelanda kıyılarında daha önce bilinmeyen bir bölge keşfedildi ve bu bölgeye Zealandia adı verildi. Zealandia, Maori dilinde Te Riu-a-Maui olarak bilinir ve dünya çapında yaklaşık 5 milyon kilometrekarelik bir alanı kaplamaktadır. Bu, Hindistan alt kıtasının iki katı büyüklüğündedir.
Ancak Zealandia’nın neden daha önce keşfedilmediği sorusu akıllara gelebilir. Bunun nedeni, bu kıtanın yüzeyinin yüzde 95’inin güneybatı Pasifik Okyanusu’nun altında kalması ve insan varlığından önce yok olmuş olmasıdır. Yüzeyde sadece büyük bir dağ zinciri (Yeni Zelanda’nın iki adası) ve bazı küçük okyanus adaları görülmektedir.

Zealandia hakkında çok az bilgi bulunmasının nedeni, neredeyse tamamen erişilemez olmasıdır. Ancak dünya genelinden jeologlardan oluşan bir ekip, yeni bir jeolojik harita oluşturmak için çalışmalar yürüttü. Bu harita, denizden çıkarılan kaya örnekleri ve jeofizik haritalama yöntemlerinin birleşimiyle hazırlandı.
Jeologlar, Zealandia’nın dış kenarlarını takip ederek büyük kumtaşı oluşumları ve bazaltik kaya çakılları birikintileri keşfettiler. Bu kumtaşlarının yaklaşık 95 milyon yıl yaşında olduğuna ve daha eski granit ve volkanik çakılları içerdiğine inanıyorlar. Bu durum, Zealandia’nın kuru bir kara olduğu dönemde volkanik aktivitelerle oluşan nehirlerin tektonik havzaları doldurduğunu gösteriyor.
ZEALANDİA SU ALTINA ÇÖKTÜ
Ayrıca, su altı volkanizmasıyla ilişkilendirilen bazalt çakıllarının keşfi sayesinde Zealandia’nın yaklaşık 40 milyon yıl önce kademeli olarak sular altında kaldığına inanılıyor.
“Reconnaissance basement geology and tectonics of North Zealandia” adlı çalışma, Tectonics (2023) dergisinde yayınlandı.

Kayıp sekizinci kıta’ Zelandiya ilk kez
nasıl haritalandırıldı, sonuçları ne olabilir?

Yunan filozof Aristoteles, astronom Batlamyus ve coğrafyacı Eratosthenes’in tarif ettiği hayali kıtaya, kartograflar Latince “güneydeki bilinmeyen toprak” anlamına gelen Terra Australis Incognita adını vermişlerdi.
Kıtanın, Klasik Yunan döneminde, coğrafi simetri nedeniyle, dünyanın diğer ucunda var olduğuna inanılıyordu.
Hollandalı kaşif Abel Tasman kıtayı bulmak için yola çıkmış ve 1642’de, bugün Yeni Zelanda dediğimiz ada ülkesini keşfetmişti. Ancak bulduğu yer, aradığına kıyasla çok küçüktü. Zelandiya adındaki bu kıtanın varlığı, bundan 375 yıl sonra ispatlanabilecekti.
Yüzde 94’ü suyun altında olduğu için ilk bakışta görünmez olan kıtaya, Yeni Zelanda yerlileri Mahorilerin dilinde “Maui’nin tepeleri, vadileri ve düzlükleri” anlamına gelen Te Riu-a-Maui ismi verildi. Maui, Hawaii, Paskalya Adası ve Yeni Zelanda arasındaki alana dağılmış olan adalarda yaşayan Polinezyalılar için mitolojik bir kahraman.
Yeni Zelanda Kraliyet Araştırma Enstitüsü’nden (GNS Science) bilim insanlarının yaptığı yeni araştırma Zelandiya’nın sınırlarını ilk kez detaylarıyla ortaya koyuyor. Bilimsel yayın Tectonics dergisinde yayımlanan çalışma okyanusun dibinden çıkarılan kaya örnekleri kullanılarak yapıldı.
Araştırma kıtanın tam yüzey alanını ilk kez hesaplayarak beş milyon metrekare olduğunu buldu. Peki neredeyse tamamen okyanusun altındaki Zelandiya nasıl bir kıta sayılabilir?
Bunun jeolojiyle açıklanan bir cevabı var.

Zelandiya’nın diğer kıtalara göre büyüklüğü
Sekizinci kıtanın kökenleri yaklaşık 200 milyon yıl önce parçalara ayrılmaya başlayan ve bugün bildiğimiz kıtaları oluşturan antik süper kıta Gondvana’ya kadar gidiyor. Zelandiya’nın bundan 80 milyon yıl önce ayrıldığı tahmin ediliyor, ancak komşuları Antarktika ve Avustralya’dan (Okyanusya) farklı olarak sınırlarının büyük bölümü sular altında kaldı.
Kıtanın suyun üstünde kalan bölümleri Yeni Zelanda adaları, Fransa’ya bağlı Yeni Kaledonya, Lord Howe Adası ve doğusundaki volkanik Ball’s Pyramid adasıydı. Suyun altında olması Zelandiya’nın yeterince araştırılamamasına ve şeklinden sınırlarına farklı konularda tutarsız görüşlerin ortaya atılmasına sebep olmuştu.
Bugüne kadar Zelandiya’nın sadece güneyi haritalanmıştı. Nick Mortimer öncülüğündeki yeni çalışma kıtanın kalan üçte ikilik bölümünün de haritalanmasını sağladı. Araştırmanın yazarları, “Bu çalışma, 5 milyon metrekarelik Zelandiya kıtasının tamamının jeolojik haritalanmasına yönelik kara ve denizde yapılan araştırmaları tamamlıyor.” ifadelerini kullanıyor.
Araştırma için jeologlardan ve sismologlardan oluşan bir ekip, ada kıyılarından bulunan örneklerin yanı sıra okyanus tabanı delinerek çıkarılan kaya örnekleri ve çökeltiler üzerinde çalıştı. Bilim insanları bazaltları ve büyüklüklerine göre farklı kumtaşlarını tarihlendirip analiz ettiler. Kumtaşlarının 95 milyon önceki jeolojik dönem olan Geç Kretase’ye ait olduğunu keşfettiler.
Bu taşlar 130 ila 110 milyon yıl önceki Erken Kretase döneminden granit büyük çakılları ve volkanik küçük çakılları muhteva ediyordu. Bazaltlar 40 milyon yıl önceki Eosen dönemine aitti.

‘Kayıp sekizinci kıta’ Zelandiya ilk kez
nasıl haritalandırıldı, sonuçları ne olabilir?

Yunan filozof Aristoteles, astronom Batlamyus ve coğrafyacı Eratosthenes’in tarif ettiği hayali kıtaya, kartograflar Latince “güneydeki bilinmeyen toprak” anlamına gelen Terra Australis Incognita adını vermişlerdi.
Kayaların tarihlendirilmesi ve manyetik anomalilerin yorumlanması bilim insanlarının Kuzey Zelandiya’daki ana jeolojik noktaları haritalandırabilmesini sağladı. Avrupa’daki ilk gözlem olarak kayıtlara geçen Abel Tasman’ın 1642’deki keşfinden bu yana, kıtayı arayanlar suları üzerinde yolculuk yaparken aslında Zelandiya’nın üzerinden geçtiklerinden bihaberdiler.
Zelandiya’nın varlığına ilişkin ilk gerçek ipuçları İskoç Doğa Bilimci Sir James Hector tarafından toplandı. James Hector, Yeni Zelanda’nın güneydoğu kıyısındaki adaları araştırmak üzere bir yolculuğa katılmış ve adaların jeolojisini incelemişti.
Hector, incelemeleri sonucu Yeni Zelanda’nın “güneye ve doğuya doğru uzanan büyük bir kıta alanının tepesini oluşturan ve şu anda sular altında olan bir sıradağın kalıntısı…” olduğunu bulmuştu. 1995’te Amerikalı jeofizikçi Bruce Luyendyk bölgeyi bir kıta olarak tasvir etmiş ve buraya Zelandiya adını vermeyi önermişti.
Yer kabuğu temel olarak ikiye ayrılıyor. Kıtasal kabuk genellikle 40 km derinlikte ve kalınlığı ortalama 10 km civarında olan okyanusal kabuktan belirgin biçimde kalın.

GETTY
Yeni Zelanda’nın en yüksek zirvesi olan Cook Dağı aynı zamanda Zelandiya kıtasının en yüksek noktasıdır. Zelandiya tüm kıtalar gibi sürüklenirken o kadar fazla gerildi ki kabuğu bugün sadece 20 km kalındığına indi. Nihayetinde bu incecik kıta suya battı. Normal okyanusal kabuğun seviyesine inmese de suyun altında kayboldu. Bilim insanları kabuğunun kalınlığına ve kayalarının türüne bakarak Zelandiya’nın kıta olduğunu söylüyor.
Bunun bilimsel ilginin ötesinde sonuçları olabilir.
Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi, ülkelerin yasal sınırlarını, kıyı şeritlerinden 370 km ötedeki Münhasır Ekonomik Bölgelerinin ilerisine taşımak için mineral ve petrol yataklarıyla birlikte “genişletilmiş kıta sahanlığı” talebinde bulunabileceklerini söylüyor.
Yeni Zelanda daha büyük bir kıtanın parçası olduğunu ispat edebilirse sınırlarını altı katına çıkarabilir. Bu da deniz araştırmaları için daha fazla fona erişebileceği anlamına geliyor.
This entry was posted in Uncategorized. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *