DİN-İNANÇ-EĞİTİM-LAİKLİK ÜZERİNE YAZIŞMALAR * DEPREMDEN VE DİĞER FELAKETLERDEN TANRININ HABERİ VAR MIDIR? İBADETLER, DUALAR YARAR SAĞLAR MI?

DEPREMDEN VE DİĞER FELAKETLERDEN
TANRININ HABERİ VAR MIDIR?
İBADETLER, DUALAR YARAR SAĞLAR MI?


Bir iki gün önce yolladığım (kendimce önemli saydığım) alttaki yazıya umduğum tepki hiç gelmediği için onu biraz değiştirip, düzeltip, bir de eski DUA şiirimle süsleyerek (ve günahını tamamen kendim üstlenerek) şimdi bir kez daha sizlerle paylaşıyorum. Allahtan, (düşünce özgürlüğü kapsamında) onu anlamaya, tanımlamaya çalışmaktan, saygı kuralları dahilinde tartışmaktan korkmayalım. Asıl korkmamız gereken, insan kılığına girerek aramıza karışmış olan ve dinden, imandan medet uman, kolay kandırılan saf halkımızın korkularını, zaaflarını kendi çıkarları için kullanan, Allahı siyasete karıştıran yaratıklardır.
10.03.2023 – Kemal Rastgeldi

Felsefenin anlam ve amacı, bilinen gerçeklerden yola çıkarak bilinmeyenleri doğru şekilde bilmeye çalışmaktır; ön koşulu ise belli bir zeka, merak, cesaret düzeyine erişmiş ve önyargılardan arınmış olmaktır”.
Bilimin, teknolojinin, akılcılığın (felsefenin) özellikle de son yüz yılda hızla, bu denli gelişmesi sayesinde çok az “bilinmeyen” kalmıştır; “Allah var mıdır, varsa nasıl bir güçtür?” sorusu hala yanıt bekleyen bilinmezlerin başında gelmektedir. Fazlaca meraklı (biraz da anarşist ruhlu) bir çocuk ve daha sonra da filozofluğa heveslenen bir delikanlı olarak bu soruya doğru yanıt bulmak için çok kafa yordum, inanç konusunda (örneğin Richard Dawkins, Turan Dursun, İlhan Arsel tarafından) yazılmış bir yığın kitap okudum. Tanrının var olduğuna dair inanç değişik şekillerde, en çok da akıl ve mantığın henüz yeterince gelişmediği erken çocuklukta insanlara (duygusal şekilde) aşılanır ve yaşam boyunca değiştirilemez tarzda egemen olur.
İyi eğitilmiş, mantıklı insanlar bile zor zamanlarında sığınabilecekleri (sınırsız güce ve bilince sahip) bir Tanrıya inanma ihtiyacı duyabilir. Kendi özel hayatının dışına taşırmamak, yani başkalarını etkilemeye çalışmamak, özellikle de siyasete bulaştırmamak kaydıyla (sosyal yaşamın bir realitesi, köklü ve yaygın bir gelenek olduğu için) inançlara karşı saygılı olmaya çalışırım. Buna karşılık (fikir özgürlüğünün gereği) inançsızlığıma saygı duyulmasını beklerim ve uygarca tartışılmasını, eleştirilmesini olumlu karşılarım. Örneğin, Gani Aşık ilginç ve yararlı bir yazısında kendi inancını şöyle ifade etmektedir, ki bana göre tartışılması gerekir: Evren, yüce kudret tarafından yasaları ile birlikte yaratılmıştır. Bunlar, uyulması zorunlu Tanrı emirleridir.
Evrenin nasıl meydana geldiği konusunda bilim insanlarının gözlemlere, araştırmalara dayalı açıklamaları, bir takım kozmik şartlar ve tesadüfler zincirinin sonucu olarak görmeleri benim bu (günahkar ve isyankar) aklıma daha çok yatmaktadır.
Tanrının varlığını kabullenmek, onun nasıl tanımlandığına bağlıdır ve bazı soruları beraberinde getirmektedir. Örneğin, sınırsız güce ve bilince (ayrıca kullarını yargılayabilecek şekilde adalet ve acıma duygusuna) sahipse eğer, dünyayı niçin daha özenle ve sağlam yaratmamıştır?
Genellikle tanrı inancının (tarih boyunca düşmanlıkların öncelikli sebebi olarak) toplumlara, günümüzde ise özellikle şeriatı benimseyen islam ülkelerine yarardan çok zarar ve hüsran getirdiğini görebilmekteyim. İskandinavya gibi en gelişmiş ülkelerde halkın büyük çoğunluğu “tanrıtanımaz” olarak bilinse de, toplum yararı için gerekli kuralları gayet iyi bilirler ve kötü ile iyi insanları kolayca tanırlar. Kasten cahil bırakılan “inançlı” halkımız bu ayırımı yapma bilincinden yoksun bırakıldığı için yıllardır ülkemiz Tanrıyı siyasal bir araç olarak kullanan kötü insanlar tarafından yönetilmektedir. Onları çok doğru şekilde eleştiren Gani Aşık emekli bir müftü olduğu için olaylara inanç penceresinden bakmakta ve Tanrıyı evrenin yaratıcısı, doğa olaylarının düzenleyicisi olarak görmektedir.
Bu durumda, “dünyada olup bitenlerin sorumlusu Tanrıdır” şeklinde bir yanılgı düşüncelerimize, davranışlarımıza egemen olabilmekte ve kötü siyasetçilerin kendi hatalarını, suçlarını “takdiri ilahi” veya “kader” diyerek Tanrının sırtına yükleme kurnazlığını topluma dayatıp kabul ettirebilmesi mümkün olabilmektedir. Tabu (sakıncalı) sayılan bu hassas konuda korkmadan, çekinmeden halkımızı doğru şekilde bilinçlendirmek biz Atatürkçülerin, seçimler yaklaşırken öncelikli (ve en “kutsal”) görevi olmalıdır. Başımıza gelen doğa felaketlerinin bu denli etkili ve aşırı yıkıcı olması (beceriksiz siyasetçiler, doğurganlığı kutsayan despot şefler yanında) nüfusumuzun kontrolsüzce, hızla artmasına bağlıdır.
Plansızca büyüyen konut ihtiyacı karşısında riskli yerlere fay hatlarının üzerine veya yakınlarına, dere yataklarına bu kadar çok derme çatma bina yapılırsa, bunun bedelini suçsuz, günahsız insanlarımız, masum çocuklarımız canları, malları ile ödeme durumunda kalır ve toplum uzun süre derin acılar içinde kıvranır. Buna rağmen hala bilime, akılcılığa dayalı gerekli önlemler alınmadığı ve işler Allaha havale edildiği için bir sonraki felaketi tevekkül içinde bekler dururuz. İnanç konusundaki görüşlerinizi bildirirseniz sevinirim.
8.03.2023 – Kemal Rastgeldi

D U A

Bir Allah bulunmalıydı
Biraz adalet gözeten,
Kaderi insafla çizen,
Binde bir defa da olsa
Dualara kulak veren.
Orada çan
Burda ezan
Hak yoluna
Bunca nifak!
Ayrı ayrı kitaplardan
Adını duyan kulların
Şaşkın
Hallerine çare
Bir Allah bulunmalıydı.
Sığınıp her biri bir dine
Kulların birbirlerine
Çektirdiklerini bilen
Ve ‘Allah’ diye çekilen
Kanlı kılıçları kıran
Bir Allah bulunmalıydı.
Kıyamet berisinde de
Gözeten dünyayı, arşı
Bir Allah bulunmalıydı
Din perdesi gerisinde
Gizlenen yılana karşı.
Stockholm 1973, Kemal Rastgeldi

Değerli büyüğüm Kemal Rastgeldi,
Aydınlığa, bilime, çağdaşlık ve hoşgörüye çağrı olan anlamlı ve değerli yazınız için teşekkür ederim. Bu yazının “Günahını” yüklendiğinizi yazmışsınız!. Aslında sizin dünya görüşünüze aykırı düşse de bu yazının içeriği nedeniyle “Sevap” kazandınız. Bu noktada sevap’tan amacım, okuyanı düşünmeye, yorumlanmaya yönlendirmenizdir.  Bunu da toplumsal yarar ve uyarı fişeği olarak düşünmek gerek.
Ülkemizde yetişmiş ve LAİKLİK kavramını, DİN ve İNANCIN toplum üzerindeki etkisini , ALLAH ve DİN söylemleriyle toplumun bir kesimini aldatan bezirgan siyasetçileri anlatan, halkın bilinçlenmesi için çalışan aydınlarımız yobaz, softa din adamları ve dini manivela gibi kullanan siyasetçilerin sürekli olarak hedefinde olmuşlardır.
Bazı değerli aydınlarımız, Turan Dursun, Bahriye Üçok örneğinde olduğu gibi AYDINLIK SAÇTIKLARI için katledilmiştir. Bazı değerli din eğitimi veren aydın, çağdaş akademisyenler ise DİN olgusunu yanlış yorumlayan ve halkı kandıranlara karşı uyardıkları için  üniversiteleredn uzaklaştırılmış, hatta ABD’ye giden İlhan Arsel ve Almanya’ya gitmek zorunda bırakılan İlahiyat profesörü Mustafa Öztürk örneğinde olduğu gibi değerli aydın bilim adamları ülkelerini terk etmek zorunda kalmışlardır.
İçinde ülkemiz Türkiye de dahil olmak üzere tüm İslam ülkelerinin bilimde, çağdaşlıkta, insan hakları, özgürlük ve demokraside geri kalmalarının temelinde DİN vardır. Tüm islam üllkelerinde yöneticiler toplumlarının KUL olarak kalmasını ve BİREY olmasını istemiyorlar. Dogmatik yaşam tarzı ile birlikte DİN, topluma 1400 sene öncenin yaşam kurallarını dayatıyor.
DİN’in statik ve değişmeye/gelişmeye kapalı olan yapısı nedeniyle ÇAĞDAŞLIK/BİLİM/İNSAN HAKLARI ile çatışmalar başlıyor. Bu nedenle tüm islam ülkeleri bilim ve çağdaşlaşma, medeniyet, kadın/erkek eşitliği yönünde gelişemiyor. İslam ülkeleri dünyaya yarar sağlayacak bilimsel gelişmeler, icadlar, keşifler yaratamıyor.  Bu durum sadece sosyal yaşamda değil, ekonomik gelişmeleri de önlüyor. İşte bu nedenle petrol zengini olan araplar dışında tüm islam ülkeleri az gelişmiş veya gelişmemiş ülkeler sınıfında debelenip duruyor. Yine dini nedenlerle birbirileriyle kanlı savaşlar yaşıyorlar.
Bu durumda bir ülkenin AYDINLANMA/BİLİM/ÇAĞDAŞLIKTA ilerlemesinin ardında LAİKlik geliyor. LAİKLİĞİN özümsenmesi için ise EĞİTİM gerekiyor.
İşte bu nedenle ülkemizde eğitim arap cahiliyesine evriliyor, bilim dersleri kaldırılıyor, ders saatleri eksiltiliyor ve yerlerine farklı isimlerde DİN DERSLERİ konuyor. Din ve Allah’ı çıkar aracı olarak kullanan siyasetçiler yeni kuşaklardan da KUL YARATMAYA çalışıyor. Türkiye de bu şekilde çağdaş bilim dünyasından planlı olarak kopartılıyor.
13 sene önce MÜSLÜMANLAR VE EĞİTİM hakkında  yazılmış olan bir makalenin içeriği halen günceldir. Aşağıda sadece kısa bir  bölümünü paylaşıyorum. Daha fazla bilgiye erişmek isteyen https://nacikaptan.com/?p=61713 bağında okuyabilir.
“Eğitimin BİLİM ,YARATICILIK , TEKNOLOJİK GELİŞME ve BİLİMSEL ÖDÜLLERİN kazanılmasıyla ilintisini Pakistanlı siyasal bilimci Dr. Faruk Saleem, 2010’da “The News International” gazetesinde yayımlanmış olan çok önemli bir makalesi üzerinden tanımlamak gerçekçi olacaktır ;
“Neden Yahudiler bu kadar güçlü,
Müslümanlar bu kadar güçsüz?”
Dr. Faruk Saleem / January 8, 2010
“Dünyada nüfus bakımından azınlıkta olan Yahudiler Dünyayı yönetiyor. Dünyada yalnızca 14 milyon Yahudi / Musevi var.Peki, kaç Müslüman var: 1,4 milyar Müslüman. (2010 verileri) Yani dünyada 1 Musevi’ye karşın 100 Müslüman var…İyi ama Yahudiler Müslümanlardan niçin 100 kat daha güçlü ve daha zengin ve daha eğitimli ve daha mucitler?”

İYİ BİR DİNDAR MI OLMAK, YOKSA İYİ AHLAKLI BİREY Mİ OLMAK?

Eğitimin büyük oranda yetersizliği nedeniyle müslümanlar iyi bir dindar olmakla yetiniyorlar fakat İYİ AHLAK göz ardı ediliyor. Kuran’da öğütlenen kötülükleri (günahları) işleyenler namaz kılmakla, oruç tutmakla arındıklarını düşünüyorlar. Düşünceme göre;  İYİ AHLAKLI İNSAN OLMAK, DİNDAR OLMAKTAN daha makbuldur. Hele hele günümüzde kendilerini dindar tanıtanların işledikleri suçları (günahları) görüyoruz.
DİN ve BİLİM arasındaki çelişkileri gündeme getiren Giordano Bruno;
“Ne gördüğüm hakikati gizlemekten hoşlanırım, ne de bunu açıkça ifade etmekten korkarım. Aydınlık ve karanlık arasındaki, bilim ve cehalet arasındaki savaşa her yerde katıldım. Bundan dolayı her yerde zorlukla karşılaştım ve cehaletin babaları olan resmi akademisyenlerin yanı sıra kalın kafalı çoğunluğun öfkesinde hedef olarak yaşadım.” der.
Bruno, Fransa’da üniversitede Aristo felsefesini öğreten, Fransa elçisi sıfatıyla İngiltere’ye gönderilen,’Oxford’da felsefe hocalığı yapan değerli bir aydın olmasına rağmen 1590’lı yıllarda Engisizyon tarafından tutuklanır ve Roma’ya götürülür. Davası sekiz sene sürer. Fikirlerini geri alması ve hata ettiğini itiraf etmesi hususunda yapılan teklifleri red ettiği için, yakılarak ölüme mahkûm edilir. Görülüyor ki ortaçağdan buyana aydınlanmayı, bilimi savunan insanlar tutucu, bağnaz din uygulayıcıları tarafından öldürülmüş, yakılmış, giyotine gönderilmiştir. Çağdaşlığa erişemeyen ülkeler, laikliği özümsemeyen toplumlarda halen bu bağnazlık ve din adına katliamlar devam ediyor.
Değerli Kemal Bey,
Bu gönderdiğiniz yazıyı sayın emekli müftü ve CHP eski milletvekili Gani AŞIK’ın yazısı üzerine inşa etmişsiniz. Sayın Aşık aydın, çağdaş ve Laikliği, Cumhuriyeti, aydınlanmayı özümsemiş değerli bir din adamı olduğu için kendisine saygı duyuyorum. Zaman zaman yazdığı makaleler ile topluma ışık tutuyor. Sayın Gani Aşık gibi düşünen din adamlarımız çoğaldığı gün Türkiye’mizin laiklik ve  aydınlığa erişme yolu açılacaktır.
ÜLKEMİZİN DİNDAR İNSANLARA, KULA KUL OLANLARA DEĞİL,
İYİ AHLAKLI, BİREY OLMAK BİLİNCİNE VARMIŞ İNSANLARA
ihtiyacı vardır.
Burada 3. kişiler tarafından yanlış bir yorum olmaması için; her bir birey din ve inançta, dinsiz ve inançsız olmakta özgürdür. yeter ki sizinde yazdığınız gibi var olan durumunu kendi hayatında ve kendi içinde yaşasın. İYİ AHLAKLI olsun. Kimseye dayatmada ve eleştiride bulunmasın. İşte bunun için de LAİKLİĞE gerek var. Biliyorum yazı uzun oldu ama aşağıdaki bölümü de eklemek istedim;

Tanrı’nın da işi zor

Küçük bir çocuk Tanrı’ya mektup yazmış, şöyle diyor:  “Sevgili Tanrım niye bu kadar çabalıyorsun, bırak insanları gözetlemeyi, ye iç keyfine bak.”
Gerçekten çocuk haklı, düşünün dünyanın nüfusu 7 milyara yaklaşıyor ve Tanrı tek tek insanları gözetmek, günah mı, sevap mı yapıyor deftere kaydetmek zorunda. Ayrıca cennetinde ve cehennemin de pek çok melek çalıştırıyor, bu da başka bir sorumluluk.
Bu arada Tanrım benden söylemesi kendini senin yerine koyan, kararlar alan yani senin sırtından geçinen pek çok kişi var ama bazıları da bazı sorular soruyorlar. Örneğin: Yemen’de, Sudan’da binlerce kadın-çocuk karnını doyurmak ve yaşamak için ekmek ve su peşinde. Onları gördükçe hiç mi canın acımıyor?
Ayrıca Tanrım senin dağlarında yetişen coca yaprağını laboratuvarlarda en yaygın, en pahalı uyuşturucu kokaine çeviren ve dünyayı bir uyuşturucu cehennemi haline getirenlerin ellerini kollarını sallayarak dolaştıklarını, deli paralarla sürekli partiler düzenlediklerini neden görmüyorsun? Neden bu dünyada da onları cehennem ateşlerinde yakmıyorsun, uyuşturucu kullanan gencecik insanların ölümünü seyrederken hiç mi acı çekmiyorsun?
Bir de her felaketin senin tarafından insanları cezalandırmak için geldiğini söyleyenler var. Örneğin bizim buralarda gürül gürül akan sularına, inatla HES yapıp kurutanlar var. HES’i yapanlar dere kuruyunca, “Tanrı böyle istedi” diyorlar. Şu gözetlediğin dünyada su kadar kendi yolunu bulan hiçbir şey yoktur. Sanayi Devrimi’nden bu yana o kadar atık birikti ki sonunda dereler, nehirler kurumaya başladı. Kuruyan derelere gözetlediğin insanlar inatla ev yaptılar, cami bile yaptılar ama su yolunu bulur; kafası kızdı evleri, camileri önünde sürükledi. Ev ve cami yapanlar bunun senin işin olduğunu söylediler. Bu kadar da iftira atılmaz ki.
Gelelim senin yarattığın dünyaya, yarattığın birbirinden şifalı otlara, meyvelere, sebzelere dadanan birileri var. Kendilerini senin yerine koyup otların, sebzelerin hatta hayvanların genleriyle oynayanlar. Sen de görüyorsun Tanrım, hormonlu yiyecekler nedeniyle ergenlikteki erkek çocukların memeleri büyüyor, hiç günahsız yeni doğmuş çocuklarda kalp hastalıkları oluyor, büyümeye başlayan çocuklar da sürekli dikkat dağınıklığı ve yerlerinde duramama hastası oluyorlar. Adı da var hiperaktif çocuklar. Düşünsene Tanrım bu çocuklara yatıştırıcı ilaçlar veriliyor. Daha altı yedi yaşlarındalar.
Ama Tanrım en kötüsü dünyanın tüm nimetlerinden milyarları bulan insan nüfusunun sadece yüzde 12’si faydalanıyor. Gerisi vallahi de billahi de sürünüyor. Biliyorum diyeceksin ki “İnsanlar da akıllarını kullansınlar!” Haklısın ama bu senin cennet cehennem hikâyen öyle çok tekrarlanıyor ki sonunda insanlar bu dünyada biraz yaşayıp öbürüne geçmek için çırpınıyorlar.
Evet, bu dünyada iyi yaşamayı biz de isteriz diye başkaldıranlar var ama her şeyin nedeninin senden olduğunu söyleyenler o kadar çok ki yani hepsi bu fakir zengin eşitsizliğini senin yarattığını söylüyorlar. Bu nedenle yatlarında güneşinin, denizin tadını çıkaranlar sana dua ediyorlar mı bilmiyorum?
Çünkü dua etmek senden yardım istemek hep fakirlerin işi. Çok tuhaf şeyler de var. Örneğin Nijerya’da ahali açlıktan öle yazmış ama denizindeki bin bir çeşit balığı tutup yemiyorlar, neden mi senin elçilerin balık yemenin günah olduğunu söylemişler. Ben Türkiye’de yaşıyorum, bizde de emrettiğin gibi domuz yemek yasak. Oysa en ucuz et domuzlardan elde ediliyor. Neyse ki papalar domuz etini yasaklamamışlar, pek çok yerde insanlar bu sayede karınlarını doyuruyorlar.
Papalar dedim de aklıma geldi, senin papalarından biri ortaçağda kedilerin şeytan olduğunu söylemiş ve ahali kedi avına çıkmış, sonra ne mi olmuş, bilmen gerekir Avrupa’da veba salgını nedeniyle milyonlarla insan ölmüş. O papa şimdi cennette mi?
Sevgili Tanrım senin adına o kadar çok yolsuzluk yapılıyor, o kadar çok insan ölüyor ki bu işe bir el atman gerekiyor. Tanrım biliyorum seni epeyce yordum. Kusura bakma, çünkü çok canım acıyor, ülkemin usul usul bir cehenneme dönüştüğüne tanık oluyorum. Bir cennet, cehenneme çevriliyor ve seni referans gösteriyorlar. Buna da canım sıkılıyor.
Şimdi Kurban Bayramı günlerin ve sürekli beni bulan bir cümle var: “Bayram benim neyime kan damlar yüreğime”.
Aydınlık günlere erişmek dileği ile
Selam ve saygılar sunarım
Naci Kaptan / 12 Mart 2023

Sevgili Naci Bey Kardeşim,
Gelişememiş toplumlar, bazı istisnalar dışında, bencil, (fiziksel değilse de zihinsel olarak) tembel ve korkaktırlar; tutku ve alışkanlıklarından, geleneklerinden, inançlarından kolay kolay vaz geçemezler. Ancak (başta depremler) doğa afetleri gibi önemli olaylar veya üstün nitelikli, güçlü liderler hayatlarını sarstığı zaman değişmeyi kabullenirler.
Kurtuluş savaşımızın zaferle sonuçlanmasında bu her ikisi bir araya gelmiş, ülkemizin işgali halkımızı deprem gibi derinden sarsmış, Atatürk ve aydınlanma mucizesinin gerçekleşmesini sağlamıştır. Onun muhteşem devrimlerini anlayacak kadar aklını, bilgisini geliştirememiş siyasal İslamcılar, 1950’lerden başlayarak, önce yavaş yavaş, sinsice alıştıra alıştıra, sonra hızlanarak Allahla kandırıp afyonlayarak halkımızın büyük kesimini ele geçirmeyi başarmış ve ülkemiz için uzun süren bir felaket olmuştur.
Son deprem felaketi hepimizi derinden sarsmış, artık uyanıp akıllanmamız için fena halde sallamıştır. Dini kendi çıkarları veya gösteriş için kullanmayan, “samimi” denilen dürüst inançlılar, saf, temiz dindarlar da (toplumun uyum ve selameti için) Allahın niteliklerini sorgulama, irdeleme, “acaba” deme, yani bilimsel gerçekleri arama cesaretini göstermelidir.
Birçok kez belirttiğim gibi, “dinsizlikle suçlanmaktan” korktuğu için CHP Atatürk’ü ve (başta laiklik) Onun ilkelerini gerektiği gibi savunamamıştır. Örneğin, K. Kılıçdaroğlu’nun alevi olup olmadığı bizde (saçma sapan) tartışma konusu yapılırken, komşumuz Yunanistan (inadına) bir ateisti bir ara başbakanlık koltuğuna oturtarak çağdaş Avrupa kültürünün, uygarlığının bir parçası olduğunu açıkça göstermiştir.
“DİNCİLERDEN VE DİNSİZLİKLE SUÇLANMAKTAN KORKMAYALIM” başlıklı yazımda konuyu daha önce de irdelediğim için sözümü daha fazla uzatmıyor, elinde pusulasıyla ve yararlı, yürekli, aydınlatıcı yazılarıyla bizlere doğru yönü gösteren, Allahla ilgili son yazımı (neredeyse tek olarak) yanıtlayan ve paylaşan sevgili Naci Kaptana içtenlikle teşekkür ediyorum.
14.03.2023 – Kemal Rastgeldi
This entry was posted in CUMHURİYET - DEMOKRASİ - ÇAĞDAŞLIK, DİN-İNANÇ, İrtica, LAİKLİK - CUMHURİYET - DEMOKRASİ, YOBAZLIK - GERİCİLİK. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *