ALMAN MİSYONER Käthe Ehrhold GÖZÜYLE VAN’DA ERMENİLERİN YAPTIĞI KATLİAM * Flucht in die Heimat * “I Cannot Hide What I Saw in Van”

Osmanlı döneminde Van’da meydana gelen Ermeni ayaklanmasında Ruslardan destek alan Taşnaksiyun çeteleri (en üstte) görülmemiş zulümler uygulamıştı. Her şey olup bittikten sonra geriye yetimler kaldı. altta sağdaki fotoğraf Urfa’da kurulan Ermeni yetimhanesinde 1919 yılında çekilmiş…

Naci KAPTAN – 24.10.2015 / Güncellendi 09. 07.2022 / Güncellendi 06 Ocak 2023

ALMAN MİSYONER Käthe Ehrhold GÖZÜYLE
VAN’DA ERMENİLERİN YAPTIĞI KATLİAM


Alman misyoneri Bayan Käthe Ehrhold Van Ermeni Ayaklanmasının İç Yüzünü ve Van’da Ermeni mezalimini anlatıyor
Käthe Ehrhold Bad Freienwalde ‘deki Bibelschule Malche (Protestan Tefrat Okulu)’nda okudu. Van’ daki Ermeni öksüzler yurdu’nda öğretmenlik ve misyonerlik yaptı.  Dünya Savaşı boyunca, Ekim 1914’te Osmanlı Devleti Almanya’nın yanında savaşa girmekteydi.  Mayıs 1915’te Rusların birliği Van’a ulaştı
Käthe Ehrhold Van’daki iç savaş’ın başında Ermeni köylüleri bakıp korudu. Ne görüp neye tanık olduğunu Flucht in die Heimat (Anayurda Kaçış) başlığı altında 1937’de Geç de olsa yaşadıklarımı gördüklerimi Tanrı katında artık kendime saklama hakkını görmüyorum diyerek Dresden’de yayınladığı kitabına yazdı.
Kitap adı           Flucht in die Heimat
Yazar                 Käthe Ehrhold
Yayıncı              Ungelenk, 1937
Uzunluk            56 sayfa
Dresden’de kilise hizmetinin kadın okulunun başkanlığını yaptı. 1932 yılında Hıristiyan kadın hizmetinin ülke derneğinin sekreteriydi.
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞINDA ALMAN MİSYONER Käthe Ehrhold ANLATIYOR.
Alman protestan misyoneri Bayan Käthe Ehrhold’un Van Ermeni isyanının üzerinden 22 yıl sonra 1937’de kaleme aldığı çektiği vicdan azabı yüzünden olayların gerçek yüzünü anlatma ihtiyacı göstererek kaleme aldığı bir kitaptan bölümleri bulacaksınız.
Savaşın ilk iki yılını Van’da yaşayan ve kentteki yetimler yurdunda kalanları protestan Hristiyan yapmak için uğraşan bu misyoner-Protestan tarikatçı hemşire aşağıda kısa başlıklar eklediğim şekilde Ermeni isyanı sırasında gördüklerini Hristiyan Ermeni çetelerininVan’da uyguladığı vahşeti Hristiyanlığından utanarak anlatıyor.
Misyonerin kendi gördükleri ve yaşadıkları ise hem Ermeni çetelerinin vahşeti hem de işgale gelen Rusların Ermenilere karşı yaptıkları vicdansızlıklar ve kötü muameleler Türk askerlerinin yardımseverliği.
“Geçte olsa Van’da gördüklerimi yaşadıklarımı Tanrı katında kendime saklama hakkını görmüyorum.
Van’da 20.000 kişi yaşıyordu. Rusların yaklaşması ile birlikte(20.Nisan 1915) Ermeniler sakladıkları silahları çıkararak savaşa başladılar. Şehirde büyük bir iç savaş ,kardeş savaşı başladı. Günlerce sokak çatışmaları oldu.
Ruslar kente iyice yaklaşınca Türkler kenti boşaltma kararı aldılar ve bir gecede sivil ve asker kenti terk etmek zorunda kaldı. Geriye yalnızca kadınlar yaşlılar ve hasta Türkler kaldı.
Ertesi gün Şehir Ermeni çetelerinin ve Rusların eline geçince Ermeniler kaçamayan kadın yaşlı ve hasta Türkleri katlettiler. Dindar bir Hristiyan olarak önce kendilerine bu günü veren Tanrıya şükretmeleri gerekiyordu. Fakat onlar bunu yapmadılar bağımsız oldukları ilk gün yaptıkları bu cinayetleri büyük bir günahkarlık olarak görüyorum.
Rusların gelmesinden sonra savaş muhabirlerinin yazdıkları yalanları görünce bu gazetecilerin yazdıklarına güvenim kalmadı.
Ermeniler Türklerin geride bıraktıkları mal ve mülke el koydu ve sanki kendilerininmiş gibi kullanmaya başladı. Yetimhaneme şimdi Ermeni köylüleri yerine çevre köylerden Türk kadınlar gelmeye başladı. Rusların bölgede bulup topladığı bu kadınları yetimhanemizde korumaya aldık. Yoksa bu zavallılar tutanın elinde kalacaklardı. Bu kadınlara çok fazla yardımcı olamadık. Çünkü çetecilerden çok kötü muamele görmüş namuslarına tecavüz edilmiş bu kadınlar korkudan tir tir titriyorlardı.
Yenilmiş Türk milletinin geride kalan bu çaresiz kadınlarına çeteciler tarafından bilinçli ve istemli olarak yapılmış bu tecavüzler ve kötülükler Van’da kaldığım süre içinde yaşadığım en karanlık ve en üzüntülü olaylardır.
Türk birliklerinin Van kentine yaklaştığını gören Rus generali 3 Ağustos 1915’de savaşmadan şehri terk etme kararı aldı. Şehir boşatıldıktan sonra yakılması kararı verildi. Hayal kırıklığına uğramış Ermeni halkı geri çekilen Rus ordusu ile birlikte en az 10.000 kişi olarak şehri terk etmeye ve Rusya’ya doğru göç etmeye başladı.
Bu göçmenlerin küçük bir bölümü Rusya’ya ulaşabildi. Günlerce yollarda yaya olarak yürüyen bu mülteciler yorgunluk hastalıklar ve salgınlar nedeniyle öldüler. Sınıra ulaşanları ise Ruslar ülke içine almayıp sınırdaki mülteci kamplarında beklettiler. Güya kurtarıcı olarak gelen Ruslar geri çekilirken birlikte gelen bu halkı bizde yeterince fakir halk var diye sınırdan içeri koymadı. Bu zavallılar perişanlık içinde açlık ve susuzluktan öldüler.
Ruslar şehri yaktıktan sonra kenti terk ederlerken yetimhanedeki çocukların kendileriyle birlikte gelemeyeceğini çocukların bu yanmış kentte bırakılmasını istediler. Anladığım kadarıyla onlar bu Ermeni çocuklarını istemiyorlar onların burada kalıp açlık ve susuzluktan ölmelerini istiyorlardı.
Şehri terk eden Ermeniler ve Ruslar kenti tamamen yaktılar. Giderken yetimhanenin başkanı İsviçreli Misyoner S. bana bir miktar para verdi. Rus askerleri bana ve yetimhanenin çocuklarına kılavuzluk yaparak bizi sınıra kadar götüreceklerine söz vererek kayığa bindirdiler. Van gölüne açıldık. Rus askerleri daha sınıra yaklaşmadan bizi Türk sahillerinde kıyıya çıkarttılar ve bizi ortada yüz üstü bırakarak kaçtılar. Savaş bölgesinin ortasında kalmıştık ve Van’a geri dönmekten başka çaremiz yoktu. Açlık ve susuzluk içinde günlerce yürüyerek Van kentine geri dönmek zorunda kaldık.
Daha sonra küçük bir birlik olarak Türk askerleri kente girdiler. Yanmış bomboş bir kent buldular. Birlikte geri getirdiğim perişan haldeki Ermeni yetim çocuklara yardım ettiler binamızı onardılar. Sanki Tanrı Türk askerlerini bize yardım etsin diye yollamıştı.
Sonra Rusların yaklaştığı haberi gelince Van’a girmiş bu küçük Türk birliği kenti terk etti. Ardından Ruslar tekrar şehre girdiler. Bir süre sonra Türklerin büyük bir birlikle geri gelmekte olduğu haberi gelince Ruslar kenti yine boşaltma kararı aldılar. Ermeni yetim çocukları birlikte götürmeme Ruslar yine izin vermediler.
Bu sırada zengin bir Ermeni tüccarının Van’daki gizli deposunda sakladığı kumaşları almak için büyük rüşvetler ödeyerek Van’a geldiğini ve kumaşları alıp Tiflis’e gideceğini duydum. Bu tüccara yalvardım yakardım lütfen sadece kumaşlarınızı değil şu zavallı kendinizden olan Ermeni yetim çocukları da birlikte Tiflis’e götürünüz dedim. Adam sonunda evet dedi. Duyduğuma göre sözünde durmuş çocukları Tiflis’e götürmüş.
Daha sonra Rusya’ya doğru yola çıktık yolda başıma gelmeyen kalmadı tacize uğradım. Rusya’da hapishaneye girdim. Sonra Hastaneye çıktım. Boydan boya Rusyayı geçmek zorunda kaldım. Japonya sonra Çin San Fransisco Newyork İngiltere İsveç ve Danimarka üzerinden okyanusları denizleri aşarak oradan da sonunda memleketime varabildim.”
Yorum yapmaya gerek bırakmayacak kadar açıken düşük zekalının bile anlayabileceği kadar seçik. İlginç olan ise Alman tarihçilerin topunun bu konuda toptan bellek kaybına uğramış olmaları ve her konuda kılı kırk yararken bu konuda birden bire genel bir tembellik içine girmeleri. Türk tarihçilerine konunun bu önemli püf noktasını bir kez daha hatırlatıyorum.
Yazıda Hemşire Ehrhold adlarının baş harflerini verdikleri kişileri şöyle açıklayabiliriz. Van’daki Yetimhanenin başkanı İsviçreli misyoner Rahip Johannes Spörri ve Karısı İrene Spörri burada çalışan Alman misyoneri hemşireler Küthe Ehrhold Anna Greiner ve Marta Kleis. Van isyanı sırasında Marta Kleis Bitlis’teki Türk askeri Sahra hastanesinde yaralıların tedavisi için çalıştığı için burada bulunmuyordu. Daha sonra da geri dönmemiş ve Türk askerlerinin yanında kalmış sonra da Tifus hastalığına yakalanarak ölmüştür.
(Käthe Ehrhold )
http://www.atb-europa.com/Atb-News_-_file_-_print_-_sid_-_1044.html
“I Cannot Hide What I Saw in Van”
During the Ottoman period, supported by Russians, Dashnaktsutyun gangs carried out unprecedented oppression in the Armenian uprising occurred in Van. Only the orphans remained behind after all. (…)
In 1937, Protestant missionary, Käthe Ehrhold, announced the events she witnessed in 1915, saying, ‘Though late, it is not just for me before God to hide in me what I personally experienced and saw’.
(…)Käthe Ehrhold is one of the nuns who served together with the nuns called Anna Greiner and Marta Kleis in the orphanage then managed by the Priest Johannes Sporri and his wife Irene Sporri in Van.
Out of this cadre, Martha Kleis is known not to have been in the town but have been working for the treatment of the injured soldiers at Bitlis military field hospital during the Van uprising. She is said not to have returned the mission, stayed with the Turkish soldiers and died of typhus.
Of course, what Käthe Ehrhold lived does not only consist of what she saw in Van. Her escape story is almost a thriller.
“I had any possible bad luck on the way to Russia, I was subjected to abuses. I was imprisoned in Russia and then was taken to hospital. I had to pass across the whole Russia. I was able to reach my country via Japan, then China, San Francisco, New York, Britain, Sweden and Denmark, passing over seas and oceans.”
As for what he saw and witnessed, the abstract of the parts regarding the Van uprising of the book published in Dresden in 1937, titled Flucht in die Haimat. Aus dem Kriegserleben deutscher Missionsschwester in des Turkei (Escape to the Motherland. Wartime Memoirs of a Missionary Nun Serving in Turkey) is as follows:
Käthe Ehrhold starts telling, ‘though late, it is not right for me before God to hide in me what I personally experienced and saw, and continues:
“20 thousand people were then living in Van. As the Russian approached (April 20, 1915), the Armenians took up the arms they were hiding and started to fight. A big civil war, a war of brothers, burst out in the town. Street fights took place for days. When the Russians approached to the town further, the Turks decided to evacuate the city; both civilians and military had to leave the town in one night. Only women, elderly and diseased people remained. The other day, when the Armenian gangs and Russians seized the town, the Armenians killed the women, elderly and diseased Turks, who were unable to escape. As a devoted Christians, they had to thank God first for his granting them that victory day. But they did not do that; I regard the murders they carried out on the first day of independence as big sinfulness.
When I saw the lies written by correspondents after the coming of Russians, I lost my trust in what was written by those journalists.
The Armenians seized the remaining properties of Turks and started to use them as if they were their own properties. Now, instead of Armenian villagers, Turkish women from the neighboring villages started to come to my orphanage. We took those women gathered by Russians under protection in our orphanage. Otherwise those poor women would have been victimized by the first encountered one. We were not able help those women sufficiently, because maltreated and raped by the gang members, they were terribly trembling in fear. This malice and rapes carried out by consciously and intentionally against those desperate women remaining from the loser Turkish nation were the darkest and saddest events I witnessed during my stay in Van.
Seeing the Turkish troops approaching the town of Van, the Russian General decided to leave the town on August 3, 1915 without fight. They decided to burn down the town after the evacuation. The disappointed Armenian people started to leave the town and migrate towards Russia, amounting at least 10 thousand in number, with the withdrawing Russian army. Small part of these migrants managed to reach Russia. Those fugitives who had to walk for days died of exhaustion, diseases and epidemics. Those who were able to reach the borders were not let in the country and kept in the refugee camps on the border. Having come as saviors, Russians did not let those people, who went with them as they were withdrawing, cross the border, saying “we have enough poor”. Those pitiful people died of hunger and thirst in a miserable way. After Russians burnt down the town, they did not take the children in the orphanage together and wanted them to stay in that burnt town. As far as I understand, they did not want those Armenian children and wanted them to stay there and die of hunger and thirst.
The Armenians and Russians completely burnt down the town before they left. The principal of the orphanage, the Swedish Missionary Priest, Sporri gave me some money while he was leaving. The Russian soldiers piloted me and the orphans, and embarked us on a boat, promising to take us as far as the border. We put out the Lake Van. The Russian soldiers took us to the Turkish shore before not approaching the border yet, left us adrift there and escaped. We were abandoned in the middle of the war area and we had nothing to do but turn back Van. We had to walk days and nights to turn back home in starvation and thirst.
Later, Turkish soldiers, as a small unit, entered the town. They found an empty city burnt down completely. They helped the miserable Armenian orphans whom I had taken together and repaired our building. It was as if God had sent the Turkish soldiers so that they could help us. Then when the Russians were heard to be approaching, the small Turkish unit left the town. After a while the Russians re-entered the town. Later when it was heard that Turks were coming back with a large unit, the Russians decided to leave the town again. The Russians did not again let me take the Armenian orphans along.
Meanwhile I heard that thanks to large bribe, a rich Armenian fabric trader had arrived in the town to take the fabrics he was hiding in a secret depot in Van and would go to Tbilisi. I adjured that man and said, ‘Take not only your fabrics but also these poor Armenian children together to Tbilisi’. The man accepted it. As far as heard, he had kept his word and took them to Tbilisi.”
Source: The Daily Radical-26.04.2009
http://www.genocidereality.com/htmpage.asp?id=493

https://nacikaptan.com/?p=30329
This entry was posted in ERMENİ SORUNU, Tarih. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *