SİYASİ TARİH * TURGUT ÖZAL, PKK VE ÇEKİÇ GÜÇ

ÖZAL AİLESİ VE NAKŞİBENDİLİK

Naci Kaptan – 23 Ocak 2023

Rahmetli Turgut Özalın da ölümünün ardından eksikleri, yanlışları gözden kaçırılarak yüceltiliyor. Yüceltilenlerin ortak noktası belli bir tarikattan olmaları ve genelde  siyasal islama, tarikat ve cemaatlere yakınlıklarıdır. Yakın Cumhuriyet tarihini irdeleyerek Turgut Özal’ın Ortadoğu politikalarını   mercek altına alalım;

Emin Çölaşan anlatıyor;
‘ÜNLÜ SİYASETÇİLER’
‘Aynı yıllarda İTÜ’de Turgut ve Korkut dışında Necmettin Erbakan, Süleyman Demirel, Mehmet Turgut gibi öğrenciler de okuyor. Sülü, Turgut’tan üç sınıf büyük… Turgut, Sülü’nün kardeşi Şevket’le sınıf arkadaşı…
Bir gün geliyor ve Turgut İTÜ’den elektrik yüksek mühendisi olarak mezun oluyor. Devletten burslu olduğu için mecburi hizmeti vardır ve bu nedenle Ankara’da Elektrik İşleri Etüt İdaresi’ne(EİEİ) giriyor. Korkut da inşaat yüksek mühendisi olarak okulu bitiriyor. Onun da mecburi hizmeti var ve bu nedenle Devlet Su İşleri’ne giriyor.
MARŞAL YARDIMI
Yıl 1955…Türkiye’ye Amerikan yardımı yapılıyor. Bunun adına Marshall yardımı diyorlar. Ülkemize bu amaçla uzmanlar gelmeye başlıyor. Marshall yardımından verilen paranın bir bölümü de enerji, sektörü için harcanıyor. O günlerde Türkiye’de enerji ile ilgili tek kuruluş, Turgut’un mühendis olarak çalışmakta olduğu EİEİ…
Korkut Özal, mühendisti. Devlet Su İşleri’nde çalışıyordu. 1957’de, mesleki bilgi ve görgüsünü geliştirmesi için devlet eliyle ABD’ye gönderildi. Daha önce abisi Turgut Özal da gitmişti. Gittiği yer, ABD’nin Utah eyaleti.
MORMONLAR
Orada Mormonlarla tanıştı; Allah’a ve İsa’ya inanan, Hıristiyan, bir çeşit tarikat üyeleri. Mormonların bilinen kendilerine misyonerlik yapmak faaliyeti dışında, bir özelliği daha vardı; para. Tarikatın güçlenmesinin paradan geçtiğine inanıyorlardı: ‘Bağlı olduğun dinsel hareketin güçlenmesi ve yayılması için, mutlaka paraya ve siyasal güce sahip olacaksın. Aksi halde başarılı olamazsın.’
%10 TARİKATA GELİR
‘Müslümanlıkla bir benzer yönleri daha var; çok kadınla evlilik, bu tarikatta serbest ancak Amerikan yasaları buna izin vermediği için, çok evlilik yapmaları mümkün olmuyor. Her Mormon’un temel görevlerinde biri de, gelirlerinin yüzde 10’nu tarikata vermek yanında, iki yıl süreyle Misyonerlik yapıp tarikata yeni Mormonlar kazandırabilmek. Milyonlarca Mormon, Amerika’da para gücü en yüksek düzeyde olan insanlar…
ÖZAL’DA BÜYÜK DEĞİŞİM
İşte Korkut Özal…Bir ABD yolculuğu bakınız nasıl inanç dünyasını değiştirebiliyor: ‘Türkiye’den din kitapları istetir. Bir ara yanına Fehim Adak gelir. Onu da devlet yollamıştır… Fehim Adak o günlerde dincidir… Ve Korkut, Amerika’da Müslümanlığı keşfetmeye başlar.’
GERÇEK BİR MÜSLÜMAN
Türkiye’ye döndüğü zaman, gerçek bir Müslüman olmuştur! İlk iş olarak karısı Müjgan hanımı örter… Sonra da annesi Hafize hanımı. Artık karşımızda bambaşka bir Korkut vardır. Gerçi o günlerde Özal biraderleri hiç kimse tanımaz ama olsun. Korkut değişmiştir. Kulaklarında her Mormonların bir öğüdü vardır ve bunu hiç unutmayacaktır: ‘Bağlı olduğun dinsel hareketin güçlenmesi ve yayılması için, mutlaka paraya ve siyasi güce sahip olacaksın. Aksi halde başarılı olamazsın’.
ABD DÖNÜŞÜ TARİKATA GEÇİŞ
Bu görüşü, bu sözü Turgut’a aktarır. Turgut ona hak verir. Korkut Amerika’ya gidinceye kadar, dincilikte Turgut daha ileridir. Dönüşte Korkut, Turgut’u geçmiştir… Ve hidayete ermesinde Mormonların çok büyük rolü olmuştur.
ÖZALLAR DEĞİŞİYOR
Şimdi… Artık ailenin din yönünden en önde gelen bireyi artık Korkut olmuştu. 1950’li yılların sonlarında, Atatürkçü annesi Hafize hanımı örtmeyi başarmıştı. Örtmekle de kalmamış, Alevi kökenli annesini Sünni yapıp Nakşibendi tarikatına sokmuştu. Tarikata Korkut, karısı ve Hafize hanımla birlikte Turgut da girmişti. Daha sonra küçük birader Yusuf ortaya çıkacak ve tarikata o da girecektir’.
HALİDİ NAKŞİBENDİ TARİKATI
İnanç dünyası işte böyle değişen Özal, inanılmaz bir şekilde kendisini tarikatın içinde buluveriyor… Düşünseniz Özal’ın annesi Alevi idi, ama oğlu bu Tarikata girince Nakşi olmuştu. Altın Silsile Şeyh Halid’in önemini şöyle vurguluyor:
‘BABAN EMİRLİĞİ’
‘Halid, Osmanlı yönetiminde, Musul vilayetine bağlı Baban Emirliği’nin bir köyü olan Karadağ’da doğdu. Mezhep olarak Şafii; tarikat ve meşrep olarak ise Nakşibendi’dir. Nakşibendi tarikatının Halidiyye kolunun kurucusudur. Bu süreç, Hindistan’a gidip Nakşibendi Şeyhi Abdullah Dehlevi’den icazet almasıyla başlamış, önce Irak kuzeyine, ardından Anadolu ve bölge coğrafyasına yayılmıştır. Nakşibendi alimlerinin yazdıkları silsilede ki ‘Altın Silsile’ olarak tanınır. Mevlana Halidi Bağdadi üçüncü silsilenin 30’ncu ve son sırasında yer alır.

TURGUT ÖZAL, PKK VE ÇEKİÇ GÜÇ 
Turgut Özal Birinci Körfez Savaşı’nda izlediği politikayı her zamanki gibi özlü bir sözle anlatmıştı: “Bir koyup üç alacağız”. Özal’ın devri iktidarı havadan para kazanma hayali ve hırsının topluma sindiği, daha doğrusu bizzat devlet eliyle sindirildiği bir dönemdi.
Devleti yöneten bir başbakanın zenginleşmek için rüşveti açıkça teşvik eden “Benim memurum işini bilir” gibi lafı zikrettiğini hatırlamak lazım. Bir koyup üç almak işte böyle bir açgözlülüğün, hırsın, çalışmadan kazanmanın ideolojisiydi. Ancak kazanç bu siyasetin sadece bir yanı. Bir koyup üç almak esasında kumar oynamak anlamına geliyor. Lafın aldatıcılığı siyasetin aldığı risklere değil, muhayyel kazancına vurgu yapmasından kaynaklanıyor.
Yeni Osmanlıcılık diye bilinegelen stratejik düşünce akımı işte özetle bu bir koyup üç alma fikrine dayanır. Özal’ın Musul ve Kerkük’ü Türkiye sınırlarına katma hayalleri kendisinin başkanlık rejimine giden yolları döşeyen taşlardı. O dönem Özal’ın izlediği politika devlet kadrolarında rahatsızlık yaratmış, Türkiye Irak’taki bir savaşa dahil olurken Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay istifayı basmıştı. Özal’ın “Benim de anneannem Kürt’tü” açılımı, Barzani ve Talabani’yle temaslar hep bu Irak’ta nüfuz bölgesi elde ederek başkanlık tacını giyme planının parçasıydı.
O dönemde Özal çevresinde kümelenen liberal-muhafazakar çevreler bir yandan Türkiye’nin izlediği içişlerine karışmama siyasetini Kemalizm’in tutuculuğunun ve pasifliğinin bir özelliği olarak görüyor, Kürt sorununun çözümü için federalizmin tartışılmasını teşvik ediyor, icabında Musul ve Kerkük’ün de böyle bir federasyona katılabileceğini ima ediyor ve elbette bu federasyonun bir başkanlık sistemiyle yönetilmesi gerektiğini öneriyorlardı. Çeşitli vergi ve harçları da bünyesinde toplayan toplu konut fonuyla cumhuriyet tarihinin en büyük kaynaklarına şahsen hükmeden Başbakan Özal’ın “Bürokrasi elimi kolumu bağlıyor” diye şikayetlenmesi başkanlık rejiminin pazarlama taktiklerinden biriydi ve mevzuatı delerek haksız kazanç elde etme hevesindeki sermaye çevrelerinde pek rağbet görmüştü.
Hevesler kursaklarda kalıverdi! Türkiye ülkeyi savaşa soktuktan, ticarete ve ekonomiye ağır bir darbe vurduktan, Saddam’dan kaçan binlerce mülteciyi kabul ettikten ve ülkeyi ABD’nin oluşturduğu koalisyonun askeri üssü haline getirdikten sonra Irak’ta Çekiç Güç rejimini sineye çekmek ve bırakın Musul ve Kerkük’ü almayı, Irak sınırları dahilinde özerk bir Kürt bölgesini kabullenmek zorunda kaldı. O dönemde devlet kadroları Irak’ta kurulacak özerk bir bölgenin Türkiye’de de özerkliği teşvik edeceğini öne sürüyor ve hatta Çekiç Güç’ün PKK’ye destek olduğunu iddia ediyordu.
Emperyalizm Ortadoğu’ya barış, demokrasi, huzur, istikrar, refah, özgürlük getirmez. Bölgenin mazlum milletlerini birbirine kırdırmak, İsrail’in güvenliğini azami kılmak, zengin enerji kaynaklarını talan etmek ister.
Neo Con’ların öncelikle enerji coğrafyalarında silahlı güce dayanan siyaseti de, Obama’nın yumuşak gücü önceleyen, aşınan hegemonyayı güçlendirmeyi hedefleyen doktrini de, “pax Americana” içindir. Yöntemler farkı olsa da hedef birdir. O hedef de, silah, petrol, kimya, ilaç tekellerince, finans kapital merkezlerince saptanır. ABD Başkanının partisinin adının, derisinin renginin, dedesinin dininin önemi yoktur.
ABD yanlısı olan, Irak siyasetinde, Birinci Körfez Bunalımı’nda kraldan çok kralcı kesilen, devlet geleneklerini hiçe sayan Turgut Özal İran konusunda. Diplomasiyi, Dışişleri Bakanlığı’nı devre dışı bırakarak, birkaç danışman (ör; Kaya Toperi), birkaç gazeteci (ör; Cengiz Çandar), kendisine yakın birkaç işadamıyla (ör; Şarık Tara) götürmeye çalışmıştır.
1989’da İran’ın dini lideri Ayetullah Humeyni öldüğünde, Türkiye’de bayraklar yarıya indirilmişti, İranlı devlet adamları Anıtkabir’i ziyaret etmedikleri halde. Bu Tahran’a yapılan önemli bir jestti. Ve Türkiye, bayrakları yarıya indiren tek NATO üyesi olarak, bu yüzden, Batıda eleştirilmişti. Savaş boyunca açıkça Irak’ı destekleyen ABD ise gizlice İran’a silah satmıştı. İran’a gidecek silahlar, Panama’da silah tüccarlarına verilmiş ve İsrail üzerinden gizlice İran’a yollanmıştı. Skandal, tarihe “İrangate” adıyla geçti. ABD gibi Fransa da, savaş boyunca her iki ülkeye birden yüklü miktarda silah satıp, cebini doldurmuştu. Hem İran, hem Irak, toplamda 1 milyon insan kaybedip, savaş nedeniyle yıpranırken, İslam dünyasında mezhep çatışması öne çıkmıştı. ABD, Avrupa ve İsrail ise durumdan memnundu.
Tahran’la ilişkileri hayli önemseyen Turgut Özal, her ne kadar, Azerbaycan için dediği “Onlar Şii’dir, biz Sünni’yiz” gafını, İran için de tekrarlamış olsa da, hatta “O nedenle İran İslam Devrimi bizim için tehdit değildir” diye eklese de, savaş sonrasında, kalabalık heyetlerle İran’a gitti. Bir yandan da Batı’yla ilişkileri geliştirmeye yöneldi. 1984’teki ilk terör eylemlerinden (Eruh ve Şemdinli) sonra, “Birkaç eşkıyanın işidir” diye olayı küçümsemesi, önemsizleştirmesi ise bilgisizliğinin yanında öngörü eksikliğini de gösteriyordu.
Terör örgütünün arkasındaki asıl büyük gücü, ABD’yi hiç görmüyordu. Dahası 1990’da Irak’ın Kuveyt’i işgaliyle başlayan bunalımda da, ABD çıkarlarını Türkiye’ninkiyle özdeşleştirmişti. Öyle ki, işgalden sonra, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Irak’a koyduğu ambargoyu Türkiye, karardan 2 saat sonra, Yumurtalık Petrol Boru Hattı’nı kapatarak uygulamaya başlamıştı. Ve Irak’tan sonra en çok maddi kayba uğrayan ülke olmuştu.
Özal, Irak’a asker yollamak için de çok uğraşmıştı. ABD öncülüğündeki koalisyona katılmanın Türkiye’nin itibarını artırıp, Batı’daki konumunu pekiştireceğini söylemişti. Türk dış politikasını statükocu olmakla eleştirmişti. “Bir koyup üç alacağız” sözü belleklerdedir. Tüm planını Irak lideri Saddam Hüseyin’in devrileceği üzerine kurmuş, “Saddam devrildikten sonra Türkiye, sofraya değil, masaya oturacak” demişti. Suudi Arabistan talep ederse, simgesel anlamda bir Türk askeri birliğinin yollanabileceğini söylemişti. Neyse ki Necip Torumtay, genelkurmay başkanlığından istifa ederek durdurabilmişti Özal’ı.
Özal’ın Çekiç Güç konusundaki hevesli tutumu da, Kuzey Irak’ta bir Kürt devletini fiilen kurmaya başlayan ABD’nin niyetini göremediğinin kanıtıydı. ABD hariciyesinin etkili isimlerinden, eski büyükelçi Morton Abramowitz de, Özal’ın Körfez bunalımında ABD’nin Irak’taki rejimin yıkılması konusundaki kararlılığından emin olmadığını, ABD’nin savaşa girmekten son anda kaçınacağına inandığını söylemişti. 1991’de ABD Irak’ı bombaladıktan 1 gün sonra, Türkiye üsleri ABD’ye açarken, Özal da çevresine, “Eğer tek yetkili olsam, mutlaka Körfez’e asker yollardım” diyordu.
ABD’nin Saddam’ı Kuveyt’ten atmakla kalmayıp, bir de Irak’ı vuran, sonra da 36. paralelin kuzeyini Bağdat’ın otoritesine yasaklayıp ülkeyi bölen, Kürt devletinin altyapısını kuran ABD’ye bağlılığı, Özal’ın doğu siyaset izlemesini engelledi. “Ben zenginleri severim” diyen Özal, “paranın satın alabileceği en iyi demokrasiye sahip ülkeye”, yani ABD’ye hayrandı.
Sonuç malum, o dönemde Saddam devrilmediği gibi, Özal da masaya oturmadı. Türkiye hem ekonomik, hem politik olarak kaybetti. Saddam’ın hırpalanmasıyla Irak’ta otorite boşluğunun doğması, 36. paralelin Irak merkezi güçlerine yasaklanması, Çekiç Güç sayesinde Kuzey Irak’ta fiilen kurulmaya başlanan Kürt devleti, Irak’ın, dolayısıyla da Türkiye’nin bölünmesine zemin hazırladı.
Özal’ın, Saddam’dan kaçan Kürtler için, Irak’ın kuzeyinde güvenli bölge önerisini de dikkate almadı ABD. Çekiç Güç’ün Türkiye’nin yararına olduğunu söyleyen, “Türkiye istemezse bağımsız Kürt devleti kurulamaz” diyen, Barzani ve Talabani’yle ilişkilerin geliştirilmesinin, Türkiye’nin terör örgütüyle mücadelesinde çok yararlı olduğuna inanan Özal’ı ABD ayakta uyutmuştu adeta. Kuzey Irak’ta sadece Barzani değil, PKK da güçleniyordu çünkü. Özal ise Saddam sonrası Irak’ın imarı ve inşasında Türk iş dünyasının çok büyük ihaleler alacağı hayalini kuruyordu.
Özal, Genelkurmay Başkanlığı’nın, Kürt sığınmacıların Türkiye sınırları içine alınmadan Irak topraklarında bir bölgede toplanarak insani yardım yapılması önerisini kabul etmedi. Saddam’dan kaçan binlerce PKK’lı Türkiye’ye girdi. Bu durum PKK’nın güçlenmesine yol açtı.
Kürtlerin Saddam’dan korunması için Türkiye’ye ‘Çekiç Güç’ün gönderilmesini ABD Başkanı Bush’a önermesidir. Bunu yaparken de askerlere danışmamasıdır.
Kuzeyden Keşif Harekatı’ adıyla İncirlik’te üstlenen bu gücün hava unsuru, 36. paralelin kuzeyinde Kürtler için bir güvenli bölge oluşmasını sağlamıştır. Bu özerk bölge sayesindedir ki, Türkiye için tehdit kaynağı olan Kuzey Irak’taki Kürt oluşumu ortaya çıkmıştır.
Özal’ın bu önerisi ve sonrasındaki gelişmeler sonucunda ABD Koridoru’nun Irak ayağı tamamlanmıştır. Bu değerlendirmeler, “monşer” diye aşağılanan deneyimli diplomatlarımızdan birine aittir ve kelimesi kelimesine doğrudur.
ABD’nin 5 Nisan 1991 tarihli BM kararıyla çektiği 36. paralel, Amerikan koridorunun sınırıdır ve ABD artık ‘kendi toprağı’ saymaya başladığı bölgeye İncirlik’te Çekiç Güç’le kalkan olumuştur. Adım adım bu noktaya giden süreç bugün Suriye koridoru açısından derslerle doludur.

Saddam Hüseyin, işgal ettiği Kuveyt’te ABD karşısında ağır bir askeri yenilgi aldı. Saddam Hüseyin’in ordusunun 1991 yılı şubat ayında Kuveyt’te büyük bir bozguna uğraması, Irak’ın güneyindeki Şiiler ve kuzeydeki Kürtler tarafından ayaklanmak için bir fırsat olarak görüldü.
Saddam Hüseyin ordusunun ağır misillemesi karşısında Kürtler için kuzeyde Türkiye ve kuzeydoğuda İran’a sığınmaktan başka bir çare kalmamıştı. Mart ayı sonunda sınırda büyük bir yığılma oldu. Kısa zamanda 300 bin dolayında Kürt sınırdan içeri girdi, 100 bin kadarı sınırda kaldı. Yaklaşık 800 bin Kürt de İran’a sığındı.
Bu dev göç dalgası Türkiye’yi ve uluslararası camiayı büyük bir insani krizle karşı karşıya getirdi.Güvenlik Konseyi’nin 688 sayılı kararı, Kürtlerin durumunun -isimleri geçirilerek- uluslararası ölçekte gündeme gelmesinin en önemli ilk adımlarından biri oldu. Kürtlere yardım faaliyeti böylelikle uluslararası bir meşruiyet zeminine oturdu.
Ardından ağırlıklı olarak Türkiye üzerinden havadan ve karadan büyük bir uluslararası yardım kampanyası başlatıldı. Tam bu noktada dönüş yapan Kürtlerin Irak ordusunun misillemesinden korunması için “güvenli bölgeler” kurulması düşüncesi ortaya çıktı. Bu düşünce “uçuşa yasak bölge” (no fly zone) uygulamasını beraberinde getirdi.
Uçuşa yasak bölgenin sonucu, Bağdat’taki merkezi otoritenin Irak’ın kuzeyi üzerinde egemenlik yetkisini icra edememesi oldu. Yasağın uygulamasının denetlenmesinde Türkiye’ye de önemli bir görev düştü. Bu caydırıcılığı sağlamak üzere Türkiye’nin onayıyla İncirlik Üssü’nden havalanan ABD, İngiltere ve Fransız uçakları Kuzey Irak’a düzenli keşif uçuşları yapmaya başladı. Bu uçuşlar için gerekli izin, altı ayda bir TBMM’de oylanan tezkerelerle sağlanıyordu.
İlginç olan bir nokta, TBMM’de Çekiç Güç tezkeresinin yenilenmesine ilişkin her görüşmede, özellikle muhalefet partilerinin bu uygulamanın uzun dönemde bağımsız bir Kürt devletinin oluşumuna yol açacağı konusunda çok kuvvetli eleştiriler dile getirmeleriydi. Ancak iktidar değişiklikleri olsa da ABD ile karşı karşıya gelmeme düşüncesi her seferinde Çekiç Güç’ün görev süresinin uzamasına yol açtı.
Bu arada Kuzey Irak’ta ortaya çıkan otorite boşluğu PKK’nın da bu bölgede kendisine çok geniş bir yaşam alanı bulmasına yol açtı.
Sonuçta, 1991’den ABD’nin Irak’ı işgal ettiği 2003 Mart ayına kadar geçen 12 yıllık uygulama içinde İncirlik’ten yapılan keşif uçuşları aralıksız devam etmiştir. Bu 12 yıl, Kürtlerin uluslararası koalisyonun ve Türkiye’nin himayesinde Irak’ın kuzeyinde kendi kendilerini yönetme anlamında büyük bir hareket serbestisi kazandıkları bir dönem olmuştur.

‘Bir Koyup Üç Alma” politikası
28 Şubat 1991 yılında Birinci Körfez Savaşı’ndan sonra, Kuzey Irak’taki Kürtleri o zamanki Irak lideri Saddam Hüseyin’e karşı korumak için ABD liderliğinde İngiliz, Fransız uçak ve helikopterlerinden oluşan kuvvet, Türkiye (İncirlik, Pirinçlik) üzerinden “Çekiç Güç” harekâtını gerçekleştirdi.
1991 yılında, Irak Hava Sahası’nda 36’ncı paralelin kuzeyi ile 32’nci paralelin güneyi “Uçuşa Yasak Bölge” ilan edildi ve bu bölge Irak Hava Kuvvetleri’ne yasaklandı. Bu uygulama, ABD işgalinin başladığı 2003 yılına kadar 12 yıl sürdü. Çekiç Güç, 12 yıl boyunca Kuzey Irak’ta bir Kürt Devleti’nin kurulmasına şemsiye oldu ve PKK terör örgütünün canlanmasına uygun ortam sağladı.
17 Aralık 1992 günü, Çekiç Güç’e bağlı ABD uçakları, Kuzey Irak’ta Selahattin Kenti yakınlarında Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis’in helikopterini taciz ettiler. Bitlis Paşa, Türkiye’nin Kuzey Iraklı Kürt liderlerle başlattığı görüşmeler için o bölgede bulunmaktaydı. 14 Nisan 1994’te, Çekiç Güç harekâtına katılan iki ABD savaş uçağı, iki ABD helikopterini düşürdü ve üçü Türk 26 kişi hayatını kaybetti.(1)
Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis
Eşref Bitlis Komutan bir kaza gibi gösterilen uçağının düşürülmesiyle katledildi. 1993’ün bir şubat günüydü, Uğur Mumcu cinayetini Eşref Bitlis’in uçağının düşürülmesi takip etti. Sebebi gayet açıktı. Her ikisi de çekiç güç denilen Amerikan kolposunun ‘ne olduğunu’, ‘neye evirileceğini’ çok önceden görmüştü. Çekiç güç adı verilen operasyonun amacı kukla Kürdistan ya da 2. İsrail’in kurulmasıydı! Eşref Bitlis bu yüzden katledildi.
Katlinden bir yıl evvel Turgut Özal’a yazdığı mektupta: “Çekiç Güç PKK ile hareket ediyor!” demişti… Aynen bugün olduğu gibi Amerikan askerleri Irak’a yerleşir yerleşmez PKK’yı en yakın müttefikleri ilan etmişlerdi.
Eşref Bitlis, kukla Kürdistan devleti kurulması sürecini deşifre etmişti ayrıca özel kuvvetler içindeki işbirlikçilerin isim isim bilen bir komutandı. Yani ortadan kaldırılmalıydı!
Hatırlayın 1991’deki körfez savaşı, İncirlik’e Çekiç Güç’ün yerleşmesiyle sonuçlanmıştır. İsrail istihbaratı, CIA ve bunların maşaları PKK, Barzani ve ilintili ‘iş’ adamları ve siyasiler bir dizi katliama imza atmışlardır.
Çekiç Güç’e karşı çıkan asker, sivil, aydın birçok kişi faili meçhul cinayetlerle yok edilmiştir. Güneydoğuda Jandarma Bölge Asayiş Komutanları Hulusi Sayın, İsmail Selen Çekiç Güç’e karşı çıkan iki korgeneraldir. Eşref Bitlis gibi onlar da öldürülmüşlerdir. Cem Ersever ve Mustafa Deniz ve Tuğgeneral Bahtiyar Aydın da katledilmiştir. Ortak özellikleri; Çekiç Güç’e karşı olmaları ve emperyalist hedefi açıklamış olmalarıdır.
Kuzey Irak’ta ilan edilen “Uçuşa Yasak Bölge” ve “Çekiç Güç”ün varlığı sayesinde, “Hükümet Dışı Organizasyonlar (NGO)”, “yardım kuruluşları” görüntüsü altında Kürt Devleti’nin temellerini attılar.

Dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’dı. O zaman, 2009-2014 yılları arasında Dışişleri Bakanı olan Ahmet Davutoğlu tarafından ortaya atılan “Sıfır Sorun” politikası yerine, “Bir Koyup Üç Alma” politikası hüküm sürüyordu. Özal, ulusal güvenliğe zarar verecek bir kararla, Saddam’dan kaçan Kürtlerin Türkiye’ye girmesine izin verdi. Oysa Genelkurmay Başkanlığı, Kürt sığınmacıların Türkiye sınırlarına alınmadan, Irak topraklarında belirlenecek bir bölgeye yerleştirilmesi ve insanî yardımların yapılması önerisinde bulunmuş, ancak Özal bu teklifi reddetmişti. Özal’ın bu kararı sonucunda, Saddam’dan kaçan sığınmacıların yanında, çok sayıda PKK terör örgütü elemanı silahlarıyla Türkiye’ye geçmiş oldu.(2) PKK bu yolla daha fazla güçlendi.
Özal, sadece Kürt sığınmacıları Türkiye’ye almakla kalmadı, Kürtlerin Saddam’dan korunması için ABD’den, Türkiye’ye “Çekiç Güç” gönderilmesini istedi. Cumhurbaşkanı, “Çekiç Güç” talebini Genelkurmay Başkanlığı’na danışmadan yapmıştı.(3)
Böylece, Adana İncirlik’te konuşlanan “Çekiç Güç” sayesinde Kuzey Irak’ta 36’ncı paralelin kuzeyinde Kürtler için bir “Güvenli Bölge” oluşturuldu. İncirlik’te ABD ile İngiliz uçakları konuşlanmış ve Kuzey Irak’ta bir Kürt Devleti’nin temelleri atılmıştı. Ekilen rüzgâr, gelecekte yıkıcı bir fırtınaya dönüşecekti.
Bölgeden sorumlu dönemin Asayiş Kolordu Komutanı, daha sonra da yine bölgeden sorumlu İkinci Ordu Komutanı olan Emekli Orgeneral Necati Özgen, 15 Eylül 2005’te Çekiç Güç konusunda şunları söylemişti: “1992’deki o güvenli bölge, 36’ncı paralelle birlikte, PKK’ya karşı operasyon için iyi bir bölge oluştu diye düşündük. İstediğimiz zaman Kuzey Irak’a girer, kimseden müsaade almadan operasyon yaparız dedik. Yaptık da… Ama bugün bunun tersine döndüğünü gördük. Sonra ne oldu? Orada özel bir statü ve resmî bir devlet kuruldu.”(4)
Türkiye’ye Suriyeli sığınmacı akını ilk olarak Nisan 2011 tarihinde başladı. Türkiye, bu tarihten itibaren Suriyelilere yönelik “açık kapı politikası” uygulayacağını ilan ederek 100 bin kişinin kritik eşik olduğunu dile getirdi. Ancak Suriye’den gelen göç dalgası bu sayının çok üzerindeydi.(5)
18 Mart 2011 tarihinde, Suriye’de eylemlerin başladığı günlerde, sınırda henüz Suriyeli sığınmacı yığılması yokken, Türkiye sınır hattında çadır kentler oluşturmaya başladı. Sonuçta, yaklaşık dört milyon Suriyeli sığınmacının Türkiye’ye gelmesine neden oldu. Bu sayede, başta bazı sınır kentleri olmak üzere bazı şehirlerin demografik yapısı bozuldu.
Çok değil, dört yıl sonra 2015’te Suriye kuzeyinde PYD/PKK terör örgütü, Türkiye ile komşu olacaktı. Esad’ın, Kaddafi’nin ve Saddam rejiminin devrilmesi, ABD ve İsrail’in Orta Doğu’daki stratejik hedefleriydi. ABD’nin Suriye’yi parçalaması ve Esad’ı zayıflatması, Türkiye’nin toprak bütünlüğü için tehdit oluşturuyordu.

* Erdal Sarızeybek – https://e-sarizeybek.com/ozal-naksi-tarikatina-nasil-girdi
* M. Sinan Birdal – https://www.evrensel.net/yazi/75997/bir-koyup-uc-almak
* Barış Doster – https://www.odatv4.com/siyaset/turgut-ozal-bile-bu-kadar-basarisiz-olmamisti-1708151200-80266
* Sedat Ergin – https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/sedat-ergin/cekic-gucten-kurt-referandumuna-uzanan-yol-40590297
* Naim Babüroğlu – https://www.yenicaggazetesi.com.tr/-bir-koyup-uc-alma-politikasindan-taksim-katliamina-600146h.htm
Kaynakça:
(1) Nazmi Çora, Çekiç Güç’ün Gizli Günlüğü, 2. Baskı, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul, 2007.
(2) Mehmet Ali Güller, Suriye’nin Sevr’i Amerikan Koridoru, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2015.
(3) (4) Mehmet Ali Güller, Suriye’nin Sevr’i Amerikan Koridoru, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2015.
(5) Osman Ağır-Murat Sezik, “Suriye’den Türkiye’ye Yaşanan Göç Dalgasından Kaynaklanan Güvenlik Sorunları”, Birey ve Toplum, C. 5, S. 9, s. 96.
(6) (Erişim, 17 Nisan 2022, 1740).
This entry was posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, Bölücü KÜRTÇÜLÜK, ORTADOĞU ÜLKELERİ, PKK TERÖRÜ, SİYASİ TARİH. Bookmark the permalink.

One Response to SİYASİ TARİH * TURGUT ÖZAL, PKK VE ÇEKİÇ GÜÇ

  1. Pingback: SİYASET DOSYASI : SİYASİ TARİH * TURGUT ÖZAL, PKK VE ÇEKİÇ GÜÇ – Stratejik Güvenlik

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *