Tarikatlar kıskacındaki Türkiye – 7  * Sahte şeyhler, İslam’ı keyiflerine alet ederek kullanırlar. 1980’den sonra çoğalan tarikatların holdingleştiği, CEO’laştığı, sivil toplum örgütleri sayılarak devlet içinde kadrolaştığı bir gerçektir.

Tarikatlar kıskacındaki Türkiye  – 7  

Naci Kaptan – 16 Kasım 2022

BÖLÜM 1 – https://nacikaptan.com/?p=102797
BÖLÜM 2 – https://nacikaptan.com/?p=102854
BÖLÜM 3 – https://nacikaptan.com/?p=102899
BÖLÜM 4 – https://nacikaptan.com/?p=102907
BÖLÜM 5 – https://nacikaptan.com/?p=103012
BÖLÜM 6 – https://nacikaptan.com/?p=103301
BÖLÜM 7 –  https://nacikaptan.com/?p=103563

Tarikat, cemaat, siyaset

Türkiye uzun zamandır muhtelif cemaatlere ait yurt, Kuran kursu gibi yapıların çatısı altında yaşanan çocuk tacizi ve tecavüzlerini konuşuyor dramatik bir biçimde. Dramatik olmasının nedeni tartışılmasına karşın önlen alınmaması ve bu konunun tartışılmasına hatta konuşulmasına bile bizzat iktidarın izin vermemesi. Hatta çocukların ailelerinin çoğunun bile buna sessiz kalması.
Böyle bir tablo ortaya çıkınca da doğal olarak eleştirilerin hedefine bizzat iktidarın kendisi oturtuluyor ve taraf oluyor. Çünkü çocuk tacizi ve tecavüzlerinin meydana geldiği dini yapıların bir biçimde siyasal iktidar ile ilişkileri hatta bağları var. AKP siyasetinin en önemli kurumu din ve İslamcı yapılardır. Bunun son örneğini RTÜK tarafından Halk Tv, KRT ve Tele1 televizyonlarına kesilen cezalarla gördük. Her ne kadar kesilen cezaların, Diyanet İşleri Başkanlığı üzerinden yapılan şikâyet nedeniyle verildiği gibi çok zorlama nedenlerle ifade edilmeye çalışılsa da olayın meydana geldiği çatılar bence bunda ana etken.
Din ya da cemaat, tarikat, siyaset ilişkisi ile Türkiye ilk kez karşı karşıya kalmıyor. Genç cumhuriyet bir risk olarak görüp adını irtica olarak koyduğu bu dinin amacı dışında özellikle politik amaçlar için kullanılmasına karşı kendini korumak için pozisyon alırken, cumhuriyet ve değerleri aleyhindeki yapılar için de karşısında önemli bir cephe oluşturdu.
Cumhuriyeti kuranlara karşı politik örgütlenmek isteyenler için zemin böylece hazır hale geldi. Cumhuriyet döneminde kurulan 2’nci parti Terakki Perver Cumhuriyet Partisidir. Atatürk’ün Nutuk’taki ifadesiyle “dini siyasete alet etmek” suçlaması temel olmak üzere hayli ağır gerekçelerle kapatılmıştır. Bu parti kapatma meselelerinin, çok partili politik yaşam denemelerinin birbirleriyle bağı hayli detaylı ve bilinmesi gereken öyküleri bulunmaktadır.
Tarihsel detaylara çok boğulmadan, meselenin sınırları içinde kalarak, bugünün “cıs” konusuna devam edelim. Türkiye’de sağ siyaset, aynı zamanda CHP’nin kurucusu olan cumhuriyetin kurucularının politik olarak aldıkları “dine karşı mesafeli durma” kararı nedeniyle ortaya çıkan durumu değerlendirerek, siyaset yapma alanını cami avlusuna taşımıştır.
Bu çok konforlu ve getirisi garanti bir alandır. AKP ve Erdoğan döneminde bunun cami içlerine kadar götürüldüğüne de tanıklık yaptığımızı kayıt düşelim. Mekan olarak camiler, hutbeler AKP’nin siyaset yapma araçlarıdır. Hatta bir politik eylem olarak cami yapma ve hizmete açma etkinliklerini de canlı yayınlarla izlemekteyiz. Cami yapma etkinliklerinin Türkiye ile sınırlı kaldığını da sanmayınız. Pek çok yabancı ülkede de hayli yüksek maliyetlerle camiler yaptırılmış ve törenle hizmete açılmıştır. Ve bu AKP, Erdoğan siyasetinin temel bir parçası haline de gelmiştir. Yani din ile AKP- Erdoğan siyaseti arasında çok sıkı bir bağ vardır. Bunu kesin bir hüküm olarak burada not düşelim.
Tekrar cemaat, tarikat meselesine dönersek, tarikat ve cemaatler siyasetin kendi alanlarına girmesini ve orada rahatsız edilmeyi istemezler. Var oldukları alanı sadece siyaset ile diğer hiçbir yapı ile paylaşmazlar. Hatta bunun için kavga bile ederler. Kendilerine yakın buldukları sağ siyasi partilerle bir menfaat ilişkisine girerler. Ellerinde oy olarak tuttukları gücü, alabilecekleri azami tavizle değiştirmek isterler. Yıllarca bunu da yaptılar. Devlet ve onun kurumları ile çatışmayı, karşı karşıya gelmeyi de çok tercih etmezler. Bunun tersinin çok az örneği vardır.
Örneğin Nurculuğun ana gövdesi sayılan bugünün Yeni Asya gazetesi çevresinde örgütlenmiş Said Nursi ve onun talebelerinin peşinden giden cemaat üyeleri ilk politik tavır alan yapıdır. Demokrat Parti’ye destek vermekle kalmamış, onun devamı olan bütün partilere açık destek vermiştir. Bu destekleri bugün de DP ile devam etmektedir. Türkiye’deki pek çok dini yapının aksine Yeni Asya grubu 12 Eylül darbesine ve onun anayasasına karşı açık mücadele vermiştir. Bugün de AKP’nin karşısında yer alan birkaç İslami yapı arasındadır.
12 Eylül 1980 darbesi sonrasında şoku atlatan cemaat ve tarikatlar, darbecilerin meydan meydan dolaşarak yaptıkları konuşmaların arasına sıkıştırılmış ve ayetlerle desteklenmiş söylemlerin içindeki mesajı aldılar. Ardından Türkiye’deki cemaat ve tarikat örgütlenmeleri hem geniş kitleler hem de güç kazanmaya başladı.
Bu yapıları görünür hale getirerek meşrulaştıran o dönemin siyasi figürü de Turgut Özal’dır. Nereli olduğu kadar Nakşi olduğunu da açıkça ortaya koymuştur. Devlet dairelerinde bu kimlikle kadrolar oluşturulmaya başlanmış, bu yapıların dönüşüm geçirmesi sağlanarak siyasete de monte edilmiştir. Eskinin cübbeli sarıklı cemaat üyelerinin yerini şık giyimli, gerektiği zaman viski de içen hacı Cumhurbaşkanı gibi figürler almıştır.
Devlet içindeki kadrolaşmanın miladı da 80 öncesinin Milli Cephe hükümeti dönemidir. Buradaki ilişki de menfaat merkezlidir.
Nakşilerin bir kolu olan İskenderpaşa Cami Cemaati Özal’ın yanı sıra, Necmettin Erbakan ve Temel Karamollaoğlu gibi siyasetçilerin de ilk politik kimliklerini oluşturduğu yerdir. Cemaatin kurucusu Zait Kotku öldükten sonra İskenderpaşa gücünü yitirmiştir. Onun boşalttığı alana İsmailağa Cami Cemaati, popüler figürlerle yerleşmiş ve iktidar ile ilişkileri nedeniyle de hayli genişleyip güçlenmiştir. İşin garip tarafı tüm bu cemaat ya da tarikat tipi örgütlenmelerin güçlendikleri dönem, devletin askeri de devreye sokarak “irtica ile mücadeleyi” en yoğun yaptığı, bu nedenle demokrasiden ödün vermeyi göze alarak siyasete abandığı dönemler olmuştur.
AKP’nin de iktidardaki ilk yıllarında muhatap olduğu muamele öncekilerden farklı değildir. 2008 yılının Temmuz ayında AKP hakkında açılan kapatma davası karara bağlandı, yeterli oya ulaşamadığı için kapatma kararı alınamadı ama “irticai faaliyetlerin odağı olmaktan” dolayı hüküm giydi. Bu hüküm kararına Özal’ın atadığı ve mahkeme heyetinin en muhafazakâr görüşlü kişisi olarak bilinen Sacit Adalı’nın da oyu bulunuyordu.
Yani bu dini amacı dışında kullanma konusunda AKP sabıkalı bir partidir. Ayrıca, kapatma davasında yapılan savunmada, toplumda oluşan laiklikle ilgili kaygıların giderilmesi için her türlü düzenlemelerin yapılacağı, muhalefeti de bu sürecin mutlak bir paydaşı olarak yanına alacağı, Erdoğan’ın da bizzat bu süreci kendisinin yöneteceği belirtilmiştir. Yani hüküm kısmını dolaylı doğrulayan bir savunmadır bu.
Yavaş yavaş AKP’nin bu meselelerdeki kayıtsızlığının nedenlerine de geliyoruz.
Öncelikle bilinenin aksine Milli Görüş partilerine yani Necmettin Erbakan’a hiç bir tarikat ya da cemaat kurumsal destek vermemiştir. ANAP’a Özal’a hatta DSP ile Ecevit’e verilen destek hiçbir zaman Erbakan’a ve partilerine verilmemiştir. Bu önemli bir saptama. Nedenleri üzerine uzun uzun konuşulabilir. Ama AKP bütün bu cemaatlerin bir nevi çatı örgütüdür.
Fetullah Gülen ile devlet içinde başlattığı paydaşlık durumunu aynen başka dini yapılarla, cemaatlerle sürdürmektedir. Mesele de zaten budur. Bakanlıklar muhtelif cemaatler tarafından paylaşılmıştır. Fiili iktidar ortağı olarak MHP görülse ve bürokrasideki atamalarda hayli yol aldığı bilinse de bazı bakanlıkların kontrolünün cemaatlerde olduğu artık açık olarak konuşulmaktadır. Örneğin Menzilciler. Bugüne kadar hükümete 2 bakan Enerji Bakanı Taner Yıldız ve sağlık Bakanı Recep Akdağ’ı sokmayı başarmıştır. Gülen cemaatinin son dönemde AKP içinde sadece 2 milletvekili olmasına karşın hiç bakanı bulunmadığını da hatırlatalım.
Menzilcilerin yanı sıra politik olarak bölünmesine karşın devlet desteği ile büyüyen Süleymancıların büyük damarı da, Adalet Bakanlığı’ndaki Milli Görüş kökenli ve dini motivasyonla bir araya gelen Hak Yol grubu da devlet içindeki AKP’nin paydaşları arasındadır.
Bu birliktelik, motivasyon ve bir anlam yükleme kaygısı nedeniyle çok dini nitelikte gözükse de işin aslı menfaattir. Her iki yapı da yani siyaset ile dini örgütler karşılıklı fayda hesabıyla bir aradadırlar. O nedenle ilişiklerini hiçbir zaman din üzerinden anlatamazlar ya da yaşanan olumsuzluklara din üzerinden itiraz edemezler. Ederlerse ne olacağını son olarak Furkan Vakfı’nın başına gelenlerle anlayabilirsiniz. Bir çatı olarak AKP’nin dini esas alarak bu işlevi yerine getirdiğini söylememize ilk itiraz Furkan Vakfı’dır. Çünkü AKP’nin çatısı altındaki bütün cemaat örgütlenmelerinden daha katı İslamcı bir yapıdır ve AKP’nin net karşısındadır.
Nurcuların en güçlü kanadı Yeni Asya grubu AKP’nin karşısındadır. Milli Görüş AKP’nin tam karşısındadır ve politik rakibidir. Yani mesele din değildir, eleştirilere itirazlara buradan karşı çıkılması da doğru değildir.
Tablonun sıkıntılı olduğunu söyleyerek yazıyı bitirelim.

CUMHURİYET TARİHİNDE TARİKATLAR

Tarikatlar, iktidarlar, kontrgerilla siyaseti ve emperyalizm…
Tarikatlar- cemaatler gündemden hiç düşmüyor. Artık çoğumuz bu yapılarla gündeme gelen herhangi bir meseleyi vaka-i adiyeden sayıyoruz. Toplumsal yaşama, eğitime, sağlığa dair ortaya çıkan hemen her suç tarikat-cemaat meselesiyle birlikte konuşuluyor.
KPSS’de soruların çalındığı anlaşılıyor, ÖSYM başkanı görevden alınıyor. Sonra yerine başka birisi geliyor, adıyla beraber ilk konuşulan İsmailağa Cemaati liderine yağdırdığı övgüler oluyor. Zaten görevden alınan da benzer özelliklere haiz bir şahıs.
Devlet kapısından girebilmek için uzun zamandır iktidara muhalif olmama şartı vardı. Sonra o şart yandaş olmak mecburiyeti olarak değişti. Şimdi gelinen nokta iktidar yandaşı olmanın yanı sıra bir cemaate üye olmak mı?
Eğitim, sağlık, emniyet, bürokrasi gibi her alanda hakimiyetleri olduğu söylenen, toplumsal hayata tamamen egemen olmak isteyen, büyük sermayeleriyle, holdingleriyle ekonomide ciddi bir alan kaplayan bu yapılar bugünlere nasıl geldi? İktidarı İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmaya mecbur edecek gücü nasıl elde ettiler?
Tarikat-cemaatler tarihsel bir gerçek mi? Bugünün dünyası için bir zorunluluk mu? Ya da büyümeleri, gelişmeleri, palazlanmaları kendi doğal süreçleriyle mi oldu?
Laiklik fikri, Osmanlı aydınları Fransız Devrimi’nden etkilenmeye başladığından beri gelişiyordu. Fakat bu fikrin rejimin temel bir unsuru olması, Cumhuriyet sonrasında mümkün oldu. Saltanat, sonrasında hilafet kaldırıldı, eğitim ve öğretimdeki tarikat varlığına son verilerek eğitimin birliği sağlandı. Osmanlı hukukunun yerine medeni hukuk, ceza hukuku ve ticaret hukuku getirildi. Tarikatlar, Şeriyye ve Evkaf Vekaleti kaldırıldı, Diyanet İşleri Başkanlığı kuruldu. Latin alfabesi kabul edildi, bir süre sonra “devletin dini İslam’dır” ibaresi anayasadan kaldırıldı. 1937 yılında laiklik anayasaya konuldu.
Kısa zamanda atılan bu adımlar yine kısa süre sonra revize edilmeye, geri alınmaya başladı. Daha Demokrat Parti iktidara gelmeden 1949 yılında okullarda din dersleri okutulmaya, imam hatip okulları ve ilahiyat fakülteleri açılmaya başlandı.
Laiklik toplumsallaşma imkânını yeterince bulamamışken, Demokrat Parti iktidarı tam tersi yönde adımları hızlandırdı. Emperyalist-kapitalist sistemin “sosyalist tehdide” karşı örgütlediği “Yeşil Kuşak” siyasetinin en önemli sahalarından biri Türkiye’ydi. Dinciliğin yükselmesi, tarikat ve cemaatlerin katlanarak büyümesi ve ülke siyasetinde söz sahibi olması bu politikanın ürünüdür. Fethullah Gülen’in Komünizmle Mücadele Dernekleri’nin ilk kurucularından olması tesadüf değildir. ABD ile ilişkisi, devlet içinde yıllarca nasıl desteklendiği ise malumdur.
Cumhuriyetin ilk yıllarında kenara itilen, varlıkları kendi ilişkileriyle süren bu yapıların palazlanması için çok özel olanaklar egemenlerce sağlandı. Bu siyasetin sahipleri için bu yapılardan gelecek destek kritikti. Bu bahiste Adnan Menderes ve Demokrat Parti mutlaka zikredilmelidir. Sonrasında AP, ANAP, DYP, MHP, Refah-Fazilet Partileri gibi bütün sağ partiler ve hatta DSP, tarikat-cemaat desteğini hep çok önemsediler. Örneğin Turgut Özal’ın siyasete girerken tarikattan icazet aldığı bilinmektedir.
12 Eylül, İslamcı hareketler ve tarikatlar için çok önemli bir aşama oldu. Darbeden günümüze kadar toplumsal hayatta kapladıkları alan sürekli genişledi. Bununla birlikte devletin el çektirildiği bütün kamusal alanları işgal etmeye başladılar. Bunların başında da eğitim ve sağlık geldi. Özel okullarda ve özel hastanelerdeki tarikat-cemaat varlığı, personel alımından verilen hizmet şeklinin değişmesine, eğitimin dincileştirilmesine ve cemaat kurallarına uyularak başarı elde edilmesine sebep oldu.
Tarikatlar 90’lı yıllarda ama özellikle de AKP iktidarı sonrasında devlet yapısının her kademesine yerleşmeyi başardılar.
Toplumsal hayatta kapladıkları ve sürekli genişleyen ağlarını ise neoliberalizm, yoksulluk, güvencesizlik, bağımlılaştırma gibi başlıklarla birlikte tartışmak gerekir. Bu açıdan bakıldığında tarikatlar-cemaatler, düzenin sürmesi ve selameti için kapitalizmin kullanışlı aparatları olageldiler.
ÜLKEMİZİN BOĞAZINI SIKAN AĞ
AKP yirmi yılı aşan iktidarında tarikat-cemaat bağlarını her daim güçlü tuttu. Hatta tarihi boyunca kendisini “partiler üstü” bir yerde konumlandıran Gülen Cemaati 2010’lu yıllara geldiğimizde AKP’yle bütünleşti ve doğrudan iktidarın ortağı-sahibi olmayı başardı.
Ülkemizin geride bıraktığı 50 yılda Siyasal İslamcılık üst başlığıyla değerlendirebileceğimiz tarikat-cemaat gerçeği emperyalist siyaset, ülkemiz egemenleri, devlet yapısı ve kontrgerilla siyasetiyle birlikte tartışılmalıdır. Böyle bakıldığında herhalde kimse cemaat meselesine “başarılı bir sızma” hareketi olarak bakmayacaktır. Sızmadan ziyade her nereye girildiyse ardına kadar açık kapılardan girilmiştir. AKP’yle kavgası ve 15 Temmuz Darbe teşebbüsü sebebiyle bu konuda en çok Gülen Cemaati öne çıksa da tarikatların ekseriyetinin büyümesi aynı çerçeveden değerlendirilebilir.
Bugün ülkemizde etkili şekilde toplumsal hayatta olan 30 civarı tarikatın bulunduğu, 2,5 milyon kadar insanın bu tarikatlarla bağlantılı olduğu yazılıp çiziliyor. En faal tarikatlardan Nakşibendilik, Nurculuk, Süleymancılık aynı zamanda çeşitli kollara ayrılmış durumdalar. Örneğin Nurcular 44 ayrı kola ayrılıyor. Gülen Cemaati bunlardan yalnızca biri.
Devletin bütün kurumlarında yapılanmaları var. 10 bin özel okulun üçte biri tarikat ya da cemaatlerden birine bağlı. Yüzbinlerce öğrenci bu cemaat okullarında öğrenim görüyor. Bu “başarıyı” AKP’ye borçlular.
Sağlık alanında Menzilciler’in, Eğitimde Işıkçılar’ın, Bayındırlıkta İskenderpaşacılar’ın, Emniyet’te Hakyolcular’ın, İçişleri’nde Nakşibendiler’in, Ordu’da Süleymancılar’ın, Yargı’da Süleymancılar’ın, Menzilciler’in, Hakyolcular’ın etkin olduğu söyleniyor.[i]
Kabaca göz gezdirdiğimiz bu uzun tarih, bize tarikat-cemaat yapılanmalarının tarihsel ve toplumsal bir gerçek olduğunu söylüyor. Ancak bir başka gerçek bu yapıların bugünlere doğal süreçleriyle gelmediğidir. Siyasal İslamı, tarikatları ve cemaatleri Türkiye’nin rejiminden, emperyalist siyasetten, kontrgerilladan ayrı konuşamayız.
Bugünün dünyasında sistem ve iktidar desteği olmaksızın bu yapıların hızla doğal sınırlarına çekilecekleri, pek çoğunun çözüleceği bir başka gerçektir.
Yaşadığımız bunca tecrübe ise, din istismarının son bulması, insanca bir yaşamın kurulabilmesi için laikliğin tesis edilebilmesinin hayati öneme sahip olduğunu gösteriyor. İhtiyacımız, adından ibaret olan, şimdilerde adından bile pek söz edilmeyen, devlet korumaya “yarayan” laiklik değil. Halkı ve toplumsal yaşamı koruyan bir laiklik.
KAYNAK; İsmet Zeki Eyüboğlu “Bütün Yönleriyle Tasavvuf Tarikatlar ve Mezhepler Tarihi” Derin Yayınları

Kutsal mezarlıklar: Tarikatlar ve cemaatler

Tıp fakültesi öğrencisi Enes Kara, Nurculara ait bir cemaat evinde kalıyordu. Kaldığı Nurcu evinin boğucu ve tüketici yaşantısı, tıp eğitiminin zorlukları Enes Kara’yı intihara sürükleyen korkunç bir sonucun ortaya çıkmasına neden oldu.
Enes Kara olayı, tarikatlar ve cemaatlerin hayatı ve insanı tüketen karanlık yönlerinin tartışılmasını zorunlu bir ihtiyaç haline getirmektedir. İnsanlar, tarikat ve cemaatlere ait evlerde ve yurtlarda kalmanın bedelini çok ağır bir şekilde ödemektedirler. Cemaat ve tarikat evlerinin ve yurtlarının bedava olmadığının altını çizmek lazımdır.
Cemaatlere ve tarikatlara ait yerlerde kalanlar, buralara belirli bir ücret ödedikleri gibi, cemaatlerin ve tarikatların kendilerine verdiği görevleri yerine getirmek, onların inandığı gibi inanmak, onların yaşadığı gibi yaşamak zorundadırlar.
Cemaat ve tarikatlarda faaliyet gönüllülüğe göre değil, zorlamaya göre gerçekleştirilmektedir. İnsanlar üzerinde psikolojik, dinsel, sosyal, duygusal ve düşünsel nitelikte her türlü baskı aracını kullanan tarikatlar ve cemaatler, kişileri kendileri için çalışmaya ve yaşamaya mecbur etmektedirler.
Tarikatlar ve cemaatler için genç-yaşlı, çocuk-ergen, zengin-fakir ayırımı yapmaksızın insanların hiçbir değeri bulunmamaktadır. Cemaat ve tarikatlara göre, asıl değerli, yüce ve kutsal olan tarikat ve cemaatin kendisidir.
İnsanlar, tarikat ve cemaate hizmet eden araçlardan başka bir şey değildirler. Kişiler, hayatlarını tarikat ve cemaatler için adadığı ölçüde bir değere sahip oldukları varsayılır. Tarikat ve cemaatler amaç, kişiler ise araç olarak görülmektedir. İnsanın amaç ve değer olmaktan çıkarılması, tarikatları ve cemaatleri karanlıklarla, kötülüklerle ve kirlerle dolu yapılar haline getirmektedir.
Tarikat ve cemaatler, Allah rızası için insanlara manevi hizmetler sunan yapılar değildirler. Tarikat ve cemaatler, insanları kendi doktrinlerine ve amaçlarına hizmet için kullanmaktadırlar. Cemaat ve tarikatlar, emreden kutsal ilahlar, kişiler ise verilen emirlere uymakla görevli robotlar gibidirler. Tarikatlarda ve cemaatlerde hakim olan militarizm, bu yapıları insanları boğan, sıkan ve tüketen yerler haline getirmektedir.
Cemaat ve tarikat despotizmi, bu yapıların temel karakteristiğinin militarizm olmasına neden olmaktadır. Despotik ve militarist yapılar olarak tarikatlar ve cemaatlerde bireylerin kendi ihtiyaçlarına uygun yönelimlere sahip olması, kendilerini farklılaştırmaları mümkün değildir.
Cemaat ve tarikatlar, despotik ve militer yapılar olarak kutsal gördükleri liderlikleri, doktrinleri ve amaçları uğruna insanları tek tipleştirme merkezleri olarak faaliyet göstermektedirler. Tarikatlar ve cemaatler, kişilerin dini, ahlaki ve manevi gelişimine katkı sağlayan yapılar değillerdir. Despotik, militer, otoriter ve kapalı nitelikteki yapıların hiçbiri, insanların akıl, ahlak ve adalet açılarından gelişimlerine katkı sunamaz.
Tarikat ve cemaatlerin ellerindeki sınırsız imkanlara rağmen, toplumun insan sermayesine bilim, sanat, felsefe, çevre, barış, edebiyat, sinema, tiyatro, kalkınma gibi alanlarda yaptıkları hiçbir ciddi katkı yoktur. Tarikatlar ve cemaatler, çoğu zaman toplumda düşmanlığın, cehaletin ve ataletin taşıyıcısı ve üreticisi olma işlevini yerine getirmektedirler.
Cehaleti, kamplaşmayı ve ataleti kutsallaştırmak, hiçbir şekilde tarikat ve cemaat gibi kültlerin faaliyetlerini meşru ve dokunulmaz hale getirmemektedir.
Tarikat ve cemaatler, güçlerini, yenilenmek ve değişimden değil, değişmemekten ve donukluktan almaktadırlar. Bütün Nurcu yapıların ana özelliği, Said Nursi’nin Risale-i Nur denilen eserlerini bıkmadan ve usanmadan mekanik şekilde okumalarıdır.
Risale-i Nur eserleri tekrar tekrar okundukça, Nurcular, kendilerinin güçlendiğine, tatmin olduğuna ve hidayet yolunu her açıdan bulduklarına inanmaktadırlar.
Kendi şeyhlerinin ve hocalarının yazılarını, menkıbelerini, kerametlerini veya uygulamalarını canlı tutan tarikatlar ve cemaatler, kendi anlayış ve pratiklerini bütün çağlara, mekanlara ve insanlara hitap eden, her açıdan yeterli olan değişmez kutsal dini inançlar olarak sunmaktadırlar.
Tanrı tarafından en kutsal hakikatlere sahip olduğunu ve yaptıkları her şeyin en hayırlı işler olduğunu sanan tarikat ve cemaatlerin, insanla ilişki kurma şeklinde bir gündemleri veya dertleri yoktur. Tarikatlar ve cemaatler, insanlarla sahici ilişkiler kurmak yerine insanları maddi-manevi, bedensel-ruhsal, bireysel-ailevi başta olmak üzere her açıdan sömürmeyi ve kullanmayı amaçlarlar.
Kişilerin duyguları, düşünceleri, istekleri, tarikat ve cemaat yapılarının umurlarında değildir. Tarikat ve cemaat yapıları içinde yer alan insanlar için kendilerini inkar etmekten, duygularını, düşüncelerini ve ihtiyaçlarını bastırmaktan başka yol yoktur.
Tarikatlar ve cemaatler, kişilerin farklı görüşleri ve yaklaşımları dile getirmelerine hiç tahammül etmezler. Farklı sesler yükseldiği zaman tarikatlar ve cemaatler, o sesleri bir daha çıkmamak üzere bastırırlar ve sustururlar.
Tarikatlar ve cemaatlerin yok ettiği temel değer, bireydir ve özgürlüktür. Tarikat ve cemaatlerde özgürlük ya yoktur veya bu yapıların izin verdiği kadar vardır. Özgürlüğün yokluğu, bütün tarikat ve cemaatlerin ortak özelliğidir. Tarikat ve cemaatlere mensup olmanın bedelinin özgürlükten vazgeçmek olduğu konusunda insanlarda farkındalığın oluşmasına ihtiyaç vardır.
Özgürlük olmadığı zaman insana tahakküm eden ve köleleştiren tarikat ve cemaat gibi her türlü otoriter, despotik ve militer yapının ortaya çıkması mümkündür. Özgürlük olmadan insanın insanlığını gerçekleştirmesi mümkün değildir. Özgürlük olmadığında bütün yollar köleliğe çıkmaktadır.
Cemaatler ve tarikatler, sadece kişiyi kendilerinin malı ve mülkü haline getirmemektedirler. Kişiyle birlikte ailesi de cemaat ve tarikatların mülkü ve kolonisi olarak kabul edilmektedir.
Cemaat ve tarikat mensupları, eşlerini ve çocuklarını bu yapıların bir parçası haline getirmeyi kendilerine dini ve manevi bir görev olarak kabul etmektedirler. Bu bağlamda aile ve tarikat-cemaat yapıları arasında kurulan ilişkinin değişmesi gerekmektedir. Kişiler, özgür iradeleriyle bir tarikata veya cemaate mensup olabilirler.
Tarikat ve cemaate mensup olmak, aile üyelerinin de mensubiyeti anlamına gelmemektedir. Tarikat ve cemaat mensupları, kendi inançlarını ve ait oldukları yapıları eşlerine ve çocuklarına dayatma sapkınlığından vazgeçmelidirler.
Çocuklar, ebeveynlerinin ayrılmaz uzantıları değildirler. Çocuklar, akıl, özgürlük ve özgünlük sahibi bireylerdir. Çocukların, ebeveynlerinin hayatını yaşama, ebeveynlerinin yeni bir kopyası olma zorunlulukları yoktur.
Çocukların, kendi hayatlarını yaşama ve kendi olma hakları vardır. Kendi olma özgürlüğü ortadan kaldırılan ve ebeveyninin hayatını yaşamaya zorlanan çocukların ve gençlerin hayatı, mutsuz, verimsiz, harcanmış hayatlardan başka bir şey olmamaktadır.
Tarikatlar ve cemaatlerin derin sosyal, siyasal ve insani sorunlara neden olduğu açık bir gerçekliktir. Cemaat ve tarikatların kapatılması, çözüm değildir. Tarikat ve cemaatlerin kapatılması veya onlar üzerinde baskı oluşturulması, bu yapıların yer altına inmesine ve radikalleşmesine neden olmaktadır.
Tarikat ve cemaatlerin kapatılması yerine, bu yapıların kendilerini yenilemesi, sorgulaması ve yeniden organize etmesi gerekmektedir. Tarikatlar ve cemaatler, kendilerini sorgulanmaz, kutsal ve mükemmel kurumlar olarak görmekten vazgeçmelidirler.
Tarikat ve cemaatlerin tabulaştırılması, normalleşmenin önünü kapatmaktadır. Tarikatler ve cemaatler, kendilerine yönelik eleştirileri ve sorgulamaları, din ve iman hizmetine engel olma, din karşıtlığı olarak görme ve sunma saplantısından kurtulmalıdırlar.
Tarikatlar ve cemaatler, kutsal olmayan yapay insan ürünü yapılardır. Her insani yapı gibi, bu yapılarında sorgulanması, yenilenmesi ve şeffaf hale getirilmesi gerekmektedir. Tarikat ve cemaatler, kutsal, sorgulanmaz, despotik, militar ve değişmez yapılar olmaya devam ettikleri sürece insanları tüketen kutsal mezarlıklar olmaktan öte bir anlama, değere ve işleve sahip olmayacaklardır.

SEDAT BOZKURT – https://kisadalga.net/yazar/tarikat-cemaat-siyaset_27632
NURİ GÜNAY – https://www.gercekgundem.com/yazarlar/nuri-gunay/4619/tarikatlar-iktidarlar-kontrgerilla-siyaseti-ve-emperyalizm
Prof. Dr. Bilal Sam – https://www.indyturk.com/node/460251/t%C3%BCrki%CC%87yeden-sesler/kutsal-mezarl%C4%B1klar-tarikatlar-ve-cemaatler
This entry was posted in DİN-İNANÇ, İrtica, ŞERİAT - İRTİCA - KARANLIĞIN AYAK SESLERİ, SİYASAL İSLAM, TARİKAT VE CEMAATLAR, YOBAZLIK - GERİCİLİK. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *