Güncellendi * CEMAAT VE TARİKAT BATAKLIĞINDAKİ TÜRKİYE * PUSUDAKİ ”CEMAAT” *Bölüm 1-2-3-4

Selefilik ne zaman ortaya çıkmıştır?

Naci Kaptan – Güncellendi; 31 Ağustos 2022

SELEFİ ÖRGÜTLERİ

“Türk toplumu müşrik bir toplumdur. Çünkü oy atmak ve çocukları okula göndermek şirktir. Askere gitmek küfürdür. Askerde ölenler şehit değildir. Türkler Müslüman değildir. Tekke ve medreseleri yakmak vaciptir. İnsan yakılması, kafa kesip elektrik verilmesi şeriata göre haram değildir.”

” Bu sözler, IŞİD’in Konya lideri” Türkiye’deki Selefilerin en şöhretli vaizlerinden biri olan Murat Gezenler’e ait”


Kitaplarımda hem tarikat ve cemaatlerin hem de selefi örgütlerin siyasal iktidarı ele geçirme ideallerinin olduğunu ve bir gün mutlaka darbeye kalkışacaklarını örneklerle açıklıyordum.

Cihat argümanıyla İslam dünyasını terörize etmeye çalışan Siirt merkezli Selefi gruplardan Hizbullah, sırf onların içyüzünü deşifre ettiğim için beni ölümle tehdit etti. Selefilerden bir kısmı silahlı mücadele yöntemini benimsemiş olsa da diğer bir kısım selefiler ise laik düzene sert bakışın dışındaki vahşet yöntemlerini onaylamazlar. Ama selefiler genel yönelimle seküler anlayışa karşı tahammülsüzdürler. Önceleri, camilerde resmi görevli hocalara uyarak namaz kılmayan selefiler, son dönemlerde menfaatları gereği, genel kabullerinden görünürde uzaklaşmışlardır. Şimdilerde İslamcı politikaların propagandasını ve reklamını yapmakta, belediyelere yapışmış asalaklar olarak yaşamlarını sürdürmektedirler. (İlahiyatçı Nazif Ay)


Selefilik deyince bir çuval açıp tümünü doldurmak hakkaniyetli ve doğru değildir. Selefiliği bir düşünsel tercih olarak seçen barışçıl selefiler de var. Bunun yanında cihatçı terör örgütlerinin birçoğu selefi örgütlerdir. Selefilik özü itibarıyla Kuran’ın yanına hadisi de koyan, hadis ne dediyse onunla hareket eden bir akıl. Özü itibarı ile siyasete ve güce talip. Güce talip olduklarında çıldırıyorlar. (İlahiyatçı Mustafa İslamoğlu )


Selefi anlayışlar kendilerini hakikatin yegâne temsilcisi olarak görmeleri sebebiyle var olan diğer dini yapılara, mezheplere ve devlet otoritesine karşıdır. Dolayısıyla Osmanlı’da yaşayan müslümanların kanları da bu gruba ‘helal’ olarak gelmektedir. Hicaz bölgesinde başlatılan Selefi isyanlarında binlece müslüman öldürülmüş, camiler ve türbeler tahrip edilmiştir.


NAKŞİBENDİLER

Türkiye ‘de Siyasal İslam’ın ve buna bağlı olarak siyasi partilerin oy deposu haline gelen tarikat ve cemaatlerin topluma din ve ahlak öğretisi vermekten çok uzak olduğu gözlemlenmektedir. Tarikat ve cemaatler sadece dini tanıtmak ve öğretmek için çalışsaydı ne ülkede yolsuzluk, fuhuş, ve ahlaksızlık bu kadar artardı ne de 15 Temmuz yaşanırdı. Bu kadar fazla tarikat ve cemaatin olması bir dini bir kazanç rekabeti haline getirmiş. Tarikat kelime anlamı itibariyle “Tarik” yol demektir. Allah’a giden yolda cennet vaadi ile para ve şöhret kazanmak isteyen tarikatlara karşı dikkatli olunması gerekir.


Tarikatlar zaman içerisinde bölünerek içlerinden birçok cemaat çıkartmıştır. Bazı cemaatler büyüklüğü ve etkinliği ile tarikatların önüne geçmiş ayrı bir tarikat gibi algılanmaya başlanmıştır. Buna en önemli örnek Nurcular’dır. Nurcular aslında Nakşibendi tarikatındandır. Ancak sayıları ve etki alanları dikkate alındığında içlerinden başka cemaatlerin de çıktığı bir tarikat görümüne dönüşmüştür.


İşte Emniyet’in selefi raporu: Türkiye tabanları 20 bine ulaştı, bu bir tehdit

PUSUDAKİ ”CEMAAT” – 1 Selefiler, terör ve tehdit!

Mehmet FARAÇ – 22 Temmuz 2022 Cuma – farac65@gmail.com

“Türkler’de şu an Selefilik yüzde 3.6 ve ilerliyor… Bunların gizli yerlerde silahları var… Kendi basılacakları hücre evinde bulundurmuyorlar. Şu anda Türkiye’deki radikal Selefi gruplar son derece tehlikelidir…”


“Cübbeli Ahmet” olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü’nün, “Bunların gizli yerlerde silahları var… Kendi basılacakları hücre evinde bulundurmuyorlar. Kimlere ne zaman dağıtıldıkları belli. Şu anda Türkiye’deki radikal Selefi gruplar son derece tehlikeli” diyerek ikinci kez ürkütücü uyarılarda bulunduğu “Selefiler” belli ki Türkiye’nin gündeminden hiç düşmeyecek…
İşte bir tarikat şeyhinin televizyonların canlı yayınlarında dikkat çektiği ve iddiaları ile ilgili savcılıklara ifade de verdiği “Selefi” yapılanmasındaki tehdidin perde gerisini aralamak için 21 yıl öncesine gitmek gerekiyor;
Tüm dünya El-Kaide’nin adını 11 Eylül 2001’de Amerika’daki İkiz Kuleler’e yönelik saldırıyla duymuştu…
Rus- Afgan Savaşı’nın ardından palazlanan Suudi iş adamı Usame Bin Ladin’in adeta “terörün şemsiyesi”ni açarak dünya genelinde 100’den fazla ülkede sempatizan topladığı El Kaide’nin, kaçırılan uçaklarla gerçekleştirdiği saldırılarda 3 binden fazla insan yaşamını yitirmiş, Amerikan ekonomisinin kalbine vurulan darbe El Kaide ile birlikte Vahhabi- Selefi çizgisinden beslenen radikal dinci terörün nasıl büyük bir tehdit olduğunu da tüm dünyaya duyurmuştu…
Amerika’nın önce Irak’a sonra Libya ve Suriye’ye müdahalesine de gerekçe yaptığı “Selefi terörü”nün ardından El Kaide tüm dünyada terör örgütü ilan edilirken, örgütün neredeyse tüm liderlerinin başına büyük ödüller konuldu, son 10 yılda yapılan operasyonlarda ise hücrelerin çoğu etkisiz hale getirildi…
Ancak Selefi cihadçılığın sadece Amerika için değil, ileride Orta Doğu, Türkiye, hatta tüm dünya için çok büyük bir tehdit olacağı kısa sürede anlaşılacaktı…
İSTANBUL’U SARSAN EYLEMLER!..
Suudi Arabistan’ın resmi mezhebi Vahhabiliği ve onun beslendiği İslam’ın ilk çıkış noktasındaki en bağnaz yapı olan Selefiliği de dünya gündemine getiren El Kaide, 11 Eylül saldırılarından itibaren gündemden hiç düşmedi…
2001’deki saldırıdan 2 yıl sonra 15-20 Kasım 2003’te, İstanbul’da HSBC Bank Genel Müdürlüğü, İngiltere konsolosluğu ve 2 sinagoga yönelik saldırılar ise Usema Bin Ladin’in adamlarının artık Türkiye’de olduğunu duyurmuştu…
PKK’nın köylerde yüzlerce sivili katlettiği, Hizbullah’ın Güneydoğu’yu kan gölüne çevirdiği eylemlerden bile daha dehşet uyandırıcı olan bu dört saldırı, kamyonlara yüklenen tonlarca patlayıcı ile gerçekleştirilmişti…
60’dan fazla kişinin öldüğü, binden fazla masum yurttaşın yaralandığı bu saldırılar sadece beş gün arayla yapılabildiği için değil, günlerce sürdürülen operasyonlarda çıkan ayrıntılarla da, devletin güvenlik birimlerini şaşkınlığa uğratmıştı…
Çünkü Selefi çizgisindeki dinci terör dört kanlı eylemle Türkiye’de faaliyete geçtiğini duyururken, saldırıları gerçekleştiren militanların neredeyse tamamının 1984- 2000 yılları arasında Güneydoğu’yu kan gölüne çeviren radikal dinci Hizbullah örgütünün eski üyeleri ve sempatizanları olduğu belirlenmişti…
Peki; eski Hizbullahçılar Selefi cihadçılığı benimsemek için Türkiye’den nasıl çıkmıştı, Afganistan’a nasıl gitmişti, devletin istihbarat birimleri bu hücreyi nasıl tespit edememişti, militanlar Türkiye’ye ellerini kollarını sallayarak nasıl gelmişti ve dünyayı sarsacak boyuttaki dört eylemi nasıl planlamıştı?.. İşte bu soruların yanıtları hiçbir zaman bulunamadı!!!
KILIK DEĞİŞTİREN ŞİDDET!!!
Bin Ladin’le kahvaltı sofrasına oturabilecek kadar yakınlık kuran Türk militanları eylemi nasıl devlete hissettirmeden sessizce ve sinsice yapmışlarsa, ölen 4 militanın dışındaki diğer örgüt üyeleri de gizemli biçimde Suriye ve Irak’a kaçmış, bir bölümü ABD’nin hava saldırılarında (ya da kendilerinin ABD hedeflerine yönelik intihar eylemlerinde) ölmüş, bir bölümü de izlerini kaybettirmişti…
El Kaide’nin dört intihar saldırısı radikal dinci terörün Türkiye’de 1980 sonrası başlattığı şiddet eylemlerini unutturacak kadar dehşet vericiydi…
Ancak o saldırıları gerçekleştiren militanların Türkiye’ye nasıl sızdıkları, bomba üretmek için deterjan fabrikası, haberleşmek için ise telefon bayisi açabilecek kadar nasıl pervasız davranabildikleri büyük kuşku yaratsa da, El-Kaide’nin Türkiye’deki eylemleri hiç durmadı…
Militanlar bazen intihar saldırılarına giriştiler, bazen de 10 yıl önce Antep’te olduğu gibi polisle 12 saat çatışabilecek donanıma bile eriştiler…
Sadece El Kaide’yi değil, bu örgütün ideolojik olarak beslendiği Selefi- Vahhabi çizgisini de Türkiye gündemine getiren dinci terör, yapılan operasyonlarla önemli ölçüde engellense de, El-Kaide’nin Irak ve Libya’daki yapılanmaları, hatta bu ülkelerin neredeyse yarısını ele geçirebilmesi, Türkiye üzerindeki tehdidi ileriki yıllarda daha da büyüttü…
Aynı zamanda El Kaide’nin tüm dünyada terör örgütü ilan edilmesiyle büyük operasyonlara uğraması ve son olarak Usama Bin Ladin’in Pakistan’da Amerikan askerlerince öldürülmesi Selefi- Vahhabi çizgisindeki dinci terörü gündemden hiç düşürmedi…
Çünkü Irak’tan sonra Suriye’nin de işgal edilme çabaları, açılımı “Irak- Şam İslam Devleti” olan Selefi çizgisindeki, çoğu paralı askerlerden oluşan tarihin en acımasız terör örgütü IŞİD’i piyasaya sürdü…Benzeri görülmemiş şiddet hücreleşmesinin yanı sıra, en kanlı terör eylemlerini de gerçekleştiren örgüt, sadece Orta Doğu’nun değil, Avrupa’yla birlikte en çok da Türkiye’nin başına bela oldu…
CÜBBELİ NE DEMEK İSTEDİ?..
El Kaide nasıl 15-20 Kasım 2003’teki dört büyük saldırıyla Türkiye’yi şoke etmişse, bu örgütün devamı olan IŞİD de 2011’den üç yıl sonra ülkemizde kanlı yüzünü göstermeye başladı…
Çünkü sınırların delik deşik olmasına yol açan sığınmacı göçü sırasında sadece başıboş gruplar değil, operasyonlardan kaçan binlerce IŞİD militanı ve sempatizanı da Türkiye’ye sızınca, Anadolu’nun birçok kentinde radikal dinci Selefi hücreler oluşmaya başladı…
İşte bu başı boşluk 2014’ten itibaren IŞİD’in eylemlere girişmesine yol açtı..
20 Mart 2014’te, iki güvenlik görevlisinin şehit olduğu ve bir yurttaşın yaşamını yitirdiği Niğde’deki saldırıdan sonra IŞİD’in kanlı eylemleri durmadı…
Haziran 2014’te, Musul konsolosluğunu basarak, konsolos ile birlikte 49 çalışanı üç ay boyunca rehin tutan militanlar, Sultanahmet’te, HDP’nin Diyarbakır mitinginde, Kilis’te, Ankara Garı’nda, İstiklal Caddesi’nde, Suruç’ta, Antep Emniyeti önünde ve Atatürk Havalimanı’ndaki eylemlerde yüzlerce masum yurttaşı katlettiler, onlarca güvenlik görevlisi şehit oldu…
Sadece 2014-2016 arasındaki 13 saldırıda 211 kişinin ölümüne yol açan IŞİD, ne yazık ki sonraki yıllarda da durmadı. Ve Türkiye; tarikatlarından cemaatlerine, Diyanet’inden güvenlik güçlerine, iktidarından muhalefetine kadar Selefi tehdidinin nasıl büyük boyutlara ulaşacağını ön göremedi…
Peki; Antep’te 26 Mayıs 2016’da bir karakola yönelik saldırıda ilk kez devleti hedef alan,
2017 yılbaşı gecesi İstanbul’daki bir gece kulübüne yönelik saldırıda ise 39 kişiyi öldüren örgütün büyük bir tehdit olduğu yeterince anlaşıldı mı?..
Cübbeli Ahmet’in ikinci kez dikkat çektiği “Selefi tehdidi” ve perde gerisindeki şiddetin boyutlarını yarın anlatmaya devam edeceğiz.

PUSUDAKİ ”CEMAAT” – 2 Dışarıda, içeride Selefiler…

23 Temmuz 2022
Vahhabilik Suudi rejiminin resmî mezhebi olsa da ve bu yapının kökenindeki Selefilik İslam’ın ilk çıkış dönemindeki en bağnaz yaşam tarzından beslense de, cihadçıların günümüzde dayattığı terör etkisini korumaya, hatta Türkiye gibi bir ülkede gündemi meşgul etmeye devam ediyor…
Son olarak Cübbeli Ahmet olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü’nün “silah stokluyorlar, Diyanet’in içine sızdılar” şeklinde uyarılarda bulunduğu IŞİD, işte bu Vahhabi-Selefi çizgisinin içerisinde geçmiş yıllarda büyük darbe alsa da, “Türkiye içerisinde cemaatleşiyor mu” şeklindeki bir sorunun da merkezi olmaya devam ediyor…
Ancak Selefi kaynaklı IŞİD’in etkisini görmek için önce yurt dışında, sonra da yurt içindeki tehdide dikkat çeken iki rapora odaklanmak da gerekiyor. Raporun ilki ABD kaynaklı;
Irak’taki “Doğal Kararlılık Operasyonu”nun Sözcüsü Albay Steve Warren, 1 Aralık 2015’te ABD’nin Bağdat Büyükelçiliği’nde düzenlediği basın toplantısında, ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyonun, Ağustos 2014’ten bu yana süren IŞİD operasyonları kapsamında, Irak ve Suriye’de 8 bin 500 hava saldırısı gerçekleştirdiğini açıklamıştı…
Operasyonlarda, örgüte bağlı “23 bin silahlı militan”ın öldürüldüğüne dikkat çeken Albay Warren, Irak ve Suriye’de “20 ile 30 bin arasında silahlı IŞİD militanı” bulunduğunun tahmin edildiğini de söylemişti…
IŞİD operasyonları raporunun açıklandığı 1 Aralık 2015’ten 3 ay sonra örgüt en ağır darbeleri aldı ve Irak’ın bir kesimi ile Suriye’de denetiminde tuttuğu stratejik merkezlerini, eylem hücrelerini ve lojistik gücünü de kaybetti…İşte o 3 aylık süreçte; koalisyon güçleri, Hizbullah militanları, Esad’ın askerleri, Suriye’deki PKK ve İran ile Rusya’nın hava ve kara operasyonlarında da IŞİD’in 5 binden fazla kayıp verdiği iddiası ağırlık kazanmıştı…
Yani, Ağustos 2014-2015 arasında hedef alınan IŞİD’in militan kaybının 30 bine ulaştığı tahmin ediliyordu…Ve bu kayıplar içerisinde IŞİD’e katılmış yüzlerce Türk de vardı…Çünkü dönemin Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Temmuz 2015’te yaptığı açıklamada, o tarihe kadar Türkiye’den 600 kişinin IŞİD’e katıldığını, yüzden fazlasının öldüğünü söylemişti…
IŞİD’le mücadele kapsamında 7 bin kişiye Türkiye’ye giriş yasağı koyduklarını ifade eden Mevlüt Çavuşoğlu, aynı kapsamda bin 100 kişiyi de sınır dışı ettiklerini açıklamıştı…
IŞİD’E KATILAN BİNLERCE TÜRK…
IŞİD’in bir dönem Orta Doğu’yu on binlerce militanla nasıl kasıp kavurduğuna ve BOP’un iç savaşla ülkeleri bölmeye çalıştığına dikkat çeken yukarıdaki rapor, (30 bin kayıp veren bir örgütün en az 200 bin kişilik bir vurucu güce sahip olduğu kuşkusuna da yolaçtığı için) yeterince ürkütücü…
Peki; IŞİD’in Türkiye içerisindeki yapılanmasında neler oluyor?..
Bu sorunun yanıtı için “International Crisis Group-ICG” yani Uluslararası Kriz Grubu’nun Suriye ve Irak’taki varlığı zayıfladıktan sonra Türkiye’ye kaçan, Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) üyeleriyle ilgili raporuna bakmak gerekiyor… Rapordaki şu saptamalar IŞİD’in Türkiye içerisindeki konumunu göstermesi bakımından oldukça çarpıcı;
“IŞİD’lilerin Türkiye’de oluşturabileceği tehdit yeterince ciddiye alınmadı… 2014-15 arasında yeni üye devşirme çalışmalarına büyük ölçüde kayıtsız kalındı… Bu algı, Gaziantep’teki bir polis karakoluna 26 Mayıs 2016’da düzenlenen saldırı sonrası değişti. Çünkü IŞİD ilk kez devlet kurumlarının hedef almıştı… 2017 yılbaşı gecesi İstanbul’daki bir gece kulübünde düzenlenen ve 39 kişinin ölümüyle sonuçlanan saldırı ise IŞİD’in eylemleri açısından bir milattı. Güvenlik birimleri o tarihten sonra takip, gözaltılar ve daha sıkı bir sınır güvenliği yoluyla IŞİD’in eylem alanını daraltmayı başardı ve saldırı girişimlerini engelledi. Ancak tehdit tamamen ortadan kalkmadı. IŞİD, 2014-17 arasında toplam 16 saldırı düzenledi, İçişleri Bakanlığı’na göre ise onlarcası engellendi…”
2020 tarihli yukarıdaki rapora göre, Türkiye’ye dönen Türk vatandaşı IŞİD’lilerin sayısı, binlerle ölçülüyor…Dönenlerin arasında Türkiye topraklarında 300’e yakın kişinin ölümüyle sonuçlanan saldırıların failleri de var…
Rapordaki verilere göre, IŞİD’in en fazla üye devşirdiği ülkelerden biri olan Türkiye’de, 5 bin ile 9 bin arasında kişi IŞİD’in kontrolündeki bölgelerde yaşamak için ülkeden ayrılmış…
CÜBBELİ, SİLAHLANMA, TEHDİT!!!
Cübbeli Ahmet’in “Bunların gizli yerlerde silahları var… Kendi basılacakları hücre evinde bulundurmuyorlar. Kimlere ne zaman dağıtıldıkları belli… Şu anda Türkiye’deki radikal Selefi gruplar son derece tehlikeli” diyerek, geçen hafta bir televizyon kanalının canlı yayınında ikinci kez ürkütücü uyarılarda bulunduğu “Selefiler”in ne kadar tehdit içerdiği ortada aslında…
Çünkü en az PKK kadar büyük operasyonlara maruz bırakılan IŞİD’in, Türkiye içerisinde kaç militanı olduğu bilinmiyor…Ancak Suriye, Irak ve Afrika ülkelerinden Türkiye’ye sığınmacı adı altında sızan milyonlarca kişinin arasından hiç kuşkusuz IŞİD’e sempati duyan en az 100 bin kişinin olması abartı sayılmaz…
Bu rakamın ne kadar gerçekçi olduğunu gösteren veriler IŞİD’e yönelik operasyonların kapsamından da anlaşılıyor…
Bir dönem Kilis Öncüpınar Sınır Kapısı’nda bomba patlatan, Hatay’ın köylerinde bomba üretirken havaya uçan, Urfa’da suikastlar yapan, büyük kentlere militan ve patlayıcı sevk eden, Ankara’da infazlar gerçekleştiren, polisle çatışmaya giren ve insan kaçıran, hatta başkentte eylemler için planlar yapan grupların Antep’ten Konya’ya, Bursa’dan Ankara’ya ve Urfa’dan İstanbul’a kadar yüzlerce hücre oluşturduğu biliniyor…
Aralarında örgütün bombacıları, cellatları Irak’ta yüzlerce kişinin katledildiği eylemin sorumlularının da bulunduğu 100’den fazla üst düzey IŞİD yöneticisinin yakalanması da, Türkiye içerisindeki hücrelerin ne kadar kapsamlı olduğunu göstermeye yetiyor…
Peki sadece IŞİD değil, genel anlamıyla selefiler Türkiye’de ne yapmaya çalışıyor?..
Selefi militanların 15-20 Kasım 2003’te İstanbul’da dört bombalı saldırıyla 60’tan fazla yurttaşı öldürmesinin üzerinden neredeyse 20 yıl geçmişken, Cübbeli Ahmet’in uyarıları Selefi yapılanmaların daha tehlikeli boyutlara ulaştığını gösteriyor…
Selefi militanların ürkütücü eylemlerini, operasyonların sonuçlarını ve büyüyen tehdidin boyutlarını anlatmaya devam edeceğiz…

PUSUDAKİ ”CEMAAT” – 3 Selefiler, IŞİD ve operasyon…

24 Temmuz 2022
Cübbeli Ahmet olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü, “Bunların gizli yerlerde silahları var… Kendi basılacakları hücre evinde bulundurmuyorlar. Kimlere ne zaman dağıtıldıkları belli değil” dediğinde, “son derece tehlikeli” olarak tanımladığı Selefi gruplara dikkat çekmişti…
Medya, hatta devlet, Ünlü’nün televizyondan ikinci kez yaptığı uyarıyı pek umursamadı…Oysa Türkiye’de tıpkı Selefiler’de olduğu gibi, daha önce ciddiye alınmayan, üzerine düşülmeyen ve önlem alınmayan öylesine radikal gruplar vardı ki, bir süre sonra devleti en tehlikeli biçimde tehdit ettiler…
İşte bu kapsamda; Selefilerin de örgütten “cemaat”e dönüşmek gibi bir kuşkuyu öne çıkardığı dönemde, daha önce benzer girişimlerde bulunan sağcı-solcu grupların yıllar sonra nelere mal olduğunu anımsatmak gerekiyor…Hiç kuşkusuz önceleri ciddiye alınmayan ve boş verildikten sonra palazlanarak, devletin varlığını bile tehdit edebilecek boyutlara gelen ilk örgüt PKK’ydı…
Bölücü örgüt 15 Ağustos 1984’te Eruh ve Şemdinli’ye baskın düzenlediğinde, dönemin askerî ve siyasi yetkilileri Bekaa Vadisi’nde örgütlenerek Türkiye’ye sızan grupları “bir avuç şaki” olarak nitelemiş ve başlarının ezileceğini duyurmuştu…Oysa PKK gibi bir yapılanmanın arkasında da emperyalist bir tezgah olduğu çok sonraları anlaşılacaktı…
1990’lara gelindiğinde 40 bin kişilik askerî güce ulaşan örgüt, 1984’den itibaren önlem alınsaydı, binlerce güvenlik görevlisi şehit olmayacak, on binlerce sivil de ölmeyecekti…
Amerika ve emperyalist güçlerin de desteğiyle Türkiye’yi bölme planlarında bocalarken, AKP’nin açılım, çözüm gafletiyle iyice palazlanan örgüt, askerî harcamalar ve bunun ekonomiye yansımaları açısından devlete 100 milyarlarca dolarlık darbeler vurmuşken, Suriye üzerinden tehdidini sürdürüyor…
38 yıl önce pek ciddiye alınmayan bölücü bir grubun Türkiye’nin başına nasıl belalar açtığı (kanlı eylemlerle) yüzlerce kez ortaya çıkarken, Türkiye halen PKK ile uğraşmaya devam ediyor…Ancak Türkiye’nin terörle mücadele tarihinde tek gaflet PKK’ya yönelik değildi!..
GAFLETİN AĞIR DARBELERİ!..
Hiç kuşkusuz Türkiye’de cemaatten terör örgütüne dönüşen yalnızca Fethullahçılar değil… FETÖ’cülerin de bir dönem kavgaya tutuştuğu Hizbullah örgütü vardı ki, 1980’lerde Güneydoğu’daki birkaç kitabevinde küçük cemaatlerle başlayan örgütlenmesi, bir süre sonra kendi içinde büyük bir çatışmaya, arkasından PKK ile kavgaya dönüşmüş, Hizbullah 2000’li yıllara gelindiğinde ise Diyarbakır Emniyet Müdürü Ali Gaffar Okkan ve 5 polis memurunu şehit ederek devlete bile kafa tutmuştu…
Siyasetin, “PKK ile çatışıyor” diye göz yumduğu Hizbullah’ın 20 bin kişilik askerî güce gelmesinin ve devlete silah sıkmasının ardından, 2000 yılında örgüt liderine yapılan operasyon bir taraftan Hizbullah’ın askerî örgütlenmesini ortadan kaldırmış, örgüt ise siyasallaşarak Hüda-Par’ı kurmuştu…
Peki; kendini “cemaat”“hizmet hareketi” diye nitelendiren ve sağcısından solcusuna, liboşundan döneğine kadar ne kadar zavallı varsa, hepsinin boyun eğdiği, destek verdiği Fethullahçılar’ın Türkiye’nin başına ördüğü tezgaha ne demeli?..
İşte FETÖ, 15 Temmuz 2016’da devlete “darbe” yapacak konuma gelirken, ordudan emniyete, medyadan bürokrasiye kadar ulaştıkları örgütlenmenin bilançosu dehşet vericiydi…Ordudan ve emniyetten atılan 40 bin asker ve polis, bürokrasiden dışlanan 200 bin kadar mürit, on binlerce firari ve cezaevinde yatan binlerce mürit, militan, devletin uzun süre göz yumduğu bir yapılanmanın görünen bilançosuydu…
Evet; Fethullahçılar, devletin başlarda “dini cemaat” diye gözardı ettiği, namluların devlete dönmesi üzerine ancak uyandığı tek gaflet gruplaşması değildi…Çünkü son yıllarda yeni bir grup 2003’te İstanbul’da, dört büyük intihar saldırısının ardından başlattığı örgütlenmesine ara vermeden devam ediyor…
IŞİD’E SIĞINMACI PERDESİ!..
Nakşibendiler arasındaki post kavgasında kaset tehdidiyle bertaraf edilmeye çalışılan Cübbeli Ahmet’in televizyon kanallarında ikinci kez “büyük bir tehdit” diye dikkat çektiği Selefi örgütlenmesi, FETÖ kadar kadar göz ardı edilmese de, ciddi bir sıkıntı olarak gündemde duruyor….
Cemaatlaşmanın alt yapısını hazırlamak ve toplumu sindirmek uğruna, daha önce onlarca silahlı, bombalı saldırı ve intihar eylemiyle gündeme gelen Selefiler, 2017’de, İstanbul’daki Reina eğlence merkezinde 39 kişinin öldüğü saldırıdan sonra perde gerisinde büyümeye devam ediyorlar…
Kimler yakalanmadı ki IŞİD operasyonlarında?.. Örneğin; örgütün Suriye’deki en tehlikeli bombacılarından biri Bursa’da doğal gaz servisinde çalışırken yakalandı…Irak ve Suriye’de yüzlerce kişinin topluca katledildiği eylemin ele başlarından birinin Kocaeli’nde yakalanması ise devleti şok etti…
Sadece bunlar değil… IŞİD’in cellatları, örgüt yöneticileri, istihbarat biriminin üst düzey elemanları da Türkiye’de yakalandığında, Selefi yapılanmalar içerisindeki radikal grupların ne kadar pervasız davrandığı ortaya çıkmıştı…
Türkiye’de son 8 yılda yakalanan IŞİD militanlarının sayısının 4 bine ulaşması, 1500 kadarının cezaevinde olması, 2000’den fazlasının sınır dışı edilmesi yetmezmiş gibi, yoğun operasyonlara rağmen örgüt; Urfa, Antep, Konya, Bursa, Ankara ve İstanbul’da yeni hücreler oluşturarak, özellikle Suriyelilerin kurduğu dernekler içerisinde faaliyetlerine devam ediyor…
Evet; Cübbeli Ahmet’in “silahlanıyorlar, Diyanete sızdılar” diyerek büyük bir tehdide dikkat çektiği Selefiler’in askerî ve örgütsel yapılanmasına zemin ve destek sağlayan en büyük etki, sığınmacı işgalinden kaynaklanıyor…

PUSUDAKİ ”CEMAAT”- 4

25 Temmuz 2022 Pazartesi
Tehdidin karanlığında gaflet!..
Cübbeli Ahmet’in, “silahlanıyorlar, Diyanet’e sızdılar, büyük bir tehdit” dediği  “Selefiler’in askerî ve örgütsel yapılanmasına zemin ve destek sağlayan en büyük etkinin, sığınmacı işgalinden kaynaklandığına”  dikkat çekmiştik ya, işte Türkiye’yi son 10 yılda yeni bir radikal dinci terör dalgasının kıskacına atan gaflet de devletin akıllara durgunluk veren Suriye politikasının eseri…
30 yıl önce suikastların merkezinde olan İslami Hareket örgütünün ortadan kaybolması, bir dönem Doğu ve Güneydoğu’da etkili olmaya çalışan İBDA-C’nin silinmesi ve kitapevlerindeki küçük cemaatlerden 20 bin kişilik tetikçi gücüne ulaşan Hizbullah’ın siyasallaşmasından sonra, Türkiye’nin radikal dinci terörün önlenmesi açısından ciddi mesafeler aldığı düşünülmüştü…
Oysa Afgan-Rus Savaşı’nda palazlanan Suudi iş adamı Usama Bin Ladin’in 11 Eylül 2001’de, Amerika’daki İkiz Kuleler’e yönelik saldırıyla açtığı “terör şemsiyesi”nin altına Türk militanların da girdiği yıllar sonra anlaşılmıştı…
Çünkü 2003 yılında İstanbul’da, HSBC Bank Genel Müdürlüğü, İngiltere konsolosluğu ve iki sinagoga yönelik saldırıda 60 kişiyi öldüren eski Hizbullahçılar, El-Kaide saflarına sığınarak yeni bir terör dalgası başlatmıştı…
Unutulmasın ki; Türkiye’de radikal dinci terör 1984’ten itibaren laikliğe, demokrasi güçlerine, cumhuriyetçilere ve rejime darbeler vurmak için de çok kanlı eylemler yapmıştı…
Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı, Muammer Aksoy ve Turan Dursun cinayetlerinin arkasında da, ucu sınır ötesine dayanan radikal dinci grupların göz ardı edilen örgütlenmeleri vardı…
İşte bu örgütlenmeler sırasında devlet PKK ile uğraşırken, 1980 sonrası solu ezmek iddiasıyla başıboş bırakılan, hatta Amerika’nın “Yeşil Kuşak” projesi kapsamında iyice göz ardı edilen radikal dinci gruplar üç koldan terör dalgası dayatırken, devlet susmuş, tarikatlar, cemaatler ve diğer dini gruplar da başlarını kuma gömmüştü…
Hatta 1990’larda örgütün diğer fraksiyonu olan Menzilciler’e savaş açarak bölgede “tek hâkim güç” olmaya çalışan Hizbullah’ın “İlim Grubu” da, Güneydoğu’da cinayetler işlerken “PKK ile mücadele ediyor” diye göz ardı edilmişti…
Bu sırada Hizbullah “hicret” adı altında İstanbul’a gelerek onlarca kişinin kaçırılması eylemleri ile dikkat çekince, örgütün lideri Hüseyin Velioğlu, 17 Ocak 2000’de Beykoz’daki bir operasyonda öldürülmüş, hücreleri de büyük oranda dağıtılmıştı…
Radikal dinciler ve suskunluk!..
Hizbullah’ın saldırıları Türkiye’de sadece PKK’lıları, sol grupları ve laik çevreleri ürkütmemiş, örgütün eylemlerine göz yuman, sessiz kalan dini cemaat ve tarikatların da ağzına adeta fermuar çekmişti…
Hizbullah’ın etkisi nedeniyle bölgede istedikleri gibi örgütlenemeyen Fethullahçılar ise 2000’li yıllarda, özellikle istihbarat ve terörle mücadele birimleri içerisindeki müritleri üzerinden örgütü baskı altında tutmaya çalışırken, Hizbullah’a yönelik büyük operasyonlar da yapılmıştı…
Ancak herkes farkındaydı ki, Fethullahçıların amacı dinci terörle uğraşarak laik rejimi korumak değil, cemaatin Doğu ve Güneydoğu’da rahatça örgütlenmesini sağlamak (yani Hizbullah’ın doldurduğu boşluğu) ele geçirmekti…
Başta Fethullahçılar olmak üzere Süleymancılar, Nakşiler, Nurcular ve diğer tarikat ve cemaatlerin; solcular, Atatürkçü aydınlar, “PKK’lı” iddiasıyla Güneydoğu’da gençler, (Hatta Menzilci Hizbullahçılar bile katledilirken) başlarını kuma gömmesi, laik kesimlerin sindirildiği düşüncesiyle bir gaflet stratejisiydi…
Bu sırada Hizbullah, Urfa’nın Birecik ilçesinde, Diyarbakır ve çevresinde polisleri hedef almaya başlamış, sonunda silahları tamamen devlete doğrultarak Diyarbakır Emniyet Müdürü Ali Gaffar Okkan ve 5 polis memurunu şehit etmekten kaçınmamıştı…
Evet; buraya kadar sıraladığımız saptamaların asıl nedeni, Türkiye’de ilk kez bir cemaatin (İsmailağa) içinden radikal dinci gruplara dikkat çekilmesi ve gidişatın “büyük bir tehdit olduğunun” açıklanması…
İşte bu kapsamda, Cübbeli Ahmet olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü’nün son iki yıl içinde iki kez televizyonların canlı yayınlarında “Selefi” örgütlenmelere, (silaha sarılmış ve büyük katliamlar yapmış IŞİD tehdidine vurgu yapması) radikal dinci grupların geçmişte yaptıklarından ders alınması ve ileriki dönemde yaşanacak tehditler açısından olabildiğince yaşamsal…
Türkiye’de sol gruplar ve laik kesimler içinden Selefi yapılanmalara, radikal dinci terör (özellikle El-Kaide ve IŞİD’e dikkat çekilmesine) ne kadar boş verilmişse, bu tehdide İsmailağa cemaati içinden adeta bir isyan bayrağının açılmasına göz yummanın ne kadar büyük bir gaflet olacağı, geçmişte yaşanan sıkıntılardan anlaşılıyor olmalı…
Ne demişti peki Cübbeli Ahmet?.. Ve devlet korkunç iddiaları karşısında ne yapmıştı?.. İşte asıl mesele…
Cübbeli, tehdit ve ısrar!!!
Cübbeli Ahmet iki yıl önce CNN Türk’te Selefilere, silahlanmaya ve “iç savaş”  endişelerine dikkat çekerken, IŞİD’in onlarca hücresi Türkiye’nin çeşitli kentlerinde cirit atıyordu…
Bakınız Cübbeli Ahmet, 9 Eylül 2020’de CNN Türk’te neler demişti;
“Bu Selefi yapılanmayla ilgili ben 3-4 kez konuşma yaptım. 2 bin dernek var. Bu dernekler silahlanıyor. Şahıslar pompalı mompalı. Silahlanmayı engelleyin. İç savaşa hazırlanıyor. Özellikle Batman-Adıyaman tarafında… Oradaki Selefi akımla, Batman tarafında Şii tarafın çatışması hazırlanıyor… Barut gibi… Pompalı alımlarıyla, izinli, internetten bile satılır şekilde bu silah yayılıyor. Yarın bu işin önüne varamayız…”
Bu iddiaların ardından soruşturma başlatılırken, Cübbeli Ahmet’in üç saat boyunca ifadesi alınmıştı…Ancak Cübbeli’nin bu açıklamaları yapmasından önce de, sonra da, aslında IŞİD’e yönelik operasyonlar devam ediyordu…
Çünkü 2017’nin yılbaşı gecesi Reina eğlence merkezini basarak 39 kişiyi öldüren IŞİD, Urfa, Ankara, Diyarbakır, Bursa, İstanbul, Konya gibi kentlerde kuşatma altına alınmaya çalışılmıştı…Cübbeli’nin 2020 yılında yaptığı açıklamalarına rağmen hem sığınmacı adı altında (adeta terör göçü de sürünce) ve IŞİD operasyonlarında yüzlerce kişi yakalanınca, tehdidin devam ettiği anlaşılmıştı…
İşte Cübbeli Ahmet belki de bu yüzden geçen hafta Fatih Altaylı’nın karşısında Selefilere dikkat çekerek şöyle demişti;
“Türkler’de şu an Selefilik yüzde 3.6 ve ilerliyor… Bunların gizli yerlerde silahları var… Kendi basılacakları hücre evinde bulundurmuyorlar. Şu anda Türkiye’deki radikal Selefi gruplar son derece tehlikelidir…”
Evet; İçişleri Bakanlığı’nın son bir haftada, İzmir, İstanbul ve Adana’daki operasyonlarda 17 IŞİD üyesini yakalaması, Selefilerin örgütlenmekten vazgeçmediğinin en yeni kanıtı…
IŞİD, Selefilik üzerinden “cemaat”leşiyor mu, yoksa yeniden pusuda mı soruları elbette aydınlatılmalıdır…
Ancak Cübbeli Ahmet’in iddialarından yola çıkarak dört gündür bu köşede dikkat çektiğimiz Selefi yapılanmaları ve IŞİD tehdidine ilk kez bir cemaatin (İsmailağa grubunun içerisinden) dikkat çekilmesi ısrarla izlenmezse, radikal dinci terörün “darbe”ye kadar ulaşan tehdidinin başka versiyonları kaçınılmaz olacak!!!

* https://www.yenicaggazetesi.com.tr/pusudaki-cemaat–1-selefiler-teror-ve-tehdit-562967h.htm
* https://www.yenicaggazetesi.com.tr/pusudaki-cemaat–2-disarida-iceride-selefiler-563320h.htm
* https://www.yenicaggazetesi.com.tr/pusudaki-cemaat–3–selefiler-isid-ve-operasyon-563567h.htm
* https://www.yenicaggazetesi.com.tr/pusudaki-cemaat-4-563807h.htm
This entry was posted in DİN-İNANÇ, İrtica, RADİKAL İSLAM, SİYASAL İSLAM, TARİKAT VE CEMAATLAR, YOBAZLIK - GERİCİLİK. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *