GEÇMİŞİN İÇİNDEN * BAKKAL AMCA

BAKKAL AMCA


Ailelerimiz, sınıf kavramından habersiz ya da kullanmayı tercih etmeyen, orta halli diye anılmayı uygun bulan, bulmuş insanlardan oluşuyordu. Biz ise bakkalın önündeki çocuklardık. Birçok başka şeyin önünde, öncesindeydik o zaman. Malları oyun eden çocuklar. Mallardan oyun eden.
Benim çocukluğuma denk gelen 1960’lı, hatta 1970’li yıllarda mahalle çocuklarının kaldırımlarda, sokağın bir köşesinde vakit geçirmesi durumu için takılmak fiili kullanılmazdı. Biz takılmıyorduk Bizim Bakkaliyesi’nin önüne. İradi olarak orada olmayı seçmiştik. Takılmak, iradesizliğe ve elbette sıkıntıya işaret eder. Bunları çağrıştırır. Biz sıkılmıyorduk. O zamanlar ticaret sıkıntıya mahal vermezdi. Çünkü bütün bir mahallelinin sosyal hayatının özeti, temsili bakkalda geçerdi. Bakkal, mahalle ilişkilerinin kavşak noktası, bir dayanışma odağı, bir iletişim yerlemiydi 60’lar, 70’lerde.
Yetişkinlerin gündelik hayatını bir gösteri olarak seyrederdik biz bakkalın önünde. Orta halli ailelerin çocukları olmanın tadını çıkarır, bu durumla eğlenirdik.
Gemi azıyı almamış bir ekonominin, halkı henüz mutlak kontrolü altına almadığı bir dönemden bahsediyorum burada. Henüz idare edebildiğimiz yani. Hayatımızı ekonomi karşısında idare edebildiğimiz. Vitrindeki iştah açıcı her malı mütevazı hayatlarımıza katık edebildiğimiz.
Mutluluğunu, tatminini piyasaya teslim etmiş tüketim toplumu aileleri değildi bizimkiler. Büyüklerin memur, işçi maaşları hayatı idame ettirmeye yeterdi, mutlak yoksulluğa savrulmamış, idare eden orta halli ailelerdik. İdare eden, irade sahibi hâlâ. Tüketim toplumu değil, illa bir isim verilecekse katık toplumuyduk.
Havalar ısınır ısınmaz, biz neşeli çocuklar da, sabah sabah kızlık erkekli, Bizim Bakkaliyesi’nin önüne sökün etmeye başlardık hemen. Az önce malı oyun etmekten, ettiğimizden bahsetmiştim ya, her dönem bir başka malla denediğimiz bu işi, ilk kola ile yaptığımızı hatırlıyorum. Hepimiz hemen birer kola alırdık dolaptan, bir yerde çivimiz olurdu. Bir taşla çiviye vura vura kolanın kapağında bir delik açar, ondan sonra da kolayı saatlerce, hamam suyu gibi ısınmışken hâlâ, damla damla içer, idare ederdik. Kolayı idare eder, damla damla katık ederdik oyunlarımıza, sohbetlerimize. Tüketimle, malın dayattığı tüketme biçimiyle dalgamızı geçerdik.
Şişeyi açmakla, bizim durumumuzdaysa delmekle, şişeyle ne yaptığımızla. İçeceğin tarif edilmiş tüketiminden değil içme eylemini uzattıkça uzatmaktan keyif alıyorduk. Şişeyi elimizde tutmaktan. Arada bir ağzımızı tatlandırmaktan.
Amerikan filmlerinde gördüğümüz ve özendiğimiz karton meşrubat kutusunu ilk üçgen prizma kutuda piyasaya sürülen bir meyve suyu markası ile elimize aldık. Neyse, nostalji girince işin içine, reklam değeri çoktan geçmiş oluyor marka adı anmamın, şaşırır da eklersem bir yerde malın markasını, reklamdan saymayın.
İşte bu üçgen prizma karton meyve suyu kutularıyla durum iyice değişti, daha da Japonlaştı. Artık o enfes meyve nektarının önemi hiç kalmamıştı, plastik pipetten bir iki solukta çeker bitirir sıvıyı, işin bütün keyfini içme sürecinden değil delikli yüzü alta gelecek şekilde yere koyup üstüne basarak patlattığımız karton kutunun infilak sesinden çıkarırdık.
Yine malın kullanım değerinden vazgeçmiş, malın tüketim artığından anlık, estetik, yeni bir değer üretmiştik.
Gazozun içine atılan sarı leblebi ile ulaşılan sıvı ile katının çelişkisi, böyle böyle ticaretin orta yerinde eğlencenin dibine vurmak… Çelişkiden tat almak… Çelişki, çelişki, çelişki…Bir sınıf çelişkisini bilmezdik ama… Öğrenmemiştik daha… İşlermiş meğer bir yerde, her yerde…
Yetişkinler biliyor olmalıydı, terminolojisine vakıf olmayanlar da hissetmiş olmalı etinde, kemiğinde sınıf çelişkisini… Babam, her akşam dolabından küçük bir defter çıkarır, o günün harcamalarını not ederdi. Bizim yanımızda renk vermezlerdi. Çünkü darboğazları bizden gizlemeye el verirdi o dönemin yerel, mahalli iktisadi ilişkileri.
Onlar için de zaten bakkala gitmek, bakkala gelmek sadece alışveriş değildi. Daha doğrusu alışverişti de, birkaç şekilde… Haber alış, haber veriş, yeni dostlar ediniş, yeni tanışlara selam veriş, selam alış, komşuluğu ilerletiş, keyif veriş. Bazen malı alış, parayı verişi bahane ediş… Her halükârda keyifli bir alışveriş…
Adeta bir otel rezervasyon masasının ardı gibi anahtarlar asılı olurdu Bakkal amca’nın arkasında. Mahalleliler anahtarlarını diğer aile fertlerinin alabilmesi için bakkala teslim ederlerdi bir yere giderken…
Maaş günleri Bakkal amca’nın kabarık veresiye defteri bütün gün açılır, kapanırdı. Ama kimse sıkıştırılmazdı Bizim Bakkaliyesi’nde ödeme gecikti diye. Paraya sıkışanlar için bile ferah, geniş bir yerdi Bizim Bakkaliyesi.
Kimler gelir, kimler geçerdi Kısmet Bakkaliyesi’nden. Heterojen bir mahalleli topluluğunun mensupları, farklı yaşam tarzları, sosyoloji, milliyet, dil farklarına rağmen, o dükkandaki alışveriş esnasında mahallelilik ideolojisini yeniden üretirdi.
Nostalji değil bu yaptığım ya da belki payı vardır nostaljinin Bizim Bakkaliyesi’ni hatırlayışımda ama esas bahsettiğim nostalji değil burada, sosyoloji, ekonomi, bir başka, farklı ekonomi…Hâlâ insaniyete, hâlâ dayanışmaya, hâlâ anlayışa el veren, yer açan mütevazı bir ekonomiyi işletme durumu, ticari yaklaşım…
Bakkal amca, çoğumuzun çocukluğundan hatırladığı diğer bakkal amcalar da, yani onların da çoğu ekonomiyi insanileştirici bir işlev görürdü. Hâlâ yolum oralara düştüğünde yada klasik bir bakkal gördüğümde oturur, bir gazoz içerim dükkânın önünde…
This entry was posted in GEÇMİŞİN İÇİNDEN YAŞAM. Bookmark the permalink.

One Response to GEÇMİŞİN İÇİNDEN * BAKKAL AMCA

  1. Emin says:

    Toplum 12 eylül darbesiyle ve Özal iktidarıyla beraber yeni dünya düzenine kavuştuk.!!gazozların yerini cola aldı..emperyalizm cola hamburgerle ülkeleri işğal ediverdi.caddelerde kredi dağıtılarak halk tüketime alıştı….gelecek kayğusıyla bütünleştik.fatura ödemek halkın kaderiyle oynayan işbirlikçi iktidarlar tarafından geleneklerimiz heba oldu.sayğılarla.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *