KİTAP – İblisin Kıblesi
Araştırmacı yazar Cengiz Özakıncı
1945’ten 28 Şubat’a ve günümüze Türkiye’de İslamcılık ve Emperyalizm
Siyasal islamcılığa karşı olanları Batının maşası olarak gösteren bu yazısı, askerleri Batıyla el ele verip İslamı ezenler olarak nitelendiriyordu. 1948 doğumlu Siyasal İslamcı yazar Ahmet Taşgetiren, İmam-Hatip Lisesi mezunu, Yüksek İslam Enstitüsü’nde okumuş ve 1968’de kurulan İslamcı Yeniden Milli Mücadele Hareketi içinde yer almış… Yani kendisi Batı’yla, Amerika’yla, Amerikan uydusu olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’yle ve NATO’ya bağlı Türk Ordusu ile elele verip, o yıllarda bağımsızlık diye tutturan yurtseverlere karşı savaş açanlardan. Nasıl mı? Görelim.
Amerikan güdümlü İslamcı “Yeniden Milli Mücadele” Hareketi
Geçmişte Ahmet Taşgetiren’in de üyesi olduğu, 1967-1972 yılları arasında etkinlik gösteren “Yeniden Milli Mücadele Hareketi”nin kurucularından İrfan Küçükköy, ‘Bir Uyanışın Anatomisi‘ adlı kitabında, Amerikan yandaşı olan bu İslamcı örgütün Amerikan karşıtı sola ve bağımsızlık isteyen yurtseverlere düşman olduğunu ortaya koyuyordu. Örgütün önemli adlarından Mehmet Özutku, bu kitap üzerine yaptığı açıklamalarda örgütün Amerikan İşbirlikçisi Siyasal İslamcı bir yapıda olduğunu açıklarken şöyle diyordu:
Bizim takip ettiğimiz politika ile Amerika’nın veya Türk devletinin takip ettiği politikalar arasında uyuşan noktalar vardı. Mesela, Amerika da anti-komünistti, biz de öyleydik. Türk devleti anti-kapitalist, anti-Siyonist, milli değerlere bağlı bir devletti, biz de böyleydik. ABD’nin ve Türk devletinin desteğini almak benim işime geliyordu, benim desteğim almak da ABD’nin ve Türk Devletinin işine geliyordu. Tabii temel kimliğimiz İslam.2
Amerikan güdümlü Yeniden Milli Mücadele Hareketi kurucularından İrfan Küçükköy’ün kendi yayını olarak bastırdığı “Bir Uyanışın Anatomisi” adlı kitabın kapağı (solda).
Hareketin önderi Aykut Edibali
Bu kitapta açıklandığına göre, Aykut Edibali’nin önderliğini yaptığı harekette Ahmet Taşgetiren’den başka, Melih Gökçek, Cemil Çiçek, Halil Şıvgın, Ali Müfit Gürtuna, Hüseyin Gülerce, Burhan Özfatura ve Taha Akyol gibi Türkiye siyasetinde etkin ünlüler yer alıyordu.
Amerikancı İslamcı “Yeniden Milli Mücadele Hareketi”nin Ünlüleri
CNN Türk genel yaym yönetmeni Taha Akyol (solda), 1989-1991 yılları arasında Sağlık Bakanlığı yapan Halil Şıvgın (ortada), Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek (sağda).
Adalet Bakara Cemil Çiçek (solda), İstanbul Belediye Başkanlığı yapan Ali Müfit Gürtuna (ortada), 1984 ve 1994 yıllarında iki kez İzmir Belediye başkanlığı vapan Burhan Ozfatura (sağda)
İçinde yer aldığı bu Amerikancı İslamcı harekete ilişkin Cemil Çiçek, Yeni Şafak’ta yayınlanan söyleşisinde: “Yeniden Milli Mücadele’çiler devletin ilgisi ve bilgisi dahilinde çalıştı.” diyordu. Bu Siyasal İslamcılar, Amerika’yla olduğu denli, devletin ve ordunun da ilgisi ve bilgisi kapsamında çalışmışlardı ve onları Yüzbaşı Ziya Uygur eğitmiş ve yönlendirilmişti.3
Özetle, gerçek, Siyasal İslamcı yazar Ahmet Taşgetiren’in söylediklerinin tam tersiydi. Asker, 27 Mayıs, 12 Mart ve 28 Şubat’ta kısa süren kesintiler dışında, son 60 yıllık geçmişimiz boyunca Batıyla, Amerika’yla elele verip Siyasal İslamcılığı desteklemiş ve onlan solun, Amerikan karşıtlarının, ulusal bağımsızlık isteyenlerin, Atatürkçülerin üzerine saldırtmıştır. Siyasal İslamalar, 1945’ten sonraki varlıklarını ve gelişmelerini Amerika’ya, Batı’ya, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne ve ordusuna borçludurlar.
İmam-Hatipçi Genelkurmay ve Cumhurbaşkanı Ülke Yönetiminin Kilit Noktalarına İmam-Hatiplileri Yerleştiriyor!
Bakın E. Orgeneral, Genelkurmay Başkanı, 1966-1973 arası Cumhurbaşkanı olan Cevdet Sunay, 1969’larda ne diyor?: Bugünkü (1968-1969) laik okullar birer anarşi yuvası haline geldi. Bu laik okullardan yetişen gençlere memleket idaresi teslim edilemez. On yıl sonra bunların hepsi işbasına geçecekler. Onlara nasıl güvenebiliriz? Hem biz laik okullara karşı İmam-Hatip Okullarını “bir alternatif” olarak düşünüyoruz. Devletin kilit mevkilerine yerleştireceğimiz kişileri bu İmam-Hatip- okullarında yetiştireceğiz.4
Emekli Orgeneral, Genelkurmay ve Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın ülke yönetiminin kilit noktalarına İmam-Hatip mezunlarını yerleştirmek düşüncesi, yaşanan gerçekliğe baktığımızda, adım adım gerçekleşmiş buluyor. Toplum önünde Atatürkçü söylevler çekip Atatürkçü demeçler veren askerler de kapalı kapılar ardında Amerika’nın baskısı altında, isteyerek ya da istemeyerek, Siyasal İslamcılığı besleme, palazlandırma, yönetime getirme buyruğunu yerine getiriyorlardı.
Siyasal İslamcı Askeri İstihbaratçılar
1981’de Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüdler ATAŞE Başkanı olan Tümgeneral Mahmut Boğuşlu, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi 1985 yılı ilk sayısında, “Türkiye’de Laiklik ve irtica Üzerine Psikolojik Harekat” başlıklı yazısında şöyle diyordu:
Kur’an’ı Kerim’i ezbere bilen hafızların yanında Türkler bu mukaddes kitabı 10-15 dakikada ve 3-5 sahifede özetleyebilecek derecede bilgi sahibi olmalıdır. Din adamı tipinde değişikliğe gidilmeli, her türlü meslekten; hakimden, savcıdan, avukattan, lise öğretmeninden, doktordan, gemi kaptanından yeni bir tür din adamları yetiştirilmelidir. Bu arada sayıları son yıllarda artan İmam Hatip Okulları reorganize edilmeli, bu okullara endüstriel, ticari, turistik vs. hüviyetler de kazandırılmalıdır.5
Bütün Siyasal İslamcıların iştahını kabartacak bu önerileri 1980’lerde yapan kişi, Necmettin Erbakan ya da herhangi bir başka Siyasal İslamcı filan değil; Atatürkçü laik olarak bilinen, 27 Mayıs 1960’da Milli Birlik Komitesi İstihbarat Koordinasyon Kontrol Kurulu üyesi, 1962’de Harp Okulu İstihbarat ve Eğitim Şube Müdürü, 12 Mart 1971’de Kara Harp Akademisi Öğretim Üyesi, 12 Eylül 1980’de ATAŞE Başkanlığı yapmış bir Askeri İstihbarat Generaliydi. Tümgeneral Mahmut Boğuşlu’nun bu önerileri, ordunun Siyasal İslamcı yazar Ahmet Taşgetiren’in dediği gibi;
“Batıyla elele verip İslam’a savaş açmış filan olmayıp, tam tersine, Amerikan baskısı altında Batıyla elele vererek Siyasal İslamcılığı palazlandırmış olduğunun bir başka kanıtıdır.”
Siyasal İslamcılığın Amerikan güdümünde palazlandırılmasında askerin ne ölçüde etkin olduğunu “Türkiye’nin Siyasi İntiharı: ‘Yeni-Osmanlı’ Tuzağı” adlı kitabımda belgeleriyle yazdığım için, burada bu bir kaç örnekle yetiniyorum. Dileyen o kitabımda daha geniş açıklamalar bulabilir.
Kimi Siyasal İslamcılara göre: Amerika’ya hayır demek hainlik, namussuzluk…
Ahmet Taşgetiren’in Yeni Şafak’taki yazısı, bana, Yaşar Kaplan adlı bir başka yazarın, Siyasal İslamcı MNP-MSP-RP-FP çizgisinde yayın yapan Akit gazetesinde yayımlanan 21.7.1996 günlü şu yazısını anımsattı:
BİZİM SOLCULAR HAİN, GAFİL VE NAMUSSUZDUR!..
Yaşar Kaplan / Akit
“Türk solu, Türkiye’yi karıştırmak ve hep geri kalmış ülkeler arasında tutmak isteyen dış güçlerin emellerine hizmet etmekten başka bir misyon üstlenmemiştir. Yani Türk solu her zaman dünya sağının (kapitalist, emperyalist ağaların) hizmetinde olmuş ve doğrusu efendilerine gönüllü olarak verdikleri hizmetlerde kusur etmemiştir. Solcular sadisttirler, muzırdırlar, namussuz ve nankördürler. Gafildirler, haindirler. Hatta denebilir ki bunların dünyada Doğrusunu isterseniz, altmış yıllık Amerikan beslemesi Siyasal İslamcılığın, bağımsızlıktan yana olan Amerikan karşıtlarına “sadist, muzır, namussuz, nankör, gafil, hain” diyerek saldırdığı böylesi yazıları okuyunca, “Müslümanlık bu değil! İslam bu değil! Din bu değil!” diyorum. Kur’an’da yalan şiddetle kınanırken, İslamcı yazarların nasıl gerçekleri böylesine alt üst eden yazılar yayımlayabildiğine şaşmıyorum. Biliyorum ki Müslüman başka islamcı başka şeydir. Simit satan adama simitçi denildiği gibi, İslam’ı satan adama da İslamcı denir.”
Amerikancı-İslamcı İlim Yayma Cemiyeti: İslamcı Siyasetçi ve Bürokrat Fabrikası
Siyasal İslamcıların kendilerini yurtsever, Amerikan karşıtlarını vatan haini ve namussuz olarak gösteren yalanlarını çürütmek hiç zor değil. Ülkemizde Amerikan güdümle Siyasal İslamcılığın 1945’ten sonraki ilk odağı sayılabilecek, 1951’de kurulan ve şu anda Türkiye’yi yöneten Siyasal İslamcı kadroların pek çoğunu yetiştirmiş bulunan ilim Yayma Cemiyeti biraz incelenirse, Siyasal İslamcılığın Amerikan beslemesi ve işbirlikçisi olduğu gerçeği apaçık ortaya çıkar. Siyasal İslamcı Milli Gazete’de Sadık Albayrak şöyle övüyor bu kuruluşu:
“İlim Yayma Cemiyeti’nden kimler yetişmedi ki?.. Hukukçular yetişti, doktorlar çıktı ortaya.. Bir kaç üniversiteyi yönetim ve ilim kadrosu ile, evirip çevirecek bir noktaya geldi! Ülkeye nizamat verecek bir siyasal erke ulaştı!..”6
“Ülkeyi yönetecek bir siyasal erke ulaşan” bu İslamcı Cemiyeti kendi belgeleriyle tanıyalım önce. Cemiyetin 1967’de yayımladığı tanıtım kitapçığı şöyle:
13 Mayıs 2000 Milli Gazete
Bu kitapçıktan cemiyetin yetiştirdiklerini “ülkeyi yönetecek siyasal erke ulaştıran” çalışmalarının neler olduğunu görelim şimdi:
İşte 11 Ekim 1951’de kurulan ve Milli Gazete yazarı Sadık Albayrak’ın 13 Mayıs 200 günlü yazısında, yetiştirdikleriyle “ülkeye nizamat verecek siyasal erke ulaştı” dediği İlim Yayma Cemiyeti, kendi tanıtım kitapçığından görüleceği üzere bir “İmam Hatip Fabrikası” olarak kurulmuştu. Açtıkları İmam Hatip okullarını, devletin laik okullarından kat be kat büyük olanaklarla donattıklarını özenle belirtiyorlardı. 10 Şubat 1953’te kamu yararına sayılarak vergiden bağışık kılınan İslamcı İlim Yayma Cemiyeti’‘nden yetişenler, gerçekten de ülke yönetimini, siyasal erki adım adım ellerine geçirmişlerdi. Fakat ülkenin yönetimini ellerine geçiren İlim Yayma Cemiyeti bağlantılı İmam-Siyasetçi ve İmam-Bürokratların neredeyse tümünün ortak bir özelliği vardı: Amerikancılık…
CIA tarafından “Türkiye’nin gelmiş geçmiş en Amerikancı Devlet Adamı” olarak nitelenen İlim Yayma Vakfı kurucusu Cumhurbaşkanı Turgut Özal.
Bürokrat, milletvekili, bakan, başbakan ve cumhurbaşkanı olarak ülke yönetimine yıllarca damgasını basan İslamcı Turgut Özal da İlim Yayma Cemiyeti’nin Vakıf kurucuları arasındaydı.
Türkiye’yi Siyonist-Masonlar mı yönetiyor, Yoksa Çoğu İlim Yayma Cemiyeti’nden yetişen Amerikancı Siyasal İslamcılar mı?
AKP Milletvekili Bülent Arınç da Türkiye’nin yönetim basamaklarına yerleşen İslamcıların çoğunlukla İlim Yayma Cemiyeti bağlantılı oldukları gerçeğini 30 Mart 2003 günü İstanbul’da düzenlenen İlim Yayma Cemiyeti Genel Kurul Toplantısı’nda yaptığı konuşmada şöyle açıklıyordu:
“İlim Yayma Cemiyetinin bugüne kadar yaptığı bu mütevazı ama adeta bir tohum gibi, toprak altına atılıp, sonra sümbüller, güller verdiği gibi, o büyük hizmetlerini tebrik etmek için geldim… İlim Yayma Cemiyeti’nin, şu önümüzdeki dosyalara baktığınızda da göreceksiniz ki, yaptığı okulları devletin bütçesiyle yapmak mümkün değil, yaptığı yurtlan eğitimin bütçesiyle yapmak mümkün değil, verdiği bursları da, yine, kamu harcamalarıyla yerine getirmek mümkün değil. İlim Yayma Cemiyeti, Türkiye’nin her yerinde var. Okullarıyla, yurtlarıyla var, öğrencilerimize sağladığı imkânlarla var Bakanlarımız, genel müdürlerimiz var; belediye başkanlarımız var; Silahlı Kuvvetlerimizden emekli olmuş, ayrılmış; ama, bu güzel hizmeti götürenlerimiz var; .. toplumun bütün kesimlerinden, bu hayırlı hizmete şu veya bu şekilde katkısı olmuş değerli insanlarımızın buluştuğu İlim Yayma Cemiyetimiz var… İlim Yayma Cemiyeti’nin başkanı, bir emekli tuğgeneraldi. [1980-1981 yıllarında Milli Güvenlik Konseyi Devlet Başkanlığı Genel Sekreter Yardımcılığı yapan General Hasan Sağlam, emekli olduğu 1986 yılından itibaren 2002 yılına dek aralıksız olarak İslamcı İlim Yayma Cemiyeti’nin Genel Başkanlığını yapmıştır-eb] Aramızda, belediye başkanları var, genel müdürler var, müsteşarlar var, bakanlar var, milletvekilleri var, tüccar var, sanayici var, işadamı var… Bunlar bizim en büyük sermayemizdir ve gücümüzdür.”
ilim Yayma’cı Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Bülent Arınç
Arınç’ın Amerikancı İslamcı İlim Yayma Cemiyeti’nin ülke yönetimindeki gücüne ilişkin anlattıkları, Masonların ülke yönetimindeki gücü konusunda anlatılanlara çok benziyordu. İslamcı yayın organlarında ülkenin perde gerisinden masonlarca yönetildiği söyleniyor, fakat perdenin önündeki yöneticilerin büyük bir çoğunluğu İlim Yayma Cemiyeti’nce kurulmuş İmam Hatip Okulu mezunlarından oluşuyordu.
İslam’la Masonluk Bağdaşır mı?
Ülkeyi perde gerisinden masonlar, perde önünde İslamcılar yönetiyorsa, bu durumda perde gerisindeki masonların ülkeyi perde önündeki İslamcılar aracılığıyla yönettikleri düşünülebilirdi. Masonluğu öven İslamcıların varlığı bu bağlamda oldukça anlamlıydı.
Almanya İslam Konseyi’nin Mason Başkanı Muhammed Salim Abdullah
Bunlardan biri olan Muhammed Salim Abdullah Almanya İslam Konseyi Başkanı olduğu 1994’te Milli Görüş Vakfı ile birlikte çalışırken Mevlana düşüncesinin Masonlukla birebir örtüştüğünü söylüyor, masonluğa giren ünlü Müslümanların adlarını sayıp döküyordu. Kendisi de masondu ve 1966’dan bu yana Pfalz Eyaleti’nde Zweibrücken Locası’na bağlıydı. 1980’de bu locanın 17 nolu yıllığında yayımlanan yazısı “İslam’da Masonluk İzleri” başlığını taşıyordu.7
İlginçtir, Masonluk ulusal değerlere karşı olduğu gibi, siyasal erke ulaşan Amerikancı İslamcı İlim Yayma’cılar da ulusal değerlere aykırı görüşler taşıyordu çoğunlukla. 24 Eylül 1996 günü T.B.M.M.’de “Ben, Urfa’dan İstanbul’a ilk gittiğim zaman, Çarşıkapı’daki İlim Yayma Cemiyeti Yurduna geldim. Öğrencilerimizin, inşallah, Anadolu’nun her tarafında, yurtlara kavuşmasını temenni ediyoruz,” diyen RP Şanlıurfa milletvekili İbrahim Halil Çelik ulusal değerlere karşıt görüşlü sayısız İlim Yayma’cıdan yalnızca biriydi.
İlim Yayma Cemiyeti’nden yetişen Siyasal İslama RP eski Urfa Milletvekili İbrahim Halil Çelik 17 Ocak 1993’te RP İl Teşkilatı’nın Kahramanmaraş Spor Salonu’nda düzenlediği toplantıda; “70 yıldır Allahsızlık rejimi ile yönetiliyoruz. Atatürk ve Firavun Allahsızlık iddiasında bulunuyorlar,” diyerek İlim Yayma’dan hangi düşünce yapısında yöneticiler çıkabildiğini ele veriyordu Çelik..
İlk İmam Hatip Okullarını Açan İslamcı İlim Yayma Cemiyeti’nin Amerikan Büyükelçiliğiyle Bağlantısı
1951’de açmaya, başladığı İmam Hatip okulları ve öğrenci yurtlarından günümüzde ülke yönetimine damgasını vuran İslamcı siyasetçiler çıkartan İlim Yayma Cemiyeti’nin 1952 yılında yayımladığı bir kitap, ülkemizdeki Siyasal İslamcılığın dolaylı olarak değil doğrudan doğruya Amerika tarafından beslendiğini yadsınamaz bir biçimde kanıtlıyordu. İmam-Hatip Okulları ve yurtları kurmayı kendisine görev edinen İslamcı İlim Yayma Cemiyeti’nin, yayınlarına Kur’an ile değil de Türk gençlerinin Amerika’da öğrenim görmesini özendirici, Amerika’ya gidecek Türk öğrencilere Amerika’yı sevdirmeyi amaçlayan bir kitapla başlaması oldukça anlamlıydı. Baş görevi İmam-Hatip Okulları açmak olan bu ilim Yayma Cemiyeti’nin kurulur kurulmaz yayımladığı kitabın adı, yandaşı bulunduğu yabancı odağı apaçık ele veriyordu: Amerika!
Yukarıda tıpkı basımını verdiğimiz İlim Yayma Cemiyeti imzalı “önsöz”de açık açık belirtildiği üzere, bu kitabın yayın yükümlülüğü doğrudan doğruya “Amerika Birleşik Devletleri Sayın Büyükelçisi” tarafından, İmam Hatip Okulları kurmayı amaç edindiği tüzüğünde yazılı bulunan bu cemiyete verilmişti.
Amerikan Büyükelçisi George.Mc Ghee “tak!” diye “çevirin, yayın!” buyuruyor, İmam Hatip okulları kurmayı görev edinmiş İslamcı İlim Yayma Cemiyeti de “şak!” diye basıp yayıyordu. Bu gerçek, kitabın daha ikinci sayfasında belgeliydi.
İmam-Hatip okulları açacağız diye kurulan İslama İlim Yayma Cemiyeti Amerikan Büyükelçiliğince kendilerine yazılan 11 Eylül 1952 tarihli mektup üzerine “Amerika” adlı kitabı çevirip yayımlıyordu. İmam Hatipçilere bu kitabı yayımlatan, Amerikan Büyükelçisi George McGhee’ydi.
Ülkeyi İmam-Hatip okullarıyla donatmak amacıyla 1951’de kurulan İlim Yayma Cemiyeti’ne yayın aracılığıyla destek veren Amerikan Büyükelçisi McGhee.
1951’de kurulan İslamcı İlim Yayma Cemiyeti’nin Amerikan Büyükelçiliği’yle ilişkisi, bir yandan İmam-Hatip okulları açarken bir yandan Amerikan severlik aşılayan yayınlar yapması, ülkemizde gelmiş geçmiş bütün Siyasal İslamcı politikacı ve yazarları yetiştiren bu cemiyetin doğrudan kendisinin Amerikan beslemesi olarak kurulduğunu belgeliyordu. Türkiye’deki Amerikan okullarının 1930’lu yıllarda Atatürk tarafından kapatılmasının intikamını, 1950’li yıllarda Atatürk’e söven imamlar yetiştirilmesini destekleyerek alıyordu Amerika… 1952’de ilk somut belgesini gördüğümüz bu destek, kesintisiz olarak içinde yaşadığımız 2000’li yıllara uzanıyordu.8
Kurucuları arasında Fahrettin Kerim Gökay gibi Masonlar ve emekli generallerin bulunduğu. Amerikan Scientologı/ tarikatıyla adaş olan İslamcı İlim Yayma örgütüyle ilgili diğer bilgileri “Türkiye’nin Siyasi İntiharı: ‘Yeni-Osmanlı’ Tuzağı” adlı kitabımda verdiğim için (Otopsi Yayınları- 5. basım- Eylül 2005), burada yeniden ayrıntıya girmeyi gereksiz buluyorum.
1950’lere ilişkin bu örneği, Ahmet Taşgetiren, Yaşar Kaplan, vb. gibi kendileri dışındaki her kesimi yabancı uşak-lığıyla suçlayan keskin Siyasal İslamcı yazarların sözcülüğünü yaptıkları İslamcılığın, Amerikan Büyükelçileri tarafından nasıl tohumlanıp hangi yollarla nasıl beslendiğini göstermek için verdim. Türkiye’de 1945’ten başlayarak adım adım yayılan ve günümüzde ülkenin yönetimini eline geçirmiş bulunan Siyasal İslamcılığın Soğuk Savaş döneminde Amerika’nın Sovyetlere ve ulus-devletlere karşı kullandığı bir koz olduğu, 1945’ten bu yana sayısız kanıtlarla ortada olan bir gerçek. Bu kullanımın kimilerinin sandığı gibi Soğuk Savaş Dönemi’yle birlikte sona ermiş olmadığı9, kesintisiz olarak bugüne dek sürdüğü, Türkiye Cumhuriyeti 60 yıldır Amerika tarafından beslenen Siyasal İslamcılar eliyle yıkılana dek süreceği de bir gerçek. Amerikan güdümlü Siyasal İslamcılığın nasıl adım adım iktidara tırmandığını daha iyi kavrayabilmek için, 2969 Kanlı Pazar olayına şöyle bir göz atmak yeterli.
Bkz: Engin Ardıç, Değinmeler, Dincilerin Hüzünlü Çelişkisi: “Sovyet komünist imparatorluğuna karşı stratejik olarak oluşturmaya çalıştığı “yeşil kuşak” girişiminden vazgeçti Amerika… Gerek kalmadı, çünkü komünizm bitti, Sovyet imparatorluğu da dağılma sürecinde”… Engin Ardıç’ın 1991-1992’de yaptığı bu saptamaların geçersizliği, o günlerden bugüne yaşanan sayısız’ o-layda ortaya çıkmıştır. İlk kez 1970’li yıllarda Zbignevv Brezinski’nin ortaya attığı sanılan “Yeşil Kuşak” stratejisi, 1. Dünya Savaşı’nda Hitler Almanyasının ve bundan da önce 1. Dünya Savaşı öncesi Osmanlı’yı Panislamizme-Pantürkizme sürükleyen Almanya’nın yaşama geçirmek istediği bir stratejiydi. Amerikalılar bu stratejiyi kendileri yaratmamış, Almanlardan devralmışlardır. Elinizdeki kitabın ikinci bölümünde bu konu işlenmektedir.
Cengiz Özakıncı – İBLİSİN KIBLESİ