PKK TARAFINDAN KATLEDİLEN NEŞE ALTEN ÖĞRETMENİN İÇ YAKAN HİKAYESİ

Kan donduran katliam

Mustafa Önsel – 29 Ekim 2019


Neşe, Tekirdağ ili Şarköy ilçesinde, 1972 yılında, Alten ailesinin en küçük kızı olarak dünyaya gelmişti. Bilinçli bir tercihle seçtiği Eğitim Fakültesinden 1993 yılında mezun oldu. Ataması da aynı yıl içerisinde, o yıllarda terörün zirve yaptığı yerlerden biri olan Diyarbakır’ın Bismil İlçesine yapıldı.

Neşe çok sevinçli idi. İnsan eğitmenin ne kadar önemli olduğunu biliyordu. Çoğunluğun aksine, özellikle eğitimin daha düşük seviyede olduğu bir bölgeye gitmek, onu daha da mutlu etmişti. Oradaki çocukları yetiştirecek, faydalı insanlar olmalarını sağlayacaktı. Bundan daha büyük bir mutluluk olabilir miydi?

Ama ailesi için bu atama büyük tedirginliğe sebep olmuştu. Çünkü bölücü örgüt, öğretmenleri, “Türk asimilasyonunun” en önemli parçası sayarak, eylem yapma kararı almıştı. Emri, açılım sürecinde devlet yetkililerince, “kanı durdurmak için herkesle görüşülür” denilerek müzakere yapılan Apo vermişti.

Neşe, 22 yaşına yeni girmişti. Çıtı pıtı, çocuk görünümlü bir kızcağızdı. Bir yandan abi, bir yandan iki abla ve anne baba üzerine titriyorlardı. Biraz el bebek gül bebek büyütülmüştü. Kesinlikle kıyamıyorlardı ona.

Vazgeçirmek için yoğun çaba harcadılar. Ama Neşe; “Bayrağımın dalgalandığı her yere giderim. Ben gitmesem, o gitmese, oraları kim aydınlatacak. O insanlara kim doğruyu yanlışı gösterecek, onları kim eğitecek. Karanlıklar yerini başka türlü nasıl ışığa bırakacak” diyor da başka bir şey demiyordu.

Neşe’nin ailesi anlamıştı kızlarının vazgeçmeyeceğini. Yapacak bir şey yoktu. Bunun üzerine babası, “seni yaban ellerde yalnız başına bırakamam. O zaman ben de seninle geliyorum” demişti. Böylece baba kız Tekirdağ’dan Diyarbakır’a, oradan da söz konusu ilçeye gitmek için yola çıktılar.

İlçeye geldiklerinde İlçe milli eğitim müdürlüğünden nokta tayinin, teröre müzahir bir köy olan Çavuşlu’ya çıktığını öğreneceklerdi. Baba biraz tedirgin olsa da Neşe’nin mutluluğundan hiçbir şey eksilmedi. Hemen ertesi gün köye hareket ettiler. Köye ulaşır ulaşmaz, Neşe merakla hemen görev yapacağı okula gitti. Zaten oturacağı lojmanda okulun bitişiğindeydi.

Ancak okulun hali içler acısı idi. Camlar ve sıralar kırılmış, duvarlar yıllarca boya görmemişti. Neşe çok iyi bir okul göreceğini ummasa da bu kadarını tahmin etmemişti. Ama moralini bozmadı.

Ertesi gün başta köy muhtarı olmak üzere köyün ileri gelenleri ile konuşup, eksiklikleri gidermek için yardım istedi. Ama talep ettiği destek konusunda köylülerin isteksizliğini fark etmişti. “Parasını ben vereyim, usta bulun yaptıralım ve okulumuzu çocuklarımıza yakışır hale getirelim” deyince, bir sonraki gün okulda gerekli onarım işlemleri başlamıştı.
On gün sonra okul artık öğrenim için hazır hale gelmişti. Tabii bu onarım işi, Neşe’nin iki maaşını alacaktı. İlk maaşının büyük çoğunluğunu ustalara verip, kalanını borçlandı.
Dersler başlamıştı, Neşe’nin neşesine de diyecek yoktu. Sanki öğretmen değil bir ışık kaynağıydı gerçekten. Öğrencilerinin her sorunu ile ilgilenmeye çalışıyordu.
Fakat unuttuğu bir şey vardı; yarasalar ışıktan değil karanlıktan hoşlanırdı. Çünkü karanlık onların yaşamalarını borçlu oldukları olmazsa olmaz ortamlarıydı. Tahammül edemezlerdi Neşe’lerin ışığına. Kısa süre sonra ışığı söndürmeye karar verdiler…

Takvimler, 1993 yılının 26 Ekim’ini göstermektedir. Neşe öğretmen, yorgun argın gelir okuldan. Babası ile biraz hoş beş ettikten sonra program defterine ertesi gün yapacağı dersin programını yazar.

Biraz dinlendikten sonra akşam yemeği için babasına, “Babacığım, akşam biraz sivri biberimiz var istersen onları kızartayım. Ekmek ve yoğurtla bir güzel yeriz. Okulun tamirat işleri ile ilgili olarak biraz açıldık. Biraz böyle idare edelim ne dersin” diye sorar. “Kızım benim için fark etmez, az yemek benim gibi yaşını başını almışlar için daha iyi olur. Sen beni dert etme” der babası.

Yemek yapmak için henüz bir ocakları bile yoktur. Bir tane mavi piknik tüpü, bir tane de tavaları bulunmaktadır. Biberleri kızartmak için hazırlar ve tavaya koyar. Yoğurdu çıkartır, ekmekle beraber masaya bırakır. Bu arada köydeki köpekler sürekli havlamaktadır. Havlamanın ötesinde ağlar gibi ulumaktadırlar. Hava iyice kararmıştır. Dışarıda köpek ulumaları ve rüzgârın sesinden kapının vurulduğunu başlangıçta duymazlar.

Sertçe vurulmaya devam edince duyarlar ve baba kapıya seğirtir, “Kim o?” diye seslenir. “Açın köydeniz, hoca hanımla bir konu görüşeceğiz” derler kapıyı çalanlar. Baba tereddüt etse de yanına gelen Neşe, belki köyde bir sorun olmuştur, bizden yardım istemeye gelmişlerdir düşüncesi ile “Çekinmeye gerek yok açalım babacığım” der ve kapıyı açar.
Açar açmaz iki yarasayı silahları ile karşılarında bulurlar. “Dışarı çıkın“ der, biraz daha öndeki yarasa. Oldukça düzgün bir şivesi vardır. Neşe, içinden “Bunlar terörist ama bize hitap eden Türkçeyi iyi konuşan, tahsilli biri, demek ki onun da benim gibi bir öğretmeni olmuştur. Onun için bize bir şey yapmazlar, propaganda yapıp gideceklerdir” diye geçirir muhtemel içinden. İşin en olumlu tarafından bakmak durumundadır. Ama hiçte umduğu gibi olmayacaktır…

İhtimal o bunları düşünürken, Türkçeyi iyi konuşan terörist, babasına bir tokat atacaktır. “Biz kamuoyuna açıklama yapmadık mı, faşist TC’nin hiçbir öğretmenini, önderliğin talimatları doğrultusunda ‘Kürdistan’a’ sokmayacağız, gelecek olanlar biletlerini iptal ettirsin demedik mi ulan!” diyerek. Yaşlı adamcağız ne olduğunu anlamadan yere kapaklanır. Burnundan kan akmaya başlamıştır.

Neşe, babasını o durumda görünce bağırmaya başlar. Köylüler belki yardıma gelir diye bir umut ile “Benden ne istiyorsunuz, buradaki çocukları eğitmekten başka bir amaç ve düşüncem yok” diye avazı çıktığı kadar haykırmaktadır. Pis pis sırıtır öndeki yarasa, “Sus kaltak, boşuna bağırma burada sana yardım edecek kimse çıkmaz, çıkamaz. Onun için nefesini tüketme ve bizimle gel.”

“Hayır, gelmeyeceğim, öldürecekseniz ışık olmaya çalıştığım okulumun bahçesi benim mezarım olsun!” diye haykırır Neşe, yine bütün gücüyle. Ama artık köylülerden umudunu kesmiştir. Bu arada baba doğrulmuştur. “Yapmayın” der, “Beni öldürün ama kızıma bir şey yapmayın. Bakın daha ömrünün baharında, ölmesi için çok erken. Hem o size ne yaptı ki, elinde silah yok, sadece kalemi var. Ne olur ona kıymayın” diye merhamet dilemek ister, ama zalimden asla merhamet dilenmeyeceğini biraz sonra anlayacaktır.

Yarasa sırıtarak cevap verir; “Evet, kalem bizim için silahtan daha tehlikeli, Kürt halkını kalemle asimile edeceğinizi sanıyorsunuz değil mi? Ettirmeyeceğiz size! Daha önce buralara gelmemeniz noktasında bizzat önderimiz Apo uyarıda bulundu. Ama siz ne yaptınız? Önderliğin açıklamasına uymadınız. Şimdi bunun cezasını çekeceksiniz!”

Öndeki bunu söyler söylemez, arkadaki yarasa beklenmedik bir şekilde birden silahın namlusunu babanın kafasına dayar ve tetiğe basar. Boğuk bir ses çıkar adamcağızdan.
Neşe donmuş kalmıştır. Tekrar bağırmak ister ama sesi çıkmaz, kendini olduğu gibi yere bırakır. Yarasalar üç kişi olmuşlardır. Birisi saçlarından çekmeye başlar. Neşe yarı baygın haldedir. Bu arada zaman zaman tekme ve dipçik darbeleri de o incecik bedenine inmektedir.

Köyün hemen çıkışında küçük bir tepe vardır. Oraya kadar sürüyerek getirirler onu. Üstündeki elbise parça parça olmuştur. Bedeni, sefil yaratıkların gözleri önündedir. Bu arada iki yarasa daha gelmiş ve beş kişi olmuşlardır. Neşe, gözleri alabildiğince açık ve donuk bir şekilde bakmaktadır. Ölüme hazır bir huri gibidir…

Yarasalar arsızca birbirlerine bakarlar, bölgeye sadece bu bölgenin çocuklarını eğitmek, onlara ışık olmak için gelen Neşe’yi nasıl öldürelim dercesine. Fazla oyalanmazlar. Bu olay her tarafta kısa süre de duyulacak ve böylece bölgedeki öğretmenlerin kısa zamanda ayrılması sağlanacaktır. Amaç budur ve bu vahşet diğerlerine de ciddi bir gözdağı olmalıdır.

Sonradan gelen yarasa, kaleşnikofu seriye alır ve yerde gözleri açık ama öylesine umarsız ve tepkisiz yatan Neşe öğretmenin sağ göğsünün üstüne dayar, arsızca bakar narin bedenine ve tetiği çeker…

Beş mermi birden Neşe’nin sevgi dolu göğsünü parçalamaya yetmiştir. Neşe’nin hiç sesi çıkmamıştır Hakk’a yürürken. Neşe yoktur artık. Bir ışık daha sönmüştür.

Neşe’nin ölümü ile insanlık ölmüştür aslında. Köydeki köpekler bile, ağlar gibi uzun uzun ulumaktadır. Rüzgâr bile etkisini iyice artırmış, ıslık çalmakta ve sanki “zalimler” diye haykırmaktadır. Sadece köydeki insanlardan bir ses çıkmamıştır. Dedim ya onlar insandırlar(!) Esas hazin tablo da budur!

Yarasalar tatmin olmamıştır, “Diğer göğsünün de hakkını verelim” der gülerek sonradan gelen yarasa. Aynı işlemi cansız bedenin diğer göğsüne de tekrarlar. Ailesinin üzerine titreyip kıyamadığı Neşe’ye kıymışlar, elbiseleriyle beraber vücudunu da lime lime etmişlerdir.


Neşe, o gece zalimlerin hâkim gözüktüğü bu dünyaya veda etti. Can verdiğinde sadece 22 yaşındaydı. Yaşasaydı bugün 48 yaşında olacaktı. Onun ölümü, insan hakları için mücadele ettiğini iddia eden hiçbir dernek tarafından kınanmadı. AB komiserleri, kimseye “Ne yapıyorsunuz?” demedi. Herhangi bir ABD yetkilisi açıklama yapmadı. Sokak köpekleri için kıyameti koparanların sesi çıkmadı. Azıcık nasırına basılsa bağıranlardan tek bir açıklama gelmedi. Aydınlardan “Bunu umursuyorum” diyen olmadı. Neşe öğretmen ve babasının arkasından on binler yürümedi. Sessiz sedasız memleketleri olan Şarköy’de toprağa verildiler.

Başka bir ülkede, bir öğretmen, bu şekilde gaddarca şehit edilse böyle mi olurdu acaba? Neşe’nin adı ülkemizin hangi caddesinde, okulunda veya park alanında yaşatılıyor?
İlçe Jandarma Komutanı, o zaman yüzbaşı rütbesinde bir devre arkadaşımdır. Duyar duymaz olay yerine hareket eder. Olay yerine ulaştığında gördüğü manzara dayanılacak gibi değildir. Bana olayı anlatırken; “Masadaki ekmek ve yoğurtla, piknik tüpünün üstündeki kızartılmamış bibere takıldım. Öylece duruyorlardı. Akşam yemeklerini bile yiyememişlerdi. İçim acıdı birader. Ben bile gözyaşlarıma hâkim olamadım. Bunca olay gördüm, bundan etkilendiğim kadar hiç birinden etkilenmedim” diyecekti.

Herkes bilsin ki, ellerinde Neşelerin, Mehmetlerin kanı bulunanların elini, kim, ne maksatla tutuyorsa tutsun. Ama bilsin ki eline, Neşelerin, Mehmetlerin kanı bulaşacaktır.
Bu kanı hiçbir şey temizleyemez…[2]


[1] Yazı 2012 yılında kaleme aldığım Beşiktaş’ta Sırtlan Pususu isimli kitaptan derlenmiştir, s.206-211

[2] Kısa süre sonra bizzat devre arkadaşımın yönettiği bir operasyonda, olayı gerçekleştiren teröristlerle çatışmaya girilmiş ve hiç biri kaçamamıştır.


Kaynak: https://veryansintv.com/kan-donduran-katliam/

This entry was posted in Bölücü KÜRTÇÜLÜK, EĞİTİM, PKK TERÖRÜ. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *