Arjantin Olur Muyuz?
Müyesser YILDIZ – 26 Kasım 2021
Yanmış, yıkılmış, kırılmış, işgâl edilmiştik. O gurur verici marşta özetlendiği gibi, “10 yılda her savaştan açık alınla çıkıldı, her yaştan 15 milyon genç yaratıldı, anayurt demir ağlarla örüldü”. 19 yılda ise neyimiz var neyimiz yok satıldı; kalanları da almak üzere 15 Temmuz işgâl girişiminin parasını verenler geldi. Pırıl pırıl gençlerimiz, umutsuzluk girdabında yaşlandı. Özetle el elde, baş başta kaldık; zam yağmuru altında bir büyük “kara kışı” bekliyoruz.
İktidara göre ise her şey yolunda, her yer güllük gülistanlık… Bir yandan başarı öyküleri yazılıyor, öte yandan bir “savaş” verdiğimiz söyleniyor… Ama dış güçlerle peş peşe “barış” anlaşmalarının yapıldığı bir garip savaş!..
2001’de de, o günün şartlarına göre büyük bir ekonomik kriz yaşadık. Şimdilerde Erdoğan’ın o vakitler iktidara gösterdiği tepkiler hatırlanıyor. Birkaçını da biz paylaşalım.
Bu Millet Ne İstedinizse Vermedi Mi?
Örneğin 20 Kasım’da şöyle haykırdı:
“Bu millet, bu ülkenin insanları, ülkeleri ve vatanları için, her zaman seve seve fedakâr davrandı. Gün geldi vatan için canını verdi. Gün geldi karşılığını tam almasa da çalıştı, üretti. Seve seve askerlik yaptı. Seve seve vergisini verdi. Gün geldi sandık başına koşarak oy kullandı. Velhasıl tüm vatandaşlık görevlerini yerine getirdi. Bütün bu fedakarlıkları; çoluk çocuğu namerde muhtaç olmasın, bu ülkede aç-açık kalmasın, bu ülkede herkesin işi-aşı olsun, ülkemiz insani gelişmişlikte dünya milletleri arasındaki şerefli yerini alsın diye yaptı. Ama bütün bunlara rağmen memleketin durumu ortada. Hükümet elini nereye attıysa kuruttu. Yolsuzluk ve yoksulluk, yegane ülke fotoğrafı haline geldi. Velhasıl vatandaşın yapacağı bir şey kalmadı. Bir şey yapılacaksa, yapması gereken hükümettir artık. Eğer bu hükümet, bu ülke için işe yarayacak, vatandaşı sevindirecek bir şey yapmak istiyorsa, derhal istifa etmelidir. Burada elçilik yapıyorum ve vatandaşın talebini iletiyorum; bir an önce çekip gidin! Düşün bu milletin yakasından, düşün! Milletin kabusu olmaktan çıkın artık. Hükümetin kendi meşrebine göre kurtardığı her gün ülkem için, vatandaşlarımız için kayıp bir gün olacaktır. Hiç kimsenin artık bu kayba tahammülü kalmamıştır.”
12 Aralık’ta ise ekonomideki acı tabloyu şu örneklerle dile getirdi:
“Bizzat Enerji Bakanı’nın açıklamasına göre, 1 milyon abonenin elektriği kesilmiş bulunmaktadır. Yani en az 5 milyon insan, son yaşadığımız kriz nedeniyle, bu hükümet yüzünden bayramı karanlıkta geçirecek. Yine bu bayramda, özellikle büyük şehirlerde, kış şartlarının da etkisiyle evlerin büyük bir çoğunluğu doğru-dürüst ısınmayacak. Çünkü son yapılan zamlardan ve vergilerden sonra doğalgaz kendisi yanmıyor kullanıcıyı yakıyor. Doğalgazın metreküp fiyatının durmadan yükselmesi veya Türk parasının sürekli değer kaybetmesi sonucu, Ankara’da 20 milyon TL’nin altındaki talepler karşılanmıyor. Ve bu tabii Washington Post gazetesinde komedi unsuru olarak kullanılıyor. Doğrusu, onların gülmece unsuru olarak kullandığı bu durumun, bizim için ne kadar acı ve utanç verici olduğunu kamuoyunun takdirine bırakıyorum. Yaşanan acılar mademki milletimizin hesabına yazılıyor, bu durumun utancı da hükümetin hesabına yazılmalıdır. Bir an önce istifa etmelisiniz. Bu millete saygınız varsa, seçim sandığını bir an önce onların önüne koymalısınız.”
“Kimse Başbakana Doğruları Söylemiyor”du
Sadece Türkiye’de ekonomik kriz yoktu; dünya da sallanıyor, en acı görüntüler ise Arjantin’den geliyordu. İşte Erdoğan, 26 Aralık’ta buna dair de konuşup önce dönemin Başbakanı Ecevit ve ekibini şöyle eleştirdi:
“Sayın Başbakan, Arjantin-Türkiye mukayesesi yaparken; Arjantin’de meydana gelen olayların, yağmaların v.s. Türkiye’de olmayışını, halkın hükümete olan güvenine bağlıyor. Böyle bir tespit eğer kasıtlı değilse, tam bir cehalet örneğidir. Sayın Başbakan, kendisine Başbakanlıkta ve Konutunda söylenenleri gerçek zannediyor anlaşılan. Yine bu beyandan anlaşılan bir şey var ki; kimse Sayın Başbakan’a doğruları söylemiyor, kimse Sayın Başbakan’ı üzmek istemiyor herhalde. Doğrudur, bizim geleneğimizde büyüklerimizi üzmemek vardır; ama öbür tarafta halkın soluğu kesilmektedir. Üstelik soluğu kesilen o insanların içinde de nice eli öpülesi yaşlılarımız var. Yani birileri Başbakan’ın hatırı uğruna, milletin hatırını çiğnemektedir. Eğer Başbakan kasten bu sözleri söylemiyorsa, birileri Başbakan’ı yanıltıyorsa, o birileri Başbakan’ı üzememek için milleti üzmeyi göze alıyor demektir.”
“Eylem Yapanlar Terörist Değil”
Ardından iki ülkeyi kıyaslayıp ekonomik göstergeler ve sosyal gelişmişlik açısından Türkiye’nin, Arjantin’den daha kötü durumda olduğunu rakamlarla anlattı. Sözü, ülkemizdeki eylemlere getirdiğinde de şunları söyledi:
“Arjantin’de halk sokaklara dökülüp mağazaları, marketleri, kasapları yağmalarken Türkiye’de -Allah göstermesin- bunlar olmuyorsa, sebebini başka yerlerde aramak gerekir. Gerçi Türkiye’de de hiçbir şey olmamış gibi davranamayız. Herhalde bütün Türkiye, hepimiz hükümet üyeleri gibi hafıza kaybına uğramadık. Sayın Başbakan, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde polislerin ilk kez yürüyüş yaptığını, ilk kez sistemin orta direği sayılan esnafın miting yaptığını ve o mitingde neler olduğunu unutmuş olabilir. Ama bizler bunu unutmadık. Üstelik o insanların hiçbirisi terörist ya da serseri değil, rejimin bel kemiğini oluşturan esnaf kardeşlerimizdi. Ayrıca özellikle Tandoğan mitinginden sonra bu tür gösterilerin yasaklandığını veya gösterilerin şehir dışlarında yapılmasına müsaade edildiğini de unutmadık. İşçilerimiz ve memurlarımız ise çok uzun süredir, neredeyse her gün, her hafta, her ay sokakta. Hükümetin görmemesi, onların ve olayların yok olması anlamına gelmiyor.”
Türkiye’nin Arjantin Olmamasını Böyle Açıkladı
Nihayetinde ise iktidara şöyle ders verdi:
“Beyler, ‘Arjantin’de olanlar Türkiye’de olmadı, olmaz.’ diye kendinizi kandırmayın. Eğer halkımız daha ileri gitmemişse, gitmiyorsa, bu büyük bir devlet geleneğine sahip olmamızdan, aile kurumuna çok önem vermemizden ve geleneksel dayanışma mekanizmalarını hala ayakta tutabilmemizdendir. Yatsınlar, kalksınlar bu halka dua etsinler!.. Bütün olup bitenlere rağmen halkımız mağazaları talan etmiyorsa, bunun sebeplerini biraz daha derinlerde bir yerde aramak gerekiyor. Tarih içinden imbikleyerek bugüne getirdiğimiz kimi değerler var ki, iyi ki hâlâ var bu değerlerimiz, halkımızın bir yerde daha sağduyulu davranmasına vesile oluyor. Nedir bu değerler? Kimimizin ‘moral değerler’, kimimizin ‘aile bağları’, kimimizin ‘dayanışma ruhu’ dediğimiz şeylerin temelinde yatan nedir? Şunun adını doğru dürüst koymamız gerekmez mi? Bizim inancımız değil midir bu? Bu nedenle açıkça vurgulamak gerekir ki; Arjantin’le bizi birbirimizden ayıran, şartlar çok daha kötü olmasına rağmen Arjantin’de olanların Türkiye’de yaşanmamasını sağlayan bizim inancımızdır, inancımızın bize yüklediği sorumluluktur. Geleneğimiz içinden bugünlere uzanan bir değerdir, milletin mutluluğu ve adil bir hayat sürme hakkı için devletin vazgeçilmezliği inancı ve devlete saygı duygusu. Ancak bu gelişmeleri yorumlarken, ‘Bizde olmadı, olmuyor.’ diye sevinmek yerine ibret almak, halkın duygularını daha fazla zorlamamak gerekir.”
Tam 20 yıl sonra durumumuz ortada. İktidara karşı ağzını açan “terörist” ilân ediliyor, seçim istemek “sandık darbesi” sayılıyor.
Peki Erdoğan’ın 2001’deki koyduğu ölçülere göre, Allah göstermesin ama, Arjantin’de olanlar ülkemizde olur mu, olursa neden olur? Buna da yarın bakalım.