BIRAK DÜŞMANIN ANLATSIN
BAZI çevreler M. Kemal’in Çanakkale’deki rolünü küçültmek, hatta hiçe indirmek için yırtınıyorlar. Bunun için sahte tarihler, söylentiler, hayaller imal ediyor, gerçeğe ihanet ediyorlar.
Diyanet İşleri Başkanlığı bile Çanakkale günü ile ilgili hutbede M. Kemal’in adını anmayarak bu çevrelerin gerçekle ilgisi olmayan iddialarını desteklemiş oldu. Müslümanlık vefasızlığı, kadirbilmezliği, gerçeği saklamayı caiz görür mü?
NE SÖYLENSE AZDIR
Bu konuda acaba düşman ne diyor? Çanakkale ile ilgili İngiliz resmi tarihi diyor ki:
“Çanakkale’de geleceği elinde tutan komutan, üstün şahıs, M. Kemal’di. Çanakkale muharebelerinde göstermiş olduğu çok yüksek sevk ve idare, fedakárlık ve feragat, her türlü övgünün üzerindedir ve bu hususta ne söylense azdır.”
Başlangıçta M. Kemal Paşa, Gelibolu Yarımadası’nda, bir piyede tümeninin başında, harbin sevk ve idaresi yönünden çok dikkati çeken, açık bir deha örneği vermiştir. 25 Nisan’da Arıburnu çevresindeki durumu derhal kavramış olmakla, Anzak Kolordusu’nun karaya çıktığı ilk günde, hedefine erişememesini ve mağlubiyetini sağlamıştı. Bu önemli bir sebep olarak, İngiliz kuvvetlerinin kıyıda saplanıp kalmaları sonucunu doğurmuştu.
İngilizlerin hakim noktaları elde edemeyerek dar kıyıda sıkışıp kalmaları ve 9 Ağustos’ta (Suvla-Anafartalar kesiminde) İngiliz Kolordusu’nun iflas ve hezimetinin de başlıca sebebi yine Gazi M.Kemal’den başkası değildi. (Birinci Anafartalar zaferi)
Gelibolu Yarımadası’ndaki başarısı yalnız bu da değildir.
ÇANAKKALE’NİN KADERİ
Anafartalar’da İngiliz Kolordusu’nun ileri hareketini durdurup hezimete uğrattıktan 24 saat sonra, bir başka cephede, Türk ordusuna parlak bir zafer sağlamıştır. Bizzat yaptığı keşif sonunda Conkbayırı’nda İngilizlere parlak bir karşı taarruz yapmıştır. İşte bu taarruzla kazanılan zafer sonunda Türkler, Çanakkale Boğazı’na hakim olan Sarıbayır sırtına yerleşmiş ve kesin olarak orada tutunmuşlardır. Bir daha İngilizler bu hakim yeri ele geçirememiş ve Türklerle savaşamamışlardır.
Bu suretle M. Kemal Çanakkale savaşlarının kaderinde tek tayin edici rolü oynamış, Çanakkale’nin kaderini tayin etmiştir.
Kısacası Gelibolu muharebeleri, bütünüyle M. Kemal’in üstün deha ve zekásıyla etkili olduğu bir tarihi anlatır.” (Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, sayı 32/ Ekim 1987)
İşte böyle.
Her türlü küçüklük bir araya gelse, bir büyüklüğü örtemez!
Kitaptan Türk kelimesi çıksın
ANADOLU’da yurtseverler, bağımsızlık ve milli namus için kan dökerken İstanbul’da bazı yazarlar milliyetçiliği aşağılıyor, milli direnişe karşı çıkıyorlardı. Falih Rıfkı Atay bu dönemin havasını şöyle özetliyor: Mütareke edebiyatında cinayet yerine geçen şeylerden biri de Türklerde milliyet duygusu uyandırmaktı.”
Maarif Nazırı Fahrettin Rumbeyoğlu, okul kitaplarından “Türk” kelimesinin çıkarılmasını emreder. Bazı aydınlar Türk olmadıklarını açıklarlar. Hürriyet ve İtilafçı Filozof Rıza Tevfik Bölükbaşı, bir Fransız gazetesine şu demeci verir: “İngilizlerden çok şey öğrendim. Fransız medeniyetine hayranım. Bende duygu ve düşünce bakımından beğenilecek ne varsa, sizindir. Bende fena olan her şeyin kaynağı benim!”
Bir intihar ve teslimiyet belgesi olan Sevres Antlaşması’nı işte bu kafa imzalayacaktır.
Denizler arslanı
İŞGALCİLER Mondros Ateşkes Antlaşması gereğince deniz kuvvetlerimize de el koymuş, donanma Haliç’e hapsedilmişti. Bu hapishaneden yalnız Alemdar kaçabilmiş, Haliç’e sığmayan Yavuz ise İzmit’te gözaltına alınmıştı. Haliç’teki gemiler arasında Balkan Savaşı, Çanakkale Savaşı gibi savaşlar sırasında ünü parlamış gemiler vardı. Bunlardan biri de Muavenet-i Milliye adlı muhrip idi.
Çanakkale savaşları sırasında Gelibolu Yarımadası’nın Anadolu’ya bakan kesimindeki birliklerimiz, kıyısında bugünkü Çanakkale Anıtı’nın bulunduğu Morto Koyu’nda mevzilenmiş iki İngiliz zırhlısının açtığı yan ateşlerden çok zarar görüyorlardı. Çok iyi korunan bu iki dev zırhlılardan kurtulmak şarttı.
IŞIKLAR SÖNMÜŞTÜ
Bu zor görev Yüzbaşı Ahmet Saffet Bey’in komutasındaki küçük Muavenet-i Milliye muhribine verildi.
Üç torpido yüklenen Muavenet, 12 Mayıs 1915 günü gün batarken demir aldı, Boğaz’daki mayın hatlarını, derin bir sessizlik içinde gizli yollardan geçti. Son mayın hattının yakınında durarak, gece yarısını bekledi. Bütün ışıklarını söndürmüştü. Gece yarısı harekete geçti, Rumeli kıyısını çok yakından izleyerek ilerledi. Duman çıkmaması için kazanları da söndürmüşlerdi.
Son mayın hattını da arkada bırakarak bir hayalet gibi Boğaz ağzına yaklaştı.
Morto Koyu’ndaki iki dev zırhlı göründü. Güven içinde olduklarını sanarak birçok ışıkları açık bırakmışlardı. Muavenete yakın olanı Goliath zırhlısıydı. Aralarında 300-400 metre vardı.
Hedefe ulaşılmıştı.
SÖYLE, PAROLA!
Aynı anda zırhlıları koruyan muhripler Muavenet’i fark ettiler. Biri hemen ışıldakla Muavenet’e parola sordu. Her şeyi üç-beş saniyeye sığdırmak gerekiyordu. Ahmet Saffet Bey vakit kazanmak için ışıldakçıya “Çabuk, sen de parola sor!” dedi. Birkaç saniye görevin yerine getirilmesini sağlayabilirdi. Işıldakçı, İngiliz muhribine parola sorarken komutan üç torpidonun da hedefe gönderilmesini ve geminin tam yolla geri dönmesini emretti.
Muavenet mürettebatına yüzyıl gibi gelen o birkaç ölümcül saniye geçti ve gecenin koyu sessizliği içinde korkunç bir patlama duyuldu. Bir yanardağ havaya ateş püskürtmüştü sanki. Patlayış kızıllığı içinde gemi ve insan parçaları uçuyordu. Bir saniye sonra bir patlama daha duyuldu. Bir saniye sonra bir kez daha.
13.150 tonluk Goliath zırhlısı üç saniye içinde 570 mürettebatıyla birlikte Boğaz’a gömüldü. İngilizler yaşadıkları bu faciadan sonra ikinci zırhlıyı da Morto Koyu’ndan geri çektiler.
(Denizciliğimizle ilgili (Alemdar gemisinin öyküsü dahil) fotoğraflar Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın “İstiklal Harbi’nde Bahriyemiz” adlı değerli yayınından alındı.)
Vatan sağ olsun
TERÖR gazisi Koray Gürbüz ve Hüseyin Özlük, terör şehitlerinin yakınlarına yazdıkları son mektupları derleyip bir kitapta topladılar: “Bizden Size Selam Olsun, Şehit Mektupları.” Şehit gençlerin ailelerine yazdıkları son mektuplar ve ailelerinin açıklamaları yürek titretmekle kalmıyor, Türk ailesinin birçok özelliklerini de gösteriyor. Bu özellikler çok kısaca şöyle özetlenebilir: Aile ve yurt sevgisi. 1.9.1990’da Diyarbakır’da şehit olan İsmail Var’ın annesi, mektupları derleyenlere yazdığı mektubu şöyle bitiriyor: “…Bu son konuşmadan sonra biricik oğlumuzun şehit olduğu haberi geldi… Yıkıldık. Perişan olduk. Ama ne yapayım, vatan sağ olsun!”
DİYOR Kİ
’Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.’ 1924
Rahmetle anarak, Turgut ÖZAKMAN yazılarından