Sevgili okurlarım, 18 Ekim 2021…
Bekir Coşkun’un aramızdan ayrılışının birinci yıldönümü. Demek ki bir yılı onsuz geçirmişiz… Benim sevgili arkadaşım, can yoldaşım, sırdaşım… Birbirimize her türlü şakaları yaptığımız, acı ve tatlı günleri birlikte yaşadığımız, sık sık işlettiğim ve hemen her konuda aynı düşündüğümüz dostum…
Onu 1978 yılında bir TRT programında tanımıştım. Demek dostluğumuz hiç ara vermeden kesintisiz 40 yıldan fazla sürmüş.
Muhteşem bir mizah ustasıydı… Yazılarını okuduğum zaman “Şunları yazmak benim aklıma niye gelmedi” diye sık sık hayıflanırdım. Hürriyet’te çalışırken odalarımız yan yana idi… Tam bir duvar komşuluğu… Sonra ben kovuldum, bir süre sonra o da kovuldu ve SÖZCÜ’ye geldi. Burada da yine gerçek anlamda duvar komşusu olmuştuk. Odalarımız yan yana idi.
Konuşmalarımız genelde şöyle başlardı:
“Hey Corc versene borç!”
Şimdi size onun nasıl bir yürekli adam olduğunu bir kez daha anlatayım.
Yıl 2007…
AKP iktidarı bütün medya kuruluşlarına baskı yapıyor, devşirmeye çalışıyor. O baskılara ben de birebir muhatap oluyorum. Gazete yönetiminden sık sık uyarılar geliyor… “Dikkatli yaz, iktidara fazla bindiriyorsun. Senin yüzünden sürekli azar işitiyoruz!”
Suyumun yavaş yavaş kaynadığını hissediyordum. Ve günün birinde, Ağustos 2007’de beni kovmak zorunda kaldılar! Bu olanlara Bekir de çok bozulmuştu. Ama ben öyle pes edecek biri değildim. Elimde bilgiler, notlar ve belgeler vardı. Oturup bir kitap yazdım, yaşadığım rezaletleri anlattım.
“Kovulduk Ey Halkım Unutma Bizi.”
Sonrasında 100 bine yakın satan bu kitap Hürriyet’in patronu olan Aydın Doğan’ı çok kızdırmıştı. Kendisine hakaret ettiğim ve küçük düşürdüğüm iddiasıyla beni mahkemeye verip 50 bin lira tazminat istedi. İyi de yazdıklarımın tümünün doğru olduğunu mahkemede nasıl kanıtlayacaktım! Tanıklar falan göstermek gerekiyordu. Kitapta anlattığım olayları birebir bilenlerin tamamı Hürriyet çalışanları idi ve onlardan tanık olmalarını isteyemezdim. Derhal kovulurlardı.
Benim kovulmamdan iki gün sonra, Bekir’in 16 Ağustos 2007 tarihli Hürriyet’te çıkan yazısının başlığı “Kürek mahkûmları” idi ve şöyle diyordu:
“Biz bir kayıktaydık. Kürek arkadaşımı dalgalar aldı. Emin Çölaşan artık yok. Ne yapmalıyım, asılsam mı küreklere, yoksa vaz mı geçsem kürek çekmekten, söyleyin dostlar ne yapmalıyım.”
Henüz Hürriyet’te yazmakta olan Bekir aradı:
-Arkadaş bu davada sen beni tanık göster. Bütün bildiklerimi mahkemede anlatacağım.
-İyi de Bekir, benim lehime tanıklık yaparsan seni de kovarlar.
-Ben her şeyi göze aldım…
Ve mahkemede tanık olarak ifade verdi, bütün gerçekleri anlattı. Kitapta anlatılan her şeyin doğru ve gerçek olduğunu söyledi. Mahkeme Aydın Doğan’ın açtığı davayı reddetti. Karar Yargıtay’da onanıp kesinleşti. Yazdığım her şeyin doğru olduğu yargı tarafından da böylece belgelenmiş oldu. Urfalı Bekir böylesine mert, yürekli adamdı.
Urfalı Bekir…
Açık deniz tekne kaptanlığı ehliyetini Ankara’da Eymir Gölü’nde almayı başaran sevgili arkadaşım!.. En büyük zevki olarak Ayvalık Cunda Adası’nda edindiği teknesiyle denizlere açılan, günün birinde rotasını şaşırıp yanlışlıkla karşıdaki Midilli Adası’na bodoslama toslayan acemi kaptan!
Gerçek bir hayvan sever… Günün birinde sevgili köpeği Pako hastalanmıştı. Kurtulma ümidi yoktu. Bekir karalar bağlıyordu. Gazeteye geliş gidişleri aksamış, gözlerinin çevresi sıkıntıdan morarmıştı. Onu ilk kez böyle görüyordum. Peki ne olacaktı? Elden gelen bir şey yoktu. Üstelik kafama takıldı, Pako ölünce acısını nasıl paylaşmalı, ona acaba ne demeliydim!
Bilenlere sordum, “Allah rahmet eylesin denmez, başın sağ olsun” desen olur dediler. Ben de öyle dedim.
Sevgili okurlarım, günün birinde Bekir Coşkun hastalandı. Akciğer kanseri olmuştu. Dayanabildiği ana kadar yazılarına ara vermedi, yazabildiği kadar yazdı. Gazeteye her geldiğinde ona moral vermeye çalışıyorduk ama iş işten geçmişti. Çektiği bütün sıkıntılar bir yana, ayakta duramadığını, dengesini yitirdiğini söylüyordu. Denge sorunu konusunda moral vermek için benim odamda seksek bile oynadık, biraz güldük ama kaçınılmaz son yaklaşıyordu.
Bu süreçte doktorlar sigara içmesini yasaklamıştı. Eşi Andree’nin korkusundan sigara paketi taşıması ve hele içmesi mümkün olmuyordu. Her gelişinde sigara isterdi. Versem bir türlü vermesem bir türlü!
–“Corc ver bi tane daha!..”
–“Al ama bak bu son, başka isteme!”
Ne yalan söyleyeyim hep verirdim, karşılıklı içerdik.
Ölümünden kısa süre önce son söyleşiyi Odatv’den Makbule Cengiz’e vermişti:
“Bazen diyorum ki iyi ki hasta olmuşum. Bir şarkı var ya hani ‘ben yoruldum hayat gelme üstüme, gözümden gönlümden düşen düşene’… Ne kadar doğru bir lafmış. Çevremden döküldü insanlar, bu gitti dediler… Bir an baktım çevreme şoklar geçirdim. En yakın bildiğim dostlar kayboldular. Ama gerçek dostlarımı o zaman anladım. Bunların başında Emin Çölaşan gelir. Soner Yalçın, Uğur Dündar, Rahmi Turan ve SÖZCÜ Gazetesi bana inanılmaz destek verdiler. Şimdi Emin’in değeri benim yanımda bu hastalık öncesinden kat kat fazla.”
Morali sıfırlanmıştı… Çok sıkıntılar çekiyor, kafasını toparlayıp yazı yazamıyor, bana yakınıyordu: “Corc bu işin sonuna geliyoruz galiba. Ben bütün bunları yaşayacak adam mıydım…”
Ve beklenen son günün birinde geldi. Şimdi son uykusunu baba memleketi Urfa’da babasının yanında uyuyor. Oraya gömülmesini istemişti. Ama Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen onu unutmadı, ölümünden sonra heykelini yaptırdı. Eskişehir’deki Balmumu Heykeller Müzesi’nde şimdi Bekir’e birebir benzeyen heykeli yer alıyor…
Hem de ikimizinki yan yana!
Ben masada oturuyorum, o benim yanımda ayakta, eli omzumda.
Bizim gazetedeki odasını soracak olursanız oraya hiç dokunulmadı, aynen duruyor.
Anılarımızla birlikte…
https://www.sozcu.com.tr/2021/yazarlar/emin-colasan/bir-yil-sonra-bekirin-ardindan-6711451/