Türkiye’de fiili rejim ve idare
Gökhan Bacık – Eylül 16 2021
Artık yazılı kurallara bakmak yerine, bu fiili idareyi anlamak için kişisel ilişkilere, enformel bağlara odaklanmak gerekiyor. İlk olarak, TBMM’nin fiilen sistem içinde buharlaştığının altını çizmek gerekiyor. Esasen, fiili bir melez rejime geçişin özünde TBMM’nin devre dışı kalması yatmakta.
İkinci nokta ise bakanlık kurumlarının benzer şekilde buharlaşması.
Türkiye’de bugün bakanların etkisi, konumu ve rollerinin ne olduğu tam olarak belli değil. Pek çok bakan daha ziyade bir tür yardımcı hatta sözcü konumunda. Hatta bazı bakanlar tamamen “hatalar bizim yüzümüzden oluyor, Erdoğan suçsuz” söylemini ispatlamak için görev yapıyor izlenimi vermekte. Bunlara bir tür “paratoner-bakan” demek yerinde olur.
Buna paralel olarak normalde bir bakan gibi icracı olmayan ancak fiili etkilerinden ve güçlerinden dolayı ortaya çıkan önemli aktörler var.
İletişim Başkanı, Sözcü vb. unvanlar kullanan bu aktörler, tarımdan dış politikaya her türlü alanda sonuç üreten icraatlar yapabilmekte. Örneğin Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü ve Cumhurbaşkanlığı Dış Güvenlik ve Dış Politikalar Kurulu Başkanvekili İbrahim Kalın, kritik dış politik süreçleri yönetmekte.
Aslında, alla Turca başkanlık sistemine geçerken Saray’da meydana getirilen türlü kurullar da tam olarak ne olduğu belirli olmayan bir yerde asılı kaldı.
Bu kurullar – Kalın örneğinde olduğu gibi – bazı üyelerin fiili gücü ve etkisine göre iş görmekte. Eğer bu söz konusu değilse “dostlar mecliste görsün” türünden bir istihdam kurumu olarak yoluna devam etmekte.
Ne var ki, bunun olumsuz sonucu icraat alanlarının kuralsız paylaşımı.
Örneğin, Türk Dış Politikası bugün Dış İşleri Bakanlığı, Saray Sözcülüğü, TSK, MİT, Diyanet gibi kurumlar arasında tuhaf bir biçimde ortak icra edilmekte. En önemli nokta ise resmi bazı kurum ve alanların ancak yine fiili olarak bazı kişilere teslim edilmiş olması.
Örneğin, TSK fiilen Hulusi Akar’ın kişisel bir yönetim alanı. Nitekim, Akar, bir sivil bakan statüsünde olmasına rağmen bu kişisel yönetimi temsilen yarı askeri üniforma biçiminde – benzetmek gibi olmasın ama Kuzey Kore gibi yerlerde gördüğümüz – tuhaf bir ceket giyiyor. Bu, Akar’ın yarı sivil – yarı “fiili kumandanlık” görevini sembolize ediyor.
Ancak önemli nokta, ordu ve savunma işlerinin Akar’ın kişisel alanı olarak fiilen tanımlanmış olmasıdır.
Biraz da şaka ile karışık, Akar’ı bir tür “çağdaş tımarlı sipahi” olarak görmek mümkün. Erdoğan, Akar’ın TSK üstündeki gücünü kullanma karşılığında bu alanı kendisine neredeyse kişisel bir yönetim alanı (“tımar”) olarak teslim etmişe benziyor.
Bu “kişiselleştirme” başka alanlarda da söz konusu. Aşağı yukarı, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun pozisyonu da bununla benzerlikler taşıyor.
Eski Hazine Bakanı Berat Albayrak da böyle bir bakandı. Nitekim bu “kişiselleştirme”nin sonucu olarak Albayrak halen fiili ilişkileri üzerinden bir tür “bakan” olarak görülebilir.
Melez bir yönetimde resmi ilişkilerin bitmesi, fiili ilişkilerin bitmesi anlamına gelmiyor. AKP’nin İstanbul Belediye Meclisi’ndeki filanca üyesinden falanca bakana kadar pek çok kişi halen “Sayın Bakan Albayrak” ile çalışıyor.
Bu fiili ve kişisel ilişkiler karmaşası içinde artık ortada bir Türkiye hükümeti kalmadığı için kararlar karmaşık ve kaotik biçimde alınıyor. Hatta çoğu zaman artık karar alınamıyor.
Merkez Bankası gibi önemli kurumlardan diğer ikincil kurumlara kadar pek çok merci Cumhurbaşkanı’nın kararını bekliyor ve ona göre pozisyon almaya çalışıyor. Eğer bu süreç uzarsa “laf kalabalığı, kelime oyunları” ile zaman kazanmaya çalışılıyor.
Melez bir yapının diğer bir sonucu ise “liderle kim görüşürse onun dediği olur” vaziyetidir. Yönetimler melezleştikçe ve kişiselleştikçe liderle kim görüşüyorsa ve lidere kimin sözü geçiyorsa onun fiili etkisi de artar.
Doğal bir diğer sonuç olarak da lider de yavaş yavaş hayattan ve toplumdan kopmaya başlar. Küçük bir alanda kendi kurduğu hayalin gerçek olduğuna inanır.
Türkiye’de idari melezleşmenin büyük bir sonucu da MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “yarı ombudsman” – “yarı yüksek mahkeme” biçiminde veto gücü kazanmış olması. Seçim barajından, laiklik ilkesine kadar pek çok önemli konuda Bahçeli’nin açıklamaları Erdoğan liderliğindeki melez rejimin sınırlarını çizmekte.
Bu açıdan Devlet Bahçeli artık tek kişilik bir yüksek onay mercii yahut hakemdir. Bu hakem, gerekirse siyasi ortağı AKP’li bir milletvekilini “hastalıklı ve hasarlı bir zihin” olarak tanımlayabilecek güçtedir.