Taliban, “Afganistan’ın Atatürk’ü” mü ?
Hikmet Çiçek – 05 Eylül Pazar 2021
Türkiye halkının 1919’da Kurtuluş Savaşı’na başladığı sırada bağımsızlığını kazanan Afganistan’ın Türkiye için özel bir önemi vardır. 1 Mart 1921 ‘de Moskova’da imzalanan anlaşmayla Afganistan, Anadolu hükümetini ilk tanıyan ülkedir. Ankara’ya diplomatik temsilci gönderen ilk ülke de Afganistan’dır.
Afganistan 19. yüzyılın ortalarında Hindistan’la birlikte İngiliz emperyalizminin egemenliğine girdi. 9 Ağustos 1919’de Emanullah Han’ın önderliğinde bağımsızlığını kazanan Afganistan daha Kurtuluş Savaşı döneminde yeni kurulmakta olan Türkiye Cumhuriyeti’yle ilişki içine girdi. 1 Mart 1921 tarihinde Türk ve Afgan heyetleri Moskova’da görüşmeler yaptı ve Türkiye adına Yusuf Kemal Tengirşenk ve Rıza Nur, Afganistan adına General Mehmed Veli Han tarafından bir Türkiye Afganistan İttifak Antlaşması imzalandı. Eski Medine muhafızı Fahreddin Paşa, Kabil’e ilk Türk büyükelçisi olarak atandı.
Türk- Afgan ilişkilerinin en canlı olduğu dönem Atatürk dönemidir. Afgan Kralı Emanullah Han’ın Türkiye ziyareti, yabancı bir devlet başkanının Türkiye’ye gerçekleştirdiği ilk gezidir.
TÜRK KAVİMLERİNİN EV SAHİBİ
Afganistan Orta Asya’ya yakınlığı nedeniyle tarihi boyunca çok sayıda Türk kavimlerine ev sahipliği etmiş bir ülkedir. İslamiyet öncesinde Akhunlar ve Göktürkler gibi Türk kavimlerin egemenliğinde yaşayan bu bölge İslamiyet’in kabulünden sonra da Gazneliler, Büyük Selçuklu Devleti ve Harzemşahlar gibi diğer Türk kavimlerinin egemenliğine girdi. Bölgedeki Türk etkisi Timur İmparatorluğu ve Babür İmparatorluğu dönemlerinde de aynı güçte devam etti.
Zeki Sarıhan “Kurtuluş Savaşımız’da Türk- Afgan İlişkileri” adlı kitabında (Kaynak Yayınları, 2002) Türkiye ile Afganistan arasındaki dostluğu ve dayanışmayı belgeleriyle ortaya koyuyor. Kitapta, yalnız Ankara hükümetiyle Afganistan hükümetinin resmi ilişkileri çerçevesinde kalınmamış, İttihatçıların Afganistan’daki çalışmalarına da yer verilmiş. Afganistan’da o zamanki siyasal ve toplumsal yaşama ve Afganistan’ın dış ilişkilerine de değinilmiş. Kitapta kullanılan en önemli kaynak grubu, Kurtuluş Savaşı yıllarında yayımlanan gazetelerdir.
Diğer bir kaynak, Kafkaslar’da ve Orta Asya’da faaliyet gösteren İttihatçıların mektuplarıdır. Daha sonra dizi yazılara konu olmuş, kitaplara da girmiş bu mektuplarda, özellikle Cemal Paşa’nın Afganistan’daki faaliyetleri önemli ölçüde aydınlanmaktadır.
AFGANİSTAN’IN ATATÜRK’Ü MÜ?
Taliban’ın Kâbil’i ele geçirmesinden sonra Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in Taliban’ı “Afganistan’ın Atatürk’ü” ilan etmesi bazı soru ve tartışmaları da beraberinde getirdi.
Afganistan gibi, gericiliğin ağına düşmüş bir ülke bağımsızlığını koruyabilir mi? Taliban gibi şeriat kanunlarını uygulayacağını ilan eden, zaten yıllardır bunun için savaşmış bir örgütün Afganistan’a egemen olmasını sorun etmemeli miyiz? Taliban’la Afganistan’ın bağımsızlığını ve birliğini sağlamak mümkün müdür?
Afganistan 1919 yılında bağımsızlığını kazandı, ancak Afgan toplumu emperyalistlerin egemenliğinden kurtulamadı. Bunun sorumluları şeriatçılardır. Şeriatçılar, ülkelerine yabancı güçleri davet etmekten sorumludurlar.
40 YILLIK KÂNİ, OLUR MU YANİ?
Taliban sözcülerinin, “şeriat çerçevesinde” bazı reformlar yapacaklarını söylemeleri, bizdeki Taliban dostları için onu meşru ve kabul edilebilir göstermeye yarıyor. AKP kurucuları da “millî görüş” gömleğini çıkardıklarını ve artık demokrat muhafazakârlar haline geldiklerini söylemiyorlar mıydı? Yeni yargı binasının Diyanet İşleri Başkanının duasıyla açılacağı kimin aklına gelirdi?
IŞİD ÖRNEĞİ
ABD’nin Saddam rejimini yıkması sonrası Irak’a barış ve istikrar gelmediği gibi ABD işgali Irak’ta IŞİD’i doğurdu. Aklı başında hiç kimse ABD ve Batılı güçlerle savaşıyor diye IŞiD’i alkışlamadı. IŞİD, yalnız Amerikalılara değil, İslam olmayan bütün topluluklara ve kendi Müslümanlık anlayışına aykırı gördüğü İslamlara karşı vahşet uyguluyordu.
Her ABD’ye düşman olan “dostumuz” olsaydı, IŞİD’i de dost ve müttefik kabul ederek alkışlamamız gerekmez mi? Gerçi bunu yapanlar da oldu. Mehmet Ali Güller’in, Sadık Usta döneminde Kaynak Yayınları’ndan çıkan “IŞİD Kara Terör” kitabına şiddetle karşı çıkanları da biliyoruz!
Zeki Sarıhan bir yazısında şöyle diyor:
“ABD ve müttefiklerinin Afganistan’ı terk etmek zorunda kalması dünya halkları için ne kadar memnuniyet verici ise, bu ülkede uygarlık düşmanı fanatik bir terör örgütü militanlarının ülkeye hâkim olması da o kadar kaygı vericidir. Gerici Pakistan medreselerinde yetişmiş bir güruh, şimdi Afganistan’da çağ dışı bir İslam Faşizmini yerleştirmeye çalışacaklar.”
“Bugün Afganistan’a hâkim olan İslam faşistlerinin niteliği anti-emperyalizm değildir. Onlar El Kaide, El Nusra ve daha birçok örgüt militanları gibi İslami bir faşist rejimi bütün İslam ülkelerinde hâkim kılmak için Afganistan’ı bir üs olarak kullanacaklardır.”
NİÇİN KAÇIYORLAR
Kâbil Havaalanı’nda ülkeyi bir an önce terk etmek için birbirini çiğneyen insanların fotoğrafını görüyoruz. Devrim yapmış bir ülkeden, yıkılan rejimin yöneticileri ve işbirlikçileri kaçar. Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı sonunda da böyle bir durum yaşanmıştı.
Ama on binlerce Afganlının bir an önce ülkeden kaçma çabası nasıl izah edilebilir? “Afganistan’ın Atatürk’ünden” mi kaçıyor bu insanlar?
Taliban olsa olsa, 31 Mart 1909’da İstanbul’da meşrutiyete karşı şeriat isteğiyle ayaklanan güruha benzetilebilir. Mustafa Kemal Paşa, bu ayaklanmayı bastıran Hareket Ordusu’nun kurmaylığını yapmıştı.
Afganistan’da Taliban’ın yönetimi ele geçirmesiyle can güvenliğinden kaygı duyma kaçışların en önemli nedenidir. İnsanlar, Taliban’ın Afganistan’da kuracağı rejimden kaçmaktadırlar. Afgan halkı, Taliban’dan korkmaktadır.
Hikmet Çiçek