Yangını söndürmek değil, önlemek önemli

Yangını söndürmek değil, önlemek önemli

Orhan Özkaya (Arş-Yazar)

Bu kadar gelişmiş teknolojiyle yangını önleyememek, ancak kasıtlı bir tutumla mümkün… Manavgat yangını yerleşim yerlerinde devam edince halk üzerindeki panik son derece yoğun yaşandı; can ve mal kaybı şehir yok oluncaya kadar sürdü. Cumhuriyet dönemi önlemleri insan odaklı ve yerinde alındığı için, orman varlığı toplum tarafından imeceyle ve köylülerle birlikte heyecanla korunmuştu. Orman muhafaza memurları mekanize olmamasına rağmen, atlarla, yaya gezerek, yangın kulelerinin desteğiyle hem faunayı ve hem de florayı özenle korurdu.

Diğer önem verdikleri konu ise kaçak odun kesimi idi. Bütün teknik olanaksızlıklara karşın, mobilize koşulların olmaması onları görev disiplininden geri durdurmuyor, daha da kamçılıyordu. Çünkü dönem kamucu, devletçi değerlerin, halk hizmeti verilen bir anlayışın egemen olduğu devirdi. Bireyci yaklaşımlar yadırganır; her alanda imece, toplumsallık hâkim olurdu. Çıkarcılık, bencillik ve menfaatçılık kınanırdı. Dağ ve orman köyleri bu alanların ileri karakolu gibiydi. Orman alanlarının sınırı, tapusu, tel örgüsü düşünülemez, sınır taşı dikilmez, akla gelmezdi. Orman uçsuz bucaksız bir deniz, bir okyanus gibi uzayıp gider. O, halkın bir okyanus gibi mülkiyet sınırları belirlenmeyen, çizilmeyen malıydı.

Manavgat şehri artık yok
Adeta yeşil dalgalar insanın ufkunu güzelleştirirdi. Ne zaman ki, kapitalist sistem ağırlık kazandı, Cumhuriyetçi, Atatürkçü heyecan tırpanlandı; işler ihaleci kafaların, banka defterlerinin kabarmasına doğru kaydı, işte o zaman ormanlar ve içindeki börtü böcekle birlikte acımasızca yanmaya başladı. Artık koruyan “Muhafaza Memurları” polislik rozetini çıkarmış, masa başı memuru olmuştu. Büyük kamu ihaleleri yapılıyor, yangın söndürme uçakları, helikopterleri, arazözleri, dozerleri ve cihazları alınıyor, birileri cüzdan şişiriyor, kasa dolduruyor. Manavgat yanarken kimsenin kılı kıpırdayamadı ve şehir yandı kül oldu. Yıllardır buna benzer ne yangınlar yaşandı ve ne vaatler verildi. Ancak bu vaatler buz ürerine yazılıydı, eridi gitti. Halk, “böyle bir yangın görülmedi!” diye feryat ediyor, dövünüyor, iktidar arazi olmuş, muhalefet dumandan boğulmuş…

Amaç yangını söndürmek değil, önlemek olmalı
Ülkenin her köşesinden Marmaris, Bodrum, Didim (İmbat koyu), Milas, Adana, Kayseri, Kocaeli, Akseki, İzmir, Uşak, Mersin, Kütahya (Emet)’den yangın haberleri yoğun bir şekilde akıyor. Ülkede, yağmur düşüyor sel felâketi önlenemiyor, ormana bir kıvılcım sıçrıyor ülke yanıyor, önlenemiyor ve kentler yok oluyor. Daha önce Manavgat bölgesinde ülkenin en büyük orman yangını olmuştu, ama bu hepsini aştı. Artık Manavgat kenti yok, üç Manavgatlı can verdi, yanmayan üç beş ev kalmış… Yanacak bir yer kalmamış… Bu yangınlarla birlikte canlılar; domuzlar, kurt sürüleri, kaplumbağalar, kurbağalar, yılanlar börtü böcek yanıp gitti. Yıllardır buna benzer ne yangınlar yaşandı ve ne vaatler verildi. Ancak buz ürerine yazılıydı, eridi gitti. Atatürk döneminde ormanlar bakanlıksız korunurken, bugün yangın söndürme uçak ve helikopteri yandaş ihaleleriyle, tam donanımlı hale gelmiş bir kurum işlevsiz…

Orman yangını değil, sanki dağ ve kent yanıyor
Yangın uzak dağ yamaçlarından esen poyrazın esiri olmuş, yayıldıkça, süratlendikçe ve hızını arttırdıkça Rize, Artvin, Arhavi’deki sel gibi adeta koşuyor. “Büyük Şehir Yasası” çıkararak güzelim köy kültürünü yerle bir eden anlayış, durumu sadece seyrediyor, kendiliğinden sönümlenmeye bırakmış görünüyor. Sel olur araba üstünden bölgenin ürünü kese içinde halka fırlatılır… Yoksul halk bir de, “yamaca ev yapmayın!” diye azarlanır. Buna rağmen yine de sandık dolusu oy verilir. Ormanın güvenlik ordusu dağıtılınca; dağlara taşlara ev, baraka ve teneke evler doldu taştı. Kent yamaçlarına, varoşlarına dikilen demir putrelsiz, statik denge hesabına aykırı iğreti yapılar, kâğıt siteler gibi depremi ağırlamak için kaçış alanın da yok edilmesiyle tost gibi olma akıbetini bekliyor gibi sessiz…

Devlet eliyle devlet dağıtıldı
Sol yükselişi ve “Devrimci” atılımın ayak seslerini 12 Mart’la aşamayan ABD ve yerli işbirlikçiler, 12 Eylül Evren ve Özal faşizmiyle durumu tamamlamaya çalıştılar. Cumhuriyet ve Kemalist kamucu, KİT’leri zirveye çıkartan halkımız artık, 3996 sayılı Özal yasası olarak ünlenen “Yap-İşlet-Devret” özelleştirme yasasını kendi felaketini, yoksulluğunu ve genliğin işsizliğini tırmandıran bir tuzak olarak çok iyi görüyor ve algılıyor.

Bu yangınların sürekli Antalya, Muğla, İzmir ve Adana’da yoğunlaşması, pastanın büyüklüğünü, yangın mafyasının hiçbir ahlâk temelinin olmadığını ortaya koyduğunu da biliyor. Türlü tevatür ortalığı sarmış, sanki yangın dumanı unutulmuş kaç yerden başladı tartışmaları söndürme telaşının yerini almışken, tam bu sırada ülkenin her yerinden yangın haberleri yağmaya başladı. Zaten söndürecek ne yeteri kadar uçak, helikopter ve araç gereç var… Halk ellerindeki kovalarla, çalı çırpıyla, kazma kürekle engellemeye çalışıyor, adeta bir yangın savaşı veriyor. Çevre il ve ilçelerin desteği olmasa işler kitlesel can kaybına kadar varacak… Konutlar ancak boşaltılarak canlar kurtarılıyor.

Halkımız popülizmin “sevindik delisi” yapıldı
Bilim dışı yapılar bir de sandık zamanı affa uğrayarak, çok katlı hale dönüşmüş, ülkenin iyelik kütüğüne siyah harflerle kayıt altına alınmıştı. Türk Bayraklı tapular koyunlardaki Kuran keselerinin yanına kondu, ya da çeyiz sandıklarının en dibine yerleştirildi. Bir oy pusulası adına ülke yıkıntıya koşar adımlarla terk edildi. Karayolları trafik, deniz yolları deniz polisleriyle, demir yolları demiryolu görevlileriyle ve hava yolları yine hava kontrol kuleleriyle, hava trafik görevlileriyle korunurken, kapitalist küresel finansın yerli ajanları, ormanları “rant” arazisine, parseline dönüştürdüler.

Anadolu’dan kente göçü sanayileşiyoruz yaygaralarıyla körükleyerek, İstanbul’ un dağı taşı altın yerine, “imar af” lı çok katlı gecekonduyla doldurdular. Böylece cebinde tapusu olan halkımız, popülist siyasi bezirgânlar tarafında “sevindik delisi, budalası” na çevrildi. Sahiller yazlık, sayfiye ve ikinci konut saldırılarının tutsağı oldu. Karadeniz yaylaları arabesk yapılarla, dağ yamaçlarındaki HES’ lerle donatılarak dereler yatağını aşamaz hale getirildi. Ormanlar ağaçsız, kuşsuz, börtü böcek yoksunu kaldı… Ülke kendi haline bırakılarak, Covid19 gibi sistemsiz, dümensiz ve sürücüsüz kaldı.

Atatürk aydınlık kültür peşindeydi
Atatürk’ün kurduğu “Aydınlık Cumhuriyet Türkiye” si yerine gerici, küresel finans sermayesinin içine hızla, istekle ve taammüden dalan bir yönetim konuşlandı. “Bir milyarı var…” diyen Cumhuriyet burjuva aydını, ülke sermayesinin başı, Vehbi Bey’in mirasçısı, daha sonra okyanuslara yelken açtı. Emperyalist odakların uzlaştırıcı gücüyle işaret fişeği yedi. Nöbeti, Koç gibi heybetli secdedeki oğluna devretti. Teneke sanayisini; milli, dinci ve yerli havayla dolu yobaz sermayeyle, taşlı, topraklı yolları beraber yürüyerek askeri, ağır sanayii aldı, devleştirdi. Zira en büyük halkın malı “KİT” TÜPRAŞ’ ı çekip aldı.

İstanbul’un en mutena köşelerinde, burjuva temsilciliği havasıyla, “Atatürk” ün izinde yürürken, basamaklardan yuvarlanmaya değer mi, bilinmez? İşte son Manavgat yangınını insan acı acı düşünürken, ülkenin “kelaynak kuşları” gibi kalmış, Cumhuriyet dönemi burjuvazisinin Atatürk’e bir vefa borçlarının olduğunu hissetmemesi olmaz. Onların “Kemalist Karma Ekonomi” nin militanları, askerleriyken gerici, yobaz küresel finans elitlerinin tutsağı olmalarını, dönmelerini kabul etmek can yakıyor. Yani “Milli Burjuvazi” basamaklarından yuvarlanmaları insan olanın vicdanını acıtıyor. Bu kez özelleştirmenin tam yanında yer almaları… Laikliği sırtlarından atmaları sermayenin dini imanı ve hatta vefası da olmaz ilkesini kökleştiriyor.

Burjuva elitleri için özel güvenlik ordusu
Şimdi de emlakçı Arap prens, prensesleri ve emirleri için “İstanbul Kanalı” rüyası, ütopyasını pazarlayarak, güzelim tarım alanlarını, hayvancılığın mera ve otlaklarını, yaylalarını parsel parsel satışa çıkartarak tükettik. Bu arada kabinedeki prensler, prensesler de bu yağmadan çok sayıda parsel kaçırdılar. Portföylerini doldurmayı unutmadılar; zira ülke onların babalarının kalıtı büyük bir parsel… Zaten ülkede burjuva elitleri için sağlanan, oluşturulan yeni ortamda sistem, her türlü özelleştirmeye açık hale getirildi. Onların yazlıkları, kışlıkları, marinaları, çiftlikleri, dağ evleri, orman ve kıyı şatoları, yalıları “özel güvenlik ordusu” tarafından sıkı sıkı korunuyor; yani katları, yatları ve hatta at çiftlikleri bile güven altında, daha kıvılcım çıkmadan sönmeye hazır tutuluyor.

Her ağacı bir kamu görevlisi beklemeli
Bu acı verici durum poyrazın azizliğine yorulamaz, bu anlayış kör olmuş, dumura uğramış halde. Gökyüzü kara bulutlarla örtülmüş, dengesiz demeçlerle söndürme ihmaliyle bu iş yürütülemez. On binlerce canlı telef oldu… Bu iş Kazdağları, İkizyayla, İkidere, Ermenek ve Soma madenci direnişleri gibi halkımızın direncine bırakılsa, her ağacın başında nöbet tutar yine yangınları önlerlerdi. Aslında yangını söndürmek değil, önlemek önemli. Ne acıdır ki, bu durumu muhalefet eleştirerek, iktidar da seyirciliğe terk ederek geçiştirip gidecek. Kendiliğinden sönümlenmesi bekleniyor…

İktidar olsa, olmasa; muhalefet olsa, olmasa da halkın aldığı bu koca yara kapanamaz, unutulamaz… Bu nedenle acı yara haline gelmeden önlenmeli, gerekirse her ağacın başına bir kamu görevlisi konmalı, ya da koyacak iktidar gelmeli. Otobüsler üzerine çıkılarak atılacak çay keseleriyle, halkı çocuk gibi görmeyi alışkanlık haline getirmek, nutuklar atmak olacak şey değil. Biraz kalite, biraz kültür ve paylaşım…

This entry was posted in DOĞA - ÇEVRE, DOĞAL YAŞAM, Politika ve Gundem, SİYASİ TARİH, YOLSUZLUKLAR, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *