Ağustos sonuna kadar Amerika ve müttefikleri tahliyeleri tamamlayarak 20 yıllık işgal sonunda istikrarsızlık uçurumunun kenarına sürüklenen Afganistan’ı terk edecek.
Amerika işgali, hiç tanımadıkları bir ülkede rejim değiştirme, yeni bir ulus veya yeni bir devlet kurma amacıyla başlattı. Kısa süre içinde savaşın kontrolü büyük ölçüde Savunma Bakanlığı Pentagon’daki generallerinin eline geçti; kargaşa, yıkım, kan deryasından çok daha fazla bir şey getirmeyeceği belli oldu.
Rezil bir şekilde başlayan, sağlam bir politik/stratejik hedefe sahip olmadan 20 yıl süren savaş, şimdi onursuz (dishonorable) şekilde bitiyor. Onursuz çünkü ABD, 20 yıl boyunca kendisine yardım eden Afganların ve ailelerinin büyük çoğunluğunu tahliye etmeden, onları ölüme veya zulme terk ederek kaçıp gidiyor.
Kendi vatandaşlarını bile tam olarak tahliye edemediler. Afganistan’ı ve Afgan halkını, özellikle çocukları ve kadınları şimdi meçhul bir gelecek bekliyor.
Taliban’ın iktidarda nasıl bir yol izleyeceği, ülkeyi kontrol etmeyi başarıp başaramayacağı sadece Afganistan değil, Orta ve Güney Asya’da, özellikle Pakistan ve beş Orta Asya ülkesinde sarsıcı sonuçlar doğurabilir.
Pek çok gözlemcinin işaret ettiği gibi, Asya ve Ortadoğu’da güç dengeleri yeniden şekilleniyor.
Ayrıca, Amerika’nın müdahale ettiği başka yerlerde görüldüğü gibi istikrarsızlık yayılabilir, ülkeler parçalanabilir. Son yıllarda artan çökmüş devletlerin sayısı çoğalabilir. Cihatçı Selefi terör örgütleri bölgede ve ötesinde güçlenebilir.
Bütün bu gelişmelerin başta Suriye ve Irak, tüm Ortadoğu’yu etkileyeceği muhakkak. Amerikan işgalinin onursuz bitişini ve bölgedeki olası jeopolitik sonuçlarını gelecek yazılarımızda daha ayrıntılı ele alacağız. Ama önce AKP iktidarının Afgan krizi karşısındaki tutumunu görelim.
Nisan’ın ilk günlerinde Başkan Joe Biden, ABD askerlerinin 11 Eylül’e kadar Afganistan’ı tamamen ve koşulsuz terk edeceğini açıkladı. ABD açıkça yenilgiyi kabul ediyordu.
Ardından AKP iktidarı, Türkiye’nin Kabil Havaalanını tek başına korumak istediğini bildirdi. Ancak koruma Amerika’nın askeri, ekonomik ve siyasi desteği altında yapılacaktı. Havaalanı elbette Taliban’a karşı korunacaktı.
Amerika’nın ve NATO ülkelerinin yenilgiyi kabul ederek askerlerini çektiği bir ortamda, onların yapamadığını TSK güçleri nasıl başaracaktı?
AKP’nin hangi akıl yürütme ve amaçlarla bu göreve talip olduğu belli değildi. Atatürk’ün yüz yıl önce Afgan elçiliği direğine ‘kendi elleriyle bayrak çekmesi’ gibi günün somut koşullarıyla ilgisi olmayan yuvarlak açıklamalar dışında, AKP’nin verdiği bir cevap duyulmadı.
Görevin Türkiye’nin çıkarlarıyla ilgisi olmadığını AKP görüyordu. Yoksa, Amerika’nın siyasi ve parasal desteği herhalde aranmazdı. TSK askerlerinin gereksiz bir tehlikeye atılacağı belliydi.
Perşembe gecesi Havaalanı’nda yaşanan 13’ü ABD askeri en az 90 kişinin hayatını kaybettiği terör saldırıları tehlikeyi gözler önüne serdi.
İzleyen haftalarda Afganistan’ı terk süreci hızlandı. Önce çok sayıda müttefik ülkenin hepsi askerlerini çekti. 11 Eylül’den iki ay önce, 4 Temmuz gecesi Amerika, Kabil’in 80 km uzağındaki en büyük askeri üs Bagram’ı, Afgan hükümetine haber dahi vermeden ışıkları söndürerek bir gecede boşalttı.
8 Temmuz’da ABD askerlerinin neredeyse tamamı Afganistan’ı terk etmişti. Müttefik ülke askeri hemen hiç kalmamıştı. Ama AKP hâlâ Kabil Havaalanı’nı tek başına koruma konusunda ısrar ediyordu.
Kabil’i kim kontrol ederse Havaalanı’nı o gücün kontrol edeceği çok açıktı. TSK tek başına nasıl bir rol yüklenecekti ki?
Ağustos’un ilk günlerinden itibaren Taliban, eyalet başkentlerini hızla ele geçirerek ilerlemeye başladı.
Taliban’ın ilerleyişinin hızlanması ve hükümet birliklerinin dağılması üzerine Amerika, tahliye çabalarına yardım için üç bin deniz piyadesini 12 Ağustos’ta Kabil Havaalanı’na indirdi, daha sonra bu sayı arttı.
15 Ağustos’ta Afgan Cumhurbaşkanı Eşref Gani ülkeyi terk etti. Ardından Taliban Kabil’de kontrolü ele geçirdi. AKP, Kabil Havaalanı’nı koruma talebinden vazgeçmedi.
Ancak Taliban’a karşı korumak istedikleri Havaalanı’nı, bu kez Taliban’ın desteği ile korumak istiyorlardı. Bulabildikleri kanallardan Taliban’la görüşmeye ve onay almaya çalıştılar.
Eşine az rastlanır bu müthiş zikzak bir yana, Taliban yönetimi altındaki Kabil’de, Havaalanı kime karşı korunacaktı?
Bu büyük çark ediş ardındaki mantığı anlamak gerçekten zor, sadece o nedenle soruyorum!
Savaş bitince, havaalanı güvenliği askerlerin değil polisin veya kolluk kuvvetlerinin işidir. Onlar da dünyanın her yerinde hükümetlere bağlı görev yapar. AKP iktidarı, düne kadar NATO içinde görev yapan TSK güçlerinin Taliban’a bağlı kolluk kuvveti görevini yapmasını mı istiyordu?
Taliban şimdi havaalanının güvenliğini elbet kendine bağlı kolluk güçleri tarafından sağlayacak. Bunu yabancı ülke güçlerine devretmesi beklenemez. Ama dışardan teknik hizmetler alabilirler.
Öyle oldu, AKP’nin Havaalanını koruma teklifini Taliban reddetti. Alanın işletmesi için teknik hizmet alabileceğini bildirdi. AKP iktidarı Taliban tarafından reddedilen konuma düştü.
ABD ve müttefikleri 31 Ağustos’a kadar tahliye işlemlerini bitirecek ve havaalanı yönetimi Taliban’a geçecek. Aylarca önce alınması gereken karar nihayet birkaç gün önce alındı ve TSK askerlerinin Türkiye’ye taşınması 25 Ağustos’ta başladı.
Böylesine basit ve kolay kararlar gerektiren bir süreci dahi iyi yönetemediler. Afganistan’ın koşullarını ve Taliban’ı okuyamadılar. Uluslararası çatışmalarda tüm ülkeler ya taraflardan biri yanında yer alır, ya da tarafsız kalır. Tutarlı ve güvenilir bir çizgi izler.
Daha önce Suriye’de ve başka örneklerde görüldüğü gibi, AKP’nin ise ne zaman ne tarafta yer alacağı belli olmuyor. Kabil Havaalanı’nı koruma macerası dünyaya bir kez daha gösterdi ki, AKP iktidarı kolayca her yöne zikzaklar yapabilir. Yarın ne yapacağı belli değildir.
Dış ilişkiler bu kadar zikzak ve yanılgıyı kaldırmaz
Yukarda işaret ettiğimiz gibi Taliban’ın iktidarında Afganistan’da yaşanacak karmaşık gelişmeler, Türkiye’nin parçası olduğu bölgeyi derinden etkileyecek. Önümüzdeki yıllarda değişik jeopolitik deprem olasılıkları var.
Türkiye’nin öncelikle genel duruşunun sağlam ve Batı dünyası içinde güçlü bir konuma sahip olması gerekiyor. O da her şeyden önce işleyen bir demokrasi ve hukuk devletiyle mümkün.
Türkiye’nin Batı’yla çakışan ve ayrışan çıkarlarının yarattığı gerilimi en iyi yönetme yolu budur. Batı’nın bölgede izlediği akıl dışı politikalara karşı eleştirel tavırların etkili olabilmesinin en uygun yolu da budur.
İkinci olarak Türkiye, bölge gerçeklerinin sağlıklı analizlerine dayanan iyi tasarlanmış politikaları izlemeli, ayaküstü alınan fevri kararlardan kaçınmalı.
Son aylarda Afganistan’da yaşananlar bir kez daha gösterdi ki, AKP’den bu becerileri beklemek hiç gerçekçi değil.
Bu yazı Haluk Özdalga’nın bloğundan alınmıştır