Atatürk’e Hakaret Sapkınlıktır
Cumhuriyet – Cemil KILIÇ – 02.06.2021
Büyük Atatürk’e yönelik saldırıların son dönemde ivme kazandığına tanık oluyoruz. Ancak Cumhuriyet tarihi boyunca bu tür saldırıların her dönem olduğunu da biliyoruz. Öyle ki büyük Atatürk yaşamında bile çeşitli saldırılara uğradı.
Bu saldırılar, devrimlerine karşı çıkmaktan başlayıp onu öldürmeye çalışma aşamasına değin vardı. Ama Atatürk bütün saldırılardan güçlenerek çıktı. Devrimleri, düşünceleri ve ülküleri ulusumuzun usunda, buluncunda, bilincinde, belleğinde ve yaşamında kök saldı. Çünkü o, bu ulusun en değerli oğludur. Bundandır ki ulusumuz onu her zaman bağrına bastı ve ona “Ulu Önder” dedi.
Fakat saldırılar da dur durak bilmedi. Bu saldırıları tek tek sıralayacak değilim. Ancak halkımızı büyük bir öfke ve üzüntüye boğan son dönemdeki iki saldırıya ilişkin bir değerlendirme yapmak istiyorum.
AYMAZLIK VE MABETPERESTLİK
Her iki saldırı da Ayasofya’da gerçekleşti. Anlaşılan o ki Ayasofya, kimi Atatürk düşmanları için saldırı zemini olarak görülüyor. Önce Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, Ayasofya’nın vakıf belgesinde yer aldığı ileri sürülen sözde amacı ve konumuna aykırı olarak müze yapılmasını diline dolayıp şöyle dedi: “Bizim inancımızda vakıf malı kutsaldır, dokunulmazdır, dokunanı yakar. Vakfedenin şartı vazgeçilmezdir. Çiğneyen lanete uğrar…”
Ne demek istediğini bütün toplum anladı. Erbaş, Atatürk’ü Ayasofya vakıf belgesindeki şartları çiğnemekle suçladı ve lanete uğrayacağını söylemek istedi, aslında söyledi de…
Ama Erbaş, İstanbul’un, İstanbul’daki yüzlerce caminin ve Ayasofya’nın yaklaşık 5 yıl boyunca İngiliz işgali altında kalmış olmasını umursamadı. İşgal altındaki bir beldede cuma namazı kılınamayacağı şeklindeki Sünni itikadı da umursamadı. Zira İngiliz işgal güçleri sözde İslam halifesi Vahdettin’in izniyle İstanbul’da idiler.
Erbaş, Atatürk’ün yurdu işgalden kurtararak on binlerce camide özgürce ezan okunması ve namaz kılınmasını sağlamasını da umursamadı. İşgal yıllarında yıkılmak ve yerine apartman yapılmak istenen Beyoğlu’ndaki Ağa Camisi’nin Atatürk tarafından kurtarılıp restore edilmesini de umursamadı. Onun tek derdi Ayasofya’nın müze yapılması idi.
Oysa Ayasofya müze yapılıncaya, 1934’e değin cami olarak işlev gördü. Müze yapıldığında bile tapuda cami olarak gösterildi. Dönemin uluslararası ilişkileri bağlamında Ayasofya’nın müze yapılması o günün hükümetinin, yurt ve ulus yararına gerçekleştirdiği bir tasarruftu. Atatürk olmasa ve işgal devam etse belki de Ayasofya yeniden kilise olacaktı. Ortada camiye çevrilebilecek bir mekân bile olmayacaktı. Bunu idrak edememek ne büyük bir aymazlıktır. Bu aslında mabetperestliktir. İslam’da mabede tapılmaz, Allah’a kulluk edilir. Mabet sadece bir araçtır.
Üstelik İslam inancına göre bütün yeryüzü zaten mescittir. Bu nedenle gerçek anlamda İslami duyarlılığı olan bir mümin, bırakınız Atatürk’e hakaret etmeyi ve lanet okumayı, doğrudan doğruya ona teşekkür etmeli ve onu hayırla yâd etmelidir. Ne var ki Ali Erbaş, “Bugün yeniden camiye çevirebildiğimiz bu kutsal mekânı işgalden kurtararak bize miras bırakan büyük Atatürk’ü minnet ve şükranla anıyoruz” demesi gerekirken tam bir nankörlük ifadesi olarak lanet okumayı yeğledi.