Sayın Noyan Umruk’un masalına tekerleme benden;
Evvel zaman içinde,
kalbur saman içinde,
develer tellal iken,
pireler berber iken…
Ben bağda üzüm bekler,
derede odun yükler iken,
bir varmış bir yokmuş…
Masalın yalanı mı olurmuş.
O yalan bu yalan,
fili yuttu bir yılan…
Bu da mı yalan?
derken; sabahleyin erken,
keçiler koyunları tıraş ederken,
tahta kurusu saz çalar,
sıçan cirit atar iken,
çıkmış bir kocakarı ortaya…
En sonunda açmış ağzını
yummuş gözünü.
Bir laf etmiş,
bir laf etmiş…
Bakalım UMRUK Ağa ne demiş…
Naci Kaptan
SÖYLEMEYE DİLİM VARMIYOR AMA;
KABAHATİN ÇOĞU SİZDE BE KELOĞLANLAR…
Dr. Noyan UMRUK
Masal bu ya… Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde çok ama çok güzel ülke varmış… Bu güzel ülkede ar, namus, haysiyet gibi değerlere çok önem veren onurlu, güzel insanlar yaşarmış… Gel zaman git zaman ülkeyi haramiler basmış… Hele bunlar içinde Kırk Haramiler namı ile bir güruh varmış ki, pek yamanmış…
Sonunda ülke mebzul miktarda irili, ufaklı harami ve milyonlarca gariban keloğlanın yaşadığı bir ülke haline gelmiş…
Ahhh… Şu Haramiler…
Haramiler çeşit çeşitmiş… Kırk haramiler, yeşilbaşlı haramiler, sarı haramiler…
Gel zaman, git zaman bu haramiler âlemin bütün haramilerini de arkalarına alıp, bir hayli keloğlanı da “siz de bizim gibi harami olacaksınız” diye umutlandırarak evlere şenlik bir haramiyi kırk haramilerin başına getirmişler…
Lakin bu Baş Harami aslında yeşilbaşlı olmasına rağmen, kendine hizmette kusur etmeyen sarı haramileri de pek sever, zaten hidayete ermiş olanlarla, ermiş gözüken dönek keloğlanlara da çaplarına göre yağmadan pay verirmiş.
Halk arasında “liboş” namı ile anılan Sarı haramiler Baş Haramiye yalakalık yaparlarmış… Çünkü bunlar zaten evvel zaman içinde küplerini doldurmuş olup, şimdi de diğer haramilere sağlanan imkanlardan da sebeplenmeyi, nemalanmayı iyi bilirlermiş…
Ancak Baş Harami zamanla iyice azgınlaşmış; ihtiyacı kalmayınca bunların altlarını oymaya, mülkün nimetinden mahrum etmeye, itiraz edip, seslerini yükseltirlerse hapse tıkmaya başlamış…
Derken yeşil haramilerin bir bölümü de kırk haramilerin kontrolündeki ganimetten daha fazla pay talep etmeye, huysuzluk, arsızlık etmeye, baş haramiyle uğraşmaya, giderek onu “halledip” “çeşmenin başına oturmaya” çalışınca Baş Harami küplere binmiş, hışımla saldırıvermiş bunların inlerine, giderek de önüne her çıkana, karşı çıkana …Ortalık iyice karışmış… Güzelim ülke cehenneme dönmüş, yaşanmaz hale gelivermiş…
Tam kadılar, zabıtalar, seyfiye(askeriye) ve ulemayı dümdüz edip ülkeyi süt liman haline getirilmekte iken, kadim ganimet üleşimi(paylaşım) meselesi ülkeyi kanlı bıçaklı hale getirivermiş.
Böylece zaten kanunun, kitabın pek itibar sahibi olmadığı ülkede namusun, vicdanın da esamisi de okunmaz olmuş…
Ya Ali Baba ve Keloğlanlar…
Keloğlanlar ise “Açlık” “yoksulluk” sınırı çizgileri arasında yaşar, giderlermiş işte…
Bu keloğlanların da Ali Baba diye bir ak sakallısı varmış… Ali baba aslında sakin, güleç yüzlü bir adammış… Gel zaman, git zaman baş haraminin zulmü en sonunda onu da çileden çıkarmış… “Yetti gaari, ben de bu zulme karşı uzuuun bir yürüyüşe çıkıyorum…” demiş. Zaten sabrı tükenmiş olan Keloğlanlar da onun peşine takılıvermişler…
Derken günlerce süren uzun bir yürüyüşten sonra büyyüüük bir ormana varmışlar… Ormanda aklın, hayalin alamayacağı büyüklükte gizli bir mağara görmüşler… O mağara “Kırk Haramilerin, ülkeden, ülkenin ahalisinden tüm çaldıklarını sakladıkları bir mağaraymış…
Bunun üzerine Keloğlanlar hep birlikte “Açıl susam açıl…” diye bağırarak yerleri gökleri inletmişler… Mağaranın kapısı ağııııır ağır hayli uzuuun bir süre sonra açılıvermiş… İçeride ne görmüşler dersiniz? Altın sikkeler, elmaslar, yakutlar, zümrütler, gümüş sikkeler… Kırk haramilerin kendilerinden çaldıkları ne varsa orada… İşte bayram o zaman başlamış keloğlanlar için… Mağaradakilerin topuna el koyup, adaletle paylaşınca…
Masal bu ya onlar ermiş muradına, dileriz dünyanın tüm keloğlanları da çıkar kerevetlerine…