GÖZÜNÜN ÜZERİNDE KAŞIN VAR DAVASI VE VE PADİŞAH EŞİ BİR HRİSTİYANIN TÜRBESİ!

“GÖZÜNÜN ÜZERİNDE KAŞIN VAR” DAVASI
VE PADİŞAH EŞİ BİR HRİSTİYANIN TÜRBESİ!


Türbe önünde ellerini arkada bağlayarak yürüyen İmamoğlu’na inceleme
İçişleri Bakanlığı, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında, geçen yıl Fatih Sultan Mehmet’in eşi Gülbahar Hatun’un türbesi önünde “elleri arkasında bağlı şekilde gezindiği” gerekçesiyle ön inceleme başlattı.
GELELİM GERÇEKLERE
Gülbahar Hatûn’un Arnavut, Fransız veya Sırp asıllı olduğuna dair görüşler vardır. Osmanlı belgelerinde adı Gülbahar bint Abdullah olarak geçmektedir. Babasının adının Abdullah olarak yazılması cariye kökenli olduğunu gösteriyor.
Livaneli’nin Penceresinden” isimli kitapta Gülbahar Hatûn şöyle anlatılıyor;
“…Fatih Sultan Mehmet’in türbesinin HAVARİYYUN KLİSESİ ile aynı mekanda bulunduğunu hatırlatmıştım, az önce. FATİH, Bizans’ın başından beri imparatorların cenazesiyle ilgili geleneğini devam ettirdi. Eşi GÜLBAHAR HATUN’un TÜRBESİ de oradadır.
Gülbahar Hatun hiçbir zaman Müslümanlığa dönmedi. HIRİSTİYAN olarak öldü. Hatta bu durumda hocalar ne yapacaklarını şaşırdılar. Padişahın karısına Kur’an okumaları lazım ama HIRİSTİYAN olduğu biliniyor, hiç GİZLENMEDİ , peki bir HIRİSTİYAN İÇİN NASIL KURAN OKUYACAKLAR?
Buna Türk usulü bir çözüm buldular. Türbeye sırtlarını döndüler ve kuran’ı öyle okudular.
İşte böyle, şimdi soralım;
Müslüman olmayan bir kişinin türbesi olması caiz midir?
Hristiyan olan bir kişinin mezarının yanında eli önde veya ardında yürümek saygısızlık mıdır?

“SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ – YENİ BELGELER IŞIĞINDA
GÜLBAHAR HATUN‟UN HAYATI VE ŞAHSİYETİ” 
Naci Kaptan – 08.05.2021

Su kemerli Koca Mustafa Çelebi’ye göre halası Gülbahar Hatun hiçbir zaman gerçekten Müslüman olmamıştır. Öte yandan Evliya Çelebi de bu görüşü destekler nitelikte ifadeler kaleme almıştır. Kendisinin sabah namazlarına giderken, Gülbahar Hatun türbesinde Kuran-ı kerim okumakla görevli olan eczâhanların Gülbahar Hatun’un sandukasına arkalarını dönerek görevlerini yaptıklarını ve türbenin halkın ziyaretine hep kapalı kaldığını ifade eder. Ayrıca bununla da kalmaz, türbenin halka kapalı olduğu halde Fransız asıllı kişilerin hava karardıktan sonra gelip türbedara birkaç akçe para vererek türbeyi açtırdıklarını kendi gözüyle gördüğünü belirtir.
Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarında başlayan siyasî evlilikler 15. yüzyılın ortalarına kadar devam etmiştir. Hükümdarlar daha çok Bizans, Sırp ve Bulgar prensesleri ya da Türk Beyliklerinin kızları ile evlenmişlerdir (Akyıldız, 2017: 48).
Osman Bey’in, ahî lideri olan şeyh Edebali’nin kızı Bâlâ Hatun ile evlenmesi, Orhan Bey’in Bizanslı Asporça Hatun ve Theodora Hatun ile evlilikleri, II. Murad’ın Sırp Kralı Brankoviç’in kızı Despina ile gerçekleştirdikleri evlilikler örnek gösterilebilir (Peirce,2016: 35-78). Ayrıca ilk dönem hükümdarlarının soylu ve nikahlı eşlerinin yanı sıra cariyeleri de mevcuttu.
Farklı ülkelerden çeşitli ırklara mensup olup hareme alınan cariyeler, sarayda soylu kadınların yerlerini almışlardır. Başta soylu kadınlarla evlilikler gerçekleştiren Osmanlı Beyleri, özellikle Fatih Sultan Mehmed ile birlikte harem içerisinden cariye kökenli kadınlarla evlenmişlerdir (Akgündüz, 1995: 23). Fatih Sultan Mehmed ile başlayan bu anlayış devletin yıkılışına kadar devam etmiş ve Osmanlı Sultanları birkaç istisna haricinde hemen hepsi cariyelerden çocuk sahibi olmuşlardır (Uluçay, 2011: 89).
Kaynaklara göre, büyük bir değişim geçiren evlilik anlayışının kırılma noktası Fatih Sultan Mehmed devridir. Kendisinin cariye olarak aldığı ilk eş ise Gülbahar Hatun’dur. Bu açıdan da Gülbahar Hatun’un ayrı bir önemi vardır. Böylesi bir konunun ilk örneklerinden olacağını bilmeyen Gülbahar Hatun’un Harem’e ne zaman ve ne şekilde girdiği ise belli değildir. Ayrıca Fatih Sultan Mehmed ile tam olarak ne zaman ve nerede tanışmış oldukları da netleştirilmemiş bir başka husustur.
Gülbahar Hatun’un kökeni konusunda da tam olarak bir netlik olmayıp, çeşitli yazarlar farklı dayanaklar ile değişik milletlerin isimlerini zikretmektedirler. Kendisinin Arnavut asıllı olduğunu iddia edenlerin yanı sıra Fransız olduğunu ileri sürenler de vardır. Mevcut iddiaların haricinde Rum veya Sırp kökenli olabileceği de kaynaklarda geçmektedir (Emecen, 1996: 230; Freely, 2011: 439-440)
Gülbahar Hatun vefat ettikten sonra Fatih Camii avlusunda kendisi için hazırlanan türbeye defnedilmiş ancak türbesi halka açılmamıştır. Bu noktadan hareketle de halk arasında başlayıp sonrasında daha farklı boyutlara ulaşan efsanevi fikirler ve hikâyeler türetilmiştir (Freely, 2011: 62-63)
Gülbahar Hatun’un Fransız Hanedanı’na mensup olduğu efsanesi sadece J. Freely tarafından anlatılmaz, pek çok yabancı yazarın çalışmasında da yer alır. Bu konunun yer aldığı yabancı kaynakların hemen hepsi Hammer’e atıf yapmaktadır (Freely, 2011: 62-63).
Efsaneye göre, aslında Gülbahar Hatun Fransız Kralı’nın kızıdır. Kızını Bizans imparatoru XI. Kostantin Dragages ile nişanlayan Fransız Kralı, onu gelin olarak götürmeye gelen bir gemiye Evliya Çelebi, Gülbahar Hatun’un hayatı ile ilgili hikâyeyi Yeniçeri Dergah-ı Âlî baş katibi olan Sukemerli Koca Mustafa Çelebi’den dinlemiştir. Buna göre;
Gülbahar Hatun Sukemerli Mustafa Çelebi’nin halasıdır. Gülbahar Hatun ve Mustafa Çelebi’nin babası Fransa kralının çocuklarıdır. Halası istanbul Tekfuru ile nişanlandıktan sonra Mustafa Çelebi henüz üç yaşındayken babası ve halası ile birlikte bir gemiye bindirilerek istanbul’a gönderilmiştir. Ancak gemideki çok fazla mal ve kıymetli eşya ile birlikte Sarayburnu’nda iken kendilerini Osmanlılar alıp Tersane bahçesinde Fatih Sultan Mehmed’e teslim etmişlerdir. Burada, Akşemseddin hazretlerinin telkini ile babası Müslüman olmuştur.
Bu görüşlerin doğru olup olmadığını bir kenara bırakılırsa bazı maddi deliller, Gülbahar Hatun’un kul taifesi olarak da tabir edilebilen cariye sınıfına mensup olduğunu kanıtlar. Onun cariye olduğunu kanıtlayan en büyük delil ise günümüze ulaşmış bir hüccettir. Söz konusu hüccet, Gülbahar Hatun’un oğlu şehzade Bayezid’in Amasya’da sancak beyi olduğu yıllardaki bir mülk satışı ile ilgilidir. Evail-i Zilhicce 872/22 Haziran-10 Temmuz 1468 tarihli bu hüccette Gülbahar Hatun hakkında “Gülbahar bint-i Abdullah” ifadesi yer almaktadır (BOA.AE.SMMD.II.nr.33). Hareme alınan cariyelere isim verilirken baba adı olarak “bint-i Abdullah” ifadesi kullanılır ve onların cariye olduğu belli edilirdi (Argıt, 2017: 81). Bu oldukça yaygın bir uygulamaydı.
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Gülbahar Hatun XV. yüzyılın önemli kadın simalarından bir tanesi olup, Osmanlı Hanedan kadınları içerisinde oğlunun tahta geçmesine Şahitlik etmiş, padişah annesi olabilen yirmi üç kadından biridir. Osmanlı Haremi’ne bir cariye olarak girmiş, daha sonra Fatih Sultan MşĢah annesi olarak önemli bir yere gelmiştir. Kendisinin yaşadığı tarihlerde padişah anneleri için henüz “Valide Sultan” ifadesi kullanılır hale gelmeden çok daha önce tıpkı bir valide sultan gibi hareket etmiştir.
Gülbahar Hatun, kökeni ve hayatına dair çok fazla bilgi sahibi olmamamıza rağmen, Fatih’in hasekisi olması sıfatıyla Harem’de ve sosyal dünyada kendisine bir yer edinebilmiştir. Sahip olduğu maddi kudreti kurucusu olduğu ya da gelir ayırdığı vakıflar aracılığı ile halkın hizmetine sunmuştur.
Bu minvalde Gülbahar Hatun, kimdi?
nereden geldi? ya da Evliya Çelebi’nin Müslüman olmadığı yönündeki iddianın gerçekliği bilinmese de kendisi gerçek bir hayırsever olduğu bilinmektedir. Ayrıca sıradan bir cariye olarak dahil olduğu Osmanlı Haremi’nin zirvesine kadar yükselebilen örnek bir kadın olmuştur.

KAYNAK
Sunulan bilgiler özet olup, daha fazla bilgi ve dipnotlar için aşağıdaki linki ziyaret ediniz.
SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ – YENİ BELGELER IŞIĞINDA GÜLBAHAR HATUN‟UN HAYATI VE ŞAHSİYETİ, Ekim, 2020 Ali AÇIKEL – Kübra DURSUN https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1107652
This entry was posted in DİN-İNANÇ, Tarih, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *