DIŞ POLİTİKA ONARIMA ALINDI * Erdoğan gerçek Ortadoğu’yla yeni tanışıyor

Erdoğan gerçek Ortadoğu’yla yeni tanışıyor

Geçtiğimiz hafta Türk diplomasisi için oldukça hareketliydi. Türkiye büyük çabalar sonucu Arap dünyasının iki ağabeyi Mısır ve Suudi Arabistan’la masaya oturmayı başardı. Medya ve arka kanallar kullanılarak sürdürülen bu çabalardan olumlu sonuç çıkmasında şüphesiz Ortadoğu fay hatlarını yeniden harekete geçiren Biden’ın seçilmesinin de büyük bir payı var.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu dört yıl aradan sonra 11 Mayıs’ta ilk kez Suudi Arabistan’a gidiyor. Çavuşoğlu, Mısır ile de, “Dışişleri bakanları düzeyinde görüşebiliriz” dedi. Bu temennisi Mısır’la varılan bir uzlaşma sonucu dile getirilen diplomatik bir çıkıştan çok, bir yakarışın dışa vurumu. Aylar süren tazyikler ve Müslüman Kardeşler konusunda verilen önemli tavizler sonucu Türk heyetinin hafta içi Kahire’de gerçekleştirdiği temasların akabinde bu açıklamayı yaptı.
Temmuz 2013’teki General Abdulfettah el Sisi darbesi, Türkiye’nin Suudi Arabistan ve Mısır’la ilişkilerinin bozulmasında ana dinamik olsa da, sonraki süreçte Türkiye’nin iki ülke ile ilişkilerine zıtlıklar ve çelişkiler damga vurdu.
Örneğin Türkiye Mısır’la karşılıklı olarak büyükelçilerini çekerek diplomatik anlamda köprüleri tamamen atmasına rağmen ticari ilişkiler kesintisiz devam etti. Muhammed Mursi’nin iktidardan düştüğü 2013 yılındaki 5.2 milyar dolarlık ticaret hacmi günümüze kadar neredeyse aynı seviyede korundu.
Türkiye ve Suudi Arabistan arasındaki diplomatik ilişkiler ise her şeye rağmen kesintiye uğramadı. Fakat Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın ipleri tamamen ele geçirdiği 2017’nin ikinci yarısından sonra ticaret ve yatırımlarda sert düşüşler yaşanmaya başladı. Hükümet sözcüsü Sabah gazetesinin haberine göre Türkiye’nin Suudi Arabistan’a ihracatı bu yılın Nisan ayında bir önceki yıla göre yüzde 94.4 düşerek 200 milyon dolardan 11 milyon dolara kadar geriledi.
Aynı şekilde bir dönem Türkiye’deki en büyük yatırımcı ülke durumunda olan Suudi Arabistan bu yatırımların çoğundan çekilirken, yeni yatırımcıların gelmesi de engellendi.
Türkiye ile Suudi Arabistan arasındaki diplomatik kanalların açık kalmasının en önemli sebebi şüphesiz Kral Selman’ın uzlaşmacı kişiliği.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yetkilerinin neredeyse tamamını fiilen oğlu veliaht Prens Muhammed’e (MbS) devreden Kral Selman’la bir vesileyle görüşebiliyor.
Son olarak 4 Mayıs’ta yaptıkları telefon görüşmesi ile Çavuşoğlu’nun Riyad ziyaretinin önünü açtılar. 21 Kasım 2020’de de ikili görüşmüş, görüşmeden sonra, Suudi Dışişleri Bakanı Faysal bin Ferhan “Türkiye ile iyi ve dostane ilişkilere sahibiz” açıklamasında bulunmuştu.
Ancak kralla açık olan bu diyalog kanalına rağmen, ipi elinde tutan veliaht prens Türkiye’den ithalatı tamamen kesmekle kalmadı, topraklarında faaliyet gösteren Milli Eğitim’e bağlı Türk okullarını birer birer kapatıyor.
Türk-Suudi ilişkilerinin son on yılına damga vuran üç dönüm noktası var. İlki 2010 sonunda başlayan Arap Baharı. İki ülke Mısır’daki gelişmeler karşısında her ne kadar ayrı kulvarlarda yer alsalar da, Suriye’de Beşar Esad’a karşı aynı cephede mücadeleye başladılar. ABD’nin organizasyonuyla Suriyeli muhalifleri organize etmeye ve desteklemeye çalışan koalisyonun içinde Türkiye ve sonraki süreçte amansız düşmanları haline gelen Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri de yer alıyordu.
Türkiye’nin Müslüman Kardeşler ve Suriyeli diğer İslamcı grupları kullanmaya başlaması ABD ile birlikte Suudi Arabistan ve BAE’nin Ankara’yı yüz üstü bırakmasıyla netice verdi.
Türkiye’nin Arap Baharı’yla sarsılan ülkelerde Müslüman Kardeşler kartını oynaması iki ülkeyi adım adım birbirinden daha fazla uzaklaştırdı.
Bunun ilk en güçlü emaresi Suudi Arabistan’ın Mısır’la birlikte, Ekim 2014’te Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi’nin geçici üyeliğini engellemede baş rol oynamalarıydı.
2017’deki Katar krizi ise Türkiye karşıtı kampın daha da ete kemiğe bürünmesine yol açtı. Suudi Arabistan’ın başını çektiği kampta Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır da yer alıyordu. Kara, deniz ve hava ablukası uygulamaya başlayan üç ülkenin temel amacı Katar’ın Müslüman Kardeşlere verdiği desteği kesmesini sağlamaktı.
Ancak Türkiye’nin daha önce bu ülkeye kurduğu üsse hızla askeri birlik takviyesinde bulunması ve akabinde İran’la birlikte kurduğu hava köprüsüyle ülkenin temel gıda ihtiyacını karşılaması Katar rejimini ipten aldı. Ablukacı ülkeler, Katar’la barışabilmek için kabul edilmesi imkansız maddeler öne sürdüler. Bu maddeler arasında Türkiye’nin bu ülkedeki üssünün kapatılması da bulunuyordu.
Katar krizi bölgede tansiyonu hiç olmadığı kadar yükseltti. Mısır medyasına göre Kahire’de temaslarda bulunan Veliaht Prens Muhammed bin Selman, Türkiye, İran ve Müslüman Kardeşleri “şeytan üçgeni“ olarak adlandırdı.
Karşılıklı olarak kılıçlar daha fazla bilenirken Suudi Arabistan tüm Arap dünyasında popüler olan Türk dizilerine yönelik yasaklar koymaya başladı. Akabinde Osmanlı’yı vahşi ve zalim olarak gösteren Arap yapımı Ateş Krallıkları adlı dizi gösterime sokuldu.
Türk-Suudi ilişkilerindeki en dramatik gelişme 2 Ekim 2018’de Washington Post yazarı Suudi asıllı Cemal Kaşıkçı’nın Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu’nda vahşice öldürülmesi oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan başta BM olmak üzere pek çok uluslararası mahfilde ve uluslararası ikili görüşmede konuyu gündeme getirdi, davanın takipçisi olacağını söyledi. Elde edilen kayıtları CIA ile paylaşan Erdoğan, olayın bizzat bin Selman tarafından gerçekleştirildiğini öne sürdü.
Diktatörleri sevdiğini söyleyen dönemin ABD Başkanı Donald Trump’ın Erdoğan gibi Suudi Kral ve veliahtla da arasının iyi olması, Erdoğan’ın son darbeyi indirmesine fırsatı vermedi. Veliaht Prens bin Selman, Erdoğan’la ağız dalaşına hiç girmezken, bu görevi Suudi ve diğer Arap ülkelerinin medyası yerine getirdi.
Türkiye’ye karşı ekonomi kozunu yürürlüğe sokan bin Selman, bir yandan Türkiye’ye gelen Suudi turistler ve yatırımcıların önünü kesti, diğer yandan adım adım Türk mallarına gizli bir ambargo uygulamaya başladı.
Bu ülkeye giden Türk tırları sınır kapılarında bekletilirken, raflardaki Türk mallarının satın alınmaması için medya üzerinden büyük kampanyalar yürütülmeye başlandı. Hatta PR çalışmasının bir parçası olarak Kral Selman, ikram edilen Türk kahvesini geri çevirdi.
Daha da ileri giden bin Selman, ABD’nin Ermeni Soykırımı’nı tanıması için  bizzat Suudi Arabistan’ın Washington Büyükelçisi Prences Rima bin Bandar el Suud liderliğinde lobi faaliyetleri yürütmeye başladı.
18 Ağustos 2020 tarihli İngiliz The Times gazetesinin haberinde ise ilginç bilgilere yer veriliyor: Gazeteye göre Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ve Suudi Arabistan istihbarat şefleriyle bir araya gelen İsrail istihbaratı Mossad’ın başkanı Yossi Cohen, meslektaşlarına İran’ın artık kırılgan bir yapıya sahip olduğunu, bölge için asıl tehlikenin Türkiye olduğunu söylüyor.
Suudi yönetimi başta Sudan ve Libya olmak üzere Türkiye’nin ayak izlerini büyütmeye çalıştığı ülkelerde karşı saflarda yer alsa da, bu ülkelerde daha çok BAE ve Mısır’ın gerisinde kaldı. Sebebi de mücadele etmesi gereken asıl iki düşmanının olması; İran ve Yemen.
Çavuşoğlu’nun Riyad ziyaretinin kısa sürede meyve vermesi beklenemez, ancak bölgede ciddi bir Biden sarsıntısı yaşanıyor. Bölgede kartlar yeniden karılırken, hiçbir zaman yan yana gelemeyecek denen ülkeler dirsek temasına giriyor. Muhammed bin Selman’ın, Suudi rejiminin ebedi ve ezeli düşmanı olarak görülen İran’a zeytin dalı uzattığı sırada iki ülkenin zaten Nisan ayından itibaren Irak’ın başkenti Bağdat’ta görüşmeler yaptığı ortaya çıktı.
Suudiler diğer yandan ipleri tamamen kopardıkları Suriye rejimi ile görüşmeler gerçekleştiriyor, İran Dışişleri Bakanı Cevat Zarif BAE’nin de aralarında bulunduğu Körfez ülkelerini geziyor. Ürdün’de saray darbeleri tezgahlanıyor. İsrail bölgedeki dost halkasını genişletiyor. Mısır, Avrupa ile bölge arasında köprü vazifesi görüyor.
Tüm bu tarihi gelişmelerin yaşandığı bir süreçte Türkiye’nin Çavuşoğlu gibi çapı sınırlı bir isim üzerinden bu denkleme ne derecede dahil olabileceği büyük soru işaretleri oluşturuyor.
Aynı Çavuşoğlu tıpkı Suudi Arabistan gibi Mısır’la da ilişkileri normalleştirmeye çalışıyor. Haluki 3 Eylül 2013’deki şu konuşmasında ufkunun sınırlarını zaten ortaya koymuştu: “Türkiye’de darbelerin destekçisi, Esed’in yakın dostu CHP’nin şimdi de Mısır’da Sisi ve darbecilere koşmasına şaşırmıyoruz.”
Ufuk sorunu sadece Çavuşoğlu ile de sınırlı değil. Türkiye’nin Mısır’a jest olarak yeniden oluşturduğu TBMM Türkiye-Mısır dostluk grubu da geçmişte Sisi rejimi aleyhine yenilir yutulur olmayan sözler sarfeden isimlerle dolu.
Grubun başkanı eski Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz 27 Temmuz 2013’de Sivas’taki bir konuşmasında, “Mısır halkı geçmişteki zalim firavunlardan kurtarıldığı gibi hiç şüpheniz olmasın bu dönemin zalimlerinden de kurtarılacaktır” dedi.
Grubun üyesi Ali Şahin de 5 Temmuz 2013’teki bir twitter paylaşımında, “Er ya da geç General Sisi seçilmiş bir iktidarı devirmenin hukuki sonuçlarıyla karşılaşacak ve bedelini ödeyecek. Hep birlikte göreceğiz” diyor. Şahin 14 Ağustos 2013’te ise “Sisi mazlumların ahı, şehit çocuklarının gözyaşları ve özgür Mısır halkının iradesine karşı mermiyle galip geleceğini sanan bir zavallı“ ifadelerini kullanıyor.
Diğer bir AKP’li üye Ahmet Zenbilci de 16 Ağustos 2013’te, “Cuntanın terörüne karşı kahraman Mısır halkının yanındayım” diyor.
Şüphesiz iç politikada olduğu gibi dış politikada da ipleri elinde tutan Cumhurbaşkanı Erdoğan. Kendisini bir diplomasi cambazı olarak addeden Erdoğan Trump’la kurduğu ilginç, ilginç olduğu kadar soru işaretleriyle dolu dostluğuyla ABD ve Rusya gibi iki süper güç arasında filikasını yüzdürmeyi başardı. Ancak sahada kalabilmek için sürekli tavizler verdi.
2015’teki uçak düşürülme hadisesinden sonra Putin’le barışmak için 2 milyar 500 milyon dolar ödeyerek hiç kullanılmayacak S-400’lerden alan Erdoğan, Putin’in ustaca oyunlarıyla Türkiye’yi Batı kampından iyice uzaklaştırdı.
Erdoğan’ın Trump’la dostluğunun da Türkiye’ye değil faydası ağır bir faturası oldu. Türkiye F-35 projesinden atılarak Türk hava kuvvetleri tarihinin en zayıf noktasına getirildi. ABD başkanlarının Ermeni Soykırımı sözünü kullanmaması için Türkiye’nin on yıllar boyunca lobi şirketlerine ödediği yüz milyonlarca dolar da Erdoğan’ın politikalarından dolayı heba oldu.
Tavizler vererek, rakipleri arasındaki anlaşmazlıkları kullanarak, boşluklardan faydalanarak günümüze kadar sahada önemli bir aktör olarak kalabilmeyi başaran Erdoğan’ın kurtlar sofrası Ortadoğu’da Türkiye’yi yeniden söz sahibi bir pozisyona getirmesi mümkün mü? Çok zor. Hem Türkiye ekonomik olarak tükenmiş durumda ve hem de Erdoğan’ın yapacağı tüm hamleler artık rakipleri tarafından ezberlenmiş durumda.
Gerçek Ortadoğu ile daha yeni tanışan Erdoğan için geriye tek bir çıkış yolu kalıyor; eman dilemek.

https://ahvalnews-com.cdn.ampproject.org/c/s/ahvalnews.com/tr/ortadogu/erdogan-gercek-ortadoguyla-yeni-tanisiyor
This entry was posted in DIŞ POLİTİKA, ORTADOĞU ÜLKELERİ. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *