Gladio’nun arka ‘Bahçe’si…
M Ender ÖNDEŞ
Söz ‘terör’den açılınca, her gün ülkenin neredeyse yarısını ‘terörist’ ilan eden MHP’nin geçmişini yeniden hatırlamamak imkânsız. Özellikle 1960’lar ve 70’ler boyunca sendikacılardan aydınlara ve akademisyenlere, öğrencilerden işçilere dek birçok insanın öldürülmesinde rol aldığı bilinen, adı Çorum’dan Maraş’a birçok katliama karışmış bir partiden söz ediyoruz.
‘Soğuk Savaş’ ürünü
Aslında hikâye, yerelden değil, evrenselden başlıyor ve tam tarih vermek gerekirse 1945’lerden sonrasına kadar uzanıyor. II. Savaş sonrasında oluşan dünya manzarasında “sosyalizm denizinde bir ada” olma ihtimalini fark ederek Soğuk Savaş’ı başlatan ABD, Avrupa başta olmak üzere bütün dünyada anti-komünist organizasyonlara ağırlık vermişti.
En bilineni Gladio olan bu organizasyonların halkların patlama noktaları olan Latin Amerika, Asya ve Afrika’daki biçimi ise kontrgerilla diye anılan paramiliter örgütler oldu. Çeşitli ülkelerde ‘ölüm mangaları’, ‘ulusal muhafızlar’ gibi çeşitli adlarla pıtrak gibi beliren, bazı ülkelerde ise parti formatında yaratılan bu örgütlerin finansmanı doğrudan CIA tarafından sağlanırken, elemanları ise Panama’daki CIA merkezinde ve Kaliforniya’daki Fort Bragg üssünde eğitiliyorlardı.
Türkiye’nin özgünlüğü
Türkiye boyutunda işler o kadar zor olmadı. Latin Amerika ya da çoğu Afrika ülkesinden farklı olarak, köklü bir imparatorluk geleneğine yaslanan Türkiye coğrafyasında, Türk ırkçılığı damarı zaten mevcuttu. İttihat Terakki’nin son döneminde ayyuka çıkan ve ‘Orta Asya’yı kurtarmayı’ hayal eden Turancı eğilim, Cumhuriyet’in ilk yıllarında da hep el altında tutuldu ve güçlendirildi. Sovyetler Birliği’nin tam sınırında filizlenmiş bir ‘Turan’ rüyası Batı dünyası için harika bir şeydi çünkü! Bu dönemde Osmanlı’yı pek takmayan kafatasçı eğilim daha da güçlenirken, Hitler’in Sovyetler’e başlattığı saldırı, eski hevesleri yeniden canlandırdı. İktidarı savaşa ikna edemeyen ırkçı ekip, özellikle Kırım/Kafkasya bölgesinde Nazilerin hizmetine koşarken, içlerinden bazıları Kırım’da Hitlerci Kafkas ordusu örgütlenmesine katıldılar.
Stalingrad sonrasında bütün bu hayaller suya düşünce, yeniden içe dönüş yaşandı ve o noktada başlayan Soğuk Savaş koşullarında artık dünyanın yeni patronu devreye girdi: ABD! Kendi ülkesinde ve bütün dünyada anti-komünist histeriyi kışkırtan ABD, sosyalizmle sınırdaş olan Türkiye’yi sağlama almak istiyordu. Böylece bir yandan Türkiye, her alanda ABD’ye bağımlı hale getirilirken, bir yandan da zaten var olan anti-komünist örgütlenmeler güçlendirilmeye başlandı.
Kanlı Pazar’dan MHP’ye
Komünizmle Mücadele Dernekleri (KMD) aslında MHP’den bir önceki adımdı. İlk kuruluşu 1950’ler olsa da asıl etkili olan Türkiye Komünizmle Mücadele Derneği 1963’te kuruldu. Özellikle İlhan Darendelioğlu başkan olduktan sonra hızla yayılan dernek, kısa sürede 110 şubeye ulaşırken, birçok yerde “komünizmi protesto mitingleri” yapıyordu. 1950’lerden beri üye listeleri hep şöhretlerle doluydu: Cemal Gürsel, Adnan Menderes, Celal Bayar, Süleyman Demirel, Turgut Özal, Recai
Kutan, Fethullah Gülen…
Gitgide paramiliter bir yapıya doğru yol alan dernek, çeşitli kentlerde saldırılar düzenlerken, en mühim icraatı 16 Şubat 1969’daki ‘Kanlı Pazar’ olacaktı. Darendelioğlu’nun “Pazar günü komünistler miting yapacak. Silahı olan silahıyla, olmayan baltasıyla gelsin!” çağrısı üzerine yapılan saldırıda iki işçi yaşamını yitirdi, onlarca insan yaralandı. Böylece, Dolmabahçe limanında demirleyen dost ve müttefik Amerikan askerleri korunmuş, kızıl komünistler püskürtülmüştü!
Karanlık ilişkiler
Bugünler, aynı zamanda yakın tarihin en karanlık tipleri olan Ruzi Nazar ve Enver Altaylı’nın faaliyette olduğu günlerdi. Özbek kökenli bir Nazi istihbarat subayı olan ve savaştan sonra CIA tarafından devşirilerek Türkiye’de istasyon şefi olarak görevlendirilen Nazar, başından beri işin içindeydi. 1959-1971 arasında ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’ne kamp kuran Nazar, kendisi gibi CIA bağlantılı Enver Altaylı ile birlikte paramiliter çeteleri örgütlerken, kontrgerilla eğitimi almak için gittiği ABD’de NATO görevi yapan Binbaşı Alparslan Türkeş ile tanıştı. Türkeş yurda dönünce Çankırı’ya “kontrgerilla öğretmeni” olarak atanacaktı.
Parti meselesi de o zamanlar ortaya çıktı. Sürgünden dönen Türkeş, kendisi gibi eski milliyetçi subayları çevresine toplarken, aynı günlerde Osman Bölükbaşı tarafından zar zor yaşatılan Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) giderek milliyetçi unsurların yuvası olmaya başlamıştı. Bölükbaşı, “Partide kılıç şakırtısından, şarjör sesinden geçilmez oldu” diye yakınadursun, liderliğinin artık bir hükmü kalmamıştı. Sonuçta, 1 Ağustos 1965’te toplanan olağanüstü kongre, gerçekten olağanüstü bir kongreydi!
Eski subaylar ve onların eğittiği genç komandolar, deyim yerindeyse partiyi ‘döve döve’ aldılar; Türkeş genel başkan seçildi! CKMP’nin 8-9 Şubat 1969 tarihlerinde Adana’da yapılan olağanüstü kongresinde ise artık taşlar yerine oturmuştu ve bu kez partinin adı da “Milliyetçi Hareket Partisi” olarak değiştirildi.
Paramiliter bir parti
Bu aşamada ne Türkeş ve ekibi, ne de onlara katkıda bulunan eller normal bir siyasi parti kurarak seçimler yoluyla başarı sağlamak peşindeydi. Partinin asıl amacı paramiliter faaliyetler ve şiddet yoluyla solun bastırılmasıydı. Daha MHP adı ortada yokken 31 Haziran 1968’de Demokrat İzmir gazetesi, “CKMP’li gençler komando kursuna tabi tutulacak” haberini veriyor, Cumhuriyet’teki haberde ise “CKMP, Akrepkaya’da komandolar yetiştiriyor. Başlarında halen CKMP milletvekili olan MBK’ci Rıfat Baykal var” deniliyordu. Türkeş de bunu inkâr etmemişti zaten: “Gençlik kolları çeşitli sportif ve kültürel faaliyetlerde bulunuyorlar. Bu arada kendilerine judo öğretiliyor. Komünistler memleketi sahipsiz sanıp, sokak hâkimiyeti kuramazlar. Onların anlayacağı dilden konuşan memleketçi-milliyetçi çocuklar vardır.”
1968 yılında CKMP ile başlayıp 1978’e kadar Ülkü Ocakları’na bağlı gençlere paramiliter eğitim veren, Yozgat, Çankırı, Kayseri, Trabzon, Antalya, Ankara, İzmir ve İstanbul gibi şehirlerde kurulan 34 kampta, 100 binden ülkücünün eğitildiği tahmin ediliyor. Daha sonraları Özal’a suikast girişimini gerçekleştiren Kartal Demirağ da aynı kamplardan söz ederken, “Gençlik yıllarımda, Denizli Güney ilçesi Kanlı Göl civarında ilk eğitimimizi aldık. Subaylar tarafından bize komando eğitimi verildi. Bilindiği üzere o zaman komünizm tehlikesi vardı. Ülkemizi bu tehlikeden korumak için ve terörist saldırılardan korumak amacıyla genellikle emekli subaylar bizlere eğitim verdiler” diyordu. 21 Aralık 1991’de Hürriyet’e kampları anlatırken “Başımızda emekli bir general vardı” diyen de Demirağ’dı!
Yazar Zihni Çakır’ın Profil Yayınları’ndan çıkan “Korku İmparatorluğu Gladio” kitabında öne sürdüğü iddiaya göre ise Türkeş’in kontrolündeki Gladio eğitim kamplarının asıl sahibi Murat Bayrak isimli bir Yugoslav göçmeniydi. Tekstil alanında fabrikaları olan Bayrak, Çakır’a göre 2. Dünya Savaşı yıllarında Yugoslavya’da Gestaponun kurduğu faşist çetelerden “Hançer Birliği”nde de yer almıştı ve CIA ile doğrudan bağlantılıydı.
Cinayetler, katliamlar…
Bütün bunlar gizli saklı da değildi. Böylece, 70’li yıllar boyunca süren bir ‘kan banyosu’nun zemini hazırlandı. Sık sık söylendiği gibi bir sağ-sol çatışması da değildi yaşanan. Büyük sermaye tarafından el altından desteklenen, CIA ve MİT’in bilgisi altında çalışan ve Abdi İpekçi’den Kemal Türkler’e, Savcı Doğan Öz’den Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul’a kadar yüzlerce insanın kanına giren, Bahçelievler, Balgat, Çorum, Maraş başta olmak üzere birçok katliamı düzenleyen bu organizasyon, bizzat mahkeme kararlarıyla da kanıtlandığı gibi MHP-Ülkü Ocakları’ndan başkası değildi.
12 Eylül’de de durum temelde değişmedi aslında. Yaygın deyişle, “fikirleri iktidarda kendileri hapiste” olan MHP’nin üst düzey yöneticileri, MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası’ndan hafif bedellerle kurtulurken, sadece alt düzeydeki tetikçiler ağır cezalara çarptırılmış, böylece yeniden siyasete dönmelerinin yolu açılmıştı. Ama bu kez ufukta beliren yeni tehlikeye karşı:
Kürtler! Belirlenen strateji ise doğrudan paramiliter saldırılardan çok, ırkçı fikirlerin ve kitlesel şiddetin yaygınlaştırılarak Kürt mücadelesine set çekilmesiydi. Öte yandan, halen polis ve özellikle özel harekât güçlerindeki kadroların neredeyse tümünün zaten MHP referanslı olduğu da bilinmeyen şey değil. Sonuç olarak, şimdilerde herkese ‘terörle mesafe’ dersleri veren MHP, bizzat kendi kuruluşu bakımından yakın tarihin en karanlık noktasında duruyor. Bu tarih aydınlanmadan, Türkiye’nin de önü açılmayacaktır.
Ecevit ile bir diyalog
Yıl 1978… Başbakan Bülent Ecevit Sarıkamış’ta, Özel Harp Dairesi Başkanı Tümgeneral Sabri Yirmibeşoğlu ile yemekte…
Aralarındaki diyalog şöyle:
“Ecevit: Farzımuhal, buradaki MHP il başkanı, aynı zamanda Özel Harp Dairesi’nin sivil uzantısındaki gizli elemanlardan biri olamaz mı?
Yirmibeşoğlu: Evet, öyledir ama kendisi çok güvenilir, vatansever bir arkadaşımızdır.” Sözü edilen kişi, daha sonra Abdi İpekçi suikastında ve suikastı düzenleyen Mehmet Ali Ağca’nın Maltepe Askeri Cezaevi’nden kaçırılmasında adı geçen ve ‘Doğu’nun başbuğu’ olarak bilinen Yılma Durak’tan başkası değildir.
Açıklamalar için teşekkürler.daha detaylı olarak İsviçreli yazar Daniele gancer in Natonun gizli orduları kitabını okumalarınıda tavsiye ederim.kitap sahaflarda bulunur belki….toplatılmıştır sanırım.1948 yılında Türkiyeden bir grup subay abd ye gayri nizami harp eğitimi almak için gönderilir(chp iktidardadır)Bunlar Danış karabelen(Tabii senatör)-Alpaslan türkeş-Suphi karaman(yakınında olmaktan gurur duydum.anısı önünde sayğıyla eğiliyorum)ve Turgut sunalp. Faşist Evren cuntasının ileri gelen adamıydı.sayğılarla