KÖY ENSTİTÜLERİ 81 YAŞINDA/ 1 / 2 / 3

“Her çağın hâkim fikirleri, o çağın hâkim sınıflarının fikirleridir.”  Karl Marx

KÖY ENSTİTÜLERİ 81 YAŞINDA/ 1

Tahsin Doğan
İstanbul – BİA Haber Merkezi
17 Nisan 2021, Cumartesi
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e okullar, okullaşma – Kaç okulda kaç öğrenci vardı? Öğretmenler nasıl yetiştirildi? Öğretmen okullarındaki şehirliler köye gider miydi? Çalıkuşları olmadığına göre öğretmenler kimlerdi?
Egemenler toplumu istedikleri doğrultuda şekillendirmek için eğitimi en önemli araç olarak görürler ve yönetmekten asla vazgeçmezler.  Bu nedenle öğretmen yetiştirme politikası ve eğitim sorunu, farklı sınıf ve grupların eğitimden beklenti farklılıkları kadar çeşitli ve karmaşıktır. Bu farklılık, Köy Enstitüleri’nin kuruluşuna da yansıdı.
Köy Enstitüleri Projesi ile, bir tarafta Türkiye’nin karanlıktan çıkmasını isteyen bir avuç aydın ve siyasi iktidarın bir kanadı, diğer tarafta toprak ağaları, yeni oluşmaya başlayan cılız sermaye, gericiler, Osmanlı’dan kalma alışkanlıklarını sürdüren bürokrasi ve işbirlikçileri, sürekli çatışma içinde oldu.
Köy Enstitüleri’nin kurulması ve kapatılması da o günün koşullarında egemenlerin süreçteki güç dalgalanmalarının sonucu olarak görülmelidir. Süreçte bu dalganın yükseldiği ve çağdaşlaşma atılımlarının duraksadığı 1950’li yıllarda da kapatıldı.
Köy Enstitüleri’nin kurulmasıyla toplumun kısmi bir aydınlanma sürecine girmesi halkı umutlandırmışsa da değişmez kural tarihler boyu eğitim ve öğretmen yetiştirme politikası, egemenlerin politikası olmuştur, güçlü, örgütlü bir direnç görmediği için halk örgütlügücünü yaratarak saltanatlarını yıkıncaya kadar da egemenlikleri devam edecek.
Beşikdüzü Köy Enstitüsünün Chevrolet kamyonunda Mustafa Kamil Karadeniz (Fotoğraf: Beşikdüzü Köy Enstitüsü Hikayesi Bitmedi, Kaveg Yayınları)
1920’ler
1920’de Osmanlı’dan kalan; 16 Mart 1848’de kurulan Darülmuallimin’in devamı 20 ilköğretmen okulu ve 1891’de kurulan Darülmuallimin-i Ali’nin devamı İstanbul’daki Yüksek Öğretmen Okulu vardı. Bu okulların öğrenci kapasitesi, Türkiye’nin yüzde 20’nin yaşadığı şehirlerdeki okullara bile yetmiyordu.
1923-1924 öğretim yılında, Türkiye’de 4894 ilkokul,10.238 öğretmen 341.941 de öğrenci vardı. Nüfus yaklaşık 13,5 milyon civarındaydı. Bu nüfusun çoğu kadın ve çocuktu. Öğrenim çağında yaklaşık 4 milyona yakın çocuğun sadece yüzde 3,5-4’ü okula gidebiliyordu. Onların da tamamına yakını şehirlerde yaşayanlardı. 40 bin köyün 35 bininde okul ve öğretmen yoktu.
Şehir-köy?
Var olan öğretmenlerin sadece yüzde 32’si öğretmen yetiştiren kurumlardan, yüzde 68’i medreselerden, imamlardan ve askerliğini yapmış, okuma-yazma bilenlerden karşılanıyordu.
Nüfusun yüzde 80’ini köylerde yaşarken öğretmenlerin yüzde 78’i şehirlerdeydi. Okulların yüzde 24,7’si, öğretmen yokluğundan kapalıydı.
1927 sayımında nüfusun sadece yüzde 4.7’si okur-yazardı, ki bunun da tamamına yakını şehirlerde yaşıyordu. Erkeklerin yüzde 77si, kadınların yüzde 92’si okuma yazma bilmiyordu.
Öğretmen açığını kapatmak amacıyla, 7 Mart 1921 günlü bir kanunla; öğretmen, öğrenci ve medrese mensuplarının askerlikleri ertelendi.
Çalıkuşu yok
Ankara’da 15 Temmuz 1921’de toplanan “Maarif Kongresi”ne Kurtuluş Savaşı devam ederken Mustafa Kemal’in katılması, 1923 ve 1924’te toplanan “Heyet-i İlmiye”de, eğitim konusunun enine boyuna tartışılması, eğitime verilen önemi gösteriyor, ama köklü bir çözüm üretilemiyordu.
3 Mart 1924’te çıkarılan Tevhid-i Tedrisat (öğretimin birleştirilmesi) yasası ve 1 Kasım 1928’deki Harf Devrimi ile eğitim alanına önemli kazanımlar sağlandı, ancak eğitim ve öğretmen yetiştirme sorunu çözülemiyordu.
Bu okullarda yetişen şehir kökenli öğretmenlerin, tümüne yakını şehirlerde görev alıyordu. Köylere atanan az sayıdaki öğretmen de kısa süre içinde şehre dönmenin yolunu buluyor ya da öğretmenliği bırakıp şehirde başka işlerde çalışıyordu. Çalıkuşları pek çıkmıyordu.
Öğretmen yokluğundan yararlanan cumhuriyet karşıtı güçler, okulların yerini, eski yöntemle illegal olarak yürüten imamlarla dolduruyordu. Köylerdeki çocukların tamamına yakını, cami hocalarından eğitim alıyordu.
Açık nasıl kapatılır?
İmamlar, Cumhuriyet dönemine kadar eğitimi, ezber, baskı ve şiddete dayalı bir yöntemle yürüttüler. Bu falakalı eğitim anlayışı çocuğun ruhsal ve sosyal değerlerini yok ederken, ne yazık ki hocalar, yok ettikleri değerlerin farkında bile değildi. Farkına varanlarda suskun, kişiliksiz, itaatkâr, evet efendimci bir nesil yetiştirdikleri için mutluydular. Bu alışkanlıklarını cumhuriyet döneminde de boşluktan yararlanılarak uzun süre sürdürdüler.
Bu dönemde yurtdışından getirilen uzmanların, Türkiye eğitim sistemine ilişkin hazırladıkları raporlar doğrultusunda yaptıkları öneriler, Türkiye’nin gerçekleriyle örtüşmediği için, önemli fikirler veriyor ama, sağlıklı bir yönlendirme yapamıyordu.
Eğitim şuraları toplanıyor, Meclis’te çözüm önerileri tartışılıyor, öğrenci kontenjanları artırılıyor, fakat eğitim sorununa köklü ve toplu bir çözüm üretilemiyordu. Öğretmen okullarının bir yılda verdiği 300-350 mezunla öğretmen açığını kapatmanın olanaksızlığı ortadaydı.
Oysa cumhuriyetle yaşanan değişimin kitlelerce benimsenmesi, korunması ve geliştirilmesi eğitimli bir toplumu zorunlu kılıyordu. Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullar eğitim alanında devrimci bir yaklaşımı gerektiriyordu.
İlköğretmen Okulları
1923–1924 öğretim yılında Osmanlı’dan donanımsız ve bakımsız olarak devralınan öğretmen okullarının bir kısmı kapatılarak sayıları yedisi kız, 13’ü erkek olmak üzere 20 ilköğretmen okulu ile ilkokullara öğretmen yetiştirmeye devam edildi.
İlköğretmen Okulları, Köy Enstitüleri’nden önce de sisteme öğretmen yetiştiriyordu. Ancak Köy Enstitüleri açıldıktan sonra, eğitim öğretimde planlama, ders programı ve işleyişte Köy Enstitüleri’nden çok etkilendiler. Zaten Köy Enstitüleri, özgün kurumsal yapısıyla uzun yıllar öğretmen yetiştiren kurumlarda etkisini sürdürdü.
Kapatılan Köy Enstitüleri, ilköğretmen okullarına dönüştürüldü. Ancak bu okulların adı, ders programlar ve idari kadroları değişti ama, öğretmenleri ve mekanları değişmedi.
Köy Enstitüsünden dönüşen ilköğretmen okulları yatılı öğrenci almaya devam etti. Bu nedenle de ilköğretmen okulları ortam, uygulama ve yaklaşımlar bütünlüğü içinde kendiliğinden “Köy Enstitülerini” yaşatma çabasını sürdürdü.
İlköğretimin birinci kademesi üzerine altı, ikinci kademesi (ortaokul) üzerine üç yıl eğitim veren ilköğretmen okulları ve ağırlıklı olarak köy ilkokullarından mezun olan öğrencileri alan ilköğretmen okulları, köy veya şehir fark etmeksizin tüm ilkokullara uzun yıllar öğretmen yetiştirdi.
1970’de İlköğretmen okullarının öğretim süresi ilkokul üzerine yedi, ortaokul üzerine dört yıla çıkarıldı. 1973-1974 öğretim yılında öğretmen lisesi, ardından da “Anadolu Öğretmen Lisesi” adıyla varlığını bir süre daha sürdüren bu okullar daha sonra kapatıldılar.
Beşikdüzü Köy Enstitüsü’nde marangozluk işliğinde öğrenciler (Fotoğraf:Beşikdüzü Köy Enstitüsü Hikayesi Bitmedi, Kaveg Yay.)
Yüksek Öğretmen Okulu
Eğitim tarihimizdeki ilk yüksek öğretmen okulu 1891’de İstanbul’da kurulan “Darülmuallimini Aliye”dir. Cumhuriyet döneminde Yüksek Öğretmen Okulu adını alan bu okul, 1954-1955 öğretim yılına kadar, Millî Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) elindeki tek yüksek okul olarak, öğretmen yetiştirme işlevini sürdürdü.
Hızlı nüfus artışıyla, okul çağı nüfusun artması liselerin öğretmen ihtiyacını karşılamada yetersiz kaldı.1959’da Ankara’da, 1964’te İzmir’de birer yüksek öğretmen okulu açıldı. Bu okullar, İlköğretmen okullarının son sınıfına geçen öğrenciler içinden, not ortalaması yüksek, başarılı öğrencileri alıyordu. Eski yüksek öğretmen okulundan farklıydı. Bu nedenle İstanbul’daki eski yüksek öğretmen okuluna da aynı program uygulandı.
MEB yüksek öğretmen okulu öğrencilerini, üniversite giriş sınavları yoluyla almayı kararlaştırmasıyla, öğrencilerini ağırlıklı olarak köy çocuklarından alan bu okullara fakir halk çocuklarının girmesinin de önü kapandı.
Öğretmen yetiştirmede tarihi bir sorumluluğa sahip bu okul 130 yıl liselere öğretmen yetiştirdikten sonra “çeşitli nedenlerle işlevlerini yerine getiremez olduğu” gerekçesiyle, 1978’de kapatıldı.
Eğitim Enstitüleri
İlk eğitim enstitüsü Türkçe öğretmeni yetiştirmek amacıyla 1926-27 öğretim yılında Konya’da açılan Orta Öğretmen Okulu’dur. (“Orta Öğretmen Yetiştirme ve Eğitim Fakülteleri Muallim Mektebi”)
Bu okul 1929-1930 öğretim yılında, Ankara’ya taşındı, adı “Gazi Orta Muallim Mektebi ve Terbiye Enstitüsü” olarak değiştirildi.
Ankara’ya taşındıktan sonra, Türkçe bölümüne, Eğitim (Pedagoji), Matematik, Fen Bilgisi, Sosyal Bilimler, Resim-İş, Beden Eğitimi, Müzik, Fransızca, İngilizce ve Almanca bölümleri eklenerek, ortaokul ve liselere her branştan öğretmen yetiştiren ana kaynak haline geldi.
Eğitim enstitüleri ilköğretmen okulları gibi hep köy enstitülerinin uygulamalarını örnek aldı. 1963’te Tokat İlköğretmen Okulu, 1964’te Yozgat İlköğretmen Okulu ve 1972’de İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü Eğitim (Pedagoji) Bölümü’nde öğrenim görmüş biri olarak, Köy Enstitülerinin etkisini hissetmemek mümkün değildi.
Dönüşerek kapandılar
Tüm eğitim kurumları Köy Enstitülerini açan kadroların bilimsel, laik, özgür bir eğitim yaratma çabalarından, doğrudan etkilendiler. Bu ilkeler, o dönemde eğitim kurumlarını taşarak tüm toplumu etkiledi.
Cumhuriyet döneminde ortaokul ve liselerin öğretmen ihtiyacını uzun yıllar eğitim enstitüleri karşıladı. İlk açılışta öğretim süreleri lise ve ilköğretmen okulları üzerine iki yıl olan eğitim enstitülerinin, öğrenim süresi daha sonra üç yıla çıkarıldı.
Artan öğretmen ihtiyacını karşılamak için 1940’tan başlayarak yeni eğitim enstitüleri açıldı. 1976’da sayıları 50’ye ulaştı. Millî Eğitim Bakanlığı’nın 1979’da çıkardığı bir yasayla “her düzeydeki öğretmenlerin yükseköğrenim yoluyla yetiştirilmesi” hükmü gereği eğitim sürelerini dört yıla çıkınca yüksek öğretmen okullarına dönüştü. Bir süre sonrada Eğitim fakültelerine dönüştürülerek kapatıldılar.(TD/APK)
* Metin içi fotoğraflar Güler Yalçın arşivi, Köy Enstitüleri Araştırma Derneği Başkanı, teşekkürlerle.
Köy Enstitüleri 81 yaşında/ Tahsin Doğan
https://bianet.org/bianet/egitim/242585-osmanli-dan-cumhuriyet-e-okullar-okullasma

Öğrenciler Cilavuz Köy Enstitüsü bahçesinde ders çalışıyor (Perihan Akçam, oturan grupta sol başta)

KÖY ENSTİTÜLERİ 81 YAŞINDA/ 2

Köy Enstitülerinin yolunu açan okullar
Köy muallim mektepleri deneyimi, sonrasında da eğitmen ve başöğretmenlik sistemi, Avrupa’dan gelen uzmanlar ve Avrupa’ya yapılan gezilerle özellikle köyü ağırlık veren düzenlemeyi şekillendirdi.
Varolan okullardan yetişenler köylere gitmiyordu. Böylece köyden öğrenci alıp köye gönderme fikri şekillenmeye ve kabul görmeye başladı.  Kurtuluş savaşı döneminde de aktif görevler almış olan Mustafa Necati’nin  bakanlığa getirilmesiyle eğitim alanında yeni atılımlar başladı.
22 Mart 1926 tarih ve 789 sayılı Maarif Teşkilatına Dair Kanun uyarınca, köy ilkokullarının öğretmen ihtiyacını karşılamak üzere 1927-28 öğretim yılında  Kayseri Zincidere ve Denizli’de iki “Köy Muallim Mektebi” açıldı. (1909’da “Öksüzler Yurdu” olarak yapılan Zincidere’deki okul daha çok, savaşlarda ölen asker çocuklarını almasıyla bilinir.)
Köy Enstitülerinin de yolunu açan kurumlardan biri olan bu okullar, ders programları ve işleyişi bakımından özgün bir deneyimdi. Köy Enstitüleri gibi ziraat ve iş dersleri ağırlıklı olarak veriliyordu. Zincidere’de 30 dönüm tarla ve 6 dönüm bağ vardı.
Buradan yetişenler daha çok “başöğretmen” olarak derslere girmenin yanında okuma yazma kursları, teknik ve ziraat konularında köylüye rehberlik ve bölgede ilkokullar açılmasını da üstlenmişlerdi.
Öğretmensizlik
Süreç içinde 36 bin köyün öğretmensiz olduğu Türkiye de on binlerce öğretmen açığının bu iki okulla kapatılmasının olanaksız olduğu görüldü.
Bu açığın ancak eğitmenler eliyle yürütülmesine karar verilerek, eğitmen yetiştirme projesine ağırlık verildi. Köy muallim mektebi mezunları da başöğretmen sıfatı ile eğitmenlere rehberlik ve altyapı çalışmaları yapacaktı.
Bu amaçla, her 10 köye rehberlik edecek bir başöğretmen görevlendiriliyordu. Başöğretmenlerin organizasyonunda, imece usulü köylere okullar yapılıyor, Zorunlu olan masa, oturak gibi basit ders araçları da üretiliyordu.

Sağda Perihan Akçam 
Sayısal tablo
Milli Eğitim Bakan Mustafa Necati’nin projesi olan ve cumhuriyet döneminin ilk köy öğretmenlerini yetiştiren Köy Muallim Mektepleri 1932–1933 öğretim yılında gerekli verim alınamadığı gerekçesiyle kapatıldı. Yoğun çabalara karşın, 1933-1934 öğretim yılı, şehirlerde beş sınıflı ilkokul sayısı 1192, köylerde çoğu 3. sınıfa kadar olan 4 bin 999 ilkokula ulaşılabildi.
Çocukların zorunlu olmadığı için, ara sınıflardan okulu terk etmesi de yaygındı. Bunlar, velileri tarafından tarıma, ya da yasa dışı olarak varlığını sürdürmekte olan imamlara yönlendiriliyordu. Tonguç’un aktarımıyla, “1927-28 öğretim yılı şehir ilkokullarına kayıt yaptıran 64 bin 197 öğrenciden beşinci yıla gelindiğinde 22 bin 548’inin kaldığı, bunlarında ancak 17 bin 500’ünün mezun olduğuydu”
Okul binaları genellikle öğrenciler ve halk tarafından yapılıyor devlet araç gereç desteği sağlıyordu. Kullanılmayan bir ev, kahve ya da köy odaları okul olarak kullanılabiliyordu. Yani Sorun okul yokluğu değil, sadece öğretmen yokluğu idi.
Köyden köye
Eğitmen kursundan bir yıl sonra, eğitim süresi ilkokul üzerine beş yıl olan, daha donanımlı öğretmenler yetiştirmek için 1937 yılında; İzmir/Kızılçullu, Eskişehir/Çifteler, Kırklareli / Kepirtepe, Kastamonu / Gölköy’de olmak üzere 4 “Köy Öğretmen Okulu” açıldı.
Köylerden alınan öğrenciler, eğitildikten sonra köye öğretmen olarak gönderilecekti. Köy Öğretmen Okulu’nu bitiren öğretmenler, köylerden alındığı için, köyde yaşayabilecek, halkla kaynaşabilecek ve köy yaşamına olumlu etkilerde bulunabileceklerdi.
1936-37 öğretim yılında açılan ve öğrencilerini köyden alan dört köy öğretmen okulunda yetişen öğretmenler köylere gönderilmeye başlandı. Ardından köye, gene köyden gelen eğitmenler gönderilmeye başlandı. Bunlar köylerde az da olsa bir canlılık yarattı ama yetmedi.
Öğretmenler, eğitim-öğretim çalışmalarının yanında köylüye okuma yazma kursları açıyordu. Köylünün ihtiyaçlarına göre, sağlık, ziraat, demircilik ve marangozluk gibi konularda da onlara rehberlik ediyorlardı.
Köy öğretmen okullarının bünyesinde bir uygulama ilkokulu, bir orta kısım, diğeri de öğretmen okulu olmak üzere üç bölüm vardı. Bu okulların gelişimi sürerken, Köy Enstitüleri Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle Köy Öğretmen Okulları kapatıldı.
Eğitmen Kursları
İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç, kadrosuyla birlikte öğretmen yetiştirmenin yeni yolları bulmak doğrultusunda çok çalıştı. Sonuçta, askerliğini çavuş veya onbaşı olarak yapanların bir yıl kurstan geçerek köye “eğitmen” yapılamasına karar verildi.
Daha yasası çıkmadan bu proje ilk olarak 1936-1937 öğretim yılında Eskişehir-Çifteler’de başlatıldı. Uygulama derslerinde ve gittikleri köylerde başarılı oldular. Sonuç Tonguç ve arkadaşlarını cesaretlendirdi.
 11 Haziran 1937’de çıkarılan  3238 sayılı Eğitmen Kanunu’nun birinci maddesinde “… Nüfusları 400’ün altında ve öğretmen gönderilmesine elverişli olmayan köylerin, öğretim ve eğitim işlerini görmek, ziraat işlerinin fenni bir şekilde yapılmasını sağlamak için köylülere rehberlik etmek üzere köy eğitmenleri istihdam edilir,” denmekteydi.
Cılavuz Köy Enstitüsü öğretmenleri
Eğitmen her şey
Anlaşıldığı üzere eğitmenlere, öğretim sorununun dışında da sorumluluklar yüklenmişti. Köye gönderilen eğitmenler ilköğretimin ilk üç sınıfında görev aldılar. Daha ileri sınıflar için Köy Öğretmen Okulu mezunları görevlendirildi.
Yasanın uygulanmasına yönelik talimatnamedeki görev tanımında ise “Eğitmenler köyde hem öğrencilerin hem de yetişkinlerin genel eğitiminde, ayrıca köylüye modern tarım tekniklerinin öğretilmesinde görevlidirler…” diyerek eğitmenlere köyün toplu gelişimi için önemli sorumluluklar yüklüyordu.
Ayrıca bu Eğitim Talimatnamesinde “eğitmenleri iş başında yetiştirmek ve onların işleyemediği zor konuları işlemek üzere sekiz on  eğitmen çalışan köylerden oluşan her eğitim bölgesi için bir gezici başöğretmen görevlendirilir,” denerek eğitmenlere mesleki rehberlik yapacak önlemler de alınıyordu.
Eğitmen başarısı
Eğitmenleri yetiştirmek için açılan yerlerin çoğu daha sonra kurulacak Köy Enstitülerine de ev sahipliği yaptılar. Çünkü kısmi alt yapısı, coğrafi konumu ve öğretim kadrosu uygun olan bu yerlerde Köy Enstitülerinin açılması daha kolay oldu.
Açılan Eğitmen kurslarında 30’u kadın, 8 bin 645’i erkek 8 bin 675 eğitmen yetiştirildi. Bunlar Türkiye genelinde 7 bin 90 okul açtılar. Bu üç yıl süreli ilkokullar, 1946-1947 öğretim yılına gelindiğinde 210 bin 863 öğrenci kapasitesine ulaştı. Eğitmenler 1 milyon 600 bin köy çocuğunu eğitim-öğrenim görmesini sağladı.
Eğitmenlerin köylerde uygulayacağı programa ilişkin hazırlanan kılavuz kitapta, haftalık çalışma çizelgesi ve üç yıla yayılmış Türkçe, matematik, yurt ve sosyal yaşama ilişkin derslerin programı vardı.  Bu kitap işlenecek konuları ve öğrencilere nasıl aktarılacağı konusunda öğretim yöntem bilgilerini de içeriyordu.
Sol başta Perihan Akçam
Kadın Eğitmenler
Az da olsa kurslara kadın eğitmen adayları da alındı. Kadın eğitmenler köylerde, öğrenci yetiştirmenin yanında köydeki kız çocuklarına dikiş nakış, ev idaresi, sağlık bilgisi öğretiminde daha başarılı olmuşlardır.
Kadın eğitmenle birlikte hükümet demirbaş olarak köylere dikiş makinaları ve gerekli olan diğer araçları da veriyordu.
1939’da toplanan I. Eğitim Şurası’nda, köylüye sadece okuma yazma öğretmenin yeterli olmayacağı, Köy öğretmeninin çok yönlü yetiştirilmeleri gerektiği vurgulanarak, yeni açılacak kurumlara “Köy Enstitüsü” isminin verilmesi uygun görüldü.
Ön Çalışmalar
1926 Kayseri-Zincidere’de ve1927’de Denizli’de açılan “Köy Öğretmen Okulları” ve Eğitmen Kursları gibi çabalar uzun yıllar sürdü, fakat ortaya sağlıklı bir öğretmen yetiştiren kurum çıkarılamadı. Ta ki Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç Köy Enstitülerini kuruncaya kadar.
Köylerde yaşayan  nüfusun yüzde 80’i Türkiye’deki gelişmelerden, cumhuriyetin yarattığı değerler ve değişimden pek haberi yoktu, Osmanlı’da nasıl yaşıyorlarsa hayat öyle devam ediyordu.
Cumhuriyet Halk Partisi’nin 1931 programında hedef “kuvvetli cumhuriyetçi, milliyetçi ve laik vatandaşlar yetiştirme …” idi. Köy Enstitüleri Yasası da  “… bu kadar öğretmenin çabuk, kolay ve iyi yetiştirilmesi için yeni ve pratik usullere ihtiyaç vardır,” cümlesiyle gerekçelendirildi.
28 Aralık 1938’de Hasan Ali Yücel Milli Eğitim Bakanı, 31 Ocak 1940’ta İsmail Hakkı Tonguç  İlköğretim Genel Müdürü oldular. Köy öğretmen okullarında yetişen öğretmenlerin başarıları, “Enstitü” atılımı konusunda H. Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’u yüreklendirdi. Öğretmen yetiştirmedeki bu deneyimler, bir anlamda Köy Enstitüleri’ni doğurdu.
Çok yönlü çalışmalar
Öğretmen yetiştiren okullara yönelik denemelerin yanısıra çok yönlü araştırmalar da yapılıyordu. Bu amaçla yurt dışından uzmanlar getirildi, Almanya, Avusturya, Bulgaristan ve Macaristan’a eğitim eğitim gezilerinden satır başları şöyleydi.
– Türkiye eğitimde atılımı acilen başlamalıdır; Batı’da 100-150 yıl önce başladı.
– Avrupa’nın uygulamalarının ülke koşullarına uyumu konusunda, araştırma ve ön uygulamalar gerekir.
– Eğitim köyün canlandırılması davası olarak da ele alınmalıdır.
– Planlama ve yasa düzenlemelerle köyde eğitim yaşamsal bir önem taşıyor.
Yasa ve muhalefet
Köye gitmek, köylerde öğretmenlik ve yöneticililk yapmak hiç çekici değildi. Özellikle Köy Enstitülerinin kurulacağı bölgeler mahrumiyet bölgeleriydi.
Daha önce bu bölgelerde denenen köy öğretmen okulları ve yatılı bölge okullarında yoğun sorunlar yaşanmıştı.
Bu zorlu durum Temmuz 1939’da  Birinci Maarif Şurası’nda değerlendirildi.  Buna göre hazırlanan yasa taslağı Meclise sunuldu. Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü, Yahya Kemal Beyatlı, Emin Sazak ve Kazım Karabekir taslağa muhalefet ettiler.
Bu kadro içinde yer aldıkları Demokrat Parti’de de Köy Enstitülerinin kapatılmasında etkin rol oynadılar. Kimisi Köy enstitülerine sağlanan olanakları, Sovyetler Birliği’ndeki  “Politeknik Okulları”na benzettiler. Kimisi de 1924’ten başlayarak, John Dewey dahil yurt dışından getirilen uzmanların görüşleri doğrultusunda hazırlanan dış kaynaklı okullar olduğunu söyleyerek, cahil halkı, daha kurulmadan Köy Enstitülerine karşı kışkırttılar.
Oysa, Köy Enstitüleri ülke gerçeklerinden kaynaklanan, dönemin eğitim sorunlarını çözmeye yönelik ve Türkiye’nin eğitimcilerince geliştirilen özgün bir projeydi; günün koşulları doğurmuştu.

Cılavuz Köy Enstitüsü
Eğitmen yetiştiren okul (1937)
Cılavuz (En Güzel Çiçek) Köy Enstitüsü (1938)
Kazım Karabekir İlk öğretmen Okulu (1956-1976)
Kazım Karabekir Öğretmen Lisesi (1976-1990)
Kazım Karabekir Anadolu Öğretmen lisesi (1990-2014)
Kazım Karabekir Anadolu lisesi 2014-2015
Enstitü’den 1951’e dek toplam 989 öğrenci mezun oldu. Yazar Perihan Akçam, yazar Dursun Akçam, TÖB-DER Genel Başkanı Gültekin Gazioğlu Cılavuz Köy Enstitüsü mezunlarından.
Fotoğraflar Perihan Akçam Arşivi’nden. Çok teşekkürlerle.
* Veriler Kars, Susuz Kaymakamlığı web sitesinden
https://bianet.org/bianet/diger/242598-koy-enstitulerinin-yolunu-acan-okullar

Akçadağ Köy Enstitüsünde sabah müziği-1949 /Ali Doğan Arşivi

KÖY ENSTİTÜLERİ 81 YAŞINDA/ 3

Enstitülerin misyonu neydi?
Nerelerde, nasıl açıldı enstitüler? Nasıl bir modeldi? Mezunlar öğretmenden ötesiydi, çok yönlü bir program nasıl bir model yarattı? Aşık Veysel de müzik öğretmenliği yaptı.
17 Nisan 1940’ta çıkarılan 3803 sayılı yasa ile “Köy Enstitüleri” resmen kuruldu. Ancak1937’de kurulan ve daha sonra kapatılan, Köy Öğretmen Okulları’nın kuruluş tarihi, çoğu eğitim tarihçisi tarafından Köy Enstitülerinin de kuruluş tarihi olarak kabul ediliyor.
1927’de denenen Köy Muallim Mektepleri, Eğitmen Kursları ve Köy Öğretmen Okullarının yüklenmiş olduğu sorumluluğu enstitüler, biraz daha ileri taşıyordu. Köy Enstitülerinin kuruluşunda yer alan kadrolar Türkiye’nin ilköğretim alanındaki sorumluluğunu ve çözüm iddiasını inançla üstleniyordu.
21 Enstitü
İlk aşamada Türkiye 22 bölgeye ayrıldı. Buralara her biri en az 100 yatılı öğrenci kapasiteli enstitüler inşa edilmeye başlandı. Tarıma elverişli arazisi bulunan köylerde veya yakınlarında Köy Enstitüleri açılıyordu.
Öğretmen yetiştirmede özgün bir yeri olan Köy Enstitülerinin sayısı kısa sürede 20’ye ulaştı. Kapanma aşamasında Van’da açılanla sayıları 21’e ulaştı.
1937/ Çifteler (Eskişehir)
1938/ Kepirtepe (Kırklareli), Kızılçullu (İzmir)
1939/ Gölköy (Kastamonu)
1940/ Akçadağ (Malatya), Ladik-Akpınar (Samsun), Aksu (Antalya), Arifiye (Sakarya), Beşikdüzü (Trabzon), Cılavuz (Kars), Düziçi (Adana), Gönen (İsparta), Pazarören (Kayseri), Savaştepe (Balıkesir)
1941/ Hasanoğlan (Ankara), İvriz (Konya), Pamukpınar (Sivas)
1942/ Pulur ( Erzurum)
1944/ Ortaklar (Aydın), Dicle (Diyarbakır)
1948/ Erciş (Van)
Köy Enstitülerinin mimarı kuşkusuz, Bakanı Hasan Âli Yücel ve İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’tu. Onlar Türkiye’nin eğitim sorunlarını çözmeye odaklandılar, tüm muhalif çıkışlara karşın işlerini başarıyla sürdürdüler.
Öncü Köy Enstitüleri, karma, bilimsel ve ezbercilikten uzak, gerçek yaşamdan beslenen ve kaynaşan uygulamalı eğitimle, adeta eğitim tarihinde bir çığır açtı.  Köy Enstitüleri özgün eğitiminin yanında, sağladığı demokratik ve katılımcı bir eğitim ortamı ile genç cumhuriyetimize ve demokrasimize bir avuç insanla önemli katkılar sağladı, adeta demokrasimizin beşiklerinden biri oldu.
Her hafta sonu yapılan toplu eleştiri ve özeleştiri ile özgür, katılımcı ve dayanışmacı bir kuşağın yetişmesine de öncülük etti.
Öğretmenden ötesi
O koşullarda Köy Enstitüsüne yüklenen misyon şuydu:
 “Köy öğretmeni ve köye yarayan diğer meslek erbabını yetiştirmek üzere, ziraat işlerine elverişli arazisi bulunan yerlerde, Maarif Vekilliğince köy enstitüleri açılır.”
Dikkat edilirse sadece köy öğretmenliği ile yetinmiyor diğer meslek erbabını diyerek, köyün toplu kalkınmasının sorumluluğunu da üstleniyordu. Okulda ziraat ve diğer zanaatlar da uygulamalı olarak veriliyordu. Temel görev olarak öğretmenliğin yanında sağlık memuru ve ebe de yetiştiriyordu. Öğretim süreleri ilkokul üzerine beş yıldı.
Öğretmenler çocuklara eğitim verirken, diğer yandan köylülere okuma yazma kursları açıyor bilimsel tarım tekniklerini öğretiyordu.
O dönemde, ezberi temel alan ve tüm Türkiye’de uygulanmakta olan anlatım (Tahrir) yöntemi yerine iş içinde eğitimi ilke edinen uygulamalı eğitim temel aldı. Her köy enstitüsünün kendisine ait tarlaları, bağları, arı kovanları, balıkhaneleri, besi ahırları ve atölyeleri vardı.
Tonguç’dan
Tonguç, “Neden Enstitü?” sorusuna; “Biz köy enstitüsünü sadece nazari tedrisat yapılan bir müessese olarak almadık. İçerisinde ziraat sanatları, demircilik, basit marangozluk gibi ameli birtakım faaliyetler de bulunduğu için okul adıyla anmadık, ‘Enstitü’ diye adlandırmayı muvafık gördük,” der.
Tonguç “Köy meselesi kimilerinin zannettikleri gibi mihaniki surette köy kalkınması değil, manalı ve şuurlu bir şekilde köyün içten canlandırılmasıdır, diyordu.
“Köyü öylesine canlandırmalı ve şuurlandırmalı ki, onu hiçbir kuvvet …… istismar edemesin. ….. Onlar da her vatandaş gibi, her zaman haklarına kavuşabilsinler.”
Model
Köy Enstitülerini diğer eğitim kurumlarından farklı kılan, Türkiye’nin ihtiyaçlarından kaynaklanan eğitim programı ve yaratılan dayanışmacı bilinçtir.
Bu okullardan yetişen öğretmenlerin bilime olan inançları, demokrasi sevgisi, demokrasi mücadelesinde ön saflarda yer almaları, güzel sanatlara, müziğe, çevreye, toplumsal gelişmeye olan duyarlılıkları, örgütlü mücadeleye olan inanç ve katkıları, toplumun eğitim ihtiyaçlarına karşı özgün yaklaşımı, kısa sürede onların diğer eğitim kurumlarından farklılıklarını ortaya çıkardı.
Sadece Türkiye’de değil dünya eğitim sisteminde özgün bir çalışma ve model olarak yerini aldı. Bugün Türkiye ve dışındaki üniversitelerde “Köy Enstitüleri” üzerine araştırmalar yapılıyor, tezler hazırlanıyor, yayınlar yapılıyor.
Köy Enstitüsü mezunları, yaşamları boyu Türkiye’nin demokratikleşmesi, halkın yaşam standardının yükseltilmesi ve eğitimli bir toplum yaratılması doğrultusunda mücadele ettiler.
Kurullar
Tek partinin devlet ve kurumlarına egemen olduğu bir dönemde demokratik işleyiş modelini gerçekleştirmeleri en büyük başarılarından biridir.
Köy Enstitülerinde yönetim, öğretmen ve öğrenci ilişkilerinde demokratik bir işleyişin hâkimdir. Eğitimde, üretimde, enstitü olanaklarından yararlanmada eşitlik, dayanışma ve birlikte karar alma ve uygulama ilkesinin yaşatıldığını görürüz.
Günlük çalışma; öğretmen, öğrenci, yönetim ve çalışanlarla birlikte planlanır ve uygulanırdı. Denetimi de kendi iç mekanizması içinde geliştirilen organlar yapar, değerlendirirdi. Öğrencilerin de yer aldığı kurullar aksaklıkları, yanlışları sorgular, yaptırımlarlar belirlerdi.
 Çok yönlü
Köy enstitüsünü bitiren bir öğretmen aynı zamanda ziraat, sağlık, inşaat, demircilik, terzilik, balıkçılık, arıcılık, bağcılık, marangozluk ve benzeri alanlarda uygulayarak öğreten bir birikime sahipti.
Öğretmen olarak gittikleri köylerde, köylülerin de katkısıyla kendi okullarını inşa edebilecek bilgi, beceri ve donanımdaydılar. Birçok Köy Enstitüsü binaları, öğretmen ve ustaların rehberliğinde öğrenciler tarafından inşa ediliyordu.
Bu nedenlerle de  mezunların diplomalarında öğretmenliğin yanı sıra, öğrecinin sanatı bölümünde yapıcı-dülger, arıcı, terzi gibi ibareler yer alırdı.
Köy Enstitüleri bulunduğu çevrenin ekonomik, kültürel ve toplumsal kalkınmasını da üstlenmiş durumdaydılar. Bu dönemde köyden alınıp eğitildikten sonra köylerine eğitmen ya da öğretmen olarak geri gönderilen gençler, köylere adeta ışık saçıyorlardı.
Aşık Veysel
Eğitimde, tarımda, işte, sanatta ve sağlık alanlarında başarılı çalışmaları göz kamaştırıyordu.
Öğrenciler her sene 25 adet klasik kitap okumakla yükümlüydü. En az bir müzik aletini çalmayı da öğreniyorlardı. Aşık Veysel de uzun yıllar Köy Enstitülerinde gezici müzik öğretmeni olarak çalıştı.
Köy Enstitüleri, bugünün Türkiye`sinde bile çözülemeyen ezberci, yarışmacı, kendine güvensiz eğitim sistemini kökten çözmüş, ortadan kaldırmıştı.
Köy Enstitüleri, öğrenciyi merkeze alan, yaparak, yaşayarak öğrenme sürecini ilke edinen, çocuğun özgür ve kendine güven duyduğu bir eğitim-öğretim ortamı yaratmıştı.
Yüksek Köy Enstitüsü
1942-1943 öğretim yılında, Köy Enstitülerine öğretmen, yönetici ve denetim elemanı yetiştirmek amacıyla “Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü” açıldı. Eğitim süresi Köy Enstitüsü üzerine üç  yıldı.
Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsüne, köy enstitülerinin son sınıfına geçenlerin içinden en başarılı öğrenciler gönderildi. Öğretim kadrosu Ankara’daki Yüksek okul ve fakültelerden karşılanıyordu.

Mualla Eyüboğlu, 31 Aralık 1942’de Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’ne Yapı Kolu başkanı olarak atandı.
Amacı Köy Enstitülerine destek eğitimi ve eğitim alanında araştırmalar yapmaktı. Köy Enstitülerine öğretmen, bölge müfettişi, gezici başöğretmen, bölge okul müdürü alanında uzmanlaşmış genç eğitimci yetiştirdi.
Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü, gerekçe gösterilmeden Bakanlıkça, 27 Kasım 1947 günlü bir yazıyla kapatıldı. Kapatıldığında 200’ün üzerinde mezun vermişti.
Değerli, yetkili, sorumlu
Egemen güçlerin saldırısı sadece Köy Enstitülerine değildi. İlk saldırıları tekke ve zaviyeleri ortadan kaldıran Öğretim Birliği Yasası ve 1 Kasım 1928’de yapılan Harf Devrimidir. Bu iki önemli atılım Köy Enstitülerine giden yolu temizledi.
Köy Enstitülerinde 1398’i kadın, 15 bin 943’ü erkek olmak üzere toplam 17 bin 342 öğretmen, 7 bin 300 sağlık memuru, 8 bin 756 eğitmen yetişti.
Köy Enstitüleri her köye bir öğretmen sloganı ile yola çıkmıştı. O dönemde 40 bin kadar köy vardı. Eğer amacını gerçekleştirseydi, bugün eğitim alanındaki sorunları belki bu denli ağır yaşamayacaktık.
Laik, bilimsel, uygulamalı ve karma eğitim verilen Köy Enstitülerinde özgüveni yüksek, eleştirel düşünebilen, yaşadığı toplumu kavrayan ve ileri götürme çabası içinde olan, sorun çözebilen gençler yetiştiriliyordu.
Köy Enstitüsüne ayak basan her çocuğa, değer, yetki ve sorumluluklar birlikte veriliyordu. Yaparak, yaşayarak öğrenmek temel ilkeydi. Onlara öğrenmenin ve üretmenin mutluluğu birlikte yaşatılıyordu.
Dersi planlayan, işleyen, gruplar halinde üreten, demokratik seçimlerle organize bir yönetimi oluşturan öğrencilerin kendisiydi. İşte bu değerler bugünde olduğu gibi birilerini ürkütüyor, korkutuyordu. Tarih boyu egemenler özgüven içinde yetişen bir gençlikten korktular korkmaya da devam edecekler.
Köy enstitülerinin en önemli özelliği demokratik değerleri kendi içinde yaşıyor olmasıydı. Öğrenci, öğretmen, çalışanlar ve yönetim tüm çalışma ve karar süreçlerinde birlikteydiler. Ünlü Cumartesi Toplantıları’nda geçen haftanın değerlendirilmesi, gelecek haftanın planlanması ortak yapılıyordu.
https://m.bianet.org/bianet/siyaset/242605-enstitulerin-misyonu-neydi
This entry was posted in EĞİTİM, KÖY ENSTİTÜLERİ, TARİHE - AYDINLANMAYA - CUMHURİYETE NOT DÜŞENLER. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *