ILIMLI İSLAMDAN MÜSLÜMAN KARDEŞLERE * Milli Görüş gömleğini yeniden giyen Erdoğan Arapları ürkütüyor * ‘Türkiye’nin dış ilişkileri dibe vurdu, çıkış yolu aranıyor’

Milli Görüş gömleğini yeniden giyen Erdoğan Arapları ürkütüyor

Burak Tuygan – Mar 14 2021

Necmettin Erbakan’ın Milli Görüş Hareketi ile Mısır merkezli Müslüman Kardeşler arasında büyük ideolojik benzerlikler bulunuyor. Her ikisi de İslam’ın dünyaya egemen olmasını, İslam ülkeleri arasında bir birlik oluşturulmasını, İslam ülkelerinin sahip olduğu petrol ve doğal gaz gibi kaynakları Batı’ya karşı silah olarak kullanmasını savunuyor. Aralarındaki en bariz fark ise Milli Görüş’ün tüm projeleri Türkiye merkezli, Müslüman Kardeşlerin ise Mısır merkezli düşünmesi. Yani her ikisi temelde Türk ve Arap milliyetçisi de aynı zamanda.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın AKP ile iktidar olduktan sonra Batı’ya ilk verdiği mesajı milli görüş gömleğini çıkardığını söylemek olmuştu.
Bunu partiye dahil ettiği sosyal demokrat, Alevi, Kürt, Kemalist vs. isimlerle tüm toplumsal kesimlere verdiği eşitlikçi mesajlar, Avrupa Birliği ile uyum projeleri vs. takip etmişti.
Türkiye 2003-2009 yılları arasında bir anda parlayan bir yıldız haline gelmiş, verdiği ılımlı İslam görüntüsüyle Batı için diğer İslam ülkelerine model olarak gösterilmişti. Erdoğan’ın bu yeni yüzünden dolayı dönemin ABD Başkanı Barack Obama da ilk yurt dışı gezilerinden birini Türkiye’ye gerçekleştirmişti.
İslam ülkeleri de açıkçası bu yeni Türkiye yüzüyle karşılaşmaktan oldukça mutluydu. İslam’ın demokrasi, insan hakları, kadın-erkek eşitliği vs ile bir sorunu olmadığının en güzel örneği haline gelmişti Türkiye. Sadece Batılılar değil, Afrika’dan Asya’ya tüm dünya liderleri Erdoğan’la aynı karede yer almak için birbiriyle yarışır hale gelmişti.
Bu yürüyüş maalesef çok uzun sürmedi. Önce İsrail ile 2009’daki Dökme Kurşun Operasyonu ve 2010’daki Mavi Marmara gerginlikleri, akabinde 2010 sonundaki Arap Baharı rüzgarı Türk dış politikasında büyük savrulmalar meydana getirdi. Komşularla sıfır problem ve yumuşak güç stratejileri yerini adım adım sert güç stratejisine bıraktı.
Bu yeni yüzü önce Arap ve Batılı müttefiklerinin Suriye’de kendisini yalnız bırakmasına yol açtı. Beşar Esed rejimini devirmek için ABD, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan vs gibi ülkelerin yer aldığı koalisyon bir anda dağıldı ve Türkiye eski El Kaide tortularını toplamaya ve tek çatı altında birleştirmeye başladı. Akabinde Libya, Somali, Katar hamleleri geldi.
Arap Baharı’nın Ortadoğu’da oluşturduğu büyük boşluk, ABD’nin bölgeden çekilme stratejisi, Avrupa’nın dış politikada birliktelik oluşturamaması Türkiye’yi yönetenlerin iştahını kabartmıştı.
Onlara göre Müslüman Kardeşlerin kılavuzluğundaki İslamcı hükümetiyle Türkiye, önce Suriye, Libya, Yemen, Tunus gibi merkezi otoritenin dağıldığı ülkelerde, akabinde de adım adım diğerlerinde nüfuz elde edecek ve Osmanlı İmparatorluğu’nun adı konmamış modern bir versiyonunu inşa edeceklerdi.
Türkiye’nin böyle bir gücü var mıydı peki? Aslında yoktu denemez. Ortadoğu’daki ülkelerin büyük çoğunluğu diktatörlükler tarafından yönetildiği ve halkın hiçbir kıymeti harbiyesi bulunmadığından dolayı demokratik değerlere saygılı, modern, kalkınmış, Avrupa ile sıkı ilişkileri bulunan bir Türkiye elbette çok da kötü karşılanmayacaktı.
Dökme Kurşun Operasyonu’ndan kısa bir süre önce bulunduğum İsrail’de karşılaştığım manzara beni çok etkilemişti. Türk kimliğim hem İsrailliler ve hem de Filistinliler arasında her kapıyı açan bir anahtar olmuştu.
Kudüs’te sokakta yürürken beni durdurup kimlik soran İsrail polisi Türk olduğumu anlayınca özür dileyip izlediği Türk filminden bahsetmeye başlamıştı. Filistinli otel sahibi ise benden para almak istememişti.
Aynı durumla binlerce kilometre ötede Atlas Okyanusu kıyısında Fas’ın kontrolündeki Batı Sahra’nın başkenti El Ayun’da da şahit olmuştum. Hem Fas güvenlik güçleri, hem kendisini Polisaryo gerillası olarak tanıtan kişilerle yaşadığım sorunları yine Türk kimliğim sayesinde atlatmıştım.
Türkiye ve Erdoğan’ın hala Arap toplumları arasında diğer Arap ülkeleri ve liderlerine göre açık ara daha popüler olduğunu söyleyebilirim. Ancak bu durum sokaklar için geçerli.
Gazeteciler, akademisyenler, siyasetçiler, diplomatlar, kanaat önderleri arasında Türkiye hala sevilen bir ülke olarak görülse de bu durum Erdoğan için kesinlikle söz konusu değil.
Erdoğan’ın Türkiye’yi Avrupa ile yakınlaştırması nasıl ki Arap coğrafyasında alkışlandıysa, tam tersini yapması aynı ölçüde endişe ile karşılanıyor. Bu endişenin en önemli sebebi ise Erdoğan’ın büründüğü ya da gizlediği İslamcı ve milliyetçi kimliği.
Gerçekte onun İslamcı ve milliyetçi olup olmadığını bilmemiz sözkonusu değil. Şartların, yüklenmek istediği yeni misyonun onu bu tür bir stratejiyi izlemeye mecbur bırakmış olması, MHP ile koalisyona gitmek zorunda kalması, ekonomik anlamda zayıfladıkça İslamcı kimliği bir kurtarıcı olarak görmesi de onu bu yola sevketmiş olabilir.
Aynı şekilde Ortadoğu’da etki alanını genişletmek için İslamcı kimliğinin işe yarayabileceği şeklinde bir hesap hatası yapmış olması da mümkün. Çünkü Erdoğan’dan önce Türkiye’nin Ortadoğu’da neredeyse esamesi dahi okunmuyordu. 2 binli yılların başında Ortadoğu ülkelerinde haber kovalamaya başladığımda pek çok kez sokaktaki insanların Türkiye’nin nerede olduğunu, Türklerin dinini sorduklarına şahit olmuştum. Çoğu insan da Türk ismini Osmanlı’dan dolayı biliyordu.
Şüphesiz İslami kimliği, Filistin konusunda İranvari çıkışlar yapması, bölge ülkeleri ile yakın ilişkiler geliştirmesi, Türk dizileri, Arap turistlere kapıların açılması da Erdoğan’ın hızla popüler olmasına yol açmıştı.
Fakat Erdoğan sahip olduğu bu avantajları kısa sürede tüketti ve şu anda Batı dünyasında olduğu gibi Arap dünyasında da en sevilmeyen figürler arasında yer alıyor. (Her ne kadar Arap sokaklarında durum tam olarak böyle olmasa da)
Bundan dolayı da son günlerde başta Mısır ve Suudi Arabistan olmak üzere bölge ülkelerine uzattığı barış elini kimse tutmak istemiyor. Güvenilirliğini yitirmiş olmasının yanı sıra değişen şartlara göre söylem geliştirmesi, dün söylediğini bugün inkar etmesi ya da tam tersini söylemesi bölge ülkelerindeki güvensizliğin temelini oluştursa da ana unsur İslamcı ve milliyetçi bir kimliğe bürünmüş bir dış politika sürdürmesi.
Erdoğan’ın hem etkin olmak istediği ülkelerdeki müttefikleri ve hem de bu ülkelerle ilişkilerini yürütenler ağırlıklı olarak İslamcı geçmişe sahip isimlerden oluşuyor.
Bu ise Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Ürdün, Fas gibi ülkelerde derin bir endişe meydana getiriyor. Erdoğan’ın Müslüman Kardeşlerle işbirliğini sona erdirmeden bu ülkelerin Türkiye ile yakın bir ilişkiye girmesi pek mümkün görünmüyor.
Türkiye’nin bu ülkelerdeki İslamcı uyuyan hücreleri harekete geçirmesi veya bölgeyi yüzyıllarca kontrol altına tutarak gelişmesine engel olduğunu öne sürdükleri Osmanlı İmparatorluğu’nu yeniden diriltmeye teşebbüs edeceği düşüncesi pek çok Arap rejiminin kabusu durumunda.
Aslında Türkiye’nin ne yeni bir Osmanlı inşa etme gücü ve planı var ne de İslamcı grupları harekete geçirebilecek potansiyeli. Ancak Arap rejimlerinin çoğunun varlıklarının pamuk ipliğine bağlı olması, Batılı ülkelerin artık eskisi kadar kendilerine sahip çıkmayacaklarını düşünmeleri Erdoğan’ı onlar için çok daha tehlikeli bir figür haline getiriyor.
Fakat Erdoğan’ın bölgede zemin kaybederken tıpkı Türkiye içinde olduğu gibi İslamcı grupları açıkça destekleme ya da iç kamuyouna mesaj vermek için birtakım çılgınlıklara girişme ihtimali Arap ülkelerinde adın konmamış bu tehlikeninin nedenini oluşturuyor.
Nasıl ki yüzde 30’lardaki milliyetçi muhafazakar tabanını konsolide etmek için İslamcı-milliyetçi söylemlerinden geri adım atması kolay değil, aynı şekilde Ortadoğu’da Müslüman Kardeşlerin kılavuzluğu olmadan ilerlemesi de muhal farz. Yani karşımızda gün geçtikçe daha korkulan İslamcı-milliyetçi kimliğe mahkum bir Erdoğan var.

Abomination-Egypt-and-Turkey-published-August-7-2013-by-Tom-Janssen-politicalcartoons.com

Yaşar Yakış: ‘Türkiye’nin dış ilişkileri dibe vurdu, çıkış yolu aranıyor’

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Mısır ile üst düzey diplomatik temasların başladığını açıklasa da Mısır tarafı bu konuda bazı ön şartlarının olduğunu ortaya koyan bir tutum sergiliyor.
Son olarak Mısır Dışişleri Bakanlığı’ndan bir yetkili, “Türkiye ile diplomatik temasın yeniden başladığını gösteren hiçbir şey yok yorumunu yaptı.
Aynı yetkili Ankara ile ilişkilerin iyileştirilmesi için Türkiye’nin egemenlik ilkesine ve Arap ulusal güvenliğine saygı göstermesi gerektiğine dikkat çekti.
Dışişleri eski Bakanı Yaşar Yakış, Türkiye’ye Bakış programında Türkiye ile Mısır arasındaki son durumu değerlendirdi.
“Türkiye’nin dış ilişkileri dibe vurdu, çıkış yolu aranıyor” yorumunu yapan Yakış, Ankara’nın Mısır’ın terör örgütü ilan ettiği Müslüman Kardeşler’e olan desteğinden de vazgeçmesi ve Rabia işaretini kullanmayı terk etmesi gerektiğine işaret etti ve, “Mısır, Türkiye’nin Müslüman Kardeşler’i beslemesine göz yummaz” dedi.
İki ülke dış politikasının durduğu noktayı da ele alan Yakış, “Mısır yerinde sabit duruyor, Mısır’a yaklaşan Türkiye” görüşünü dillendirdi.
“Türkiye dış ilişkilerinde vazoyu kırdı ve tamiri zaman alacak” ifadelerini kullanan Yakış, “Doğu Akdeniz’de bazı konularda iş işten geçti” yorumunu yaptı.

https://ahvalnews-com.cdn.ampproject.org/c/s/ahvalnews.com/tr/politika/milli-gorus-gomlegini-yeniden-giyen-erdogan-araplari-urkutuyor?amp
Mar 14 2021 – https://ahvalnews-com.cdn.ampproject.org/c/s/ahvalnews.com/tr/turkiye/yasar-yakis-turkiyenin-dis-iliskileri-dibe-vurdu-cikis-yolu-araniyor?amp
This entry was posted in DIŞ POLİTİKA, Politika ve Gundem, SİYASAL İSLAM. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *