Kadınların Katli
Cumhuriyet – Erendiz ATASÜ – 01 Ocak 2021 Cuma
Gustave Flaubert, eskil Kartaca’yı anlatan romanı Salambo’yu yazarken onlarca tarih kitabı okur ve Tunus’a gidip Kartaca harabelerini bizzat görür. Romanın eskil savaşların kılıç, kargı, dipçik sesleriyle yankılanan sayfalarında, ulusların ve sınıfların oluşumuna dair ipuçları yakalamak mümkündür.
Kas gücünün, mal hırsının, kan dökmenin egemenliğindeki bu, mücevher pırıltılı “vahşi medeniyette” ölmek ve öldürmek pek kolaydır ve kadınların durumu içler acısıdır. Göçebelerin bambaşka bir hikâyesi olabilir ama toprağa yerleşmeyle başlayan uygarlaşma, başka yörelerde farklı bir yol mu izlemiştir?..
ESKİL BİR KURBAN
Salambo, sınırsız gücü olan bir Kartacalı komutanın bakire-rahibe kızıdır. Salambo’nun yol göstericisi, öğretmeni ise iğdiş edilmiş bir rahiptir. Sıra dışı zekâsı olan bu adamın, dünyanın uzaydaki konumuna dair doğru sezgileri vardır; sonraki yüzyılların uzay bilimcilerinin ön habercisidir, o.
Flaubert, evrenden haberli bu zeki adam ile öğrencisi, dünyadan habersiz bakire arasındaki ilişkide iki cinsin çelişkilerine dair kimi ipuçları kurgulamıştır. Dünyanın çeşitli bölgelerinde (biz dahil, harem ağalarını anımsayalım), çeşitli amaçlarla uygulanagelmiş ve yirminci yüzyıla kadar sürmüş hadım geleneğinin eskil bir kurbanıdır bu adam. Doğal işlevini yerine getiremez hale düşmesi onu sonsuzca yaralamıştır. Hadım etme kararını veren de uygulayan da erkeklerdir, ama eylem, bir dişinin, bir tanrıçanın şerefine yapılmıştır!
Kurban, hayat boyu taşıyacağı bastırılmış öfkesini korktuğu tanrıçaya değil, kadınlara yöneltmiştir; iğdiş kararını veren ve uygulayan erkeklerin ise bu kahredici gücüne kölece bir hayranlık beslemektedir. Salambo’yu elleriyle öldürmeyecek, ama telkinleriyle kendini kurban etmeye ikna ederek ölüme yollayacaktır. İki cins arasındaki doğal çekime eşlik eden tarihi bir zıtlaşmanın varlığı, evrensel bir gerçeklik midir?
Yılın son günlerinde peş peşe, üç kadın feci biçimde yakınları tarafından katledildi. Vahşetleriyle kan donduran üç cinayet! Yüreğimiz yandı, isyanla doldu! Öğreniyoruz ki kurbanlardan biri, Aylin, değerli bir eğitim bilimcidir ve cinayet yoksul ya da eğitimsiz bir çevrede işlenmemiştir.
HATIRLAMAKTA FAYDA VAR
Meseleyi, cehalet, yoksulluk, işsizlik, savaş gibi “büyük belaların” bir sonucu olarak görmek ya da sınıfsal bakış açılarının her şeyi açıklayabildiği sanısına kapılmak, konuşulmayan mevzuların düğümlendiği nahoş kök sebebi görmekten kaçınmaktır, belki de.
“Büyük belalar” durumun vahametini artırmaktadır; bu çok doğru. Dünya neo-liberalizmin dayattığı işsizlik ve yoksullukta yolunu şaşırmadan önce uluslararası terminolojide “femisid’’ (kadın katli) diye bir terim var mıydı? Sanmıyorum. Gene de cinsler arasındaki tarihöncesi zıtlaşmadan, hepimizin -kadın ya da erkek- içimize sürmüş bir kılcalın muhtemel varlığını arada sırada hatırlamak birey olarak dünya üstündeki duruşumuz için gerekli olabilir.
Bilimin ve aklın ışığı, kökendeki zıtlaşmayı alevlendirmeyecek, yatıştıracak toplumsal-siyasal yöntemler önerir. Cumhuriyetimizin kadın devrimi, sosyalizmin kadın perspektifi, feminist mücadele, Birleşmiş Milletler’in “Kadınlara Karşı her Türlü Ayrımcılığı Önleme” ve “İstanbul” sözleşmeleri, uygarlığı barındırdığı vahşet tohumundan arındırabilmek amacıyla aklın ve bilimin ışığında atılmış adımlardır. Onlardan uzaklaşılırsa, vahşete yaklaşmak kaçınılmazdır.
Tüm dünyada kadın cinayetleri artıyor, bizde katbekat artıyor. Cumhuriyet kendi ilkelerine bağlı kalmadı, devletimiz kuruluş felsefesinden ayrıldı, aklı ve “aydınlanmayı” adeta reddetti. İslam dininin belli bir kolu hayatın her alanında adeta dayatılır oldu. Kalbe hükmedemezsiniz, insan kalbindeki inanca da inançsızlığa da saygı duymak gerekir.
Kimilerinin her zaman, kimilerinin zaman zaman dinsel inanca ihtiyacı vardır; kimileri ise bu ihtiyacı hiç duymayabilir. Bütün bu halleri doğal ve kişiye özel saymak gerekir. Ancak din sadece ilahi değildir ne de sadece gönül işidir. Din, sosyal bir hadisedir ve örgütlü bir kurumdur.
Bütün dinlerin sosyal yanı, bugüne dek kat ettikleri yüzyılların izlerini; hepsi ataerkil kültürün yaralarını, Flaubert’in yukarıda değindiğim örtük çözümlemesinin konusu olan konuşulmayan karanlık unsurların izlerini taşır. Hiçbir dini olduğu gibi dayatarak kadın erkek eşitliğine, kadının tüm bir insan olduğu gerçeğinin kabulüne varamazsınız.