GEÇMİŞİN İÇİNDEN * “PARDON, saatiniz kaç acaba? * KÖSTEKLİ SERKİSOF’tan AKILLI SAATLERE

ZAMANA DAİR


Naci Kaptan / 02.01.2021
Günümüzde eski, kurmalı, zemberekli klasik saatlerin yerini dijital, akıllı saatler aldı. Telefona bağlanıyorlar, bazılarının kamerası var. Kaç adım attığınızı, ne kadar yol yürüdüğünüzü, harcadığınız kaloriyi hesaplıyor, kalp ritminizi, tansiyonunuzu ölçen akıllı saatlerin bazılarında yerinizi belirleyen GPS de var.  Saatinizden MP3 denilen müziği dinleyebiliyorsunuz. Yaşam gittikçe hızlanıyor. Ama zaman yine aynı…Gün 24 saat! Hızlanan ise yaşamın temposu…
Özellikle genç kuşak kol saati kullanma alışkanlığını kaybediyor. Kullananlar ise aksesuar ve paralı olanlar statü göstergesi olarak kullanıyor. Saatlerin yerini artık akıllı telefonlar aldı.
Geçmişte, saati henüz herkesin alamadığı dönemlerde  fotoğraf çektirilirken sol el çene altına götürülür ve fotoğraf çektirmek için bazen emanet de alınmış olan saat gözükecek şekilde poz verilirdi. Saat sahibi olmak ve markası bir statü göstergesiydi.
Gelelim zincire takılmış, yelek cebinde taşınan köstekli saatlere. Bu tip saatleri daha çok zamanın varlıklıları ve demiryolu hareket memurları ve amirleri taşırdı.  Bu saatler ve zincirleri uzaktan gözükür ve bu kişiler daha çok itibar görürlerdi.
Zamanımızda beyaz adam artık çok hızlı yaşıyor, çok hızlı koşuyor, saatler ve günlerle birlikte ruhlarımız da geride kalıyor. Haydi bakalım gerilere saatin yakın tarihine yolculuğa gidelim.

Saat değil, Serkisof
Nam-ı diğer “Şimendiferli Serkisof saatleri” Rus yapımı mekanik saatlerdir.
Osmanlıca tren, demiryolu anlamındaki “şimendifer” sözcüğü ; Fransızca “chemin de fer” den geçmiş. Devlet Demiryollarında çalışanlara emekli olduklarında verildiğinden mi nedir ‘demiryolcu saati’ de deniyor. Yakın zamana kadar emekli olan her demiryolcuya serkisof marka, lokomotif veya kanatlı tekerlek kabartmalı köstekli saat hediye edilirdi. Demiryolcuların o saatleri, tılsımlı bir emanet gibi, dededen toruna saklanır. Aslında Serkisof, saatten öte bir şeyin; bir hayat tarzının adıdır.
Babam demiryolcuydu ya, Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları’nın (kendi tabiriyle Te Cim Dal Dal’ın) Alsancak 3’üncü Bölge Müdürü tarafından kendisine armağan edilmiş Serkisof marka saatine bayılırdı. Ona göre Serkisof dünyanın en iyi saat fabrikasıydı ve bunu Türk demiryolcuları için özel üretmişti.
Emekli olduktan sonra da, o saati gururla taktı. Kolunda kol saati bile olsa, sık sık onu cebinden çıkarır, puro içenlerin puroyu içmeden önceki ritüellerine benzer bir şekilde, o da saatini evirir çevirirdi. Sonra kurma kolunu iki parmağının arasına alır, kurardı da, kurardı defalarca.
Saati yukarı kaldırır, üzerinde lokomotif kabartmalı, gümüş kaplamalı kapağını açar, camını eliyle sıvazlar ve saati ondan sonra okurdu. Nasıl bazılarımızın bebek ayı dostları, uğurlu dolmakalemleri, nazar boncukları, ya da can yoldaşı köpekleri varsa, onun da tarih yoldaşı cep saati vardı.
Üzüntülü, sevinçli, keyifli, sıkıntılı, başarılı, başarısız birçok zamanı kaydetmişti anılarına, tik tak. Babamın bu saati çok sevdiğini bildiğim için, ona değerini sorardım. O da ‘Bu saatin değeri mi olur evladım? Bu saatin değeri ölçülemez. Onu ölünceye kadar ben, saklayacağım, ondan sonra da sen’ derdi.
Saati üreten fabrika Ural Dağları’nın eteklerindeki Chelyabinsk kentindeki Molnija Saat Fabrikası’ydı. Bu bölge el becerileri ile ünlü sanatkar insanlarla doluydu. Rus Çarları 19’uncu yüzyılda birçok el sanatı ustasını Kremlin’e buradan götürmüşlerdi.
18 taşlı
Fabrika doğduğum yıl, 1947’nin 17 Kasım’ında Chelyabinsk’te kurulmuş ve cep, kol, masa ve duvar saatleri yanında, tank ve denizaltılar için de göstergeler üretmeye başlamıştı. Her saat elde ve teker teker üretilirdi. Özellikle köstekli 18 taşlı cep saati çok aranırdı.
Krom veya gümüş kaplamalı kapaklı, 50 mm çapında, 14 mm kalınlığında ve 75 gram ağırlığındaydı. Dakiklik garantisi, günde eksi 20 saniye ile artı 40 saniye arasında idi. Saati bir kurdunuz mu, en az 39 saat işlerdi. Oysa babam kurardı da kurardı. Gurg, gurg, gurg.

Ah o kol saatleri 
“PARDON, saatiniz kaç acaba?” Bu soruyu en son ne zaman duydunuz? Ben hatırlamıyorum, doğrusu… Ama bu sorunun, başka bir şeylerle beraber nasıl yok olduğu konusunda fikir yürütebilir, hatta sıkı hikayeler anlatabilirim.
Epey gerilere gidelim önce, diyelim en az yarım asır öncesine… Bu sorunun, “Saatiniz var mı?” şeklinde sorulduğu, saatin bir ayrıcalık olduğu zamanlara… Herkeste olmazdı saat eskiden; elbet önce saati var mı, onu soracaktınız. “Var” deyip saati söylemeden geçip giderse de, zalim bir esprinin kurbanı olacaktınız belki.
Evet… Esprisi, alayıyla da zalim olabiliyor insanoğlu. Mesela Sait Faik “Zemberek” adlı öyküsünde, çocukların bile zalim olabildiği okul yıllarına götürür bizi. Ki, çocuklar bir dönem -içtenlikle- zalimdir. Sınıftaki tek saat Celil’indir. Dedesinin erken hediyesidir. Herkes saati ona sorar, hatta öğretmeni bile:
“Celil Efendi, teneffüse ne kadar var?”
Ama bir gün o büyü de bozulur, saat de. Zembereği boşalır saatinin… Öğretmen saati sorunca; “Zembereği bozulmuş efendim” deyiverir. Ve adı artık ölene kadar, “Zemberek Celil” kalır. Saati olmayanlar intikamını fena almıştır.
O günlerde kol saati kıymetlidir; en kıymetli sünnet hediyesi, ritüelidir hatta. Nacar, Atomik marka olanları nispeten hesaplıdır da… Büyük tüccar, mebus, paşa torununa da altın kaplama, kristal camlı, 17 taşlı Hislon, Omega yakışır.
Dededen, babadan en yaygın aile yadigârı da saattir zaten. Ama kapağına “Babam sağolsun” yazdırmak, henüz adetten değildir. Kaç taş, kaç ayar altınla yapılsa da, bugün vaka-i adliyeden olan 700 bin liralığı da icat edilmemiştir. Saattir sonuçta… Ve deli saraylılar dışında bir adabı vardır, zenginliğin…
Kol saatinin bir kuşak öncesinde ise, kösteği, kordonu, ön-arka çift kapağıyla cep saatine uzanır saatli maarif takvimimiz. Arnavut işi gümüş zinciri, kurma düğmesine basıldığında trink diye açılan işlemeli kapağı varsa… Yelek cebinizde, şatafatıyla 100 metreden bile seçiliyorsa… Haliniz de, “vaktiniz” de yerindedir, demek ki.
Ah o kol saatleri Hele Rus yapımı üzeri lokomotif kabartmalı, “Şimendiferli Serkisof marka”ysa köstekli saatiniz… Hem efsanedir, hem mekaniğiyle evladiyelik. (¹) Bugün bile bakar bakar, sebeplenirsiniz. İçlenirsiniz de… Çünkü Türkiye için yapılanların kadranının üzerinde, geçenlerde Ankara Garı’ndan kaldırılan “TCDD” ibaresi vardır. Kapağındaki lokomotifin altında da “Demiryolu” yazar. Bir dönem TCDD’den emekli olan erkana verilen hediyedir, demiryolcu saatidir zira.
Bir kurmayla, iki gün tıkır tıkır çalışır da…
Bir zamanlar dedelerin sabah kalkınca ilk işi, sabah seremonisi, saati kurmaktır yine de.
Belki de tek işidir; “su içmek, saati kurmak ve sebepsiz dolaşmak biraz da…”
O şimendiferli saat, Sait Faik’in Türkçe’ye çevirdiği “Gümüş Saat” öyküsünde de yer alır:
“İşte o günlerde karşıma sen çıktın Zehra. Yanıma sokuldun. Hemen saatimi çıkarıp sana gösterdim. İçindeki çarkları; kırmızı taşları, üstündeki şimendifer resmini beraberce seyrettik. Şimdi sen de benim saatim gibi bir şeydin. İnsanın insandan bir saati olması da güzel bir şey, diye düşünmüştüm. Sen gümüş saatimi almış, pembe kulağına götürmüştün…” Ya  … İlkokul aşkları unutulur da… Bazen akılda sadece, hediye edilen ilk saatin o büyülü tıkırtısı ve yârin pembe kulağı, kırmızı kurdelesi kalır.
Ah o kol saatleri
Yani saat de, saat sormak da, yabana atılmayacak kilometre taşlarıdır sözlü tarihimizin. Yeşilçam senaryolarının dolgu cümlelerinden de birisidir. Kötü adam Turgut Özatay yelek cebinden çıkarır saatini; “Sana iki saat veriyorum, yoksa sevgilin ölecek” der, filmin kahramanına. Yahut “Hanımefendi saatiniz kaç?” diye mevzuya girmek ister jön Türk delikanlımız… Hanımefendi, omuzunu silkip burun kıvırınca da verir karşılığını:
“Güzel olduğunuz kadar küstahsınız da…”
Ben de mevzuya, yani “Saatiniz kaç?” sorusunun hayatımızdan nasıl, ne zaman yok olduğuna giremedim. Bilgisayarın sağ alt köşesine baktım; 03.29 yazıyor bir sürü ikonun yanında… Oysa birisine saati sormak geçiyordu içimden.
Yarın, belki…
Mehmet Aycı, “Serkisof Ahbabım Olur” kitabında şöyle yazar:
“Serkisof elbette ahbabım olur. Treni kaçırdığımda neler yaşadığımı ben bilirim. Treni beklemenin nasıl bir şey olduğunu da… Serkisof’un büyüsü, tüketim kültürüyle izah edilemeyecek kadar ağır bir büyüdür. Siz onun akrebine, yelkovanına bakarak bir saat olduğunu düşünüyorsanız yanılırsınız. Ülkemizin demiryolu tarihini taşıyan bir kaç kişiden biridir; hâlâ hayattadır ve tıkır tıkır çalışmaktadır…”

Orhan Veli’nin “Garibim; ne bir güzel var avutacak gönlümü bu şehirde, ne de bir tanıdık çehre; bir tren sesi duymaya göreyim, iki gözüm, iki çeşme” dediği “tren sesi” adlı şiirinde insanı sevince boğan, hüzünlerini unutturarak uzak diyarlara alıp götürdüğü söylenen sesin aslında makinistin besteleyerek çaldığı bir senfoni olduğunu ve uzun yıllar halka saat ayarı verme görevini de yerine getirdiğini çoğumuz bilmiyoruzdur.
Saatin Tarihçesi
Dünyadaki ilk günlerinden beri insanlar bir şekilde zamanı ölçmeye çalışmışlar. Güneşin gökyüzündeki hareketlerine bakmışlar, gölgeleri izlemişler, üzerinde işaretler olan ve yandıkça işaretleri silinen mumlar denemişler, yağı bittikçe zamanın geçtiğini anlatan gaz lambaları ve kum saatleri yapmışlar. Uzak Doğu’da, yakılan tütsünün ne kadarının bittiğine bakılırmış. Su saatleri, hava bulutlu olduğunda çalışmam diye tutturmadığından, Antik Yunanistan’da MÖ 325’ten beri su saatleri daha tutarlı ölçümler yapılmış. 1524’te Alman kilit ustası Peter Henlien, tarihte bilinen ilk kurmalı saati üretti. Bu sayede saatleri cepte ve kolda taşıma imkânı doğdu. 1952’de ilk kez kurulmayan bir saat üretildi, bu saat, “pil” denen mucize sayesinde çalışıyor ve hiçbir kurmalı saatin ulaşamadığı dakikliğe ulaşıyordu. 1970’de elektronik saatler piyasada ilk kez görüldü. Bugün uzaktan kumandalı, MP3 çalan, fotoğraf çeken saatler var.
Osmanlı’da Saat
Osmanlı’nın saatle tanışması Fatih dönemine rastlar. Saat kuleleri ise Osmanlıya XVIII. yüzyılın sonu gibi oldukça geç bir tarihte gelmiştir. İstanbul’daki ilk saat kulesi Nusretiye Camii Saat Kulesi’dir ve Sultan Abdülmecit tarafından 1848-49’da inşa ettirilmiştir. Anadolu’daki ilk saat kulesi ise Safranbolu’dadır. Bu saatle ilgili Safranbolu’da şu hikâye anlatıla gelmektedir: Sadrazam İzzet Mehmet Paşa, saat kulesinin yapımına karar vermiş, fakat bu kararından kimseye bahsetmemiştir. Yalnız: – “Her Safranbolulunun cebine bir saat koyacağım” diyerek herkesi heyecanlandırmıştır. Ceplerine girecek saati merakla bekleyen kent ahalisi, saat kulesi inşaatı bitip, kulenin saati her saat başı o güçlü ve tatlı sesi ile çalmaya başladığı zaman paşanın bu sözündeki zarif espriyi anlamışlar ve memnun olmuşlardır.”
Lokomotifle Saat Ayarı
Saat gar ve istasyonların ayrılmaz bir parçası olmuştur. İstasyon saatleri yalnızca istasyondakilere zamanı bildirmiştir. Kol ve cep saatlerinin kullanımının yaygınlaşmadığı dönemde demiryolu geçen yerleşim yerlerinde halka zamanı bildirme görevini de lokomotifler yerine getirmiştir.
Konya Lokomotif Deposu’nda bir manevra makinasından her gün belirli bir saatte uzun bir düdük çalınarak, demiryol mensuplarına saat ayarı verilir, bu sesi duyanlar saatlerini ona göre ayarlarlardı.
O yıllarda nüfusumuz onüç milyon, Fongraf’ta denilen kocaman borulu Gramofon Türkiye’ye yeni girmiş, radyo, televizyonun adı yok, halkın “Kumpanya Memurları” dediği demiryolcuların, yelek ceplerinde taşıdıkları kordonlu, köstekli iri cep saatlerine itibar edilir, saat ayarı hep demiryolculardan alınırdı.
Lokomotif düdüğü çalınarak verile gelen saat ayarı işi zamanla Konya’lılarca o kadar benimsenmişti ki, düdük sesini duymayanlar veya bazen unutulduğunda hemen Konya Garına haber salınır, çokluk, vakit ve ezan ile ilgili cami müezzinleri, postacılar saat ayarlarını yakinen takip ederlerdi.
İşte, saat ayarı verilmesinin her nasılsa bir süre aksayarak, düzenini yitirmesi üzerine, durum Konya halkınca Demiryol teşkilatının da bağlı bulunduğu Nafıa Vekâletine duyurularak, aksaklığın giderilmesi istenmiş, ayrıca haftada iki kez yayınlanan, sayısı 5 kuruş olan Konya’nın tek basın-yayın organı “BABALIK” gazetesinde şikâyet konusu olmuştu.
Personele Saat Ayarı
Halka saat ayarı veren demiryolu kendi personeline saat ayarı vermeyi de unutmamıştır. 07.05.1962 tarih 257 sayılı tamimle İşletme merkezlerinde bulunan iletişim ve haberleşmenin sağlandığı telgrafhanelere doğru ve muntazam çalışan bir duvar saati konulması ve bir memurun bu saati her gün Türkiye Radyolarına göre öğlene kadar ayar etmekle görevlendirilmesi emirlenmiştir. Telgrafhanedeki tel memuru da her gün saat 13.00 da tüm gar ve istasyonlardaki hareket memurları aracılığı ile demiryolu teşkilatına saat ayarı vermiştir. İstasyon personeli ile tren personelinin saat uyuşmazlığında hareket memuru seyir cetveline saat ayarını yazarak tren personelinin saatinin teşkilatla uyum sağlamasını temin etmekteydi.
Haydarpaşa Gar’ın denize bakan yüzündeki saat 14.45′ gösterdiğinde akrep ve yelkovanına konan iki güvercinin birbirlerine kur yapmasının saatin doğru çalışmasını engellediği yönünde bir şehir efsanesi söylene gelmektedir.
946 mezunu Abdurrahman Togay TCDD Meslek Lisesinin Eskişehir’de 1974/1975 öğretim yılının açılış törenindeki konuşmasının sonunda “bundan sonra trenlerimiz vaktinde çalışacak, yolcularımız trenlerin gara gelişlerine göre saatlerini ayar edecekler” demişti.
Aradan yıllar geçti… Yolcular mı değişti, yoksa trenler mi acaba? Sorusunu kendimize sormadan edemedik… Artık günümüzde trenini peronda bekleyen yolcular tren perona geldiğinde kollarındaki saati makiniste göstererek makiniste saat ayarı vermektedirler.

ŞİMENDİFERLİ KÖSTEKLİ SAATLERİN HİKAYESİ
Karayollarımızın bugünkü kadar gelişmiş olmadığı yıllardan bahsediyoruz. 1920’li ve 1940’lı yıllar…Ulaşım araçları içinde tren bir hayli rol oynuyor. Tren istasyonları çok önemli yerler ve istasyon şefleri de çok önemli kişiler. Çok az kişinin cep saati var; ceket içine giyilen yeleklerden sarkan köstekler de adeta bir statü, kişilik göstergesi. Önemli adam işlerini saatine bakıp randevu vererek ayarlıyor izlenimini veriyor.
TC Devlet Demiryolları’nda trenlerin zamanında kalkması ve tarifeye uyulması amacıyla birkaç önemli İsviçre Saat firması ile istasyon şeflerine verilmek üzere arkası Şimendifer (lokomotif) resimli ve TCDD ablemli cep saatleri yapılması için anlaşılıyor. Bunların en gözdeleri Zenith ve Omega marka olanlar. Halk arasında en çok bilineni ise fiyatı daha ucuz serkisof marka olanı…
İnsanların kavuşma ve ayrılık yerleri olan istasyonları ve herkeste olmayan cep saatlerini düşünün; istasyon şefi şimendiferli saatini kösteğinden tutup çıkarıyor ve düdüğü çalıyor. Artık ayrılık zamanı !..
Şimendiferli köstekli saatler koskoca trenleri hareket ettiriyor. Bu saatlerin ünü halk arasında hemen yayılıyor. En doğru ve prestijli saatin şimendiferli olanlar olduğu kabul ediliyor. Adeta bir kalite belgesi, olmazsa olmaz oluyor arka kapaktaki şimendifer resimleri..
Çocukluğumdan, 1960’lı yıllardan hatırlarım; bu saatlerin meraklıları saatlerin birkaç tanesini yan yana dizer ve çok az kurma ile hangisi ilk çalışmaya başlarsa onu alırlardı. Ayrıca muhakkak kulaklarına götürür, kendilerine göre sesi daha iyi olanı seçerlerdi.
En iyi saat şimendiferli saatti. Her akşam itina ile kurulan, akşam haberleri öncesi Ankara radyosuna göre dakika ayarı yapılan …

Naci Kaptan / 02.01.2021
DİP NOTLAR
http://kentvedemiryolu.com/trenle-saat-ayari-vermek/
https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/yasar-sokmensuer/ah-o-kol-saatleri-28089549
https://www.ustasaati.com/2011/11/04/simendiferli-kostekli-saatlerin-hikayesi/
This entry was posted in GEÇMİŞİN İÇİNDEN YAŞAM. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *