İspanya İç Savaşında Bir Rektörün Onurlu Direnişi: Miguel de Unamuno ““Vencereis pero no convencereis!”

İspanya İç Savaşında Bir Rektörün Direnişi: Miguel de Unamuno

Aşağıdaki yazı, günümüzde gittikçe siyasallaşarak yozlaşan ve içi boşalan aydın/Rektör/Dekan/Üniversite kavramlarına geçmişten bir yol haritasıdır.
Yapılacak her bir görev ne olursa olsun, atanılan görevde liyakat, bilgi, kültür, tecrübe ve adanmışlık gerekir. Bu değerlerin ayrıca çıkarsız, umarsız vatan sevgisiyle taçlandırılması işin gereği ve ruhudur.
İspanya’da iki büyük savaş arasının büyük kavgasında,Faşizme karşı direnen ve güçlülerin yanında değil, özgürlüklerin ve demokrasinin Cumhuriyetçi cephesinde yer alan, haksızlık, hukuksuzluk ve diktaya karşı özgürlüğü savunan Salamanca Üniversitesi rektörü Miguel de Unamuno‘nun aşağıdaki konuşmasını, faşizme ve güçlüye karşı onurlu duruşunu, ülkemizde siyasi çıkar amacıyla akademisyen ve hatta rektör olanlara, bu sistemi “şahsımın kararıdır” diyerek topluma ve üniversitelere dayatarak ülkemizi bilim ve çağdaşlıktan koparanlara, duruma sessiz kalan Rektörlere , akademisyenlere ve sözde aydınlara armağan ediyorum…
Naci KAPTAN

Rektör Miguel de Unamuno;
“Yeneceksiniz fakat ikna edemeyeceksiniz!”
“Vencereis pero no convencereis!”

İspanya İç Savaşında Bir Rektörün Direnişi:
General Franco rejiminde milliyetçiler her yerde olduğu gibi akademisyen Miguel de Unamuno’nun rektörü olduğu Salamanca Üniversitesinde de örgütlenmeye çalışıyor ve tacizlerde bulunuyorlardı. Kendi üniversitesinin çatısı altında baskına uğrayan Miguel de Unamuno ‘işgalciler’in şaşkın bakışları altında, şu tarihsel konuşmayı yapar:
‘Hepiniz, benim, susmadığımı ve susmayacağımı biliyorsunuz.
Yetmiş üç yıllık ömrümde susmayı, suskun kalmayı bir türlü öğrenemedim.’
Ercan EYÜBOĞLU Siyaset Bilimci

büyük İspanyol Direnişçisi Cumhuriyetçi Miguel de Unamuno’nun soylu ve yüce anısını tazelememize vesile olabilir.
Miguel de Unamuno (29 Eylül 1864, Bilbao – 31 Aralık 1936) yirminci yüzyılın ilk yarısında ilgilendiği hemen her alanda damgasını vurmuş bir İspanyol romancısı, şairi, dilbilimcisi, tiyatrocusu, eleştirmeni ve düşünürüdür. İspanyol kültürünü özümsemekle yetinmemiş, “anadili gibi” 14 dili bilmekteydi.
Yaşadığı çağı seçemese de o çağın içinde kendisini seçmiş ve konumunu belirlemiş, iki büyük savaş arasının büyük kavgasında, güçlülerin yanında değil, özgürlüklerin ve demokrasinin Cumhuriyetçi cephesinde yerini almıştır. Cumhuriyete ve onun değerlerine öylesine içten, öylesine kararlılıkla bağlıdır ki, Falanjistlerin katlettiği Frederico Garcia Lorca’nın akıbeti bile onu caydırmamış, tam tersine, rektörü olduğu Salamanca Üniversitesi’ni demokrasinin ve Cumhuriyetin kalesi olarak algılamak istemiştir.
1931’de kurulan Cumhuriyete kendini adayan Unamuno, 1936’da başını General Franco’nun çektiği faşist hareket, özgürlükçü demokratik Cumhuriyete baş kaldırınca, kendini üç yıl sürecek olan İç Savaş’ın içinde ve bilim-kültür cephesinin en ön saflarında bulur.
İç Savaş, adı üstünde, cephesi belirsiz bir savaş. Zaferi ya da yenilgiyi, (sivil) toplumun her alanında bireysel tavırlar, teslimiyetler ve direnmelerin belirleyeceği bir savaş. İdeolojilerin belirleyici olduğu bir savaş. İşte, bu İç Savaş’ın başlangıç yılı olan 1936’da Miguel de Unamuno, Cumhuriyetin görevlendirmesi ile Salamanca Üniversitesi’nin rektörlüğünü yapmaktadır.
Ne var ki, Avrupa’nın en eski ve köklü üniversitelerinden biri olan Salamanca Üniversitesi, Falanjistlerin ilerlemesi sonucu, milliyetçi kuşatmanın içinde bir Cumhuriyetçi adacık olarak kalmıştır ve her fırsatta taciz edilmekte, kışkırtılmaktadır. Aşağıdaki olay işte bu kışkırtmanın öyküsüdür.
Cumhuriyet karşıtları orduda ve Falanjist örgütlenmeler içinde yuvalanmışlardır ve Cumhuriyeti devirmek için bin bir komplo, bin bir entrika tezgâhlamaktadırlar. Franco yanlılarının etki alanı içinde yer alan ve Miguel de Unamuno’nun rektörü olduğu Salamanca Üniversitesi’nin büyük amfisinde 12 Ekim 1936’da rektörün izni olmaksızın bir ‘Irk Şenliği’ düzenlenmiştir. Şenliğin onur konukları arasında, daha sonra iyice ünlenecek olan Caudillo’nun karısı Dona Carmen Franco da vardır.
Bütün o davetli resmi erkânın ve bindirilmiş kalabalığın önünde kürsüye çıkan Francocu General Millan-Astray, Cumhuriyetin ilanı ile “İspanya’nın maruz kaldığı büyük iç ve dış tehlikeleri” sayıp döken ve faşizmi öven bir konuşma yapar ve konuşmasını, coşturulmuş kalabalık tarafından sık sık tekrarlanan “Viva la muerta! – Yaşasın ölüm!” nidaları ile bitirir.
Kendi üniversitesinin çatısı altında böylesi bir baskına uğrayan Miguel de Unamuno, kendinden emin, kararlı adımlarla ve söz almaksızın, generalin ardından kürsüye çıkar, oluşan bir ölüm sessizliği içinde ve “işgalciler”in şaşkın bakışları altında, şu tarihsel konuşmayı yapar:
“Şimdi benim burada ne söyleyeceğimi büyük bir merakla beklediğinizi biliyorum. Beni tanıyorsunuz, beni biliyorsunuz. Hepiniz, benim, susmadığımı ve susmayacağımı biliyorsunuz. Yetmiş üç yıllık ömrümde susmayı, suskun kalmayı bir türlü öğrenemedim. Ve bugün de öğrenmek istemiyorum suskun ve sessiz kalmayı. Bazı durumlar vardır ki, orada susmak, yalan söylemektir. Zira sükût, ikrar olarak yorumlanabilir. Bugüne kadar içimde daima birbiri ile tutarlı bir uyum içinde yaşayagelen sözüm ile vicdanım arasında bir boşanmaya asla izin veremem. Kısa konuşacağım. Süslemesiz ve dolambaçlı cümleler olmaksızın dile geldiğinde gerçek, daha bir gerçektir. Bu çerçevede, biraz önce dinlediğimiz ve şu an aramızda bulunan Genaral Millan-Astray’in konuşmasına, – eğer buna bir söylev denebilirse- birkaç şey eklemek istiyorum.
Basklara ve Katalanlara ilişkin iftira ve aşağılamalar yığını içinde kişiliğime yönelik olanları bir yana koyalım… Marazi ve anlamdan yoksun bir çığlık dinledim: ‘Yaşasın ölüm!’ Ben ki, ömrümü, anlamını kavrayamayanların tüylerini diken diken eden paradoksları hale yola koyup aşmaya çalışmakla geçirdim, uzman kimliğimle, bu barbar paradoksun benim için tiksindirici olduğunu söylemeliyim. General Millan-Astray bir maluldür. Bunu, kaba bir art düşünce olmaksızın vurgulayalım. Kendisi gerçek bir harp malulüdür. Cervantes de bir harp malulü idi. Bugün İspanya’da, ne yazık ki, çok fazla sakat kimse vardır. Ve eğer Tanrı bize yardımcı olmaz ise yakın bir gelecekte, maalesef daha pek çok sakat insanımız olacak. General Millan-Astray’in bir kitle psikolojisinin temellerini atmakta olduğu düşüncesi, bana acı veriyor. Cervantes’in ruh büyüklüğüne sahip olmayan bir malul, bu kompleksinden kurtulup rahatlamayı, genellikle başkalarının da sakat kalmasını sağlamakta arar.
Yenmek ikna etmek demek değildir; aslolan önce ikna etmektir; oysa duyguya ve tutkuya yeterince yer vermeyen kin, hiçbir zaman ikna edemez. Siz yeneceksiniz, çünkü siz, gerekli olandan daha fazla kaba kuvvete sahipsiniz. Ama kandıramayacak, inandıramayacaksınız. Zira, inandırabilmeniz için, ikna edebilmeniz gerekli. Oysa ikna etmek için, size, sizde bulunmayan iki şey gerekir:
Akıl ve mücadelede haklılık. Sizi İspanya’yı düşünmeye çağırmanın, İspanya için tasalanmanızı beklemenin bir yararı olmadığını, bunun beyhude bir çaba olduğunu düşünüyorum. Bu kadar!”
General Millan-Astray’in, oturduğu yerden, “Kahrolsun zekâ, Kahrolsun akıl!” nidaları ile sık sık kestiği ve coşturulmuş amfiye yuhallattığı bu konuşmasının ardından, Miguel de Unamuno kürsüden inerken faşist militanlar namlularını ona doğrultmuş, General Millan-Astray’ın bir işaretini beklemektedirler.
Tam o sırada Dona Carmen Franco’nun ayağa kalktığı ve Unamuno’nun koluna girdiği görülür. Namlular şaşkınlık homurtuları içinde indirilir ve Unamuno amfiden yuhalamalarla çıkar, evinde göz hapsine alınır ve 31 Aralık 1936’da ölür.
Ne demişti büyük Tolstoy: “İnsan sadece uluorta yalan söylemekten sakınmakla yetinmemeli, susarak yalan söylemekten de kaçınmalı.”
Rona Aybay 24 Mayıs 2012
This entry was posted in EĞİTİM, FAŞİZM. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *