TÜRK – YUNAN İLİŞKİLERİNDE TEMEL SORUNLAR – YUNAN TALEPLERİ – 1/1

TÜRK – YUNAN İLİŞKİLERİNDE TEMEL SORUNLAR – YUNAN TALEPLERİ – 1/1
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü 03 Ocak 2021 – Yazan: Muhammet Kemaloğlu

Türk-Yunan ilişkileri çoğu zaman iki taraf için birbirine dokunulduğunda yanacak bir ateş/kor parçası bazen de abartılacak kadar dostane, sirtaki yapılacak/halay çekilecek kadar yakındır. Biri diğerinin yazı ve turası, ötekisi/karşısı gibidir. Çalışırken, konuşurken, yaşarken, inanırken anlaşılmaz olan, anlaşılmak istenmeyendir. Öteki, sığınan/sığınılan, korkan ve korkulandır. Öteki tedirgin/tedbirli ve temkinlidir. Günün her saatinde acabalarla yaşayandır. Duyduğu kelimeyi anlayabildiği kadar telaffuz etmek/aktarmaktır. Gezer, Hazar; Muhammed, Mehmet; Bunlu, Monolikos’tur. Cacık/caciki, sarma/sarmaki-dolmadakia, baklava/baklavaki ve kırk yıllık musakka/moussaka olur çıkar bir anda. Ancak her zaman böyle olmaz. Konu azınlık/Türklük/Müslümanlık konusuna gelince Türkçe isim almak/Türklüğü yaşamak konusunda zorluklar yaşanırken, yıkıcı, bölücü, ayrıştırıcı faaliyetlerine rağmen Hiristostomos gibilere Türkler dünyanın hiçbir yerinde olmadığı kadar özgür bir ortam sunar. Yine bununla birlikte binlerce yılın birikimi/anlayışı çerçevesinde ötekini yorumlamak/tahlil etmek istenirken, bu kanaatiniz/eyleminiz hatalı/eksik olabilir.
Göçürülen/sürgün edilen/öteki olarak muhacir ve göçmensiniz. Mübadiliniz kıymetinde yer değiştirirsiniz. Ait olmadığınız için, acıdır terk edi(liş)leriniz. Bu terke edi(ili)şleriniz asla son olmayacaktır. Geldiğiniz yer mamur/abad olmadığı gibi gittiğiniz/sığındığınız yerlerde mükemmel olmayacaktır. Adınız “Yaban” olacaktır[1]. Geldiğiniz veya kaldığınız yerlerde hukukunuz/çalışma şartlarınız, mahalleleriniz/evleriniz, evlerinizin büyüklüğü, konumu, boyası bile emrivaki ve buyurucu bir şekilde belirlenir. Hangi taraftaysanız hürriyetinizin sınırı o kadardır.
Olaylara/olgulara özellikle de tarih/tarihçi/siyaset bilimci/sosyolog iseniz birikim, bilimin gerekleri, tarafsızlık bakış açısıyla yaklaşmalısınız. Meselelere kimya/matematik teoremleriyle yaklaşamazsınız[2].
İşte konuyu Türk ve Yunan toplumları temelinde ele aldığımızda da konu aslında bundan hiç te farklı değildir. Türk ve Yunan olmak, Müslüman-Gayri Müslim olmak, Rum olmak, nerede olmak doğuşunuzla başlayıp ömür boyu ayrılamayacağınız/ayıramayacağınız mahpusluğunuz ve bağımsızlığınız olacaktır.
Ancak burada Türk’ün ötekileştirme yaklaşımı birçok diğer milletlere göre farklıdır ve hayretvericidir. Koruyucu/kollayıcı/yaşatıcı ve sahiplenicidir. Sığınırken bile koşarak gelinen, asla endişe edilemeyecek bir mabet gibidir. Türk ve Türk coğrafyası, on binlerce yıllık tarihi değerleri ile tarih boyunca birçok toplumun esenliği olmuştur. On binlerce Yahudi’nin 1492’de İspanya’dan gemiler ile kurtarılarak Osmanlı topraklarına getirilmesi, 1709 yılında İsveç Kralı Şarl’ın Ruslara yenilerek Osmanlı’ya sığınması, Prens Lajos Kossuth ve 3 bin Macar’ın Macar Özgürlük Savaşı’nı kaybederek 1849’da Osmanlı’ya gelmeleri, Bolşevik İhtilali’nden sonra Vrangel’in beraberindeki yaklaşık 135 bin kişiyle birlikte 1917’de Osmanlı’nın korumasını talep etmesi, 1922-1945 yılları arasında Yunanistan, Balkanlar ve Almanya’dan yaklaşık 1 milyon 185 bin kişinin, 1988-2000 yılları arasında ise Irak, Bulgaristan, Bosna ve Kosova’dan yaklaşık 900 bin kişinin Türkiye’ye gelmesi bunun küçük misalleridir[3]. Hatta günümüzde Türkiye’si 4 milyondan fazla Suriyeliye ev sahipliği yapmaktadır.
Bu nedenle, herkesçe de iyi bilmektedir ki, Rum/Yunan/Gayri Müslim adları altındaki insanlar ve hatta Lukas Notaras (1453)[4]Dördüncü Haçlı Seferi‘nde İstanbul’un yağmalanması ve Latin İmparatorluğu‘nun kurulması nedeniyle, “İstanbul’da Latin serpuşu görmektense Türk sarığı görmeyi yeğlerim” diyerek[5] Türk’e sığınmış/Türkün hükmüne tabi olmuştur.
Türkler yüzyıllarca adalet üzere hüküm sürerken, Yunanistan 6. sınıf tarih kitaplarında: “Türkler İzmir’e girdi. Rum ve Ermeni mahallelerini ateşe verdi. Metropolit Hrisostomos[6], Müslüman ahaliye verildi ve öldürüldü. Limanda ifade edilemez derecede acı anlar yaşandı, başrolde gemilere binerek kurtulmaya çalışan göçmenler vardı. Felaketi, Hıristiyanların katledilmesi ve yağmalama tamamladı. Bu, bölgede asırlardır süren Yunan mevcudiyetinin dramatik sonuydu.[7]” demektedir. Hiçbir ülke hiçbir insan kendi ülkesini yakıp yıkar mı ki Türkler de kendi şehri olan Türk İzmir’i niçin yakıp yıksın.
Bugün de Türk’ün siyaseti/politikası/anlayışı ve uygulamaları değişmemiştir.
Türk-Yunan ilişkilerinin başlangıcını nerelere götürebiliriz?
Üç tarafı denizlerle çevrili bir yarımada gibi görünür Türkiye/Ülkemiz. Ancak Akdeniz’e uzanan bu toprak parçası on binlerce yıllık bir tarihin, binlerce yıllık ilişkilerin/temasların/dostlukların/hasımlık ve düşmanlıkların, savaşların ve barışın diyarıdır. Yunan/Yunanistan en az dört asır yönetilmiş bir tebaa/vilayet, vatan parçası olmuştur. 19’uncu yüzyılın başından itibaren de kanayan, kan akıtan, başkaldıran kangren olan bir uzuv olmuştur. Nihayetinde (1830)’da dış etkiler/müdahaleler sonucunda Türk’ün (Osmanlı Devleti) vücudundan ayrılmıştır.
Yunanistan, Osmanlı (Türk) Devleti’nden ayrılsa da coğrafya itibariyle menfaatleri gereği komşusu Türkiye ile yakın ilişkileri vardır. Bu nedenle Türk dış politikasının önemli unsurlarından birini Yunanistan oluşturmaktadır. NATO müttefiki ve AB ile alakası bulunan Yunanistan idealleri/arzuları farklı olduğundan Türkiye ile ilişkileri hep inişli çıkışlı olmuştur.
Yunanlılar ile Türklerin münasebeti yaklaşık 1000 yıl, Yunanistan’ın bağımsız devlet oluşundan (1830’dan itibaren) itibaren de 200 yıla kadar uzar[8]. Türkler, Ege’deki adalarla, Türk donanmasının kurucusu Çaka Bey zamanında karşılaştılar. Çaka Bey, 1080’li yıllarda Urla ve Foça’yı aldıktan sonra Midilli ve Sakız’ı fethetti. Daha sonra bölgede hâkimiyet kuran Menteşe, Aydın, Saruhan ve Karesi beylikleri Türk denizciliğinin temsilcisi oldular. Fatih döneminde, 1456’da Taşoz ve Limni’nin fethiyle başlayan Ege adalarının fethi süreci, 1522’de Rodos’un fethi ile devam etmiş, 1715’de İstendil’in alınmasına kadar 250 yıl sürmüştür[9]. Yunanlılar bu hâkimiyeti 1821’de Mora ayaklanması ile zedelemeye başlamış; 1830’daki yunan bağımsızlığı, sarmalın bu aşamasında Yunanlıların Türklere karşı genişlemesinin dönüm noktası olarak kabul görmüştür. Bu süreç Balkan Savaşları ile zirveye çıkmıştır. Türk Kurtuluş Savaşı, 1922 yılında Yunan genişlemesinin sonunu getirmiştir[10].
Türk-Yunan İlişkilerinin Temel Konuları ve Yunanistan’ın Günümüz Talepleri veya Türk-Yunan İlişkilerinin Sorunları?
Yunan talepleri kendi ideolojik saplantıları, megali ideanın hedefleridir. Bunlar Erol Türkmenoğlu’nun makalesinde belirtilmiştir[11]. Ege kavramının tarihi adı Adalar Denizidir. Türkler 1081 yılında Ege Denizi ile ilk karşılaştıklarında bu denize üzerindeki adaların çokluğundan dolayı “Adalar Denizi” adını vermişlerdir. Bölgede hüküm süren Aydınoğulları Beyliği ve Osmanlı kaynaklarında, hep “Adalar Denizi” olarak geçmektedir. Atatürk’ün Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nden sonra verdiği emir, “Ordular! İlk Hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” şeklindedir. Ancak, 6-21 Haziran 1941 tarihleri arasında, Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinde icra edilen Birinci Coğrafya Kurultayı’nda adlandırma konusunda standartlaşmayı sağlamak maksadıyla Ege Denizi terimi kabul edilerek kullanılmaya başlanmıştır[12]. Coğrafya Bilimi açısından, “Adalar Denizi” adı bu denizin gerçek anlamını karşılamaktadır. Öte yandan, Ege Bölgesi diye adlandırılan bölgemiz ise, yeryüzü şekilleri, iklimi, bitki örtüsü, kıyılan ve diğer özellikleri bakımından araştırıldığında, bir Yunan Mitolojisi’ndeki bir kralın adıyla hiçbir ilgisinin bulunmadığı görülmektedir[13]. Adalar Denizi’nin hinterlandı olan İzmir, Manisa, Aydın vb. illerimizin bulunduğu yerler ise Batı Anadolu Bölgesi’dir.
Türk Adaların elden gitme süreci şöyle olmuştur. İtalya, 1911’de Libya’yı işgale kalkışınca Enver Paşa, Eşref Kuşçubaşı, Mustafa Kemal Atatürk gibi genç subaylar, Libya’ya giderek halkı örgütlediler. Zor durumda kalan İtalya, Rodos’u ve diğer 12 adayı işgal etti. 18 Ekim 1912’de Uşi Antlaşması imzalanarak Libya’daki İtalyan hâkimiyeti kabul edildi[14]. Doğu Ege’de bulunan 12 adaları da içeren 23 ada ve Meis adasının 1923’te Lozan[15] ve 1947 Paris Antlaşması ile adalarda askeri bir tesis kurmama ve tamamen askersizleştirme koşuluyla Yunanistan’a verildi[16].
Yunan sorunları/talepleri aslına bakılırsa 100 yıl önce ne idiyse bugünde aynıdır. Sadece şekli/hacmi ve kapsamı değişmiştir. Kısmi değişikliklerle aşağıdaki gibi adlandırılmıştır.
Türk-Yunan İlişkilerinde Kıta sahanlığı (Continental Shelf)’nı nasıl değerlendirmeliyiz?
Kara, denize ulaşınca birdenbire bitmez. Deniz dibinde uzar. Kara uzantısının bittiği yere kadar olan alana kıta sahanlığı denir.
Yunanistan’a göre, Türkiye ile hukuki tek anlaşmazlık kıta sahanlığı konusunda, diğer konular ise kıta sahanlığı probleminin bir devamıdır. Türkiye ise, anakarasına yakın formasyonların Türkiye’nin coğrafi devamı olduklarını iddia eder. Yunanistan’ın, adalarının Doğu Akdeniz’e bakan yüzlerinin 167 kilometrelik toplam kıyı uzunluğuyla, 1870 kilometrelik Anadolu kıyıları karşısında bir deniz yetki alanı talep etmesinin gayri hukuki bir durumdur[18].
İspanya’nın Fas sahilinde adaları bulunduğunu ancak İspanya ve Fas’ın deniz hukukuna uygun davranarak, sınırlandırmada ana karaları esas alır. Yunanistan bir adalar devleti değildir. Adaları olan bir devlettir. Endonezya, Japonya değildir. Yunanistan ayrıca bir ada devleti mi adaları olan bir devlet mi onun kararını versin.
Aynı Yunanistan, Meis Adası da dâhil olmak üzere Ege denizindeki adaların karasuları, münhasır ekonomik bölge ve kıta sahanlığı hakkına sahip olduğu görüşünü savunurken, 9 Haziran 2020 tarihinde İtalya ile yapılan İyon Denizi Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Anlaşmasında adaların yetki alanlarından bahsetmiyor. İtalya ile yapılan sınırlandırma anlaşmasında Yunanistan iki ülke arasında bulunan ve egemenliği Yunanistan’a ait olan adaların münhasır ekonomik bölge hakları olduğunu ileri sürmüyor. Sınırlandırma anlaşması taraflar arasında ana karalar esas alınmak suretiyle akdediliyor[19].
Peki, bu bir ikiyüzlülük değil midir?
Adalar Denizindeki bazı adaların aidiyeti belli değildir.
Yunanistan, EGEYDAK’ı yani Egemenliği Antlaşmalarla Yunanistan’a Devredilmemiş Ada, Adacık ve Kayalıkları, Ege’de uluslararası ve ikili anlaşmalarla aidiyeti belirlenmemiş yapıları, Lozan Antlaşması’nda belirtildiği üzere Türkiye kıyılarından üç mil uzak olmaları halinde egemenlik bölgesinde sayıyor[20]. Ancak bu durum ikili görüşmelerle çözüme kavuşturulmalıdır.
Doğu Ege Denizi’ndeki bir kısım ada, adacık ve kayalıkların hukuki statüsü hakkında farklı iddialar gündeme getiriliyor. Anılan coğrafi formasyonlar için “aidiyeti belli olmayan”, “aidiyeti tartışmalı”, “egemenliği tartışmalı” gibi tanımlar tarihi ve coğrafi gerçeklerle bağdaşmıyor. Kardak krizi sonrasında gündeme getirilen “Ege Denizi’nde Antlaşmalarla Yunanistan’a Devredilmeyen Ada, Adacık ve Kayalıklar” tanımı da eksik kalıyor. Çünkü Doğu Ege Denizi’nde 150’den fazla ada, adacık ve kayalık Türk toprağı olarak tescil edilmiştir[21].
Girit Adası’nın hukuki statüsü, 30 Mayıs 1913 Londra Antlaşması, 10 Ağustos 1913 Bükreş Antlaşması, 14 Kasım 1913 Atina Antlaşması ve 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması olmak üzere toplam dört antlaşma ile belirlenmiştir. Anılan antlaşmalara göre Girit Adası’nın sadece dörtte biri Yunanistan’a aittir. 30 Mayıs 1913 Londra antlaşması ile Yunanistan’a Girit Adası’nın dörtte biri verilmiştir. Girit Adası’nın etrafındaki ada, adacık ve kayalıklar Osmanlı Devleti’nin egemenliğinde kalmıştır !…
Birinci Balkan Savaşı’ndan sonra Osmanlı Devleti ile Yunanistan, Bulgaristan, Karadağ ve Sırbistan arasında 30 Mayıs 1913’te Londra Antlaşması imzalanmış, Girit Adası, Antlaşma’nın 4.Maddesi ile Müttefik Devletlere (Yunanistan, Bulgaristan, Karadağ, Sırbistan) verilmiştir. Antlaşmaya göre Girit Adası üzerinde dört devletin paylı mülkiyeti vardır. Yunanistan’ın Girit Adası üzerinde tek başına ferdi mülkiyeti yoktur. 30 Mayıs 1913 Londra Antlaşması’nın hiçbir yerinde, Girit Adası’nın Yunanistan’a terkedildiği, verildiği veya bağlandığı ifadesi yoktur.
30 Mayıs 1913 Londra Antlaşması: Dördüncü Madde: Osmanlı padişahı, Girit Adası’nı müttefik hükümdarlara terk ve bu ada üzerinde sahip olduğu bütün hukuk-ı hâkimiyet ve sâireden onlar lehinde feragat ettiğini beyan eder. Beşinci Madde: Osmanlı padişahı ve müttefik hükümdarları, bütün Adalar Denizi (Ege Denizi) adalarının -Girit Adası müstesna olmak üzere- ve Aynaroz Yarımadası’nın geleceğinin belirlenmesi hususunu, Almanya ve Avusturya İmparatorları ile Macaristan Kralı, Fransa Cumhurbaşkanı, Büyük Britanya ve İrlanda Kralı, Hindistan İmparatoru, İtalya Kralı ve Rusya İmparatorlarına tevdi ettiklerini beyan ederler, Altıncı Madde: Osmanlı padişahı ve Müttefik hükümdarlar harbin son bulmasından ve yukarıda terk edildiği beyan edilen araziden doğan maliye meselelerinin tesviyesi hususunu Paris’te toplantıya davet edilen milletlerarası bir komisyona bıraktıklarını beyan ederler.
Bu antlaşmayı rastgele okuyan biri bile Girit’in Yunanistan’a verilmediğini ve hatta taraf olan diğer üç devletin haklarından feragat ettiklerinden dolayı adanın 4’te 3’ünün Türkiye’ye ait olduğunu anlar.
Antlaşmalarla egemenliği Yunanistan’a devredilmemiş ada, adacık ve kayalıklar Türkiye’ye aittir. Bu konuya birkaç net örnek vermeye çalışalım: Ege’nin kuzeydoğusundaki adalar biliyorsunuz, 14 Şubat 1914’de, 6 büyük Avrupa Devleti’nin aldığı kararla Yunanistan’a verildi. Yalnız burada önemli bir nokta var. Bu karara göre 13 Şubat 1914’de Yunan işgali altında olmayan adalar üzerindeki Türk egemenliği devam ediyordu. Peki o tarihte Yunanlılar tarafından işgal edilmeyen adalar hangileridir?
Bu adalar şunlardı: Koyun, Paşa, Vatan, Gavati, Andipsara, Hurşid ve Fornoz adaları. Bu adalar üzerinde Yunanistan’ın bir hakkı yoktur. 12 Adanın İtalya’ya bırakıldığı Lozan Antlaşması’nın 15. maddesi ile teyit edilmiştir. Söz konusu maddede bu adalara bağlı adacıklar ismen yer almamıştır. Daha da önemlisi bu maddeye ilişkin haritada İtalya’ya bırakılan adalar kırmızı ile çizilirken, adacıkların altı aynı şekilde çizilmemiştir. Bu adacıklar ise şunlardır: Eşek Adası, Nergiscik, Bulamaç, Keçi, Koçbaba, Ardıççık, Kendiroz, Kandilli, Kızkardeşler, Sirina, Üç Adalar, Safran ve İstakida. Bu adacıklar da Türkiye Cumhuriyeti’ne aittir. Kayalıklar ise hiçbir antlaşma metninde açıkça yer almamaktadır[22].
Türkiye ile birlikte toplam 8 devletin taraf olduğu 1923 Lozan Antlaşması’nın 15’nci maddesi, Lozan’a taraf olan 5 devletin (İngiltere, Fransa, Yunanistan, Yugoslavya, İtalya) ve Lozan’a taraf olmayan 16 devletin katılımı ile 1947’de değiştirilerek Paris Antlaşması imzalanmıştır. Yapılan değişiklik ile 12 adanın egemenliği İtalya’dan alınarak Yunanistan’a verilmiştir. Yapılan değişiklik, sözleşme ve antlaşmalara aykırı olduğu için hukuken geçerli değildir ve uluslararası hukuk kurallarına göre Yunanistan’ın 12 ada üzerindeki egemenlik hakları yok hükmündedir. Lozan’da, İtalya’ya bırakılan 12 adaların, 1947’deki Paris Antlaşması’yla Yunanistan’a verilmesinin, 1945 BM Anlaşması madde 108’e ve 1969 Viyana Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesi’nin birçok maddesine aykırıdır. “Çok taraflı antlaşma hükümlerinin değişmesinde temel kural oy birliği veya üçte iki oy çokluğuna işaret etmektedir. Konunun uzmanlarının belirttiği gibi, Türkiye ile birlikte toplam 8 devletin taraf olduğu 1923 Lozan Antlaşması’nın 15. maddesi ise Lozan’a taraf olan 5 devletin (İngiltere, Fransa, Yunanistan, Yugoslavya, İtalya) ve Lozan’a taraf olmayan 16 devletin katılımı ile 1947’de değiştirilerek Paris Antlaşması imzalanmıştır. Buna göre, hukuka aykırı biçimde oy birliği ya da üçte iki oy çokluğu olmadan 12 adanın Yunanistan’a verilmesi meşru değildir ve Yunanistan’ın, 12 ada üzerindeki fiili işgaline son vermek gerekiyor[23].”
Adalar Denizi’ndeki farklı büyüklükteki ve Türkiye’ye yakınlıktaki adalar silahlanırsa ne olur?
Adaların silahlanması/Armament of the Islands: Yunanistan, Limni-Semadirek adalarını, 1936 tarihli Montrö Antlaşması’na dayandığı savıyla silahlandırdı. Türkiye, bu anlaşmanın bu adaları kapsamadığını ve 1923 Lozan Antlaşması gereğince silahsız olmaları gerektiğini savunuyor. 1923 Lozan Barış Antlaşması konferans tutanak ve belgeleri incelendiğinde; adaların Türkiye’ye karşı yöneltilecek saldırılarda kara, deniz ve hava üssü olarak kullanılmayacak biçimde askerden arındırılacağına ilişkin kesin hükümlerin anlaşma metnine de dâhil edildiği ifade edilmiştir.
Yunanistan’ın egemenliği altında bulunan adaların birçoğu uluslararası antlaşmalar ile silahsızlandırılmış statüsü koruma altına alınmıştır. Bunlar;
Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin 8. Maddesi ile Boğazönü Adaları (Limni ve Semadirek),
Lozan Barış Antlaşması’nın 13. maddesi ile Merkezi Doğu Ege Adaları (Midilli, Sakız, Sisam ve İkarya),
1947 Paris Barış Antlaşması’nın 14. Maddesi’nin 2. Fıkrası uyarınca ile de Oniki Adalar SİLAHSIZLANDIRILMIŞTIR.
Buna rağmen Yunanistan, Adalar Denizinde Gayri Askeri Statüdeki 23 adanın tamamını kolluk kuvvetleri haricinde askerileştirmiş ve silahlandırmıştır. Bu Adalar: Ahikerya (İkarya), Batnoz (Patmos), Bozbaba (Ayos Efstratios), Çoban (Kasos), Herke (Halki), İleki (Tilos), İleryöz (Leros), İncirli (Nikya), İpsara (Psara), İstanbulya (Astipaleya), İstanköy (Kos), Kelemez (Kalimnos), Kerpe (Karpathos), Limni (Limnos), Lipso (Lipsi), Midilli, Rodos, Sakız, Semadirek (Samothraki), Sisam (Samos), Sömbeki (Simi), Taşoz (Thasos), Kızılhisar (Meis/Kastelorizo)[24])
Bu adalar silahlanırsa ne mi olur? Kızılhisar/Meis Adası, Kaş’a 2 km uzaklıkta. Aklı olan ne olacağını bilir. Adalar denizindeki tüm adaların aidiyeti belli değildir.

https://21yyte.org/tr/merkezler/bolgesel-arastirma-merkezleri/balkanlar-ve-kibris-arastirmalari-merkezi/turk-yunan-i-li-ski-leri-nde-temel-sorunlar-yunan-talepleri-1
This entry was posted in 21.YÜZYIL ENSTİTÜSÜ, DENİZ VE DENİZCİLİK, DIŞ POLİTİKA, Ekonomi. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *