AKIL FİKİR YAZILARI * İslam, felsefe ve bilim * İslam ve hoşgörü

İslam, felsefe ve bilim

Örsan K. Öymen / 21 Aralık 2020 Pazartesi

İslam dininin yaygın olduğu coğrafyada, felsefe ve bilim alanında yapılan çalışmalar, yıllardır tartışılmaktadır. Ancak Türkiye’de bu tartışma, Batı Avrupa karşısındaki başarısızlığın getirdiği eziklik duygusu içinde yapılmakta, kişisel komplekslerin tetiklemesiyle, din, mezhep ve etnik kimlik temelinde yürütülmektedir.
“Batı” ile “Doğu”yu yarıştırmaya ve kutuplaştırmaya meraklı çevreler, aydınlanmanın, felsefenin ve bilimin, İslam dünyasında doğduğunu ve buradan Avrupa’ya yayıldığını iddia edecek kadar, gerçeklikten kopmuşlardır.
İslamın yaygın olduğu coğrafyada felsefe ve bilim, 9. yüzyıl ile 12. yüzyıl arasındaki dönemde gelişmiştir. Kindi, Farabi, Harizmi, Razi, İbn Sina, Gazali ve İbn Rüşd gibi filozoflar ve bilim insanları bu dönemde yaşamıştır.
4. yüzyıl ile 14. yüzyıl arasındaki dönem ortaçağ olarak adlandırılır. Batı Avrupa’da, Kuzey Afrika’da, Ortadoğu’da ve Batı Asya’da o dönemde felsefe ve bilim alanında gerçekleşen çalışmalar, Hıristiyan ve Müslüman ayrımı yapılmaksızın, genellikle, “Ortaçağ Felsefesi ve Bilimi” başlığı altında incelenir.
İslam vurgusu yapmaya meraklı olanlar, Kindi, Farabi, Harizmi, Razi, İbn Sina, Gazali ve İbn Rüşd gibi filozofları ve bilim insanlarını, “İslam Felsefesi ve Bilimi” başlığı altında inceleseler de, ortaçağda, Hıristiyan coğrafyasında, Batı Avrupa’da yaşayan Augustinus, Boethius, Abelard, Anselmus, Aquinas, William gibi filozofların, “Hıristiyan Felsefesi” başlığı altında incelenmesi nadir bir durumdur.
Ortaçağın en belirgin özelliği, tektanrıcı dinlere dayalı teokratik ve antilaik bir yapılanmaya sahip olmasıdır. Bu dönemde, sosyal yaşam, siyaset, felsefe, bilim ve sanat, dinlerin ve din kitaplarının çizdiği çerçevenin sınırları içerisinde varlığını sürdürebiliyordu. Ortaçağın bazılarınca “karanlık çağ” olarak nitelendirilmesinin nedeni budur.
Bu yapılanma Batı Avrupa’da, Rönesans ve Aydınlanma hareketleriyle kırıldı. Da Vinci, Michelangelo, Botticelli, Raffaello gibi sanatçılar, Kopernik, Galilei, Kepler, Newton gibi bilim insanları, Bacon, Hobbes, Locke, Descartes, Leibniz, Spinoza, Hume, Rousseau, Kant gibi filozoflar bu süreçte çok önemli bir rol oynadılar. 1776 Amerikan devrimi ve 1789 Fransız devrimi, teokrasiyle birlikte, monarşinin ve feodalizmin de yıkılma sürecini başlattı.
Ortaçağda, felsefe ve bilim alanındaki çalışmalar, teokrasinin izin verdiği ölçüde varlığını sürdürdü. Antikçağda yaşayan, Thales, Anaksimandros, Anaksimenes, Anaksagoras, Herakleitos, Parmenides, Demokritos, Pitagoras, Euklidos, Arkhimedes, Hippokrates, Herodotos, Aristarkhos, Sokrates, Platon, Aristoteles ve Epikuros gibi antik Yunan filozoflarının, bilim insanlarının ve matematikçilerin çalışmaları, teokratik sınırlar içerisinde de olsa, esin kaynağı olmayı sürdürdüler.
Bu durum, İslam coğrafyasında da geçerliydi. Antik Yunan felsefesinin ve biliminin metinleri Arapçaya ve Farsçaya çevrildi. Kindi, Farabi, Harizmi, Razi, İbn Sina, Gazali ve İbn Rüşd gibi filozoflar ve bilim insanları, bu kaynaklardan etkilenerek veya bu kaynaklarla hesaplaşarak kuramlarını geliştirdiler. Felsefe ve bilim, ortaçağda İslam coğrafyasında doğmadı.
Farabi’nin, İbn Sina’nın ve İbn Rüşd’ün metinleri, ortaçağda Batı Avrupa’da önemli bir etki yarattı. Ancak Batı Avrupa’da felsefenin ve bilimin tek kaynağı onlar değildi. İslamdan önce, Roma döneminde, antik Yunan metinleri Batı Avrupa’ya aktarılmıştı. Nitekim, Ortaçağın ilk önemli filozofları, 4. ve 5. yüzyılda yaşayan Augustinus ile 5. ve 6. yüzyılda yaşayan Boethius’tur. Ortaçağda Batı Avrupa’da, Platon ve Aristoteles üzerine çalışmalar, İslam dininden önce, onlarla başlamıştı.
İbn Rüşd, Aristoteles çalışmaları açısından, Batı Avrupa’daki en önemli kaynaklardan birisi olmuştur. Ancak İbn Rüşd’den önce, 6. yüzyılda Boethius, 12. yüzyılda Abelard, Aristoteles çalışmalarını başlatmışlardı, Paris ve Bologna üniversitelerinde, bu alanlarda araştırmalar yapılmaktaydı.
Tarih, olgulara göre yazılır.
https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/orsan-k-oymen/islam-felsefe-ve-bilim-1800211

İslam ve hoşgörü

Örsan K. Öymen / 28 Aralık 2020 Pazartesi
İslam dininin bir hoşgörü dini olduğu sık sık söylenir. İslamın temel kitabı olan Kuran’ın Bakara Suresi’nin 256. ayetinde yer alan “Dinde zorlama yoktur” ifadesi bu görüşün temeli olarak görülür.
Ancak Kuran’da birçok ayette, Allah’ı inkâr edenler, Allah’a inanmayanlar, kâfir olanlar için, hem bu dünyada hem de öte dünyada verilecek cezaların da ifade edilmiş olmasının, İslamda zorlama, baskı, dayatma olmadığı görüşüyle bağdaşıp bağdaşmadığı ve Kuran’ın bir çelişki içerip içermediği yıllardır tartışılmaktadır.
Öte yanda, kendisini Müslüman olarak tanımlayanların fiili davranışlarına, hareketlerine, seçimlerine ve eylemlerine bakacak olursak, durum daha da iç karartıcıdır. Dünyada kendisini Müslüman olarak tanımlayan insanların tamamı olmasa da birçoğu, hoşgörü ve empati duygusundan tamamıyla yoksun bir biçimde, İslam dinini veya İslam diniyle ilgili kendi yorumunu, başkalarına baskıyla, zorla, zulümle dayatmaya kalkmaktadır. Bu, İslamın bir hoşgörü dini olduğunu savunanları daha da zor bir durumda bırakmaktadır.
Türkiye, bu hoşgörüsüzlüğün dünyada en fazla yaşandığı ülkelerden birisidir. Maraş, Çorum ve Sivas olaylarında yüzlerce Alevinin katledilmesi; Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı ve Uğur Mumcu gibi laiklik ilkesini savunan aydınların öldürülmeleri; araştırmacı-yazar Turan Dursun’un İslam dinine yönelik eleştirilerinden dolayı katledilmesi; Neve Şalom Sinagogu, Bet İsrael Sinagogu, İngiltere Başkonsolosluğu ve HSBC bankasına yönelik saldırılarda onlarca vatandaşın yaşamını yitirmesi; Suruç ve Ankara Garı katliamlarında yüzü aşkın vatandaşın katledilmesi buna dair örneklerdir.
Din dersinin zorunlu hale getirilmesi; imam, hatip ve müftü ihtiyacının ötesinde dört bini aşkın imam hatip okulunun açılması; on beş bini aşkın Kuran kursunun, yüzü aşkın ilahiyat fakültesinin açılması; “4+4+4” eğitim modeliyle imam hatip dışındaki okullarda da eğitimin kısmen dinselleştirilmesi; dinin eğitim sistemi üzerinden zorla dayatılması; devlet kurumlarında kadrolaşmada liyakat ölçütleri yerine dincilik ölçütünün kullanılması; siyasetin ve bürokrasinin dini referanslara ve söylemlere göre yürütülmesi; dine yönelik eleştiri getirenlere dava açılması; dindarlık ve dinsizlik tartışmasında bir uzlaşma formülü olan laiklik ilkesinin bertaraf edilmesi ve böylece anayasanın ihlal edilmesi de kendisini Müslüman olarak tanımlayan bazı insanların ve yöneticilerin hoşgörüden ne kadar uzak olduklarının açık göstergeleridir.
Türkiye’de din konusundaki hoşgörüsüzlük öyle bir noktaya gelmiştir ki bir zamanlar İslamcı siyasete sempati duyup, bunu sonradan, dindar kimliğini koruyarak sorgulayan kişiler bile hedef haline getirilmiştir. İlahiyatçı Mustafa Öztürk’ün yaşadıkları buna dair en son örneklerden birisidir. Mustafa Öztürk, vahiy hakkında yaptığı bir yorumdan dolayı kendisi hakkında başlatılan linç kampanyası üzerine, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ndeki görevinden ayrılmıştır.
Oysa Mustafa Öztürk’ün yaptığı yorum, felsefe, teoloji ve ilahiyat çevrelerinde yüzlerce yıldır tartışılan olağan bir konudur. Bunu olağanüstü bir hale getirenler, ilahiyat fakültelerini ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nı işgal eden hoşgörüsüz köktendincilerdir.
Müslümanlar Allah’ı mükemmel bir varlık olarak tanımladıklarına göre, Müslümanlara göre Kuran da Allah tarafından yollanmış bir kitap olduğuna göre, Kuran’da gayri mükemmel unsurların bulunmaması gerektiği çıkarımı, yeni bir şey değildir. Mustafa Öztürk de, Kuran’da bazı ayetlerdeki ifadelerin, Allah’ın mükemmel varlık sıfatıyla bağdaşmadığını belirterek vahyin bu ayetlerle ilişkisinin ve yapısının sorgulanması gerektiğini ifade etmiştir.
Kuran’da bazı ayetlerde, hem çelişkili hem de bilime aykırı ifadelerin bulunması, ayrıca bazı ayetlerde, bazı insanların ahlak ve erdem anlayışıyla bağdaşmayan unsurların var olması, sadece ateistlerin, agnostiklerin ve deistlerin değil, dindarların da üzerinde düşünmesi gereken bir konudur.
Kaybeden Mustafa Öztürk değil, İslamı İslamcılık sanan, tarihselcilikten yoksun, köktendinciler olmuştur.

https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/orsan-k-oymen/islam-ve-hosgoru-1801899
This entry was posted in DİN-İNANÇ, FELSEFE ve GÜZEL DEYİŞLER, İrtica, YOBAZLIK - GERİCİLİK. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *