ERMENİ YALANLARINA KARŞI GERÇEKLER – Bölüm IX / X * ERMENİ MEZALİMİ VE ÖMER NECATİ GÖREN’İN ANLATTIKLARI

Naci Kaptan / 13.11.2020

Bölüm     I – II         https://nacikaptan.com/?p=83329
Bölüm III – IV         https://nacikaptan.com/?p=83360
Bölüm V – VI           https://nacikaptan.com/?p=83407
Bölüm VII – VIII    https://nacikaptan.com/?p=83571
Bölüm IX – X           https://nacikaptan.com/?p=83697

BÖLÜM I
Savaş zamanında yiyecek ve diğer ihtiyaç malzemelerinin yetersiz olması, ağır iklim koşulları ve tifüs gibi salgın hastalıkların başlaması bazı bölgelerde can kaybının yüksek olmasına yol açmıştır. Esasen, bu zaman dilimi bütün Anadolu insanının aynı kaderi paylaştığı dönemdir. Birinci Dünya Savaşı sırasında, sadece Güneydoğu Anadolu’da bir milyonun üzerinde sivil nüfus hayatını kaybetmiştir. Bu kaybın nedenlerinden birisi de Ermeni çetelerin silahlı saldırılarıdır.
Ermenileri yok etmek isteyen ve katliam yapmak amacında olan bir devletin, Ermeni kafilelerine kötü muamele edenleri ve görevlilerini nasıl olup da yargıladığı ve cezalandırdığı ve soykırım propagandacılarının ileri sürdükleri gibi gizli amaçları olan bir devletin, neden tehcir sürecinde Ermeni grupların güven içinde nakillerini sağlayacak özel bir kanun çıkardığı gibi soruların tabiatıyla, 1915 olaylarını “soykırım” olarak nitelendiren çevreler tarafından cevaplanması mümkün değildir. Zira, bu sorulara verilecek cevaplar Osmanlı Hükümeti’nin Ermenileri “yok etme” yönünde bir niyeti olmadığını ortaya koymaktadır.
Yukarıda da belirtildiği üzere, Osmanlı döneminde, Ermeniler Osmanlı toplumu ve bürokrasisine tamamen entegre olmuş bir toplumdur. Hatta, tehcir kararını alan İttihat ve Terakki Partisi’nin iktidara geliş sürecinde ve sonrasında Ermeni gruplarla da işbirliği yaptığı bilinmektedir.
1908, 1912 ve 1914 genel seçimlerinde bir çok Ermeni, İttihat ve Terakki Cemiyeti listesinden milletvekili olarak seçilmiştir. Bunlardan Bedros Hallaçyan iki defa Ticaret ve Nafia nazırı olmanın yanısıra bir dönem İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Merkez-i Umumi azalığını yapmıştır.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, İşgal Kuvvetleri tarafından 1919-1922 yılları arasında Osmanlı resmi görevlilerine karşı yürütülen yasal sürecin bir parçası olarak Ermeni iddiaları araştırılmıştır. 144 üst düzeyli Osmanlı yetkilisi tutuklanmış ve yargılanmak üzere İngiltere tarafından Malta adasına sürgüne gönderilmiştir.
Tutuklamalara yol açan bilgiler çoğunlukla yerel Ermeni ler ve Ermeni Patrikliği tarafından sağlanmıştır. Aydınlardan, sürgüne gönderilenler Malta’da gözaltında tutulurken, başkent İstanbul’da bulunan ve burada mutlak yetkiye ve güce sahip İngiliz işgal kuvvetleri de bu görevliler hakkında suçlamada bulunmak üzere kanıt aramışlar, ancak, Malta’ya sürgüne gönderilen Osmanlı görevlilerinin ve İttihat ve Terakki mensup- larının Osmanlı Hükümeti’nin Ermenilerin öldürülmesi yönünde emir verdiklerini veya teşvik ettiklerini gösteren herhangi bir kanıta rastlanmamıştır.
ABD ve Fransa arşivlerinde de bu yönde kanıt bulunamamıştır. Malta’da iki yıl dört ay süren tutukluluk döneminin ardından, sürgün ler yargılanmadan serbest bırakılmışlardır.
Esasen, bu zaman dilimi bütün Anadolu insanının aynı kaderi paylaştığı dönemdir. Ermeni Meselesi hakkında tarihin sessiz tanıkları olan arşiv belgelerine bakıldığında; sadece Ermenilerin değil, Türklerin de büyük acılar çektiği görülmektedir.
Nitekim Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü tarafından yayımlanan Ermeniler Tarafından Türklere Yapılan Katliam Belgeleri adlı iki ciltlik kitapta, 1914-1922 yılları arasında Ermeni komitelerinin 523 bin Türk’ü öldürdükleri belgelerle ortaya konulmaktadır.
Son dönemde Ermeni propagandası; 1915 olaylarını Holokost ile özdeşleştirme gayretleri çerçevesinde, 1908’de iktidara gelen İttihat ve Terakki Partisi’ni, Sosyal Darwinci bir yaklaşımdan hareketle baskıcı bir Türkleştirme politikası uygulamak ve bunun bir ayağı olarak “Ermeni soykırımını” hayata geçirmekle itham etmektedir.
Bu bağlamda kullanılan kavramlardan biri; biyolojik anlamda reddetmeye dayalı ırkçılık yerine, kolektif kimliği hedef alan bir ırkçılık olarak ortaya çıkmaktadır. İttihat ve Terakki dönemi uzmanı birçok tarihçi bu yoru- mun tamamen yanlış olduğunu ortaya koymuştur. İttihat ve Terakki hiçbir zaman yeknesak bir ideolojiye sahip olmamıştır.
Holokost’un gerisinde ise yüzyıllara dayalı bir Yahudi düşmanlığı mevcuttur. Osmanlı İmparatorluğu’nda buna benzer bir Ermeni düşmanlığına hiçbir zaman rastlanmamış, Yönetim bakımından hiçbir zaman bir “Türk-Ermeni” ayırımı gözetilmemiştir.
Öte yandan, o dönemdeki Osmanlı Yönetimi, Ermeniler konusunda ileri sürülen katliam iddialarının araştırıl- ması için Birinci Dünya Savaşı’nda taraf olmayan İspanya, İsviçre, Hollanda, Danimarka ve İsveç’e, Şubat 1919 tarihinde gönderdiği notalarla ikişer hukukçu gönderilmesini ve bir soruşturma komisyonu kurulmasını talep etmiştir.
Bu girişim, İngiltere’nin anılan ülkelere yönelik müdahalesi ile sonuçsuz kalmış, konunun soruşturulması engellenmiştir.

BÖLÜM II
Tehcire tabi tutulan Ermeni sayısı kaçtır?
Ermeni iddialarını savunanlar, tehcire tabi tutulan ve hayatını kaybeden Ermenilerin sayısını, tarihsel gerçeklerin çok ötesinde, abartılı rakamlarla ileri sürmektedirler.
1914 yılında yapılan son Osmanlı nüfus sayımına göre, nüfus sayımının düzenlendiği dönemde İmparatorluk sınırları içerisinde yaşayan toplam Ermeni sayısı 1.295.000 (bir milyon iki yüz doksan beş) kişidir.
İmparatorluğun Doğu Sınırlarını güvence altına almak amacıyla bir savaş zarureti olarak ve geçici bir süreliğine alınan karar kapsamında tehcire tabi tutulan toplam Ermeni sayısının 600.000 civarında olduğu tahmin edilmektedir.
İddia edildiği gibi, tehcire tabi tutulan tüm Ermeniler hayatını mı kaybetmiştir? Tehcire maruz kalan tüm Ermenilerin, katliama maruz kalarak, ortadan kaldırıldıkları yönündeki iddia, tarihsel gerçeklerden ve bilimsellikten uzaktır.
Tehcir sırasında hayatını kaybeden Ermenilerin varlığı bir gerçektir. I. Dünya Savaşı sonrasında 1915 olayları sırasında 600.000 kişinin öldüğünü iddia eden bu radikal çevreler, bu rakamı önce 800.000’e, günümüzde de 1.5-2 milyon kişiye çıkartmışlardır.
Öte yandan, savaş koşullarında hayatını kaybeden Ermenilerin tam sayısını tespit edebilmek mümkün değildir. Esasen, bu husus, sadece Ermeniler için değil Osmanlı İmparatorluğu döneminde savaşlarda hayatını kaybeden tüm kişiler için geçerlidir.
Zira, Osmanlı Yönetimi sırasında, ölü sayısının tutulması gibi bir uygulama olmadığı için I. Dünya Savaşı sırasında kaç kişinin hayatını kaybettiğini tam olarak bilebilmek mümkün değildir.
Bu bağlamda, yapılabilecek en iyi tahmin, Osmanlı İmparatorluğu döneminde yaşayan Ermenilerin tahmini sayısını hesaplamak ve buradan bazı çıkarsamalara ulaşmaya çalışmaktır. Radikal Ermeni propagandasına katkı sağlamak için sonradan üretilmiş abartılı istatis tiki rakamlar bir kenara bırakıldığı takdirde, güvenilir akademik kaynakların, tehcir öncesi Osmanlı sınırları içerisinde yaşayan toplam Ermeni sayısı olarak ortaya koydukları rakamlar; 1.056.000 ila 1.555.000 arasında değişmektedir.
Bu da, yukarıda belirtilen, 1914 yılında gerçekleştirilen son Osmanlı nüfus sayımındaki 1.295.000 kişilik rakamla paralellik arzetmektedir.Tehcir sırasında yaşanan can kayıpları konusunda, Talat Paşa, İttihat ve Terakki Partisi’nin 1 Kasım 1918 tarihindeki son kongresinde yaptığı konuşmada, hayatını kaybeden toplam Ermeni sayısının 300.000 civarında olduğunu söylemiştir.
1918 yılında Paris Barış Konferansı’nda bir konuşma yapan, Ermeni bağımsızlık hareketinin önemli liderlerinden birisi olan Ermeni Heyeti Başkanı Bogos Nubar Paşa, I. Dünya Savaşı sonrasında, Türkiye topraklarında 280.000 Ermeni kaldığını, 700.000 Ermeni’ nin başka ülkelere göç ettiğini ifade etmiştir. Bu rakam ile I. Dünya Savaşı koşullarında yaklaşık 300.000 Ermeni’nin hayatını kaybettiği yönündeki tahminler örtüşmektedir.
DOĞU ANADOLU’DA ERMENİ POLİTİKALARI
Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’na dahil olduğunda açtığı ilk cephelerden birisi Doğu Cephesi idi. Bu cephede Rus birlikleri içerisinde 150.000 Ermeni gönüllüsü vardı ve bunların çoğu Avrupa sınırından transfer edilmişti. Gönüllülerin görevleri, Rus düzenli birliklerine destek olmak ve bu bölgede onlara öncülük etmekti.
Gönüllü birliklerinin başında 1890 yılından itibaren Anadolu’da birçok isyan olayına karışmış Ermeni çete reisleri vardı. Bunlar, Osmanlı Devleti ile kesin bir şekilde yollarını ayırmış, siyasi suçlu durumunda olan ve aranan Ermenilerdi.
Bu çeteler aşırı Ermeni milliyetçisi idiler, katı bir Türk düşmanlıkları vardı ve düzenli bir askeri eğitim almamışlardı. Bunlara göre bağımsız Ermenistan’ın kurulabilmesi için Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki Türklerin temizlenmesi şarttı.
Çeteler, savaş başlar başlamaz bu düşüncelerini ortaya koymaya başladılar. Rus komutanları bile bu Ermen lerin taşkınlıklarını önleyemiyorlardı. Van kıtaları komutanı General Nikolayev 1 Temmuz 1915’te Kafkas Orduları Komutanı’na gönderdiği telgrafında, Ermeni gönüllülerinden şikayet ederek, devamlı yağma hareketinde bulunduklarını ve her türlü cinayeti işlemekten zevk aldıklarını, bunların önüne geçmek için Van’da divan-ı harp kurulduğunu, disiplin birlikleri teşkil edildiğini ve artık gönüllü birlikler alınmamasını istedi.
1916 yılında Antranik ve çetesi Van ve Bitlis çevresinde yakmadık köy bırakmadılar, on binlerce insanı katlettiler.  Antranik’in emrinde çalışan Arşak adlı Ermeni çete reisi de birliğiyle Erzurum ve Erzincan’da yapılanları Bayburd ve İspir kazalarında yaptı. Bu çete gruplarına Avrupa ve Amerika’daki Ermenilerden devamlı yardım geliyordu. 1915 yılı ortalarında Amerika’daki Taşnaklar bu çetelere 4.700 ruble göndermişlerdi.
İtilaf Devletleri arasında yapılan gizli anlaşmalarla Doğu Anadolu bölgesi Rusya’ya terk edilmişti. Rusya, Ermenilere burada bağımsız bir Ermenistan kuracağını vaat ederken, gizliden gizliye bu bölgenin Ruslaştırılmasına çalışıyordu.
Rusların 1914-1915 yılında Kafkasya’nın Müslümanlardan temizlenmesi ve sürülmesi işini, 1916 yılından itibaren bu çetelerle Doğu Anadolu’nun işgal edilmiş bölgesinde de uygulamaya başladılar.
Rusya’da 1917 yılının Şubat ayından itibaren yeni gelişmelerin olması ve ihtilalin ortaya çıkması Rus askerlerini savaş konusunda isteksiz hale getirdi ve bunların yerini Ermeni çeteleri doldurmaya başladı.
Uluslararası alanda yeni bir durum ortaya çıkmıştı. İngiltere ve Fransa Kafkasya’da ortaya çıkan yeni durum dan istifade edebilmek, bu bölgelere Osmanlı Devleti’nin yerleşmesini önlemek için çeşitli çözüm yolları aramaya başladılar.
Akla ilk gelen de savaşın başından beri Osmanlı Devletine karşı savaşan Ermenilerdi. Kafkasya’da İngilizler, Kilikya’da Fransızlar hazır askerleri durumundaki Ermenileri silah ve teçhizat yönünden desteklediler. Bu durum Ermenilerin dikkatini Rusya’dan İngiltere’ye ve Fransa’ya çevirdi. Bundan sonraki aşamada İngilizler Doğu Anadolu’da büyük Ermenistan’ın kurulması göre- vini üstlendiler. Bu sebeplerden dolayı Kafkasya ve Doğu Anadolu’da Türklere karşı yapılan katliama göz yumdukları gibi destek de oldular.
Bolşevik İhtilalini takiben Sovyet hükümeti ilhaksız barış istemiş, bunun sonucu olarak Rus-Kafkas cephesindeki dağılma hızlanmıştı. Dağılma ile birlikte Rus cephesinin gerisinde milli kıtalar ortaya çıkmış, Ermeni ve Gürcü birliklerinin oluşturulmasına başlanmıştı.
Rus makamları siyasi emellerle Ermeni birlikleri vücuda getirmeye çalışıyorlardı. Rus ve Ermeni subayları komu- tasında ve Rus silahları ile teçhiz edilmiş olan bu birliklerin, Rus mıntıkasında göreve başlamaları, Türk ve İslam halkı için endişe verici bir durum meydana getirmişti.
Rusya’da meydana gelen ihtilal sonunda, Kafkaslarda oluşan boşluğun etkisiyle, Ermeni, Gürcü ve Azeriler 14 Kasım 1917 tarihinde merkezi Tiflis olan Mavera-yı Kafkas Hükümeti’ni kurdular.
Bu hükümet kendisini Rusya’nın bir parçası sayıyordu ve hükümeti oluşturan milletler arasında da bir görüş birliği yoktu. Gürcüler, Ermeniler ve Azeriler her biri milli teşkilatlarını kurmuş ve milli amaçlarını gerçekleştirme yolunu tutmuşlardı. Ermeniler ve Gürcüler kısa süre içerisinde askeri teşkilatlarını tamamlama fırsatı buldular. Zira onlara hem Sovyet idareciler hem de İtilaf Devletleri yardımcı olmaya başlamışlardı.
Rusya’da ihtilali başarıyla sona erdiren Bolşevikler, ihtilalin ertesi günü 26 Ekim 1917’de “Barış Bildirgesi” yayınladılar. Buna göre, savaşan bütün devletler hemen harbe son vermeli, ateşkes ilan etmeli, hiçbir arazi parçasını egemenliğine almadan ve harp tazminatı ödemeksizin, demokratik ve adil bir barış yapmalıydılar.
Bolşevikler bu barış teklifinden bir sonuç alamayınca İttifak Devletlerine müracaat ettiler. Osmanlı ve Rus delegeleri 18 Aralık 1917’de Erzincan’da bir ateşkes anlaşması yaptılar. Bu anlaşma ile 29 Ekim 1914 tarihinde başlamış olan Osmanlı – Rus Harbi sona ermiş oluyordu.
Erzincan ateşkes anlaşmasından sonra barış görüşmeleri 9 Ocak 1918 tarihinde Brest-Litovsk’ta başladı. Görüşme ler 3 Mart 1918’de imzalanan anlaşma ile sona erdi. Barış ile birlikte, İttifak Devletleri ile Rusya arasındaki savaş resmen sona erdi.
Osmanlı Devleti bu barış ile 1877-78 harbinde Ruslara bıraktığı Elviye-i Selase (Kars, Ardahan, Batum)’u elde etmişti. Brest-Litovsk Kafkasya’da önemli bazı siyasi gelişmelerin başlangıç noktası oldu. Bu barışın etkisiyle, 1918 baharında önemli siyasi ve askeri gelişmelere sahne olan Kafkasya, tüm Avrupa ülkelerinin ilgisini çekmeye başladı ve bu ilgi gün geçtikçe bir çıkar kavgasına dönüştü.

Bölüm IX / X sonu – Devam edecek
Naci Kaptan / 13.11.2020

KAYNAK ; ERMENİ MEZALİMİ VE ÖMER NECATİ GÖREN’İN ANLATTIKLARI Sayfa 97-98-99-104-105-106-107-108
This entry was posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, ERMENİ SORUNU. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *