Her üç gencimizden biri işsiz gezse, 22 milyon insanımız yoksulluk sınırının altında yaşasa, dört milyon ailemiz kredi kartı borcunu ödeyemediği için bankaların kara listesinde bulunsa, kendi milletimizin boğazından kesip, hobaraa diye memlekete buyur edilen beş milyon Suriyeli’ye 40 milyar dolar harcasak, icra dosyası sayısı 31 milyonu aşsa, konkordato rekoru kırılsa, ekonomik sıkıntılar toplumsal travmaya dönüşse, 2002 yılında 12 milyon kutu kullanırken, bugün 65 milyon kutu antidepresan kullansak, buna mukabil, ABD başkanının uçağı bile asrın liderimizin uçağından düşük model olsa, istatistik kurumumuz enflasyon, milli gelir, işsizlik gibi hayati rakamları makyajlasa, bağımsız olması gereken merkez bankamız, sarayın kapıkulu olsa, güreşçiyi devlet bankasına yönetici yapsak, Cumhuriyet’in tek taş pırlantalarını, fabrikalarını, limanlarını, santrallarını, hatta derelerini bile peşkeş çekmiş olsak, toprağımızı bile satmış olsak, kefen parasını bile yemiş olsak, 5’e yapılması mümkün olan ihaleyi 25’e versek, yandaş müteahhit açık açık milletin orasına koyacağını söylese, geçmediğimiz köprüye, girmediğimiz tünele, uçmadığımız havalimanına, yatmadığımız hastaneye para ödesek, sokağa çıkma yasağı varken bile ödemeye devam etsek, Türkiye’nin adeta vampir gibi kanını emenlerin yurtdışına 500 milyar dolar kaçırdığı ortaya çıksa, küresel yolsuzluk listesinde Meksika’nın arkasından dünya ikincisi olsak, bi derece…
Koronavirüs salgını başlar başlamaz, dünyanın bütün ülkeleri kesenin ağzını açarken, dara düşen şirketlerine, dükkanı kapanan esnafına, işini kaybeden vatandaşına, tiko para yardım ederken, kirasını öderken, elektrik su faturalarını dondururken, bizim ülkemizde iban numarası verilip, vatandaştan üste para istense, üç kuruşluk tırışkadan maskeyi bile dağıtmayı beceremesek, muhtemelen biz de gidişattan endişe ederdik ama…